Bize İshak b. İbrahim, ona Ebu Usame, ona Hişâm b. Urve, ona babası (Urve b. Zübeyr), ona da Abdullah b. Zübeyir şöyle demiştir:
Cemel vakası günü savaş durunca Zübeyir b. Avvam beni çağırdı ve “Ey oğlum, bugün öldürülenler ya zalim ya da mazlumdur. Bana gelince bugün mazlum olarak öldürüleceğimi sanıyorum. En büyük endişelerimden birisi borcumdur. Borçlarımız mallarımızdan geriye bir şey bırakmayacak mı, ne dersin?” dedi ve “ey oğlum, malımı sat, borcumu öde” diye ekleyip malının üçte birini vasiyet etti. Bu üçte birin de üçte birini Abdullah'ın çocukları olan torunlarına vasiyet edip “borçlar ödendikten sonra malımızdan bir şey kalırsa üçte biri senin oğullarına aittir” dedi. Hişâm der ki: Abdullah b. Zübeyir'in çocuklarının bazısı yaşça Zübeyir'in oğulları olan Hubeyb ve Abbad'ın akranıydı. Zübeyir'in bu vasiyeti yaptığı gün dokuz oğlu ve dokuz kızı vardı.
Abdullah der ki: Babam Zübeyir, borcunun ödenmesini bana vasiyet etmeye başladı ve “ey oğlum, eğer herhangi bir şekilde borç ödemekten aciz kalırsan, o zorluğa karşı Mevla'mdan yardım iste” dedi. Abdullah der ki: Vallahi ben babamın bu “Mevlâ'm” sözüyle ne kastettiğini bilemedim. Sonunda “babacığım, senin Mevla'n kimdir?” diye sordum. O da “Allah” dedi.
Abdullah der ki: Vallahi ben onun borcunu ödeme konusunda herhangi bir sıkıntıya düştüğümde “ey Zübeyir'in Mevlâ'sı, Zübeyir'in borcunu ödemede kolaylık ihsan et” diye dua ettim, akabinde Yüce Allah onun borcunu ödedi. Sonunda Zübeyir öldürüldü ve arkasında bazı araziler hariç, altın ve gümüş para bırakmadı. Gâbe bölgesinde bir arazi, Medine'de on bir ev, Basra'da iki ev, Kûfe'de bir ev ve Mısır'da da bir ev bırakmıştı.
Abdullah der ki: Zübeyir'in üzerindeki borç şu şekilde olmuştur: Bir kimse ona emanet bırakmak istediğinde Zübeyir, ona “hayır, emanet olarak değil, borç olarak bırak. Çünkü ben bu malın zayi olmasından korkarım” derdi. Zübeyir hayatı boyunca ne bir valilik, ne zekat toplama memurluğu, ne de başka bir idari görev yaptı. Sadece Rasulullah (sav), Ebu Bekir, Ömer ve Osman (r.anhum) ile cihada katılmıştır.
Abdullah b. Zübeyir der ki: Babamın borcunu hesapladım, iki milyon iki yüz bin dinar olduğunu gördüm. Hakim b. Hişâm ile karşılaşmıştım. Bana “ey kardeşimin oğlu, kardeşimin borcu ne kadardır?” diye sordu. Ravi dr ki: Abdullah ona borcun tamamını gizleyerek sadece “ yüz bin dinar” dedi. Bunun üzerine Hakim “Allah'a yemin ederim ki, sahip olduğun malın bunu ödeyebileceğini sanmıyorum” dedi. Ona “eğer bu borç iki yüz milyon iki yüz bin dinar ise, o zaman ne dersin” dedim. O da “buna gücünüzün yeteceğini sanmıyorum, eğer dara düşerseniz benden yardım isteyin” dedi.
Ravi der ki: Zübeyir, Gâbe'deki araziyi yüz yetmiş bine satın almıştı. Oğlu Abdullah ise bu araziyi bir milyon altı yüz bine sattı. Sonra ayağa kalktı ve “her kimin Zübeyir'de alacağı varsa, Gâbe'ye bizim yanımıza gelsin” dedi. Akabinde Abdullah b. Cafer b. Ebu Talib oraya geldi. Abdullah'ın, Zübeyir'den alacağı dört yüz bin dinar vardı. Abdullah b. Zübeyir'e hitaben “Eğer isterseniz bu dört yüz binlik alacağımı size bırakayım” dedi. Abdullah b. Zübeyir de “hayır” dedi. Abdullah “şayet borcunuzdan bir kısmını geri bırakmak isterseniz benimkini bırakabilirsiniz” dedi. Abdullah b. Zübeyir de “hayır, alacağını geri bırakma” dedi. Ravi der ki: Abdullah b. Cafer “öyleyse bu araziden benim için bir parça kesin” dedi. Abdullah b. Zübeyir de ona hitaben “şuradan şuraya kadar olan parça senindir” dedi.
Ravi der ki: Abdullah b. Zübeyir, Gâbe arazisinin bir kısmını sattı da babası Zübeyir'in borcunu ödedi. Borcun hepsini tamamen ödedikten sonra Gâbe arazisinden dört buçuk pay kaldı. Abdullah b. Zübeyir akabinde Şam'a, Muaviye b. Ebu Sufyan'ın yanına geldi. Muaviye'nin yanında Amr b. Osman, Munzir b. Zübeyir ve İbn Zem'a bulunuyordu. Muaviye, Abdullah b. Zübeyir'e hitaben “Gâbe arazisine ne kadar değer biçildi?” dedi. Abdullah da “her hisse için yüz bin dinar” dedi Muaviye “geriye kaç pay kaldı?” Abdullah da "dört buçuk pay kaldı” dedi. Munzir b. Zübeyir “ben yüz bine bir pay satın aldım” dedi. Amr b. Osman “Ben de yüz bine bir pay satın aldım” dedi. İbn Zem'a “ben de yüz bine bir pay satın aldım” dedi. Bu sefer Muaviye “geriye ne kadar pay kaldı?” diye sordu. Abdullah da “bir buçuk pay kaldı” dedi. Muaviye de “ben de onu yüz elli bine satın aldım” dedi. Ravi der ki: Abdullah b. Cafer kendi payını Muaviye'ye altı yüz bin karşılığında sattı.
Abdullah b. Zübeyir babasının borçlarını ödeyip bu borç işini bitirdiği zaman Zübeyir'in diğer oğulları kendisine “artık mirasımızı aramızda paylaştır” dediler. Bunun üzerine Abdullah “hayır, Allah'a yemin ederim ki, dört sene boyunca her hac mevsiminde 'Haberiniz olsun, Her kimin Zübeyir üzerinde alacağı bir hak varsa bize gelsin, o borcu ödeyelim' diye ilan etmedikçe, mirası aranızda paylaştırmam” dedi. Ravi der ki: Abdullah b. Zübeyir her sene hac mevsiminde böyle ilan etmeye başladı. Nihayet dört yıl geçince mirası Zübeyir'in oğulları arasında paylaştırdı. Ravi der ki: Zübeyir öldüğü zaman arkasında dört eşini bırakmıştı. Babası Zübeyir'in vasiyeti olan üçte biri ayırdı. Geri kalan maldan her eşine bir milyon iki yüz bin dinar hisse düştü. Buna göre Zübeyir'in tüm serveti elli milyon iki yüz bindir.
Öneri Formu
Hadis Id, No:
30097, B003129
Hadis:
حَدَّثَنَا إِسْحَاقُ بْنُ إِبْرَاهِيمَ قَالَ قُلْتُ لأَبِى أُسَامَةَ أَحَدَّثَكُمْ هِشَامُ بْنُ عُرْوَةَ عَنْ أَبِيهِ عَنْ عَبْدِ اللَّهِ بْنِ الزُّبَيْرِ قَالَ لَمَّا وَقَفَ الزُّبَيْرُ يَوْمَ الْجَمَلِ دَعَانِى ، فَقُمْتُ إِلَى جَنْبِهِ فَقَالَ يَا بُنَىِّ ، إِنَّهُ لاَ يُقْتَلُ الْيَوْمَ إِلاَّ ظَالِمٌ أَوْ مَظْلُومٌ ، وَإِنِّى لاَ أُرَانِى إِلاَّ سَأُقْتَلُ الْيَوْمَ مَظْلُومًا ، وَإِنَّ مِنْ أَكْبَرِ هَمِّى لَدَيْنِى ، أَفَتُرَى يُبْقِى دَيْنُنَا مِنْ مَالِنَا شَيْئًا فَقَالَ يَا بُنَىِّ بِعْ مَالَنَا فَاقْضِ دَيْنِى . وَأَوْصَى بِالثُّلُثِ ، وَثُلُثِهِ لِبَنِيهِ ، يَعْنِى عَبْدَ اللَّهِ بْنَ الزُّبَيْرِ يَقُولُ ثُلُثُ الثُّلُثِ ، فَإِنْ فَضَلَ مِنْ مَالِنَا فَضْلٌ بَعْدَ قَضَاءِ الدَّيْنِ شَىْءٌ فَثُلُثُهُ لِوَلَدِكَ . قَالَ هِشَامٌ وَكَانَ بَعْضُ وَلَدِ عَبْدِ اللَّهِ قَدْ وَازَى بَعْضَ بَنِى الزُّبَيْرِ خُبَيْبٌ وَعَبَّادٌ ، وَلَهُ يَوْمَئِذٍ تِسْعَةُ بَنِينَ وَتِسْعُ بَنَاتٍ . قَالَ عَبْدُ اللَّهِ فَجَعَلَ يُوصِينِى بِدَيْنِهِ وَيَقُولُ يَا بُنَىِّ ، إِنْ عَجَزْتَ عَنْهُ فِى شَىْءٍ فَاسْتَعِنْ عَلَيْهِ مَوْلاَىَ . قَالَ فَوَاللَّهِ مَا دَرَيْتُ مَا أَرَادَ حَتَّى قُلْتُ يَا أَبَتِ مَنْ مَوْلاَكَ قَالَ اللَّهُ . قَالَ فَوَاللَّهِ مَا وَقَعْتُ فِى كُرْبَةٍ مِنْ دَيْنِهِ إِلاَّ قُلْتُ يَا مَوْلَى الزُّبَيْرِ ، اقْضِ عَنْهُ دَيْنَهُ . فَيَقْضِيهِ ، فَقُتِلَ الزُّبَيْرُ - رضى الله عنه - وَلَمْ يَدَعْ دِينَارًا وَلاَ دِرْهَمًا ، إِلاَّ أَرَضِينَ مِنْهَا الْغَابَةُ ، وَإِحْدَى عَشْرَةَ دَارًا بِالْمَدِينَةِ ، وَدَارَيْنِ بِالْبَصْرَةِ ، وَدَارًا بِالْكُوفَةِ ، وَدَارًا بِمِصْرَ . قَالَ وَإِنَّمَا كَانَ دَيْنُهُ الَّذِى عَلَيْهِ أَنَّ الرَّجُلَ كَانَ يَأْتِيهِ بِالْمَالِ فَيَسْتَوْدِعُهُ إِيَّاهُ فَيَقُولُ الزُّبَيْرُ لاَ وَلَكِنَّهُ سَلَفٌ ، فَإِنِّى أَخْشَى عَلَيْهِ الضَّيْعَةَ ، وَمَا وَلِىَ إِمَارَةً قَطُّ وَلاَ جِبَايَةَ خَرَاجٍ وَلاَ شَيْئًا ، إِلاَّ أَنْ يَكُونَ فِى غَزْوَةٍ مَعَ النَّبِىِّ صلى الله عليه وسلم أَوْ مَعَ أَبِى بَكْرٍ وَعُمَرَ وَعُثْمَانَ - رضى الله عنهم - قَالَ عَبْدُ اللَّهِ بْنُ الزُّبَيْرِ فَحَسَبْتُ مَا عَلَيْهِ مِنَ الدَّيْنِ فَوَجَدْتُهُ أَلْفَىْ أَلْفٍ وَمِائَتَىْ أَلْفٍ قَالَ فَلَقِىَ حَكِيمُ بْنُ حِزَامٍ عَبْدَ اللَّهِ بْنَ الزُّبَيْرِ فَقَالَ يَا ابْنَ أَخِى ، كَمْ عَلَى أَخِى مِنَ الدَّيْنِ فَكَتَمَهُ . فَقَالَ مِائَةُ أَلْفٍ . فَقَالَ حَكِيمٌ وَاللَّهِ مَا أُرَى أَمْوَالَكُمْ تَسَعُ لِهَذِهِ . فَقَالَ لَهُ عَبْدُ اللَّهِ أَفَرَأَيْتَكَ إِنْ كَانَتْ أَلْفَىْ أَلْفٍ وَمِائَتَىْ أَلْفٍ قَالَ مَا أُرَاكُمْ تُطِيقُونَ هَذَا ، فَإِنْ عَجَزْتُمْ عَنْ شَىْءٍ مِنْهُ فَاسْتَعِينُوا بِى . قَالَ وَكَانَ الزُّبَيْرُ اشْتَرَى الْغَابَةَ بِسَبْعِينَ وَمِائَةِ أَلْفٍ ، فَبَاعَهَا عَبْدُ اللَّهِ بِأَلْفِ أَلْفٍ وَسِتِّمِائَةِ أَلْفٍ ثُمَّ قَامَ فَقَالَ مَنْ كَانَ لَهُ عَلَى الزُّبَيْرِ حَقٌّ فَلْيُوَافِنَا بِالْغَابَةِ ، فَأَتَاهُ عَبْدُ اللَّهِ بْنُ جَعْفَرٍ ، وَكَانَ لَهُ عَلَى الزُّبَيْرِ أَرْبَعُمِائَةِ أَلْفٍ فَقَالَ لِعَبْدِ اللَّهِ إِنْ شِئْتُمْ تَرَكْتُهَا لَكُمْ . قَالَ عَبْدُ اللَّهِ لاَ . قَالَ فَإِنْ شِئْتُمْ جَعَلْتُمُوهَا فِيمَا تُؤَخِّرُونَ إِنْ أَخَّرْتُمْ . فَقَالَ عَبْدُ اللَّهِ لاَ . قَالَ قَالَ فَاقْطَعُوا لِى قِطْعَةً . فَقَالَ عَبْدُ اللَّهِ لَكَ مِنْ هَا هُنَا إِلَى هَا هُنَا . قَالَ فَبَاعَ مِنْهَا فَقَضَى دَيْنَهُ فَأَوْفَاهُ ، وَبَقِىَ مِنْهَا أَرْبَعَةُ أَسْهُمٍ وَنِصْفٌ ، فَقَدِمَ عَلَى مُعَاوِيَةَ وَعِنْدَهُ عَمْرُو بْنُ عُثْمَانَ وَالْمُنْذِرُ بْنُ الزُّبَيْرِ وَابْنُ زَمْعَةَ فَقَالَ لَهُ مُعَاوِيَةُ كَمْ قُوِّمَتِ الْغَابَةُ قَالَ كُلُّ سَهْمٍ مِائَةَ أَلْفٍ . قَالَ كَمْ بَقِىَ قَالَ أَرْبَعَةُ أَسْهُمٍ وَنِصْفٌ . قَالَ الْمُنْذِرُ بْنُ الزُّبَيْرِ قَدْ أَخَذْتُ سَهْمًا بِمِائَةِ أَلْفٍ . قَالَ عَمْرُو بْنُ عُثْمَانَ قَدْ أَخَذْتُ سَهْمًا بِمِائَةِ أَلْفٍ . وَقَالَ ابْنُ زَمْعَةَ قَدْ أَخَذْتُ سَهْمًا بِمِائَةِ أَلْفٍ . فَقَالَ مُعَاوِيَةُ كَمْ بَقِىَ فَقَالَ سَهْمٌ وَنِصْفٌ . قَالَ أَخَذْتُهُ بِخَمْسِينَ وَمِائَةِ أَلْفٍ . قَالَ وَبَاعَ عَبْدُ اللَّهِ بْنُ جَعْفَرٍ نَصِيبَهُ مِنْ مُعَاوِيَةَ بِسِتِّمِائَةِ أَلْفٍ ، فَلَمَّا فَرَغَ ابْنُ الزُّبَيْرِ مِنْ قَضَاءِ دَيْنِهِ قَالَ بَنُو الزُّبَيْرِ اقْسِمْ بَيْنَنَا مِيرَاثَنَا . قَالَ لاَ ، وَاللَّهِ لاَ أَقْسِمُ بَيْنَكُمْ حَتَّى أُنَادِىَ بِالْمَوْسِمِ أَرْبَعَ سِنِينَ أَلاَ مَنْ كَانَ لَهُ عَلَى الزُّبَيْرِ دَيْنٌ فَلْيَأْتِنَا فَلْنَقْضِهِ . قَالَ فَجَعَلَ كَلَّ سَنَةٍ يُنَادِى بِالْمَوْسِمِ ، فَلَمَّا مَضَى أَرْبَعُ سِنِينَ قَسَمَ بَيْنَهُمْ قَالَ فَكَانَ لِلزُّبَيْرِ أَرْبَعُ نِسْوَةٍ ، وَرَفَعَ الثُّلُثَ ، فَأَصَابَ كُلَّ امْرَأَةٍ أَلْفُ أَلْفٍ وَمِائَتَا أَلْفٍ ، فَجَمِيعُ مَالِهِ خَمْسُونَ أَلْفَ أَلْفٍ وَمِائَتَا أَلْفٍ .
Tercemesi:
Bize İshak b. İbrahim, ona Ebu Usame, ona Hişâm b. Urve, ona babası (Urve b. Zübeyr), ona da Abdullah b. Zübeyir şöyle demiştir:
Cemel vakası günü savaş durunca Zübeyir b. Avvam beni çağırdı ve “Ey oğlum, bugün öldürülenler ya zalim ya da mazlumdur. Bana gelince bugün mazlum olarak öldürüleceğimi sanıyorum. En büyük endişelerimden birisi borcumdur. Borçlarımız mallarımızdan geriye bir şey bırakmayacak mı, ne dersin?” dedi ve “ey oğlum, malımı sat, borcumu öde” diye ekleyip malının üçte birini vasiyet etti. Bu üçte birin de üçte birini Abdullah'ın çocukları olan torunlarına vasiyet edip “borçlar ödendikten sonra malımızdan bir şey kalırsa üçte biri senin oğullarına aittir” dedi. Hişâm der ki: Abdullah b. Zübeyir'in çocuklarının bazısı yaşça Zübeyir'in oğulları olan Hubeyb ve Abbad'ın akranıydı. Zübeyir'in bu vasiyeti yaptığı gün dokuz oğlu ve dokuz kızı vardı.
Abdullah der ki: Babam Zübeyir, borcunun ödenmesini bana vasiyet etmeye başladı ve “ey oğlum, eğer herhangi bir şekilde borç ödemekten aciz kalırsan, o zorluğa karşı Mevla'mdan yardım iste” dedi. Abdullah der ki: Vallahi ben babamın bu “Mevlâ'm” sözüyle ne kastettiğini bilemedim. Sonunda “babacığım, senin Mevla'n kimdir?” diye sordum. O da “Allah” dedi.
Abdullah der ki: Vallahi ben onun borcunu ödeme konusunda herhangi bir sıkıntıya düştüğümde “ey Zübeyir'in Mevlâ'sı, Zübeyir'in borcunu ödemede kolaylık ihsan et” diye dua ettim, akabinde Yüce Allah onun borcunu ödedi. Sonunda Zübeyir öldürüldü ve arkasında bazı araziler hariç, altın ve gümüş para bırakmadı. Gâbe bölgesinde bir arazi, Medine'de on bir ev, Basra'da iki ev, Kûfe'de bir ev ve Mısır'da da bir ev bırakmıştı.
Abdullah der ki: Zübeyir'in üzerindeki borç şu şekilde olmuştur: Bir kimse ona emanet bırakmak istediğinde Zübeyir, ona “hayır, emanet olarak değil, borç olarak bırak. Çünkü ben bu malın zayi olmasından korkarım” derdi. Zübeyir hayatı boyunca ne bir valilik, ne zekat toplama memurluğu, ne de başka bir idari görev yaptı. Sadece Rasulullah (sav), Ebu Bekir, Ömer ve Osman (r.anhum) ile cihada katılmıştır.
Abdullah b. Zübeyir der ki: Babamın borcunu hesapladım, iki milyon iki yüz bin dinar olduğunu gördüm. Hakim b. Hişâm ile karşılaşmıştım. Bana “ey kardeşimin oğlu, kardeşimin borcu ne kadardır?” diye sordu. Ravi dr ki: Abdullah ona borcun tamamını gizleyerek sadece “ yüz bin dinar” dedi. Bunun üzerine Hakim “Allah'a yemin ederim ki, sahip olduğun malın bunu ödeyebileceğini sanmıyorum” dedi. Ona “eğer bu borç iki yüz milyon iki yüz bin dinar ise, o zaman ne dersin” dedim. O da “buna gücünüzün yeteceğini sanmıyorum, eğer dara düşerseniz benden yardım isteyin” dedi.
Ravi der ki: Zübeyir, Gâbe'deki araziyi yüz yetmiş bine satın almıştı. Oğlu Abdullah ise bu araziyi bir milyon altı yüz bine sattı. Sonra ayağa kalktı ve “her kimin Zübeyir'de alacağı varsa, Gâbe'ye bizim yanımıza gelsin” dedi. Akabinde Abdullah b. Cafer b. Ebu Talib oraya geldi. Abdullah'ın, Zübeyir'den alacağı dört yüz bin dinar vardı. Abdullah b. Zübeyir'e hitaben “Eğer isterseniz bu dört yüz binlik alacağımı size bırakayım” dedi. Abdullah b. Zübeyir de “hayır” dedi. Abdullah “şayet borcunuzdan bir kısmını geri bırakmak isterseniz benimkini bırakabilirsiniz” dedi. Abdullah b. Zübeyir de “hayır, alacağını geri bırakma” dedi. Ravi der ki: Abdullah b. Cafer “öyleyse bu araziden benim için bir parça kesin” dedi. Abdullah b. Zübeyir de ona hitaben “şuradan şuraya kadar olan parça senindir” dedi.
Ravi der ki: Abdullah b. Zübeyir, Gâbe arazisinin bir kısmını sattı da babası Zübeyir'in borcunu ödedi. Borcun hepsini tamamen ödedikten sonra Gâbe arazisinden dört buçuk pay kaldı. Abdullah b. Zübeyir akabinde Şam'a, Muaviye b. Ebu Sufyan'ın yanına geldi. Muaviye'nin yanında Amr b. Osman, Munzir b. Zübeyir ve İbn Zem'a bulunuyordu. Muaviye, Abdullah b. Zübeyir'e hitaben “Gâbe arazisine ne kadar değer biçildi?” dedi. Abdullah da “her hisse için yüz bin dinar” dedi Muaviye “geriye kaç pay kaldı?” Abdullah da "dört buçuk pay kaldı” dedi. Munzir b. Zübeyir “ben yüz bine bir pay satın aldım” dedi. Amr b. Osman “Ben de yüz bine bir pay satın aldım” dedi. İbn Zem'a “ben de yüz bine bir pay satın aldım” dedi. Bu sefer Muaviye “geriye ne kadar pay kaldı?” diye sordu. Abdullah da “bir buçuk pay kaldı” dedi. Muaviye de “ben de onu yüz elli bine satın aldım” dedi. Ravi der ki: Abdullah b. Cafer kendi payını Muaviye'ye altı yüz bin karşılığında sattı.
Abdullah b. Zübeyir babasının borçlarını ödeyip bu borç işini bitirdiği zaman Zübeyir'in diğer oğulları kendisine “artık mirasımızı aramızda paylaştır” dediler. Bunun üzerine Abdullah “hayır, Allah'a yemin ederim ki, dört sene boyunca her hac mevsiminde 'Haberiniz olsun, Her kimin Zübeyir üzerinde alacağı bir hak varsa bize gelsin, o borcu ödeyelim' diye ilan etmedikçe, mirası aranızda paylaştırmam” dedi. Ravi der ki: Abdullah b. Zübeyir her sene hac mevsiminde böyle ilan etmeye başladı. Nihayet dört yıl geçince mirası Zübeyir'in oğulları arasında paylaştırdı. Ravi der ki: Zübeyir öldüğü zaman arkasında dört eşini bırakmıştı. Babası Zübeyir'in vasiyeti olan üçte biri ayırdı. Geri kalan maldan her eşine bir milyon iki yüz bin dinar hisse düştü. Buna göre Zübeyir'in tüm serveti elli milyon iki yüz bindir.
Açıklama:
Yazar, Kitap, Bölüm:
Buhârî, Sahîh-i Buhârî, Farzu'l-Humus 13, 1/820
Senetler:
1. Ebu Abdullah Zübeyr b. Avvâm el-Esedî (Zübeyr b. Avvâm b. Huveylid b. Esed b. Abdüluzza)
2. Ebu Bekir Abdullah b. Zübeyr el-Esedî (Abdullah b. Zübeyr b. Avvam)
3. Urve b. Zübeyr el-Esedî (Urve b. Zübeyr b. Avvam b. Huveylid b. Esed)
4. Ebu Münzir Hişam b. Urve el-Esedî (Hişam b. Urve b. Zübeyr b. Avvam)
5. Ebu Üsame Hammâd b. Üsame el-Kuraşî (Hammâd b. Üsame b. Zeyd)
6. İshak b. Râhûye el-Mervezî (İshak b. İbrahim b. Mahled)
Konular:
Arazi, mülkiyet hukuku
Borç, ödemek, en güzel şekilde
Borç, Vasiyet, vasiyetin yerine getirilmesinden önce borcun ödenmesi
Müslüman, Eman vermek/Emanete riayet
Sahabe, Hz. Peygamber'den sonraki durumları
Sorumlululuk, herkes konumuna göre
Yönetim, yönetici olmada istekli olmamak
حَدَّثَنَا سَعِيدُ بْنُ عُفَيْرٍ قَالَ حَدَّثَنِى اللَّيْثُ قَالَ حَدَّثَنِى عُقَيْلٌ عَنِ ابْنِ شِهَابٍ قَالَ وَزَعَمَ عُرْوَةُ أَنَّ مَرْوَانَ بْنَ الْحَكَمِ وَمِسْوَرَ بْنَ مَخْرَمَةَ أَخْبَرَاهُ أَنَّ رَسُولَ اللَّهِ صلى الله عليه وسلم قَالَ حِينَ جَاءَهُ وَفْدُ هَوَازِنَ مُسْلِمِينَ ، فَسَأَلُوهُ أَنْ يَرُدَّ إِلَيْهِمْ أَمْوَالَهُمْ وَسَبْيَهُمْ فَقَالَ لَهُمْ رَسُولُ اللَّهِ صلى الله عليه وسلم « أَحَبُّ الْحَدِيثِ إِلَىَّ أَصْدَقُهُ ، فَاخْتَارُوا إِحْدَى الطَّائِفَتَيْنِ إِمَّا السَّبْىَ وَإِمَّا الْمَالَ ، وَقَدْ كُنْتُ اسْتَأْنَيْتُ بِهِمْ » . وَقَدْ كَانَ رَسُولُ اللَّهِ صلى الله عليه وسلم انْتَظَرَ آخِرَهُمْ بِضْعَ عَشْرَةَ لَيْلَةً ، حِينَ قَفَلَ مِنَ الطَّائِفِ ، فَلَمَّا تَبَيَّنَ لَهُمْ أَنَّ رَسُولَ اللَّهِ صلى الله عليه وسلم غَيْرُ رَادٍّ إِلَيْهِمْ إِلاَّ إِحْدَى الطَّائِفَتَيْنِ . قَالُوا فَإِنَّا نَخْتَارُ سَبْيَنَا ، فَقَامَ رَسُولُ اللَّهِ صلى الله عليه وسلم فِى الْمُسْلِمِينَ فَأَثْنَى عَلَى اللَّهِ بِمَا هُوَ أَهْلُهُ ثُمَّ قَالَ « أَمَّا بَعْدُ ، فَإِنَّ إِخْوَانَكُمْ هَؤُلاَءِ قَدْ جَاءُونَا تَائِبِينَ ، وَإِنِّى قَدْ رَأَيْتُ أَنْ أَرُدَّ إِلَيْهِمْ سَبْيَهُمْ ، مَنْ أَحَبَّ أَنْ يُطَيِّبَ فَلْيَفْعَلْ ، وَمَنْ أَحَبَّ مِنْكُمْ أَنْ يَكُونَ عَلَى حَظِّهِ حَتَّى نُعْطِيَهُ إِيَّاهُ مِنْ أَوَّلِ مَا يُفِىءُ اللَّهُ عَلَيْنَا فَلْيَفْعَلْ » . فَقَالَ النَّاسُ قَدْ طَيَّبْنَا ذَلِكَ يَا رَسُولَ اللَّهِ لَهُمْ . فَقَالَ لَهُمْ رَسُولُ اللَّهِ صلى الله عليه وسلم « إِنَّا لاَ نَدْرِى مَنْ أَذِنَ مِنْكُمْ فِى ذَلِكَ مِمَّنْ لَمْ يَأْذَنْ ، فَارْجِعُوا حَتَّى يَرْفَعَ إِلَيْنَا عُرَفَاؤُكُمْ أَمْرَكُمْ » فَرَجَعَ النَّاسُ ، فَكَلَّمَهُمْ عُرَفَاؤُهُمْ ، ثُمَّ رَجَعُوا إِلَى رَسُولِ اللَّهِ صلى الله عليه وسلم فَأَخْبَرُوهُ أَنَّهُمْ قَدْ طَيَّبُوا فَأَذِنُوا . فَهَذَا الَّذِى بَلَغَنَا عَنْ سَبْىِ هَوَازِنَ .
Bize Saîd b. Ufeyr, ona Leys, ona Ukayl, ona İbn Şihâb, ona Urve, ona da Mervân b. Hakem ve Misver b. Mahreme şöyle rivayet etmişlerdir:
Hevâzin kabilesi heyeti Müslüman olarak Rasulullah'a gelip mallarının ve esirlerinin geri verilmesini istedikleri zaman, Rasulullah (sav) onlara "Bana sözün en sevimli geleni doğru olanıdır. Şimdi siz iki şıktan birini; ya esirleri ya da malları tercih ediniz. Ben (sizin gelmenizi gözeterek) bunları taksim etmeden bekletmiştim" buyurdu. Gerçekten de Hz. Peygamber (sav) Tâif'ten döndüğü vakit yaklaşık on gece onların Tâif'den gelmelerini beklemişti. Rasulullah'ın kendilerine ancak iki şıktan birini geri vereceği kesin olarak belli olunca Rasûlullah'a “Biz esirlerimizin geri verilmesini tercih ediyoruz” dediler. Bunun üzerine Rasulullah (sav) Müslümanlar arasında ayağa kalktı ve Allah'ı lâyık olduğu kemâl sıfatlarıyla sena etikten sonra şöyle hitap etti: "Şimdi bu (Hevâzin'li) kardeşleriniz, kusurlarından tövbe etmiş olarak bize geldiler. Ben de esirlerini kendilerine geri vermeyi düşündüm. Sizden her kim esirlerini bu suretle (karşılıksız vererek) kardeşlerinizin gönüllerini hoş etmeyi severse bunu yapsın. Sizden her kim kendi hissesinin karşılığını arzu ederse, Allah'ın bize ihsan edeceği ilk ganimet malından payını ona vermek üzere bunu yapsın." Bunun üzerine insanlar “Biz Hevâzin esirlerini gönül hoşluğu ile serbest bırakıyoruz ey Allah'ın Rasulü” dediler. Rasulullah (sav) onlara "şimdi biz, esirini gönül rızasıyla verenlerle karşılıksız vermeye razı olmayanları ayırt edemeyiz. Onun için siz gidiniz, bize durumunuzu, işlerinizi bilip yürüten kişileriniz, gelsin" buyurdu. İnsanlar yerlerine çekildiler ve kabilelerin bilirkişileri onlarla konuştu. Sonra bu bilirkişilerin her biri Rasulullah'a geri gelip, kavminin esirlerini vermekten memnun olduklarını ve Rasulullah'a bu konuda izin verdiklerini bildirdiler.
İbn Şihâb der ki: Hevâzin esirlerinden bize ulaşan haber budur.
Öneri Formu
Hadis Id, No:
30124, B003132
Hadis:
حَدَّثَنَا سَعِيدُ بْنُ عُفَيْرٍ قَالَ حَدَّثَنِى اللَّيْثُ قَالَ حَدَّثَنِى عُقَيْلٌ عَنِ ابْنِ شِهَابٍ قَالَ وَزَعَمَ عُرْوَةُ أَنَّ مَرْوَانَ بْنَ الْحَكَمِ وَمِسْوَرَ بْنَ مَخْرَمَةَ أَخْبَرَاهُ أَنَّ رَسُولَ اللَّهِ صلى الله عليه وسلم قَالَ حِينَ جَاءَهُ وَفْدُ هَوَازِنَ مُسْلِمِينَ ، فَسَأَلُوهُ أَنْ يَرُدَّ إِلَيْهِمْ أَمْوَالَهُمْ وَسَبْيَهُمْ فَقَالَ لَهُمْ رَسُولُ اللَّهِ صلى الله عليه وسلم « أَحَبُّ الْحَدِيثِ إِلَىَّ أَصْدَقُهُ ، فَاخْتَارُوا إِحْدَى الطَّائِفَتَيْنِ إِمَّا السَّبْىَ وَإِمَّا الْمَالَ ، وَقَدْ كُنْتُ اسْتَأْنَيْتُ بِهِمْ » . وَقَدْ كَانَ رَسُولُ اللَّهِ صلى الله عليه وسلم انْتَظَرَ آخِرَهُمْ بِضْعَ عَشْرَةَ لَيْلَةً ، حِينَ قَفَلَ مِنَ الطَّائِفِ ، فَلَمَّا تَبَيَّنَ لَهُمْ أَنَّ رَسُولَ اللَّهِ صلى الله عليه وسلم غَيْرُ رَادٍّ إِلَيْهِمْ إِلاَّ إِحْدَى الطَّائِفَتَيْنِ . قَالُوا فَإِنَّا نَخْتَارُ سَبْيَنَا ، فَقَامَ رَسُولُ اللَّهِ صلى الله عليه وسلم فِى الْمُسْلِمِينَ فَأَثْنَى عَلَى اللَّهِ بِمَا هُوَ أَهْلُهُ ثُمَّ قَالَ « أَمَّا بَعْدُ ، فَإِنَّ إِخْوَانَكُمْ هَؤُلاَءِ قَدْ جَاءُونَا تَائِبِينَ ، وَإِنِّى قَدْ رَأَيْتُ أَنْ أَرُدَّ إِلَيْهِمْ سَبْيَهُمْ ، مَنْ أَحَبَّ أَنْ يُطَيِّبَ فَلْيَفْعَلْ ، وَمَنْ أَحَبَّ مِنْكُمْ أَنْ يَكُونَ عَلَى حَظِّهِ حَتَّى نُعْطِيَهُ إِيَّاهُ مِنْ أَوَّلِ مَا يُفِىءُ اللَّهُ عَلَيْنَا فَلْيَفْعَلْ » . فَقَالَ النَّاسُ قَدْ طَيَّبْنَا ذَلِكَ يَا رَسُولَ اللَّهِ لَهُمْ . فَقَالَ لَهُمْ رَسُولُ اللَّهِ صلى الله عليه وسلم « إِنَّا لاَ نَدْرِى مَنْ أَذِنَ مِنْكُمْ فِى ذَلِكَ مِمَّنْ لَمْ يَأْذَنْ ، فَارْجِعُوا حَتَّى يَرْفَعَ إِلَيْنَا عُرَفَاؤُكُمْ أَمْرَكُمْ » فَرَجَعَ النَّاسُ ، فَكَلَّمَهُمْ عُرَفَاؤُهُمْ ، ثُمَّ رَجَعُوا إِلَى رَسُولِ اللَّهِ صلى الله عليه وسلم فَأَخْبَرُوهُ أَنَّهُمْ قَدْ طَيَّبُوا فَأَذِنُوا . فَهَذَا الَّذِى بَلَغَنَا عَنْ سَبْىِ هَوَازِنَ .
Tercemesi:
Bize Saîd b. Ufeyr, ona Leys, ona Ukayl, ona İbn Şihâb, ona Urve, ona da Mervân b. Hakem ve Misver b. Mahreme şöyle rivayet etmişlerdir:
Hevâzin kabilesi heyeti Müslüman olarak Rasulullah'a gelip mallarının ve esirlerinin geri verilmesini istedikleri zaman, Rasulullah (sav) onlara "Bana sözün en sevimli geleni doğru olanıdır. Şimdi siz iki şıktan birini; ya esirleri ya da malları tercih ediniz. Ben (sizin gelmenizi gözeterek) bunları taksim etmeden bekletmiştim" buyurdu. Gerçekten de Hz. Peygamber (sav) Tâif'ten döndüğü vakit yaklaşık on gece onların Tâif'den gelmelerini beklemişti. Rasulullah'ın kendilerine ancak iki şıktan birini geri vereceği kesin olarak belli olunca Rasûlullah'a “Biz esirlerimizin geri verilmesini tercih ediyoruz” dediler. Bunun üzerine Rasulullah (sav) Müslümanlar arasında ayağa kalktı ve Allah'ı lâyık olduğu kemâl sıfatlarıyla sena etikten sonra şöyle hitap etti: "Şimdi bu (Hevâzin'li) kardeşleriniz, kusurlarından tövbe etmiş olarak bize geldiler. Ben de esirlerini kendilerine geri vermeyi düşündüm. Sizden her kim esirlerini bu suretle (karşılıksız vererek) kardeşlerinizin gönüllerini hoş etmeyi severse bunu yapsın. Sizden her kim kendi hissesinin karşılığını arzu ederse, Allah'ın bize ihsan edeceği ilk ganimet malından payını ona vermek üzere bunu yapsın." Bunun üzerine insanlar “Biz Hevâzin esirlerini gönül hoşluğu ile serbest bırakıyoruz ey Allah'ın Rasulü” dediler. Rasulullah (sav) onlara "şimdi biz, esirini gönül rızasıyla verenlerle karşılıksız vermeye razı olmayanları ayırt edemeyiz. Onun için siz gidiniz, bize durumunuzu, işlerinizi bilip yürüten kişileriniz, gelsin" buyurdu. İnsanlar yerlerine çekildiler ve kabilelerin bilirkişileri onlarla konuştu. Sonra bu bilirkişilerin her biri Rasulullah'a geri gelip, kavminin esirlerini vermekten memnun olduklarını ve Rasulullah'a bu konuda izin verdiklerini bildirdiler.
İbn Şihâb der ki: Hevâzin esirlerinden bize ulaşan haber budur.
Açıklama:
Yazar, Kitap, Bölüm:
Buhârî, Sahîh-i Buhârî, Farzu'l-Humus 15, 1/822
Senetler:
1. Ebu Abdulmelik Mervan b. Hakem el-Kuraşi (Mervan b. Hakem b. Ebu As b. Ümeyye)
2. Urve b. Zübeyr el-Esedî (Urve b. Zübeyr b. Avvam b. Huveylid b. Esed)
3. Ebu Bekir Muhammed b. Şihab ez-Zührî (Muhammed b. Müslim b. Ubeydullah b. Abdullah b. Şihab)
4. Ebu Halid Ukayl b. Halid el-Eylî (Ukayl b. Halid b. Ukayl)
5. Ebu Haris Leys b. Sa'd el-Fehmî (Leys b. Sa'd b. Abdurrahman)
6. Ebu Osman Said b. Ufeyr el-Ensari (Said b. Kesir b. Ufeyr b. Müslim)
Konular:
Arazi, Fey' arazileri
Dürüstlük, özde ve sözde samimi olmak
Hz. Peygamber, sahabeyle iletişimi
Kardeşlik, muhacir ve ensar arasında
Savaş, esirler
Siyer, Havazin seferi
حَدَّثَنَا عَبْدُ اللَّهِ بْنُ أَبِى الأَسْوَدِ حَدَّثَنَا مُعْتَمِرٌ عَنْ أَبِيهِ قَالَ سَمِعْتُ أَنَسَ بْنَ مَالِكٍ - رضى الله عنه - يَقُولُ كَانَ الرَّجُلُ يَجْعَلُ لِلنَّبِىِّ صلى الله عليه وسلم النَّخَلاَتِ حَتَّى افْتَتَحَ قُرَيْظَةَ وَالنَّضِيرَ ، فَكَانَ بَعْدَ ذَلِكَ يَرُدُّ عَلَيْهِمْ .
Bize Abdullah b. Ebu Esved, ona Mu'temir, ona babası (Süleyman b. Tarhan), ona da Enes b. Mâlik (ra) şöyle demiştir:
"Kurayza ve Nadîr oğulları yurdu fethedinceye kadar (Ensardan bazı) insanlar hurmalıklarını Hz. Peygamber'in (sav) emrine tahsis ediyorlardı. (Fetihten) sonra ise Hz. Peygamber (sav), onlara (daha evvel muhacirlere verdikleri şeyleri) iade etmeye başladı."
Öneri Formu
Hadis Id, No:
30081, B003128
Hadis:
حَدَّثَنَا عَبْدُ اللَّهِ بْنُ أَبِى الأَسْوَدِ حَدَّثَنَا مُعْتَمِرٌ عَنْ أَبِيهِ قَالَ سَمِعْتُ أَنَسَ بْنَ مَالِكٍ - رضى الله عنه - يَقُولُ كَانَ الرَّجُلُ يَجْعَلُ لِلنَّبِىِّ صلى الله عليه وسلم النَّخَلاَتِ حَتَّى افْتَتَحَ قُرَيْظَةَ وَالنَّضِيرَ ، فَكَانَ بَعْدَ ذَلِكَ يَرُدُّ عَلَيْهِمْ .
Tercemesi:
Bize Abdullah b. Ebu Esved, ona Mu'temir, ona babası (Süleyman b. Tarhan), ona da Enes b. Mâlik (ra) şöyle demiştir:
"Kurayza ve Nadîr oğulları yurdu fethedinceye kadar (Ensardan bazı) insanlar hurmalıklarını Hz. Peygamber'in (sav) emrine tahsis ediyorlardı. (Fetihten) sonra ise Hz. Peygamber (sav), onlara (daha evvel muhacirlere verdikleri şeyleri) iade etmeye başladı."
Açıklama:
Yazar, Kitap, Bölüm:
Buhârî, Sahîh-i Buhârî, Farzu'l-Humus 12, 1/820
Senetler:
1. Enes b. Malik el-Ensarî (Enes b. Malik b. Nadr b. Damdam b. Zeyd b. Haram)
2. Ebu Mu'temir Süleyman b. Tarhân et-Teymî (Süleyman b. Tarhân)
3. Ebu Muhammed Mu'temir b. Süleyman et-Teymi (Mu'temir b. Süleyman b. Tarhân)
4. Abdullah b. Ebu Esved el-Basri (Abdullah b. Muhammed b. Humeyd b. Esved)
Konular:
Arazi, ekilmek üzere kiraya verilmesi
Teşvik Edilenler, paylaşma azık ve diğer şeyleri
حَدَّثَنَا مُسَدَّدٌ حَدَّثَنَا خَالِدٌ حَدَّثَنَا حُصَيْنٌ عَنْ عَامِرٍ عَنْ عُرْوَةَ الْبَارِقِىِّ - رضى الله عنه - عَنِ النَّبِىِّ صلى الله عليه وسلم قَالَ « الْخَيْلُ مَعْقُودٌ فِى نَوَاصِيهَا الْخَيْرُ الأَجْرُ وَالْمَغْنَمُ إِلَى يَوْمِ الْقِيَامَةِ » .
Öneri Formu
Hadis Id, No:
29982, B003119
Hadis:
حَدَّثَنَا مُسَدَّدٌ حَدَّثَنَا خَالِدٌ حَدَّثَنَا حُصَيْنٌ عَنْ عَامِرٍ عَنْ عُرْوَةَ الْبَارِقِىِّ - رضى الله عنه - عَنِ النَّبِىِّ صلى الله عليه وسلم قَالَ « الْخَيْلُ مَعْقُودٌ فِى نَوَاصِيهَا الْخَيْرُ الأَجْرُ وَالْمَغْنَمُ إِلَى يَوْمِ الْقِيَامَةِ » .
Tercemesi:
Bize Müsedded, ona Hâlid, ona Husayn, ona Âmir, ona da Urve el-Bârikî (ra), Hz. Peygamber'in (sav) şöyle buyurduğunu rivayet etmiştir:
Sevap ve ganimet [olmak üzere] hayır, Kıyamet gününe dek atların perçemlerine bağlıdır.
Açıklama:
Yazar, Kitap, Bölüm:
Buhârî, Sahîh-i Buhârî, Farzu'l-Humus 8, 1/819
Senetler:
1. Urve b. Ca'd el-Bariki (Urve b. Ebu Ca'd)
2. Ebu Amr Amir eş-Şa'bî (Amir b. Şerahil b. Abdin)
3. Ebu Hüzeyl Husayn b. Abdurrahman es-Sülemî (Husayn b. Abdurrahman)
4. Halid b. Abdullah et-Tahhan (Halid b. Abdullah b. Abdurrahman)
5. Müsedded b. Müserhed el-Esedî (Müsedded b. Müserhed b. Müserbel b. Şerik)
Konular:
Savaş, Savaşa hazır olmak, at vs. ile
حَدَّثَنَا مُحَمَّدُ بْنُ سِنَانٍ حَدَّثَنَا هُشَيْمٌ أَخْبَرَنَا سَيَّارٌ حَدَّثَنَا يَزِيدُ الْفَقِيرُ حَدَّثَنَا جَابِرُ بْنُ عَبْدِ اللَّهِ - رضى الله عنهما - قَالَ قَالَ رَسُولُ اللَّهِ صلى الله عليه وسلم « أُحِلَّتْ لِى الْغَنَائِمُ » .
Öneri Formu
Hadis Id, No:
30018, B003122
Hadis:
حَدَّثَنَا مُحَمَّدُ بْنُ سِنَانٍ حَدَّثَنَا هُشَيْمٌ أَخْبَرَنَا سَيَّارٌ حَدَّثَنَا يَزِيدُ الْفَقِيرُ حَدَّثَنَا جَابِرُ بْنُ عَبْدِ اللَّهِ - رضى الله عنهما - قَالَ قَالَ رَسُولُ اللَّهِ صلى الله عليه وسلم « أُحِلَّتْ لِى الْغَنَائِمُ » .
Tercemesi:
Bize Muhammed b. Sinân, ona Hüşeym, ona Seyyâr, ona Yezîd el-Fakîr, ona da Câbir b. Abdullah'ın (ra) rivayet ettiğine göre Hz. Peygamber (sav) şöyle buyurdu:
"Ganimetler bana halal kılındı."
Açıklama:
Yazar, Kitap, Bölüm:
Buhârî, Sahîh-i Buhârî, Farzu'l-Humus 8, 1/819
Senetler:
1. Cabir b. Abdullah el-Ensârî (Cabir b. Abdullah b. Amr b. Haram b. Salebe)
2. Ebu Osman Yezid b. Suheyb el-Fakir (Yezid b. Suheyb)
3. Ebu Hakem Seyyâr b. Ebu Seyyâr el-Anezî (Seyyâr b. Verdân)
4. Ebu Muaviye Hüşeym b. Beşir es-Sülemî (Hüşeym b. Beşir b. el-Kasım b. Dinar)
5. Ebu Bekir Muhammed b. Sinan el-Bahilî (Muhammed b. Sinan)
Konular:
Ganimet, helal kılınmıştır
حَدَّثَنَا صَدَقَةُ أَخْبَرَنَا عَبْدُ الرَّحْمَنِ عَنْ مَالِكٍ عَنْ زَيْدِ بْنِ أَسْلَمَ عَنْ أَبِيهِ قَالَ قَالَ عُمَرُ - رضى الله عنه لَوْلاَ آخِرُ الْمُسْلِمِينَ مَا فَتَحْتُ قَرْيَةً إِلاَّ قَسَمْتُهَا بَيْنَ أَهْلِهَا كَمَا قَسَمَ النَّبِىُّ صلى الله عليه وسلم خَيْبَرَ .
Öneri Formu
Hadis Id, No:
30051, B003125
Hadis:
حَدَّثَنَا صَدَقَةُ أَخْبَرَنَا عَبْدُ الرَّحْمَنِ عَنْ مَالِكٍ عَنْ زَيْدِ بْنِ أَسْلَمَ عَنْ أَبِيهِ قَالَ قَالَ عُمَرُ - رضى الله عنه لَوْلاَ آخِرُ الْمُسْلِمِينَ مَا فَتَحْتُ قَرْيَةً إِلاَّ قَسَمْتُهَا بَيْنَ أَهْلِهَا كَمَا قَسَمَ النَّبِىُّ صلى الله عليه وسلم خَيْبَرَ .
Tercemesi:
Bize Sadaka, ona Abdurrahman, ona Mâlik, ona Zeyd b. Eslem, ona babası (Eslem el-Adevî), ona da Ömer (ra) şöyle demiştir:
"Eğer Müslüman nesillerin sonu olmasaydı, Peygamber'in Hayber arazisini paylaştırdığı gibi ben de fethettiğim her yeri ganimet sahipleri arasında paylaştırırdım."
Açıklama:
Yazar, Kitap, Bölüm:
Buhârî, Sahîh-i Buhârî, Farzu'l-Humus 9, 1/820
Senetler:
1. Ebu Hafs Ömer b. Hattab el-Adevî (Ömer b. Hattab b. Nüfeyl b. Abdüluzza)
2. Ebu Zeyd Eslem el-Adevi (Eslem)
3. Ebu Üsame Zeyd b. Eslem el-Kuraşî (Zeyd b. Eslem)
4. Ebu Abdullah Malik b. Enes el-Esbahî (Malik b. Enes b. Malik b. Ebu Amir)
5. Ebu Said Abdurrahman b. Mehdî el-Anberî (Abdurrahman b. Mehdi b. Hassân b. Abdurrahman)
6. Ebu Fadl Sadaka b. Fadl el-Mervezî (Sadaka b. Fadl)
Konular:
Ganimet, hak sahiplerine taksimi
Sahabe, ictihadı
Öneri Formu
Hadis Id, No:
30046, B003124
Hadis:
حَدَّثَنَا مُحَمَّدُ بْنُ الْعَلاَءِ حَدَّثَنَا ابْنُ الْمُبَارَكِ عَنْ مَعْمَرٍ عَنْ هَمَّامِ بْنِ مُنَبِّهٍ عَنْ أَبِى هُرَيْرَةَ - رضى الله عنه - قَالَ قَالَ رَسُولُ اللَّهِ صلى الله عليه وسلم:
"غَزَا نَبِىٌّ مِنَ الأَنْبِيَاءِ فَقَالَ لِقَوْمِهِ لاَ يَتْبَعْنِى رَجُلٌ مَلَكَ بُضْعَ امْرَأَةٍ وَهْوَ يُرِيدُ أَنْ يَبْنِىَ بِهَا وَلَمَّا يَبْنِ بِهَا ، وَلاَ أَحَدٌ بَنَى بُيُوتًا وَلَمْ يَرْفَعْ سُقُوفَهَا ، وَلاَ أَحَدٌ اشْتَرَى غَنَمًا أَوْ خَلِفَاتٍ وَهْوَ يَنْتَظِرُ وِلاَدَهَا . فَغَزَا فَدَنَا مِنَ الْقَرْيَةِ صَلاَةَ الْعَصْرِ أَوْ قَرِيبًا مِنْ ذَلِكَ فَقَالَ لِلشَّمْسِ إِنَّكِ مَأْمُورَةٌ وَأَنَا مَأْمُورٌ ، اللَّهُمَّ احْبِسْهَا عَلَيْنَا . فَحُبِسَتْ ، حَتَّى فَتَحَ اللَّهُ عَلَيْهِ ، فَجَمَعَ الْغَنَائِمَ ، فَجَاءَتْ - يَعْنِى النَّارَ - لِتَأْكُلَهَا ، فَلَمْ تَطْعَمْهَا ، فَقَالَ إِنَّ فِيكُمْ غُلُولاً ، فَلْيُبَايِعْنِى مِنْ كُلِّ قَبِيلَةٍ رَجُلٌ . فَلَزِقَتْ يَدُ رَجُلٍ بِيَدِهِ فَقَالَ فِيكُمُ الْغُلُولُ . فَلْتُبَايِعْنِى قَبِيلَتُكَ ، فَلَزِقَتْ يَدُ رَجُلَيْنِ أَوْ ثَلاَثَةٍ بِيَدِهِ فَقَالَ فِيكُمُ الْغُلُولُ ، فَجَاءُوا بِرَأْسٍ مِثْلِ رَأْسِ بَقَرَةٍ مِنَ الذَّهَبِ فَوَضَعُوهَا ، فَجَاءَتِ النَّارُ فَأَكَلَتْهَا ، ثُمَّ أَحَلَّ اللَّهُ لَنَا الْغَنَائِمَ ، رَأَى ضَعْفَنَا وَعَجْزَنَا فَأَحَلَّهَا لَنَا."
Tercemesi:
Bize Muhammed b. Alâ, ona İbn Mubârak, ona Ma‘mer, ona Hemmâm b. Münebbih, ona da Ebu Hureyre'nin (ra) rivayet ettiğine göre Rasulullah (sav) şöyle buyurdu:
“Peygamberlerden biri bir gazaya çıktı ve kavmine şöyle dedi: ‘Bana şu kimseler katılmasın: Henüz nikâh kıydığı bir kadınla zifafa girmemiş olan kimse; ev inşa etmiş de henüz çatısını örtmemiş olan kimse; koyun ya da gebe deve satın almış olup da onların doğumunu bekleyen kimse.’ Sonra savaşa çıktı. İkindi vakti ya da ona yakın bir zamanda fethedeceği yere ulaştı. Güneşe şöyle seslendi: ‘Sen emre itaat eden bir varlıksın, ben de emre itaat eden biriyim. Allah’ım, güneşi bizim için durdur.’ Bunun üzerine güneş durduruldu ve Allah o orduya zafer nasip etti. Sonra ganimetler toplandı. Ateş gelerek onları yakmak istedi — ki bu, önceki ümmetlerde ganimetlerin helâl olmasının göstergesiydi — fakat ateş ganimetleri yakmadı. Bunun üzerine peygamber şöyle dedi: ‘Şüphesiz aranızda ihanet (ganimet malından gizlice alınmış bir şey) vardır. Her kabileden bir adam gelip bana biat etsin.’ Biat esnasında bir adamın eli onun eline yapıştı. Bunun üzerine şöyle dedi: ‘Sizin aranızda ihanet var.’ ‘Şimdi de senin kabilen gelip biat etsin’ dedi. Bu kez iki ya da üç kişinin eli onun eline yapıştı. Yine şöyle dedi: ‘Sizin aranızda ihanet var.’ Sonra, sığır başı büyüklüğünde altından yapılmış bir baş getirdiler ve onu ortaya koydular. Bunun üzerine ateş geldi ve onu yaktı. Sonra Rasulullah (sav) şöyle devam etti: ‘Allah bize ganimetleri helâl kıldı. Zira bizim zaafımızı ve acizliğimizi gördü, bunun üzerine onları bizim için helâl kıldı.’”
Açıklama:
Yazar, Kitap, Bölüm:
Buhârî, Sahîh-i Buhârî, Farzu'l-Humus 8, 1/819
Senetler:
1. Ebu Hureyre ed-Devsî (Abdurrahman b. Sahr)
2. Ebu Ukbe Hemmâm b. Münebbih el-Yemânî (Hemmâm b. Münebbih b. Kamil b. Sîc)
3. Ebu Urve Mamer b. Raşid el-Ezdî (Mamer b. Râşid)
4. Ebu Abdurrahman Abdullah b. Mübarek el-Hanzalî (Abdullah b. Mübarek b. Vadıh)
5. Ebu Küreyb Muhammed b. Alâ el-Hemdânî (Muhammed b. Alâ b. Kureyb)
Konular:
Cihad, zifafa girmemiş kişinin cihaddan muaf tutulması
Doğa Tasavvuru, Güneş ve Ay Tutulması
Ganimet, ganimete ihanet etmek
Hz. Peygamber, ayrıcalığı
Önceki Ümmetler, Peygamberleri
حَدَّثَنَا مُوسَى حَدَّثَنَا أَبُو عَوَانَةَ حَدَّثَنَا عُثْمَانُ بْنُ مَوْهَبٍ عَنِ ابْنِ عُمَرَ - رضى الله عنهما - قَالَ إِنَّمَا تَغَيَّبَ عُثْمَانُ عَنْ بَدْرٍ ، فَإِنَّهُ كَانَتْ تَحْتَهُ بِنْتُ رَسُولِ اللَّهِ صلى الله عليه وسلم وَكَانَتْ مَرِيضَةً . فَقَالَ لَهُ النَّبِىُّ صلى الله عليه وسلم « إِنَّ لَكَ أَجْرَ رَجُلٍ مِمَّنْ شَهِدَ بَدْرًا وَسَهْمَهُ » .
Öneri Formu
Hadis Id, No:
30109, B003130
Hadis:
حَدَّثَنَا مُوسَى حَدَّثَنَا أَبُو عَوَانَةَ حَدَّثَنَا عُثْمَانُ بْنُ مَوْهَبٍ عَنِ ابْنِ عُمَرَ - رضى الله عنهما - قَالَ إِنَّمَا تَغَيَّبَ عُثْمَانُ عَنْ بَدْرٍ ، فَإِنَّهُ كَانَتْ تَحْتَهُ بِنْتُ رَسُولِ اللَّهِ صلى الله عليه وسلم وَكَانَتْ مَرِيضَةً . فَقَالَ لَهُ النَّبِىُّ صلى الله عليه وسلم « إِنَّ لَكَ أَجْرَ رَجُلٍ مِمَّنْ شَهِدَ بَدْرًا وَسَهْمَهُ » .
Tercemesi:
Bize Musa, ona Ebu Avane, ona Osman b. Mevhib, ona da İbn Ömer (ra) şöyle demiştir:
"Osman, Bedir savaşında ancak şu sebepten dolayı kaybolmuştur: Hakikat şudur ki, Rasulullah'ın kızı Osman ile evliydi ve sefer sırasında ağır hasta oldu. Peygamber (sav) Osman'a hitaben: 'Senin için Bedir'de hazır bulunan bir gazi sevabı ve ganimetten onun yapına düşen pay vardır.' Buyurdu."
Açıklama:
Yazar, Kitap, Bölüm:
Buhârî, Sahîh-i Buhârî, Farzu'l-Humus 14, 1/821
Senetler:
1. İbn Ömer Abdullah b. Ömer el-Adevî (Abdullah b. Ömer b. Hattab)
2. Osman b. Mevhib el-Haşimi (Osman b. Mevhib)
3. Ebu Avane Vazzah b. Abdullah el-Yeşkurî (Vazzah b. Abdullah)
4. Ebu Seleme Musa b. İsmail et-Tebûzeki (Musa b. İsmail)
Konular:
Ganimet, taksim edilmesi, miktarları
Siyer, Bedir Savaşı
حدثنا إسماعيل، قال: حدثني مالك، عن أبي الزناد، عن الأعرج، عن أبي هريرة رضي الله عنه : أن رسول الله صلى الله عليه وسلم، قال: "تكفل الله لمن جاهد في سبيله، لا يخرجه إلا الجهاد في سبيله، وتصديق كلماته بأن يدخله الجنة، أو يرجعه إلى مسكنه الذي خرج منه، مع ما نال من أجر أو غنيمة"
Öneri Formu
Hadis Id, No:
232964, B003123
Hadis:
حدثنا إسماعيل، قال: حدثني مالك، عن أبي الزناد، عن الأعرج، عن أبي هريرة رضي الله عنه : أن رسول الله صلى الله عليه وسلم، قال: "تكفل الله لمن جاهد في سبيله، لا يخرجه إلا الجهاد في سبيله، وتصديق كلماته بأن يدخله الجنة، أو يرجعه إلى مسكنه الذي خرج منه، مع ما نال من أجر أو غنيمة"
Tercemesi:
Bize İsmail, ona Mâlik, ona Ebu Zinâd, ona A'rec, ona Ebu Hüreyre'nin söylediğine göre Rasulullah (sav) şöyle buyurmuştur:
" Allah Teala sadece Allah yolunda cihat etmek, kelime-i şehadet ve kelime-i tevhidi tasdik ederek samimiyetle evinden çıkıp cihat eden kişiye cenneti veya çıktığı evine bol mükafat veya ganimetle dönmesini garanti etmiştir."
Açıklama:
Yazar, Kitap, Bölüm:
Buhârî, Sahîh-i Buhârî, Farzu'l-Humus 8, 1/819
Senetler:
1. Ebu Hureyre ed-Devsî (Abdurrahman b. Sahr)
2. Ebu Davud A'rec Abdurrahman b. Hürmüz (Abdurrahman b. Hürmüz)
3. Ebu Zinad Abdullah b. Zekvan el-Kuraşi (Abdullah b. Zekvan)
4. Ebu Abdullah Malik b. Enes el-Esbahî (Malik b. Enes b. Malik b. Ebu Amir)
5. Ebu Abdullah İsmail b. Ebu Üveys el-Esbahî (İsmail b. Abdullah b. Abdullah b. Üveys b. Malik)
Konular:
Öneri Formu
Hadis Id, No:
30140, B003133
Hadis:
حَدَّثَنَا عَبْدُ اللَّهِ بْنُ عَبْدِ الْوَهَّابِ حَدَّثَنَا حَمَّادٌ حَدَّثَنَا أَيُّوبُ عَنْ أَبِى قِلاَبَةَ قَالَ وَحَدَّثَنِى الْقَاسِمُ بْنُ عَاصِمٍ الْكُلَيْبِىُّ - وَأَنَا لِحَدِيثِ الْقَاسِمِ أَحْفَظُ - عَنْ زَهْدَمٍ قَالَ كُنَّا عِنْدَ أَبِى مُوسَى ، فَأُتِىَ ذَكَرَ دَجَاجَةً وَعِنْدَهُ رَجُلٌ مِنْ بَنِى تَيْمِ اللَّهِ أَحْمَرُ كَأَنَّهُ مِنَ الْمَوَالِى ، فَدَعَاهُ لِلطَّعَامِ فَقَالَ إِنِّى رَأَيْتُهُ يَأْكُلُ شَيْئًا ، فَقَذِرْتُهُ ، فَحَلَفْتُ لاَ آكُلُ . فَقَالَ هَلُمَّ فَلأُحَدِّثْكُمْ عَنْ ذَاكَ ، إِنِّى أَتَيْتُ النَّبِىَّ صلى الله عليه وسلم فِى نَفَرٍ مِنَ الأَشْعَرِيِّينَ نَسْتَحْمِلُهُ فَقَالَ "وَاللَّهِ لاَ أَحْمِلُكُمْ ، وَمَا عِنْدِى مَا أَحْمِلُكُمْ." وَأُتِىَ رَسُولُ اللَّهِ صلى الله عليه وسلم بِنَهْبِ إِبِلٍ ، فَسَأَلَ عَنَّا فَقَالَ "أَيْنَ النَّفَرُ الأَشْعَرِيُّونَ." فَأَمَرَ لَنَا بِخَمْسِ ذَوْدٍ غُرِّ الذُّرَى ، فَلَمَّا انْطَلَقْنَا قُلْنَا مَا صَنَعْنَا لاَ يُبَارَكُ لَنَا ، فَرَجَعْنَا إِلَيْهِ فَقُلْنَا إِنَّا سَأَلْنَاكَ أَنْ تَحْمِلَنَا ، فَحَلَفْتَ أَنْ لاَ تَحْمِلَنَا أَفَنَسِيتَ قَالَ "لَسْتُ أَنَا حَمَلْتُكُمْ ، وَلَكِنَّ اللَّهَ حَمَلَكُمْ ، وَإِنِّى وَاللَّهِ إِنْ شَاءَ اللَّهُ لاَ أَحْلِفُ عَلَى يَمِينٍ فَأَرَى غَيْرَهَا خَيْرًا مِنْهَا إِلاَّ أَتَيْتُ الَّذِى هُوَ خَيْرٌ وَتَحَلَّلْتُهَا."
Tercemesi:
Bize Abdullah b. Abdulvehhâb, ona Hammad, ona Eyyûb, ona Ebu Kilâbe rivayet etti; (T)
Bana Kâsım b. Âsım el-Kuleybî, ona da Zehdem şöyle demiştir:
Ebu Musa’nın (ra) yanında bulunuyorduk. Bir gün ona tavuk getirilmişti. O sırada orada Benî Teymullah kabilesinden kırmızı tenli, adeta mevâlîden biri gibi görünen bir adam da vardı. Ebu Musa onu yemeğe davet etti.
Adam şöyle dedi: 'Ben onun (tavuğun) bir şey yediğini gördüm ve ondan iğrendim. Bu yüzden yemeyeceğime dair yemin ettim.' Ebu Musa da dedi ki: 'Geliniz, size bu konuda (yemin hakkında) bir hadis anlatayım: Ben, Eş’arîlerden bir grup ile birlikte Rasulullah’a (sav) gelmiştim. Ondan binek hayvanları istedik. Rasulullah (sav) şöyle buyurdu: "Vallahi sizi taşıtacak durumda değilim; yanımda sizi taşıyacak bir deve de yok!" Sonra Rasulullah’a (sav) ganimet develerinden getirildi. Bizi sordu ve şöyle dedi: "O Eş‘arîler grubu nerede?" Bize, alınları beyaz beş dişi deve verilmesini emretti. Sonra da yola çıktık. Ardından kendi kendimize şöyle dedik: ‘Biz ne yaptık ki bize bu verildi; bunlar bizim için bereketli olmaz.’ Bunun üzerine geri dönüp Rasulullah’a (sav) şöyle dedik: ‘Biz senden bizi taşımanı istemiştik, sen ise bizi taşımayacağına dair yemin ettin. Yeminini unuttun mu?’ Bunun üzerine Rasulullah (sav) şöyle buyurdu: "Sizi ben taşımadım; Allah taşıdı. Vallahi, eğer bir şeye yemin eder de sonra onun dışında başka bir şeyin daha hayırlı olduğunu görürsem, mutlaka o daha hayırlı olanı yaparım ve yeminimden kefaretle dönerim."
Açıklama:
Yazar, Kitap, Bölüm:
Buhârî, Sahîh-i Buhârî, Farzu'l-Humus 15, 1/822
Senetler:
1. Ebu Musa Abdullah b. Kays el-Eş'arî (Abdullah b. Kays b. Süleym)
2. Zehdem b. Mudarrib el-Ezdi (Zehdem b. Mudarrib)
3. Kasım b. Asım et-Temîmî (Kasım b. Asım)
4. Ebû Kilabe Abdullah b. Zeyd el-Cermî (Abdullah b. Zeyd b. Amr b. Nâtil b. Malik b. Ubeyd)
5. Eyyüb es-Sahtiyânî (Eyyüb b. Keysân)
6. Ebu İsmail Hammad b. Zeyd el-Ezdî (Hammad b. Zeyd b. Dirhem)
7. Abdullah b. Abdülvehhab el-Hacebî (Abdullah b. Abdülvehhab)
Konular:
Kültürel Hayat, yemek kültürü
Yargı, keffaret
Yemin, yeminle istenileni vermek
Yiyecekler, Eti Yenen Hayvanlar