76 Kayıt Bulundu.
Bize Abdulvehhab b. Necde, ona Said b. Salim; (T) Bize Yahya b. Fadl es-Sicistânî, ona Hatim –yani İbn İsmail- bu manada, ona Kesir b. Zeyd el-Medenî, ona el-Muttalib'in şöyle dediğini rivayet etti: Osman b. Maz'ûn vefat edince cenazesi çıkarılıp defnedildi. Nebi de (sav), bir adamdan kendisine bir taş getirmesini istedi. Adam o taşı kaldıramayınca, Rasulullah (sav), o taşı almak üzere kalktı ve kollarını sıvadı. –Kesir, ona el-Muttalib, ona da hadisi Rasulullah'tan (sav) rivayet eden kişi şöyle dedi: "Ben, Rasulullah'ın (sav) kollarını sıvadığı zaman kollarının beyazlığını görüyor gibiyim. Sonra o taşı kaldırdı ve onu (Osman'ın) baş tarafına koydu ve 'bununla kardeşimin kabrini tanımış olurum. Ev halkından ölenleri de onun yanına defnederim' buyurdu."
Bize Ebu Yemân, ona Şuayb, ona Zührî, ona Hârice b. Zeyd el-Ensarî’nin rivayet ettiğine göre Hz. Peygamber'e (sav) biat etmiş olan Ensar kadınlarından Ümm el-Alâ kendisine şunu haber vermiştir: Ensar, muhacirleri meskenlerinde barındırmak üzere kura çektikleri zaman, Osman b. Maz’un’un kurası kendilerine çıkmıştı. Bu sebeple Osman b. Maz’un bizde kaldı. Hastalandı, biz de ona baktık. Vefat edip de onu kefenledikten sonra Rasulullah (sav) yanımıza gelip içeri girdi. Ben “Allah’ın rahmeti senin üzerine olsun ey Ebu Sâib, Allah’ın hiç şüphesiz sana ikramda bulunduğuna şahitlik ediyorum” dedim. Bunun üzerine Nebi (sav) "Allah’ın ona ikramda bulunduğunu nereden biliyorsun?" buyurdu. Ben “babam, anam sana feda olsun ey Allah’ın Rasulü, bilmiyorum” dedim. Bu sefer Rasulullah (sav) şöyle buyurdu: "Vallahi Osman’a, gelmesi muhakkak olan, ölüm gelmiş bulunuyor ve gerçekten ben de onun için hayır ümit ediyorum. Vallahi ben bile Allah’ın Rasulü olduğum halde bana ne yapılacağını bilemiyorum." Bunun üzerine “Vallahi, ben ondan sonra ebediyen kimseyi temize çıkaracak bir tanıklıkta bulunmayacağım” dedi. (Ümm el-Alâ) der ki: Bu durum beni üzdü. Uykuya daldığımda rüyamda Osman’ın akan iki pınarı olduğunu gördüm. Sonra Rasulullah’a (sav) gidip ona haber verince, Allah Rasulü: "İşte o, onun amelidir" buyurdu.
Bize Muhammed b. Abdullah b. Nümeyr, ona Abdullah b. Yezid, ona Hayve, ona Ebu Sahr, ona Yezid b. Abdullah b. Kusayt, ona Davud b. Âmir b. Sa'd b. Ebu Vakkas, ona da babası (Âmir b. Sa'd) şöyle rivayet etmiştir: "Abdullah b. Ömer'in yanında oturuyordum. Derken sâhibü'l-maksûre lakaplı Habbâb çıkageldi ve 'Ey Abdullah b. Ömer! Ebu Hureyre'nin ne dediğini duydun mu? O, Hz. Peygamber'in şöyle buyurduğunu söylüyormuş: Kim cenaze ile birlikte cenaze evinden çıkar, onun namazını kılar, ardından da defnedilene dek onu takip ederse, o kimseye iki kırat sevap vardır. Her kırat da Uhud Dağı kadardır. Kim de cenaze namazına iştirak eder, ardından cenazeyi takip etmeyerek geri dönerse, ona da Uhud Dağı kadar sevap vardır. Bunun üzerine İbn Ömer, Habbab'ı, Ebu Hureyre'nin sözünü sorması ve sonra da kendisine gelip bildirmesi için Âişe'ye gönderdi. İbn Ömer, gönderdiği elçi gelinceye dek mescidin taşlarından bir avuç aldı, onları elinde evirip çevirmeye başladı. Nihayet elçi (Habbab) dönüp Âişe'nin 'Ebu Hureyre doğru söylemiştir' sözünü iletince, İbn Ömer elindeki taşları yere attı ve 'Pek çok kırat sevabı kaçırmışız' dedi."
Bize Amr b. Osman b. Said el-Hımsî, ona Bakiyye, ona Bahîr, ona Halid b. Mikdam şöyle demiştir: Mikdam b. Madikerib, Amr b. el-Esved ve Kınnesrîn halkından olan Esedoğullarından bir kişi Muaviye b. Ebu Süfyan'a elçi olarak gelmişlerdi. Muaviye, Mikdâm'a “Hasan b. Ali'nin vefat ettiğini biliyor musun?” dedi. Mikdam hemen “inna lillâhi ve inna ileyhi râciun” dedi. Diğer kişi de Muaviye'ye “Sen bu hâdiseyi bir musibet olarak mı görüyorsun” dedi. Muaviye de “Rasulullah (sav) Hasan'ı kucağına koyup, 'bu bendendir, Hüseyin de Ali'dendir' buyurduğu halde ben bu hadiseyi niçin bir musibet olarak görmeyeyim” dedi. Esedoğullarından olan kişi de “bu olay, Allah'ın söndürdüğü bir kor parçasıdır” dedi. Mikdam da (Muaviye'ye hitaben) “Ben bugün seni öfkelendirmekten ve hoşuna gitmeyen şeyleri sana işittirmekten geri durmayacağım” dedi ve sonra da “Ey Muaviye! Eğer ben doğruyu söylersem beni tasdik et, eğer yalan söylersem o zaman da beni yalanla” dedi. Muaviye de “öyle yaparım” dedi. Mikdam “Allah aşkına söyle, sen Rasulullah'ın (sav) (erkeklere) altın takıyı yasakladığını bilir misin?” dedi. Muaviye “Evet” cevabını verdi. Mikdâd “Allah için söyle, Rasulullah'ın (sav) ipek giyinmeyi yasakladığını bilir misin?” Muâviye “Evet” dedi. Mikdâd “Allah için söyle, Rasulullah'ın (sav) yırtıcı hayvanların derilerini elbise olarak giymeyi ve o derilerin üzerine binmeyi yasakladığını bilir misin” dedi. Muâviye “Evet” karşılığını verdi. (Bunun üzerine Mikdam) “Allah'a yemin olsun ki ey Muaviye, ben bunların hepsini senin evinde gördüm” diye konuştu. Muaviye ise “Ey Mikdam, gerçekten anladım ki ben senin elinden asla kurtulamayacağım” dedi. Râvi der ki: Muaviye (Mikdam'ın) iki arkadaşına verilmesini emrettiğinden daha fazlasının Mikdam'a verilmesini emretti ve Mikdâm'ın oğlunun da iki yüz dinar (alanlar) arasına kaydedilmesini istedi. Mikdam bahşişleri arkadaşlarına dağıttı. Esedoğullarından olan kişi ise kimseye bir şey vermedi. Bu haber Muaviye'ye ulaşınca “Mikdam cömert bir insandır. (Bu yüzden) elini açtı, (elinde olanı arkadaşlarına dağıttı). Esed oğullarından olan kişi ise elindekileri çok iyi tutan (tutumlu) bir insandır” dedi.