حدثنا هشيم أخبرنا داود بن عمرو عن بشر بن عبيد الله الحضرمي عن أبي إدريس الخولاني حدثنا عوف بن مالك الأشجعي أن رسول الله صلى الله عليه وسلم أمر بالمسح على الخفين في غزوة تبوك ثلاثة أيام ولياليهن للمسافر ويوما وليلة للمقيم
Öneri Formu
Hadis Id, No:
128552, MŞ38166
Hadis:
حدثنا هشيم أخبرنا داود بن عمرو عن بشر بن عبيد الله الحضرمي عن أبي إدريس الخولاني حدثنا عوف بن مالك الأشجعي أن رسول الله صلى الله عليه وسلم أمر بالمسح على الخفين في غزوة تبوك ثلاثة أيام ولياليهن للمسافر ويوما وليلة للمقيم
Tercemesi:
Açıklama:
Yazar, Kitap, Bölüm:
İbn Ebî Şeybe, Musannef-i İbn Ebû Şeybe, Meğâzî 38166, 20/552
Senetler:
1. Ebu Amr Avf b. Malik el-Eşcaî (Avf b. Malik)
2. Ebu İdris el-Havlanî (Aizullah b. Abdullah b. Amr)
3. Büsr b. Ubeydullah el-Hadramî (Büsr b. Ubeydullah)
4. Davud b. Amr el-Evdi (Davud b. Amr)
5. Ebu Muaviye Hüşeym b. Beşir es-Sülemî (Hüşeym b. Beşir b. el-Kasım b. Dinar)
Konular:
Abdest, Mesh, ayakkabı veya çizme üzerine
Bize Halid b. Mihled, ona Abdurrahman b. Abdülaziz el-Ensârî, ona İbn Şihâb, ona Abdurrahman b. Abdullah b. Ka'b b. Malik, ona da babası Kâ'b b. Mâlik şöyle demiştir:
"Rasulullah (sav) Asfar oğulları (Bizanslılar) ile gazâ etmeyi düşündüğünde, onların bu (seferini) halka açıkça bildirdi. Hâlbuki O, çoğu zaman bir gazaya yöneldiğinde üstü kapalı konuşur, (hedefi) başka bir şeyle örtülü tutardı. Ancak bu gazada, şiddetli sıcak, uzun bir yolculuk ve yeni bir düşman onları bekliyordu. Bu yüzden Rasulullah (sav) insanların, düşmanlarına karşı hazırlıklarını yapmaları için, gidecekleri hedefi onlara açıkça gösterdi. Rasulullah (sav) hazırlık yaptı, insanlar da onunla birlikte hazırlık yaptılar. Ben de her sabah hazırlanmak için evden çıkıyor, fakat bir şey sonuçlandırmadan geri dönüyordum. Sonunda insanlar hazırlıklarını bitirdiler ve 'Rasulullah (sav) sabah erkenden şu yöne doğru yola çıkacak' denildi. Ben ise, 'Bir gün ya da iki gün sonra hazırlanır, onlara yetişirim' dedim. Üstelik iki binek hayvanım vardı. Oysa daha önce iki binek bir arada elimde olmamıştı. Bu yüzden kendimi imkan sahibi ve güçlü görüyordum. Ben, her sabah hazırlanmak için çıkıyor, yine bir iş bitirmeden dönüyordum. Bu sırada ordu arayı açıyor, hızlıca uzaklaşıyor, ben ise (gündelik) meşguliyetler ile oyalanıp duruyordum. (Sonunda) seferden geri kalmaya karar verdim, böylece insanlar beni geçip gittiler. Artık dışarı çıktığımda, sokaklarda Allah’ın mazur kıldığı kimselerden bir erkeği yahut hakkında nifakla itham bulunan birini görmekten başka kimseyi göremez oldum, bu da beni üzüyordu."
"Rasulullah (sav) (seferden) geldiğinde kendisine sunacağım mazereti düşünmeye ve sözümü hazırlamaya başladım. Allah’ın takdiriyle, Rasulullah (sav) Tebük’e ininceye kadar beni anmadı. Tebük’te insanlar arasında otururken 'Ka‘b b. Mâlik’e ne oldu?' diye sordu. Kavmimden bir adam kalkıp 'Onu iki elbisesi ve (kendini beğenmişçesine) omuzlarına bakıp durması (kibri) meşgul etti' dedi. Bunun üzerine başka bir adam konuştu ve 'Vallahi, ey Allah’ın Rasulü, biz onun hakkından hayırdan başka bir şey bilmiyoruz' dedi. Rasulullah (sav) sustu. Rasulullah'ın (sav) (Medine’ye) yaklaşmak üzere olduğu haberi verilince, aklımdaki bâtıl (düşünceler) ve zihnimde topladığım yalan ve mazeretler uzaklaştı. Anladım ki beni bu durumdan ancak doğruluk kurtaracaktır. Bunun üzerine doğruyu söylemeye kesin karar verdim. Rasulullah (sav) sabahleyin Medine’ye geldi. Ben de sabahleyin yanına çıktım, bir de baktım ki mescitte, insanların arasında oturuyor. Zaten, seferden döndüğünde, O, adeti olduğu üzere mescide girer, orada iki rekat kılar, sonra ailesinin yanına girerdi. Onu mescitte oturur buldum, beni görünce çağırdı ve 'Gel ey Ka‘b! Seni benden geri bırakan nedir?' dedi ve öfkeli kimsenin tebessümü gibi tebessüm etti. Ben 'Ey Allah’ın Rasulü! Hiçbir özrüm yok. Senden geri kaldığım o vakit, hiçbir zaman olmadığım kadar güçlü ve imkân sahibiydim' dedim. (O sırada savaştan) geri kalanlar (özür beyan edip) yeminlerle (yanına) geliyorlardı, O da onların (mazeretlerini) kabul ediyor, onlar için bağışlanma diliyor ve iç dünyalarını (niyetlerini) Aziz ve Celil Allah’a havale ediyordu. Ben doğruyu söyleyince Hz. Peygamber (sav) 'Şu kişi (Ka'b), doğru söylemiştir. Kalk, Allah senin hakkında ne hükmedecekse verinceye kadar (bekle)' buyurdu. Ben de kalktım. Bunun üzerine Seleme oğullarından bazı adamlar yanıma geldi ve 'Vallahi (iyi) bir şey yapmış olmadın! Vallahi, işlediğin bu günah için, Rasulullah'ın (sav), başkaları için yaptığı gibi, senin adına istiğfar etmesi (yeterli) olurdu. Onların özürlerini kabul etti ve onlar için bağışlanma diledi' diyerek beni kınamayı sürdürdüler ve ben neredeyse dönüp kendi sözümü yalanlayacaktım. Sonra onlara 'Benim söylediğim sözü söyleyen veya benim yaptığım gibi özür beyan eden kimse oldu mu?' diye sordum. 'Evet' dediler. 'Kim?' dedim. 'Hilâl b. Ümeyye el-Vâkifî ve Rebîa b. Merâre el-Âmirî' diyerek bana Bedir’e katılmış bu iki sâlih kişiyi zikrettiler. (Onlar da) benim yaptığım gibi (doğruyu söyleyerek) özür beyan etmişler ve kendilerine de bana denildiği gibi söylenmişti."
"Rasulullah (sav) insanların bizimle konuşmasını yasakladı. Artık biz halkın arasına çıktığımızda, kimse bizimle konuşmuyor, kimse bize selâm vermiyor, verdiğimiz selâmı da kimse almıyordu. Kırk gece dolunca, Rasulullah'ın (sav) elçisinden 'Eşlerinizden uzak durun' haberi bize geldi. Ancak Hilâl b. Ümeyye'nin hanımı Rasulullah'ın (sav) yanına geldi ve 'Hilal, yaşlı bir zattır, gözleri de zayıflamıştır. Ona yemeğini hazırlamama (hizmet etmeme) karşı mısınız?' dedi. Rasulullah (sav) 'Hayır (sakınca yok), ama sana yaklaşmasın' buyurdu. Kadın 'Vallahi onda hiçbir güç, istek yok. Vallahi, şu iş kendisi hakkında vuku bulduğundan beri, durmaksızın hep ağlıyor' dedi. Ailemden bazıları bana 'Hilâl b. Ümeyye’nin hanımı nasıl izin istediyse, Sen de, hanımın hakkında Rasulullah'tan (sav) öyle izin istesen ya! Ona kocasına hizmet etmesi için izin verildi' dediler. Ben de 'Vallahi bu hususta ondan izin istemeyeceğim. Zira izin istesem Rasulullah (sav) ne buyurur, bilemiyorum. O (Hilâl) yaşlı bir kimsedir, ben ise genç bir adamım' dedim ve hanımıma 'Allah hükmünü verinceye kadar ailene dön' dedim. Sonra yine halkın arasında dolaşır olduk. Kimse bizimle konuşmuyor, selâmımızı da almıyordu. Bir ara yürüyüp, amcazâdemden birinin bahçesinin duvarından aşarak içeri girdim, selâm verdim, dudaklarını dahi kımıldatıp selâmımı almadı. 'Allah aşkına, sen bilmez misin ki ben Allah’ı ve Rasulünü seviyorum?' dedim, bana tek kelime söylemedi. Sonra yine döndüm, yine benimle konuşmadı. Üçüncü ya da dördüncüde 'Allah ve Rasûlü daha iyi bilir' dedi. Oradan çıktım; çarşıda yürürken insanlar, elleriyle beni işaret ediyorlardı. Bu sırada Şam Nabatîlerinden bir Nabatî beni soruşturuyordu. İnsanlar onu bana yönlendirdiler. Bana geldi ve Şam’daki kavmimden bazı kimselerin 'Dostunun (Peygamberinin) sana yaptığını ve senden uzak duruşunu haber aldık. Bize katıl, Allah seni zillet yurduna veya zayi olma yurduna bırakmamıştır. Mallarımızla seni destekleriz' diye yazmış olduğu bir mektup verdi. Ben, 'İnnâ lillâh…' dedim ve (anladım ki) kâfirler umutlanmış. Hemen mektupla tandırın başına yöneldim ve tandırı tutuşturup onu yaktım."
"Vallahi, biz, Allah’ın (Kur’an’da) anlattığı o hâl üzerindeydik. Bunca genişliğine rağmen yeryüzü bize dar gelmiş, İçimiz daralmıştı. Bizimle konuşma yasağının üzerinden elli gece geçtikten sonraki sabah, tevbemizin kabulüne dair Allah Rasulü’ne (sav) (vahiy) indirildi. Rasulullah (sav) sabah namazını kıldı, ardından Allah’ın bizim tevbemizi kabul kabul ettiğini haber verdi. İnsanlar da koşup bize müjde vermeye başladılar. Bir adam atıyla bana doğru dörtnala geldi, Eslem kabilesinden bir koşucu da dağa çıkıp 'Ey Ka‘b b. Mâlik, müjde!' diye bağırdı. Ses, attan daha hızlıydı. Ben, kurtuluşun geldiğini anlayıp secdeye kapandım. Sesini işittiğim kimse yanıma gelince, müjdesine karşılık üzerimdeki takım elbisemi ona verdim. Vallahi, o gün bu ikisinden başka elbisem yoktu. (Sonra) iki elbise ödünç aldım ve Rasulullah’ın (sav) yanına gitmek üzere dışarı çıktım. İnsanlar bölük bölük karşıma çıkıyor, Allah’ın benim tevdemi kabul edişinden dolayı beni tebrik ediyorlardı. Mescide girdim; Talha b. Ubeydullah koşarak kalktı, elimi tutup benimle musafaha etti (tokalaştı) ve beni tebrik etti. Muhacirlerden, onun dışında bana (böyle) ayağa kalkan olmadı. Ka'b der ki: Ben Talha’nın bu jestini asla unutmadım. Sonra ilerledim, Allah Rasulü'nün (sav) huzurunda durdum. Yüzü sanki bir ay parçası gibiydi. Zaten O, sevindiğinde yüzü böylece aydınlanırdı. Bana 'Gel ey Ka'b! Ananın seni doğurduğundan beri başından geçen en hayırlı günün müjdesini al!' diye seslendi. Ben 'Bu (müjde) Allah katından mı, yoksa siznden mi?' dedim. 'Hayır, Allah katındandır. Siz, Allah’a karşı doğru davrandınız, Allah da sizi doğruladı' buyurdu. Ben de, 'Bugün tevdemin kabulünün (bir şükrü olarak) mallarımdan bir kısmını Allah’a ve Rasulü’ne sadaka olarak vermek isiyorum' dedim. Rasulullah (sav) 'Malının bir kısmını yanında tut' buyurdu. Ben de 'Hayber’deki hissemi yanımda tutayım' dedim. Ka'b der ki: 'Vallahi, Allah doğru söylem konusunda beni imtihan ettiği kadar hiçbir adamı imtihan etmemiştir."
Öneri Formu
Hadis Id, No:
128548, MŞ38162
Hadis:
حَدَّثَنَا خَالِدُ بْنُ مَخْلَدٍ ، حَدَّثَنَا عَبْدُ الرَّحْمَنِ بْنُ عَبْدِ الْعَزِيزِ الأَنْصَارِيُّ ، قَالَ : حدَّثَنِي ابْنُ شِهَابٍ ، قَالَ : حَدَّثَنِي عَبْدُ الرَّحْمَنِ بْنُ عَبْدِ اللهِ بْنِ كَعْبِ بْنِ مَالِكٍ ، عَنْ أَبِيهِ كَعْبٍ ، قَالَ : إِنَّ رَسُولَ اللهِ صلى الله عليه وسلم لَمَّا هَمَّ بِبَنِي الأَصْفَرِ أَنْ يَغْزُوَهُمْ ، جَلَّى لِلنَّاسِ أَمْرَهُمْ ، وَكَانَ قَلَّمَا أَرَادَ غَزْوَةً إِلاَّ وَرَّى عنها بِغَيْرِهَا ، حَتَّى كَانَتَ تِلْكَ الْغَزْوَةُ ، فَاسْتَقْبَلَ حَرًّا شَدِيدًا ، وَسَفَرًا بَعِيدًا ، وَعَدُوًّا جَدِيدًا ، فَكَشَفَ لِلنَّاسِ الْوَجْهَ الَّذِي خَرَجَ بِهِمْ إِلَيْهِ ، لِيَتَأَهَّبُوا أُهْبَةَ عَدُوِّهِمْ. فَتَجَهَّزَ رَسُولُ اللهِ صلى الله عليه وسلم ، وَتَجَهَّزَ النَّاسُ مَعَهُ ، وَطَفِقْتُ أَغْدُو لأَتَجَهَّزَ ، فَأَرْجِعُ وَلَمْ أَقْضِ شَيْئًا ، حَتَّى فَرَغَ النَّاسُ ، وَقِيلَ : إِنَّ رَسُولَ اللهِ صلى الله عليه وسلم غَادٍ وَخَارِجٌ إِلَى وُجْهَةٍ ، فَقُلْتُ : أَتَجَهَّزُ بَعْدَهُ بِيَوْمٍ ، أَوْ يَوْمَيْنِ ، ثُمَّ أُدْرِكُهُمْ ، وَعَنْدِي رَاحِلَتَانِ ، مَا اجْتَمَعَتْ عِنْدِي رَاحِلَتَانِ قَطُّ قَبْلَهُمَا ، فَأَنَا قَادِرٌ فِي نَفْسِي ، قَوِيٌّ بِعُدَّتِي ، فَمَا زِلْتُ أَغْدُو بَعْدَهُ وَأَرْجِعُ وَلَمْ أَقْضِ شَيْئًا ، حَتَّى أَمْعَنِ الْقَوْمُ وَأَسْرَعُوا ، وَطَفِقْتُ أَغْدُو لِلْحَدِيثِ ، وَيَشْغَلَنِي الرَّحَّالُ ، فَأَجْمَعْتُ الْقُعُودَ حَتَّى سَبَقَنِي الْقَوْمُ ، وَطَفِقْتُ أَغْدُو فَلاَ أَرَى إِلاَّ رَجُلاً مِمَّنْ عَذَرَ اللَّهُ ، أَوْ رَجُلاً مَغْمُوصًا عَلَيْهِ فِي النِّفَاقِ ، فَيُحْزِنُنِي ذَلِكَ.
فَطَفِقْتُ أَعُدُّ الْعُذْرَ لِرَسُولِ اللهِ صلى الله عليه وسلم إِذَا جَاءَ ، وَأُهَيِّئُ الْكَلاَمُ ، وَقُدِّرَ لِرَسُولِ اللهِ صلى الله عليه وسلم أَنْ لاَ يَذْكُرَنِي حَتَّى نَزَلَ تَبُوكَ ، فَقَالَ فِي النَّاسِ بِتَبُوكَ وَهُوَ جَالِسٌ : مَا فَعَلَ كَعْبُ بْنُ مَالِكٍ ؟ فَقَامَ إِلَيْهِ رَجُلٌ مِنْ قَوْمِي ، فَقَالَ : شَغَلَهُ بُرْدَاهُ ، وَالنَّظَرُ فِي عِطْفَيْهِ ، قَالَ : فَتَكَلَّمَ رَجُلٌ آخَرُ ، فَقَالَ : وَاللهِ يَا رَسُولَ اللهِ ، إِنْ عَلِمْنَا إِلاَّ خَيْرًا ، فَصَمَتَ رَسُولُ اللهِ صلى الله عليه وسلم ، فَلَمَّا قِيلَ : إِنَّ رَسُولَ اللهِ صلى الله عليه وسلم قَدْ أَظَلَّ قَادِمًا ، زَاحَ عَنِّي الْبَاطِلَ ، وَمَا كُنْتُ أَجْمَعُ مِنَ الْكَذِبِ وَالْعُذْرِ ، وَعَرَفْتُ أَنَّهُ لَنْ يُنْجِيَنِي مِنْهُ إِلاَّ الصِّدْقُ ، فَأَجْمَعْتُ صِدْقَهُ ، وَصَبَّحَ رَسُولُ اللهِ صلى الله عليه وسلم الْمَدِينَةَ فَقَدِمَ ، فَغَدَوْتُ إِلَيْهِ ، فَإِذَا هُوَ فِي النَّاسِ جَالِسٌ فِي الْمَسْجِدِ ، وَكَانَ إِذَا قَدِمَ مِنْ سَفَرٍ دَخَلَ الْمَسْجِدَ فَرَكَعَ فِيهِ رَكْعَتَيْنِ ، ثُمَّ دَخَلَ عَلَى أَهْلِهِ ، فَوَجَدْتُهُ جَالِسًا فِي الْمَسْجِدِ ، فَلَمَّا نَظَرَ إِلَيَّ دَعَانِي ، فَقَالَ : هَلُمَّ يَا كَعْبُ ، مَا خَلَّفَك عَنِّي ؟ وَتَبَسَّمَ تَبَسُّمَ الْمُغْضَبِ ، قَالَ : قُلْتُ : يَا رَسُولَ اللهِ ، لاَ عُذْرَ لِي ، مَا كُنْت قَطُّ أَقْوَى ، وَلاَ أَيْسَرَ مِنِّي حِينَ تَخَلَّفْتُ عَنْك ، وَقَدْ جَاءَهُ الْمُتَخَلِّفُونَ يَحْلِفُونَ ، فَيَقْبَلُ مِنْهُمْ ، وَيَسْتَغْفِرُ لَهُمْ ، وَيَكِلُ سَرَائِرَهُمْ فِي ذَلِكَ إِلَى اللهِ عَزَّ وَجَلَّ ، فَلَمَّا صَدَقْتُهُ ، قَالَ : أَمَّا هَذَا فَقَدْ صَدَقَ ، فَقُمْ حَتَّى يَقْضِيَ اللَّهُ فِيك مَا هُوَ قَاضٍ ، فَقُمْتُ. فَقَامَ إِلَيَّ رِجَالٌ مِنْ بَنِي سَلِمَةَ ، فَقَالُوا : وَاللهِ مَا صَنَعْتَ شَيْئًا ، وَاللهِ إِنْ كَانَ لَكَافِيك مِنْ ذَنْبِكَ الَّذِي أَذْنَبْت اسْتِغْفَارُ رَسُولِ اللهِ صلى الله عليه وسلم لَك ، كَمَا صَنَعَ ذَلِكَ لِغَيْرِكَ ، فَقَدْ قَبِلَ مِنْهُمْ عُذْرَهُمْ ، وَاسْتَغْفَرَ لَهُمْ ، فَمَا زَالُوا يَلُومُونَنِي حَتَّى هَمَمْتُ أَنْ أَرْجِعَ ، فَأُكَذِّبَ نَفْسِي ، ثُمَّ قُلْتُ لَهُمْ : هَلْ قَالَ هَذِهِ الْمَقَالَةَ أَحَدٌ ، أَوِ اعْتَذَرَ بِمِثْلِ مَا اعْتَذَرْت بِهِ ؟ قَالَوا : نَعَمْ ، قُلْتُ : مَنْ ؟ قَالَوا : هِلاَلُ بْنُ أُمَيَّةَ الْوَاقِفِيُّ ، وَرَبِيعَةُ بْنُ مَرَارَةُ الْعَامِرِي ، وَذَكَرُوا لِي رَجُلَيْنِ صَالِحَيْنِ قَدْ شَهِدَا بَدْرًا ، قَدَ اعْتَذَرَا بِمِثْلِ الَّذِي اعْتَذَرْت بِهِ ، وَقِيلَ لَهُمَا مِثْلُ الَّذِي قِيلَ لَكَ.
قَالَ : وَنَهَى رَسُولُ اللهِ صلى الله عليه وسلم عَنْ كَلاَمُنَا ، فَطَفِقْنَا نَغْدُو فِي النَّاسِ ، لاَ يُكَلِّمُنَا أَحَدٌ ، وَلاَ يُسَلِّمُ عَلَيْنَا أَحَدٌ ، وَلاَ يَرُدُّ عَلَيْنَا سَلاَمًا ، حَتَّى إِذَا وفََتْ أَرْبَعُونَ لَيْلَةً ، جَاءَنَا رَسُولُ رَسُولِ اللهِ صلى الله عليه وسلم أَنَ اعْتَزِلُوا نِسَاءَكُمْ ، فَأَمَّا هِلاَلُ بْنُ أُمَيَّةَ ، فَجَاءَتِ امْرَأَتُهُ إِلَى رَسُولِ اللهِ صلى الله عليه وسلم ، فَقَالَتْ لَهُ : إِنَّهُ شَيْخٌ قَدْ ضَعُفَ بَصَرُهُ ، فَهَلْ تَكْرَهُ أَنْ أَصْنَعَ لَهُ طَعَامَهُ ؟ قَالَ : لاَ ، وَلَكِنْ لاَ يَقْرَبَنَّكِ ، قَالَتْ : إِنَّهُ وَاللهِ مَا بِهِ حَرَكَةٌ إِلَى شَيْءٍ ، وَاللهِ مَا زَالَ يَبْكِي مُنْذُ كَانَ مِنْ أَمْرِهِ مَا كَانَ إِلَى يَوْمِهِ هَذَا ، قَالَ : فَقَالَ لِي بَعْضُ أَهْلِي : لَوِ اسْتَأْذَنْتَ رَسُولَ اللهِ صلى الله عليه وسلم فِي امْرَأَتِكَ ، كَمَا اسْتَأْذَنَتِ امْرَأَةُ هِلاَلِ بْنِ أُمَيَّةَ ، فَقَدْ أَذِنَ لَهَا أَنْ تَخْدِمَهُ ، قَالَ : فَقُلْتُ : وَاللهِ ، لاَ أَسْتَأْذِنُهُ فِيهَا ، وَمَا أَدْرِي مَا يَقُولُ رَسُولُ اللهِ صلى الله عليه وسلم إِنَ اسْتَأْذَنْتُهُ ، وَهُوَ شَيْخٌ كَبِيرٌ ، وَأَنَا رَجُلٌ شَابٌ ، فَقُلْتُ لاِمْرَأَتِي : اِلْحَقِي بِأَهْلِكَ ، حَتَّى يَقْضِيَ اللَّهُ مَا هُوَ قَاضٍ ، وَطَفِقْنَا نَمْشِي فِي النَّاسِ ، وَلاَ يُكَلِّمُنَا أَحَدٌ ، وَلاَ يَرُدُّ عَلَيْنَا سَلاَمًا. قَالَ : فَأَقْبَلْتُ ، حَتَّى تَسَوَّرْتُ جِدَارًا لاِبْنِ عَمٍّ لِي فِي حَائِطِهِ ، فَسَلَّمْتُ ، فَمَا حَرَّك شَفَتَيْهِ يَرُدُّ عَلَيَّ السَّلاَمَ ، فَقُلْتُ : أُنْشِدُك بِاللهِ ، أَتَعْلَمُ أَنِّي أُحِبُّ اللَّهَ وَرَسُولَهُ ، فَمَا كَلَّمَنِي كَلِمَةً ، ثُمَّ عُدْتُ فَلَمْ يُكَلِّمْنِي ، حَتَّى إِذَا كَانَ فِي الثَّالِثَةِ ، أَوِ الرَّابِعَةِ ، قَالَ : اللَّهُ وَرَسُولُهُ أَعْلَمُ. فَخَرَجْت ، فَإِنِّي لأَمْشِي فِي السُّوقِ إِذِ النَّاسُ يُشِيرُونَ إِلَيَّ بِأَيْدِيهِمْ ، وَإِذَا نَبَطِيٌّ مِنْ نَبَطِ الشَّامِ يَسْأَلُ عَنِّي ، فَطَفِقُوا يُشِيرُونَ لَهُ إِلَيَّ ، حَتَّى جَاءَنِي ، فَدَفَعَ إِلَيَّ كِتَابًا مِنْ بَعْضِ قَوْمِي بِالشَّامِ : إِنَّهُ قَدْ بَلَغَنَا مَا صَنَعَ بِكَ صَاحِبُك ، وَجَفْوَتُهُ عَنْك ، فَالْحَقْ بِنَا ، فَإِنَّ اللَّهَ لَمْ يَجْعَلْك بِدَارِ هَوَانٍ ، وَلاَ دَارِ مَضْيَعَةٍ ، نُوَاسِكَ فِي أَمْوَالِنَا ، قَالَ : قُلْتُ : إِنَّا لِلَّهِ ، قَدْ طَمِعَ فِي أَهْلُ الْكُفْرِ ، فَيَمَّمْتُ بِهِ تَنُّورًا ، فَسَجَرْتُهُ بِهِ.
فَوَاللهِ إِنِّي لَعَلَى تِلْكَ الْحَالِ الَّتِي قَدْ ذَكَرَ اللَّهُ ، قَدْ ضَاقَتْ عَلَيْنَا الأَرْضُ بِمَا رَحُبَتْ ، وَضَاقَتْ عَلَيْنَا أَنْفُسُنَا ، صَبَاحِيهُ خَمْسِينَ لَيْلَةً مُذْ نُهِيَ عَنْ كَلاَمِنَا ، أُنْزِلَتِ التَّوْبَةُ عَلَى رَسُولِ اللهِ صلى الله عليه وسلم ، ثُمَّ آذَنَ رَسُولُ اللهِ صلى الله عليه وسلم بِتَوْبَةِ اللهِ عَلَيْنَا حِينَ صَلَّى الْفَجْرَ ، فَذَهَبَ ألنَّاسُ يُبَشِّرُونَنَا ، وَرَكَضَ رَجُلٌ إِلَيَّ فَرَسًا ، وَسَعَى سَاعٍ مِنْ أَسْلَمَ ، فَأَوْفَى عَلَى الْجَبَلِ ، وَكَانَ الصَّوْتُ أَسْرَعَ مِنَ الْفَرَسِ ، فَنَادَى : يَا كَعْبَ بْنَ مَالِكَ ، أَبْشِرْ ، فَخَرَرْت سَاجِدًا ، وَعَرَفْتُ أَنْ قَدْ جَاءَ الْفَرَجُ ، فَلَمَّا جَاءَنِي الَّذِي سَمِعْت صَوْتَهُ ، خَفَفْتُ لَهُ ثَوْبَيْنِ بِبُشْرَاهُ ، وَوَاللهِ مَا أَمْلِكُ يَوْمَئِذٍ ثَوْبَيْنِ غَيْرَهُمَا. وَاسْتَعَرْتُ ثَوْبَيْنِ ، فَخَرَجْتُ قِبَلَ رَسُولِ اللهِ صلى الله عليه وسلم ، فَلَقِيَنِي النَّاسُ فَوْجًا فَوْجًا ، يُهَنِّئُونَنِي بِتَوْبَةِ اللهِ عَلَيَّ ، حَتَّى دَخَلْتُ الْمَسْجِدَ ، فَقَامَ إِلَيَّ طَلْحَةُ بْنُ عُبَيْدِ اللهِ يُهَرْوِلُ ، حَتَّى صَافَحَنِي وَهَنَّأَنِي ، وَمَا قَامَ إِلَيَّ مِنَ الْمُهَاجِرِينَ غَيْرُهُ ، فَكَانَ كَعْبٌ لاَ يَنْسَاهَا لِطَلْحَةَ ، ثُمَّ أَقْبَلْتُ حَتَّى وَقَفْتُ عَلَى رَسُولِ اللهِ صلى الله عليه وسلم ، كَأَنَّ وَجْهَهُ قِطْعَةُ قَمَرٍ ، كَانَ إِذَا سُرَّ اسْتَنَارَ وَجْهُهُ كَذَلِكَ ، فَنَادَانِي : هَلُمَّ يَا كَعْبُ ، أَبْشِرْ بِخَيْرِ يَوْمٍ مَرَّ عَلَيْك مُنْذُ وَلَدَتْك أُمُّك ، قَالَ : فَقُلْتُ : أَمِنْ عَنْدِ اللهِ ، أَمْ مِنْ عَنْدِكَ ؟ قَالَ : لاَ ، بَلْ مِنْ عَنْدِ اللهِ ، إِنَّكُمْ صَدَقْتُمَ اللَّهَ فَصَدَّقَكُمْ. قَالَ : فَقُلْتُ : إِنَّ مِنْ تَوْبَتِي الْيَوْمَ أَنْ أُخْرِجَ مِنْ مَالِي صَدَقَةً إِلَى اللهِ وَإِلَى رَسُولِهِ ، قَالَ رَسُولُ اللهِ صلى الله عليه وسلم : أَمْسِكْ عَلَيْك بَعْضَ مَالِكَ ، قُلْتُ : أُمْسِكُ سَهْمِي بِخَيْبَرَ ، قَالَ كَعْبٌ : فَوَاللهِ مَا أَبْلَى اللَّهُ رَجُلاً فِي صِدْقِ الْحَدِيثِ مَا أَبَلاَنِي.
Tercemesi:
Bize Halid b. Mihled, ona Abdurrahman b. Abdülaziz el-Ensârî, ona İbn Şihâb, ona Abdurrahman b. Abdullah b. Ka'b b. Malik, ona da babası Kâ'b b. Mâlik şöyle demiştir:
"Rasulullah (sav) Asfar oğulları (Bizanslılar) ile gazâ etmeyi düşündüğünde, onların bu (seferini) halka açıkça bildirdi. Hâlbuki O, çoğu zaman bir gazaya yöneldiğinde üstü kapalı konuşur, (hedefi) başka bir şeyle örtülü tutardı. Ancak bu gazada, şiddetli sıcak, uzun bir yolculuk ve yeni bir düşman onları bekliyordu. Bu yüzden Rasulullah (sav) insanların, düşmanlarına karşı hazırlıklarını yapmaları için, gidecekleri hedefi onlara açıkça gösterdi. Rasulullah (sav) hazırlık yaptı, insanlar da onunla birlikte hazırlık yaptılar. Ben de her sabah hazırlanmak için evden çıkıyor, fakat bir şey sonuçlandırmadan geri dönüyordum. Sonunda insanlar hazırlıklarını bitirdiler ve 'Rasulullah (sav) sabah erkenden şu yöne doğru yola çıkacak' denildi. Ben ise, 'Bir gün ya da iki gün sonra hazırlanır, onlara yetişirim' dedim. Üstelik iki binek hayvanım vardı. Oysa daha önce iki binek bir arada elimde olmamıştı. Bu yüzden kendimi imkan sahibi ve güçlü görüyordum. Ben, her sabah hazırlanmak için çıkıyor, yine bir iş bitirmeden dönüyordum. Bu sırada ordu arayı açıyor, hızlıca uzaklaşıyor, ben ise (gündelik) meşguliyetler ile oyalanıp duruyordum. (Sonunda) seferden geri kalmaya karar verdim, böylece insanlar beni geçip gittiler. Artık dışarı çıktığımda, sokaklarda Allah’ın mazur kıldığı kimselerden bir erkeği yahut hakkında nifakla itham bulunan birini görmekten başka kimseyi göremez oldum, bu da beni üzüyordu."
"Rasulullah (sav) (seferden) geldiğinde kendisine sunacağım mazereti düşünmeye ve sözümü hazırlamaya başladım. Allah’ın takdiriyle, Rasulullah (sav) Tebük’e ininceye kadar beni anmadı. Tebük’te insanlar arasında otururken 'Ka‘b b. Mâlik’e ne oldu?' diye sordu. Kavmimden bir adam kalkıp 'Onu iki elbisesi ve (kendini beğenmişçesine) omuzlarına bakıp durması (kibri) meşgul etti' dedi. Bunun üzerine başka bir adam konuştu ve 'Vallahi, ey Allah’ın Rasulü, biz onun hakkından hayırdan başka bir şey bilmiyoruz' dedi. Rasulullah (sav) sustu. Rasulullah'ın (sav) (Medine’ye) yaklaşmak üzere olduğu haberi verilince, aklımdaki bâtıl (düşünceler) ve zihnimde topladığım yalan ve mazeretler uzaklaştı. Anladım ki beni bu durumdan ancak doğruluk kurtaracaktır. Bunun üzerine doğruyu söylemeye kesin karar verdim. Rasulullah (sav) sabahleyin Medine’ye geldi. Ben de sabahleyin yanına çıktım, bir de baktım ki mescitte, insanların arasında oturuyor. Zaten, seferden döndüğünde, O, adeti olduğu üzere mescide girer, orada iki rekat kılar, sonra ailesinin yanına girerdi. Onu mescitte oturur buldum, beni görünce çağırdı ve 'Gel ey Ka‘b! Seni benden geri bırakan nedir?' dedi ve öfkeli kimsenin tebessümü gibi tebessüm etti. Ben 'Ey Allah’ın Rasulü! Hiçbir özrüm yok. Senden geri kaldığım o vakit, hiçbir zaman olmadığım kadar güçlü ve imkân sahibiydim' dedim. (O sırada savaştan) geri kalanlar (özür beyan edip) yeminlerle (yanına) geliyorlardı, O da onların (mazeretlerini) kabul ediyor, onlar için bağışlanma diliyor ve iç dünyalarını (niyetlerini) Aziz ve Celil Allah’a havale ediyordu. Ben doğruyu söyleyince Hz. Peygamber (sav) 'Şu kişi (Ka'b), doğru söylemiştir. Kalk, Allah senin hakkında ne hükmedecekse verinceye kadar (bekle)' buyurdu. Ben de kalktım. Bunun üzerine Seleme oğullarından bazı adamlar yanıma geldi ve 'Vallahi (iyi) bir şey yapmış olmadın! Vallahi, işlediğin bu günah için, Rasulullah'ın (sav), başkaları için yaptığı gibi, senin adına istiğfar etmesi (yeterli) olurdu. Onların özürlerini kabul etti ve onlar için bağışlanma diledi' diyerek beni kınamayı sürdürdüler ve ben neredeyse dönüp kendi sözümü yalanlayacaktım. Sonra onlara 'Benim söylediğim sözü söyleyen veya benim yaptığım gibi özür beyan eden kimse oldu mu?' diye sordum. 'Evet' dediler. 'Kim?' dedim. 'Hilâl b. Ümeyye el-Vâkifî ve Rebîa b. Merâre el-Âmirî' diyerek bana Bedir’e katılmış bu iki sâlih kişiyi zikrettiler. (Onlar da) benim yaptığım gibi (doğruyu söyleyerek) özür beyan etmişler ve kendilerine de bana denildiği gibi söylenmişti."
"Rasulullah (sav) insanların bizimle konuşmasını yasakladı. Artık biz halkın arasına çıktığımızda, kimse bizimle konuşmuyor, kimse bize selâm vermiyor, verdiğimiz selâmı da kimse almıyordu. Kırk gece dolunca, Rasulullah'ın (sav) elçisinden 'Eşlerinizden uzak durun' haberi bize geldi. Ancak Hilâl b. Ümeyye'nin hanımı Rasulullah'ın (sav) yanına geldi ve 'Hilal, yaşlı bir zattır, gözleri de zayıflamıştır. Ona yemeğini hazırlamama (hizmet etmeme) karşı mısınız?' dedi. Rasulullah (sav) 'Hayır (sakınca yok), ama sana yaklaşmasın' buyurdu. Kadın 'Vallahi onda hiçbir güç, istek yok. Vallahi, şu iş kendisi hakkında vuku bulduğundan beri, durmaksızın hep ağlıyor' dedi. Ailemden bazıları bana 'Hilâl b. Ümeyye’nin hanımı nasıl izin istediyse, Sen de, hanımın hakkında Rasulullah'tan (sav) öyle izin istesen ya! Ona kocasına hizmet etmesi için izin verildi' dediler. Ben de 'Vallahi bu hususta ondan izin istemeyeceğim. Zira izin istesem Rasulullah (sav) ne buyurur, bilemiyorum. O (Hilâl) yaşlı bir kimsedir, ben ise genç bir adamım' dedim ve hanımıma 'Allah hükmünü verinceye kadar ailene dön' dedim. Sonra yine halkın arasında dolaşır olduk. Kimse bizimle konuşmuyor, selâmımızı da almıyordu. Bir ara yürüyüp, amcazâdemden birinin bahçesinin duvarından aşarak içeri girdim, selâm verdim, dudaklarını dahi kımıldatıp selâmımı almadı. 'Allah aşkına, sen bilmez misin ki ben Allah’ı ve Rasulünü seviyorum?' dedim, bana tek kelime söylemedi. Sonra yine döndüm, yine benimle konuşmadı. Üçüncü ya da dördüncüde 'Allah ve Rasûlü daha iyi bilir' dedi. Oradan çıktım; çarşıda yürürken insanlar, elleriyle beni işaret ediyorlardı. Bu sırada Şam Nabatîlerinden bir Nabatî beni soruşturuyordu. İnsanlar onu bana yönlendirdiler. Bana geldi ve Şam’daki kavmimden bazı kimselerin 'Dostunun (Peygamberinin) sana yaptığını ve senden uzak duruşunu haber aldık. Bize katıl, Allah seni zillet yurduna veya zayi olma yurduna bırakmamıştır. Mallarımızla seni destekleriz' diye yazmış olduğu bir mektup verdi. Ben, 'İnnâ lillâh…' dedim ve (anladım ki) kâfirler umutlanmış. Hemen mektupla tandırın başına yöneldim ve tandırı tutuşturup onu yaktım."
"Vallahi, biz, Allah’ın (Kur’an’da) anlattığı o hâl üzerindeydik. Bunca genişliğine rağmen yeryüzü bize dar gelmiş, İçimiz daralmıştı. Bizimle konuşma yasağının üzerinden elli gece geçtikten sonraki sabah, tevbemizin kabulüne dair Allah Rasulü’ne (sav) (vahiy) indirildi. Rasulullah (sav) sabah namazını kıldı, ardından Allah’ın bizim tevbemizi kabul kabul ettiğini haber verdi. İnsanlar da koşup bize müjde vermeye başladılar. Bir adam atıyla bana doğru dörtnala geldi, Eslem kabilesinden bir koşucu da dağa çıkıp 'Ey Ka‘b b. Mâlik, müjde!' diye bağırdı. Ses, attan daha hızlıydı. Ben, kurtuluşun geldiğini anlayıp secdeye kapandım. Sesini işittiğim kimse yanıma gelince, müjdesine karşılık üzerimdeki takım elbisemi ona verdim. Vallahi, o gün bu ikisinden başka elbisem yoktu. (Sonra) iki elbise ödünç aldım ve Rasulullah’ın (sav) yanına gitmek üzere dışarı çıktım. İnsanlar bölük bölük karşıma çıkıyor, Allah’ın benim tevdemi kabul edişinden dolayı beni tebrik ediyorlardı. Mescide girdim; Talha b. Ubeydullah koşarak kalktı, elimi tutup benimle musafaha etti (tokalaştı) ve beni tebrik etti. Muhacirlerden, onun dışında bana (böyle) ayağa kalkan olmadı. Ka'b der ki: Ben Talha’nın bu jestini asla unutmadım. Sonra ilerledim, Allah Rasulü'nün (sav) huzurunda durdum. Yüzü sanki bir ay parçası gibiydi. Zaten O, sevindiğinde yüzü böylece aydınlanırdı. Bana 'Gel ey Ka'b! Ananın seni doğurduğundan beri başından geçen en hayırlı günün müjdesini al!' diye seslendi. Ben 'Bu (müjde) Allah katından mı, yoksa siznden mi?' dedim. 'Hayır, Allah katındandır. Siz, Allah’a karşı doğru davrandınız, Allah da sizi doğruladı' buyurdu. Ben de, 'Bugün tevdemin kabulünün (bir şükrü olarak) mallarımdan bir kısmını Allah’a ve Rasulü’ne sadaka olarak vermek isiyorum' dedim. Rasulullah (sav) 'Malının bir kısmını yanında tut' buyurdu. Ben de 'Hayber’deki hissemi yanımda tutayım' dedim. Ka'b der ki: 'Vallahi, Allah doğru söylem konusunda beni imtihan ettiği kadar hiçbir adamı imtihan etmemiştir."
Açıklama:
Yazar, Kitap, Bölüm:
İbn Ebî Şeybe, Musannef-i İbn Ebû Şeybe, Meğâzî 38162, 20/544
Senetler:
()
Konular:
حدثنا وكيع حدثنا سفيان عن الركين الفزاري عن القاسم بن حسان عن زيد بن ثابت أن رسول الله صلى الله عليه وسلم صلى صلاة الخوف فذكر مثل حديث بن عباس
Öneri Formu
Hadis Id, No:
128545, MŞ38159
Hadis:
حدثنا وكيع حدثنا سفيان عن الركين الفزاري عن القاسم بن حسان عن زيد بن ثابت أن رسول الله صلى الله عليه وسلم صلى صلاة الخوف فذكر مثل حديث بن عباس
Tercemesi:
Açıklama:
Yazar, Kitap, Bölüm:
İbn Ebî Şeybe, Musannef-i İbn Ebû Şeybe, Meğâzî 38159, 20/540
Senetler:
()
Konular:
حدثنا عبد الله بن المبارك عن معمر عن الزهري عن عبد الرحمن بن كعب عن أبيه قال كان رسول الله صلى الله عليه وسلم إذا أراد غزوة ورى بغيرها حتى كان غزوة تبوك سافر رسول الله صلى الله عليه وسلم في حر شديد واستقبل سفرا بعيدا فجلى للمسلمين عن أمرهم وأخبرهم بذلك ليتأهبوا أهبة عدوهم وأخبرهم بالوجه الذي يريد
Öneri Formu
Hadis Id, No:
128546, MŞ38160
Hadis:
حدثنا عبد الله بن المبارك عن معمر عن الزهري عن عبد الرحمن بن كعب عن أبيه قال كان رسول الله صلى الله عليه وسلم إذا أراد غزوة ورى بغيرها حتى كان غزوة تبوك سافر رسول الله صلى الله عليه وسلم في حر شديد واستقبل سفرا بعيدا فجلى للمسلمين عن أمرهم وأخبرهم بذلك ليتأهبوا أهبة عدوهم وأخبرهم بالوجه الذي يريد
Tercemesi:
Açıklama:
Yazar, Kitap, Bölüm:
İbn Ebî Şeybe, Musannef-i İbn Ebû Şeybe, Meğâzî 38160, 20/541
Senetler:
()
Konular:
حدثنا عفان حدثنا وهيب حدثنا عمرو بن يحيى عن العباس بن سهل بن سعد الساعدي عن أبي حميد الساعدي قال خرجنا مع رسول الله صلى الله عليه وسلم عام تبوك حتى جئنا وادي القرى وإذا امرأة في حديقة لها فقال رسول الله صلى الله عليه وسلم اخرصوا قال فخرص القوم وخرص رسول الله صلى الله عليه وسلم عشرة أوسق وقال للمرأة أحصي ما يخرج منها حتى أرجع إليك إن شاء الله قال فخرج رسول الله صلى الله عليه وسلم حتى قدم تبوك فقال إنها ستهب عليكم الليلة ريح شديدة فلا يقومن رجل فيها فمن كان له بعير فليوثق عقاله قال قال أبو حميد فعقلناها فلما كان من الليل هبت ريح شديدة فقام فيها رجل فألقته في جبل طيء ثم جاء رسول الله صلى الله عليه وسلم إلى ملك أيلة فأهدى إلى رسول الله صلى الله عليه وسلم بغلة بيضاء فكساه رسول الله صلى الله عليه وسلم بردا وكتب له رسول الله صلى الله عليه وسلم ببحرهم قال ثم أقبل وأقبلنا معه حتى جئنا وادي القرى فقال للمرأة كم حديقتك قالت عشرة أوسق خرص رسول الله صلى الله عليه وسلم قال رسول الله صلى الله عليه وسلم إني متعجل فمن أحب منكم أن يتعجل فليفعل قال فخرج رسول الله صلى الله عليه وسلم وخرجنا معه حتى إذا أوفى على المدينة قال هذه طابة فلما رأى أحدا قال هذا جبل يحبنا ونحبه
Öneri Formu
Hadis Id, No:
128547, MŞ38161
Hadis:
حدثنا عفان حدثنا وهيب حدثنا عمرو بن يحيى عن العباس بن سهل بن سعد الساعدي عن أبي حميد الساعدي قال خرجنا مع رسول الله صلى الله عليه وسلم عام تبوك حتى جئنا وادي القرى وإذا امرأة في حديقة لها فقال رسول الله صلى الله عليه وسلم اخرصوا قال فخرص القوم وخرص رسول الله صلى الله عليه وسلم عشرة أوسق وقال للمرأة أحصي ما يخرج منها حتى أرجع إليك إن شاء الله قال فخرج رسول الله صلى الله عليه وسلم حتى قدم تبوك فقال إنها ستهب عليكم الليلة ريح شديدة فلا يقومن رجل فيها فمن كان له بعير فليوثق عقاله قال قال أبو حميد فعقلناها فلما كان من الليل هبت ريح شديدة فقام فيها رجل فألقته في جبل طيء ثم جاء رسول الله صلى الله عليه وسلم إلى ملك أيلة فأهدى إلى رسول الله صلى الله عليه وسلم بغلة بيضاء فكساه رسول الله صلى الله عليه وسلم بردا وكتب له رسول الله صلى الله عليه وسلم ببحرهم قال ثم أقبل وأقبلنا معه حتى جئنا وادي القرى فقال للمرأة كم حديقتك قالت عشرة أوسق خرص رسول الله صلى الله عليه وسلم قال رسول الله صلى الله عليه وسلم إني متعجل فمن أحب منكم أن يتعجل فليفعل قال فخرج رسول الله صلى الله عليه وسلم وخرجنا معه حتى إذا أوفى على المدينة قال هذه طابة فلما رأى أحدا قال هذا جبل يحبنا ونحبه
Tercemesi:
Açıklama:
Yazar, Kitap, Bölüm:
İbn Ebî Şeybe, Musannef-i İbn Ebû Şeybe, Meğâzî 38161, 20/543
Senetler:
()
Konular:
حدثنا غندر عن شعبة عن الحكم عن مصعب بن سعد عن سعد قال لما خرج رسول الله صلى الله عليه وسلم في غزوة تبوك خلف عليا في النساء والصبيان فقال يا رسول الله تخلفني في النساء والصبيان فقال أما ترضى أن تكون مني بمنزلة هارون من موسى إلا أنه لا نبي بعدي
Öneri Formu
Hadis Id, No:
128549, MŞ38163
Hadis:
حدثنا غندر عن شعبة عن الحكم عن مصعب بن سعد عن سعد قال لما خرج رسول الله صلى الله عليه وسلم في غزوة تبوك خلف عليا في النساء والصبيان فقال يا رسول الله تخلفني في النساء والصبيان فقال أما ترضى أن تكون مني بمنزلة هارون من موسى إلا أنه لا نبي بعدي
Tercemesi:
Açıklama:
Yazar, Kitap, Bölüm:
İbn Ebî Şeybe, Musannef-i İbn Ebû Şeybe, Meğâzî 38163, 20/549
Senetler:
()
Konular:
حدثنا يزيد بن هارون أخبرنا سعيد بن أبي عروبة عن موسى عن الحسن أن عثمان أتى رسول الله صلى الله عليه وسلم بدنانير في غزوة تبوك فجعل رسول الله صلى الله عليه وسلم يقلبها في حجره ويقول ما على عثمان بن عفان ما عمل بعد هذا
Öneri Formu
Hadis Id, No:
128550, MŞ38164
Hadis:
حدثنا يزيد بن هارون أخبرنا سعيد بن أبي عروبة عن موسى عن الحسن أن عثمان أتى رسول الله صلى الله عليه وسلم بدنانير في غزوة تبوك فجعل رسول الله صلى الله عليه وسلم يقلبها في حجره ويقول ما على عثمان بن عفان ما عمل بعد هذا
Tercemesi:
Açıklama:
Yazar, Kitap, Bölüm:
İbn Ebî Şeybe, Musannef-i İbn Ebû Şeybe, Meğâzî 38164, 20/550
Senetler:
()
Konular:
حدثنا جعفر بن عون أخبرنا المسعودي عن إسماعيل بن أوسط عن محمد بن أبي كبشة الأنماري عن أبيه قال لما كان في غزوة تبوك سارع ناس إلى أصحاب الحجر فدخلوا عليهم فبلغ ذلك رسول الله صلى الله عليه وسلم فأمر فنودي إن الصلاة جامعة قال فأتيته وهو ممسك ببعيره وهو يقول علام تدخلون على قوم غضب الله عليهم قال فناداه رجل تعجبا منهم يا رسول الله فقال رسول الله صلى الله عليه وسلم أفلا أنبئكم بما هو أعجب من ذلك رجل من أنفسكم يحدثكم بما كان قبلكم وبما يكون بعدكم استقيموا وسددوا فإن الله لا يعبأ بعذابكم شيئا وسيأتي الله بقوم لا يدفعون عن أنفسهم بشيء
Öneri Formu
Hadis Id, No:
128553, MŞ38167
Hadis:
حدثنا جعفر بن عون أخبرنا المسعودي عن إسماعيل بن أوسط عن محمد بن أبي كبشة الأنماري عن أبيه قال لما كان في غزوة تبوك سارع ناس إلى أصحاب الحجر فدخلوا عليهم فبلغ ذلك رسول الله صلى الله عليه وسلم فأمر فنودي إن الصلاة جامعة قال فأتيته وهو ممسك ببعيره وهو يقول علام تدخلون على قوم غضب الله عليهم قال فناداه رجل تعجبا منهم يا رسول الله فقال رسول الله صلى الله عليه وسلم أفلا أنبئكم بما هو أعجب من ذلك رجل من أنفسكم يحدثكم بما كان قبلكم وبما يكون بعدكم استقيموا وسددوا فإن الله لا يعبأ بعذابكم شيئا وسيأتي الله بقوم لا يدفعون عن أنفسهم بشيء
Tercemesi:
Açıklama:
Yazar, Kitap, Bölüm:
İbn Ebî Şeybe, Musannef-i İbn Ebû Şeybe, Meğâzî 38167, 20/552
Senetler:
()
Konular:
حدثنا أبو خالد الأحمر عن بن إسحاق عن يزيد بن عبد الله بن قسيط عن القعقاع بن عبد الله بن أبي حدرد الأسلمي عن أبيه عبد الله بن أبي حدرد قال بعثنا رسول الله صلى الله عليه وسلم في سرية إلى إضم قال فلقينا عامر بن الأضبط قال فحيا بتحية الإسلام فنزعنا عنه وحمل عليه محلم بن جثامة فقتله فلما قتله سلبه بعيرا له ومتيعا كان له فلما قدمنا جئنا بشأنه إلى رسول الله صلى الله عليه وسلم فأخبرناه بأمره فنزلت هذه الآية يا أيها الذين آمنوا إذا ضربتم في سبيل الله فتبينوا ولا تقولوا الآية قال بن إسحاق فأخبرني محمد بن جعفر عن زيد بن ضميرة قال حدثني أبي وعمي وكانا شهدا حنينا مع رسول الله صلى الله عليه وسلم قالا صلى رسول الله صلى الله عليه وسلم الظهر ثم جلس تحت شجرة فقام إليه الأقرع بن حابس وهو سيد خندف يرد عن أم محلم وقام عيينة بن حصن يطلب بدم عامر بن الأضبط القيسي وكان أشجعيا قال فسمعت عيينة بن حصن يقول لأذيقن نساءه من الحزن مثل ما أذاق نسائي فقال النبي صلى الله عليه وسلم تقبلون الدية فأبوا فقام رجل من بني ليث يقال له مكتيل فقال والله يا رسول الله ما شبهت هذا القتيل في عزة الإسلام إلا كغنم وردت فرميت فنفر آخرها اسنن اليوم وغير غدا قال فقال النبي صلى الله عليه وسلم بيديه لكم خمسون في سفرنا هذا وخمسون إذا رجعنا قال فقبلوا الدية قال فقالوا ائتوا بصاحبكم يستغفر له رسول الله صلى الله عليه وسلم قال فجيء به فوصلت حليته وعليه حلة قد تهيأ فيها للقتل حتى أجلس بين يدي النبي صلى الله عليه وسلم فقال ما اسمك قال محلم بن جثامة فقال النبي صلى الله عليه وسلم بيديه ووصف أنه رفعهما اللهم لا تغفر لمحلم بن جثامة قال فتحدثنا بيننا أنه إنما أظهر هذا وقد استغفر له في السر قال بن إسحاق فأخبرني عمرو بن عبيد عن الحسن قال قال له رسول الله صلى الله عليه وسلم أمنته بالله ثم قتلته فوالله ما مكث إلا سبعا حتى مات محلم قال فسمعت الحسن يحلف بالله لدفن ثلاث مرات كل ذلك تلفظه الأرض قال فجعلوه بين سدي جبل ورصوا عليه من الحجارة فأكلته السباع فذكروا أمره لرسول الله صلى الله عليه وسلم فقال أما والله إن الأرض لتطبق على من هو شر منه ولكن الله أراد أن يخبركم بحرمتكم فيما بينكم
Öneri Formu
Hadis Id, No:
128626, MŞ38168
Hadis:
حدثنا أبو خالد الأحمر عن بن إسحاق عن يزيد بن عبد الله بن قسيط عن القعقاع بن عبد الله بن أبي حدرد الأسلمي عن أبيه عبد الله بن أبي حدرد قال بعثنا رسول الله صلى الله عليه وسلم في سرية إلى إضم قال فلقينا عامر بن الأضبط قال فحيا بتحية الإسلام فنزعنا عنه وحمل عليه محلم بن جثامة فقتله فلما قتله سلبه بعيرا له ومتيعا كان له فلما قدمنا جئنا بشأنه إلى رسول الله صلى الله عليه وسلم فأخبرناه بأمره فنزلت هذه الآية يا أيها الذين آمنوا إذا ضربتم في سبيل الله فتبينوا ولا تقولوا الآية قال بن إسحاق فأخبرني محمد بن جعفر عن زيد بن ضميرة قال حدثني أبي وعمي وكانا شهدا حنينا مع رسول الله صلى الله عليه وسلم قالا صلى رسول الله صلى الله عليه وسلم الظهر ثم جلس تحت شجرة فقام إليه الأقرع بن حابس وهو سيد خندف يرد عن أم محلم وقام عيينة بن حصن يطلب بدم عامر بن الأضبط القيسي وكان أشجعيا قال فسمعت عيينة بن حصن يقول لأذيقن نساءه من الحزن مثل ما أذاق نسائي فقال النبي صلى الله عليه وسلم تقبلون الدية فأبوا فقام رجل من بني ليث يقال له مكتيل فقال والله يا رسول الله ما شبهت هذا القتيل في عزة الإسلام إلا كغنم وردت فرميت فنفر آخرها اسنن اليوم وغير غدا قال فقال النبي صلى الله عليه وسلم بيديه لكم خمسون في سفرنا هذا وخمسون إذا رجعنا قال فقبلوا الدية قال فقالوا ائتوا بصاحبكم يستغفر له رسول الله صلى الله عليه وسلم قال فجيء به فوصلت حليته وعليه حلة قد تهيأ فيها للقتل حتى أجلس بين يدي النبي صلى الله عليه وسلم فقال ما اسمك قال محلم بن جثامة فقال النبي صلى الله عليه وسلم بيديه ووصف أنه رفعهما اللهم لا تغفر لمحلم بن جثامة قال فتحدثنا بيننا أنه إنما أظهر هذا وقد استغفر له في السر قال بن إسحاق فأخبرني عمرو بن عبيد عن الحسن قال قال له رسول الله صلى الله عليه وسلم أمنته بالله ثم قتلته فوالله ما مكث إلا سبعا حتى مات محلم قال فسمعت الحسن يحلف بالله لدفن ثلاث مرات كل ذلك تلفظه الأرض قال فجعلوه بين سدي جبل ورصوا عليه من الحجارة فأكلته السباع فذكروا أمره لرسول الله صلى الله عليه وسلم فقال أما والله إن الأرض لتطبق على من هو شر منه ولكن الله أراد أن يخبركم بحرمتكم فيما بينكم
Tercemesi:
Açıklama:
Yazar, Kitap, Bölüm:
İbn Ebî Şeybe, Musannef-i İbn Ebû Şeybe, Meğâzî 38168, 20/553
Senetler:
()
Konular:
حدثنا جرير عن مغيرة عن الشعبي قال لما أراد رسول الله صلى الله عليه وسلم أن يلاعن أهل نجران قبلوا الجزية أن يعطوها فقال رسول الله صلى الله عليه وسلم لقد أتاني البشير بهلكة أهل نجران لو تموا على الملاعنة حتى الطير على الشجر أو العصفور على الشجر ولما غدا إليهم رسول الله صلى الله عليه وسلم أخذ بيد حسن وحسين وكانت فاطمة تمشي خلفه
Öneri Formu
Hadis Id, No:
128627, MŞ38169
Hadis:
حدثنا جرير عن مغيرة عن الشعبي قال لما أراد رسول الله صلى الله عليه وسلم أن يلاعن أهل نجران قبلوا الجزية أن يعطوها فقال رسول الله صلى الله عليه وسلم لقد أتاني البشير بهلكة أهل نجران لو تموا على الملاعنة حتى الطير على الشجر أو العصفور على الشجر ولما غدا إليهم رسول الله صلى الله عليه وسلم أخذ بيد حسن وحسين وكانت فاطمة تمشي خلفه
Tercemesi:
Açıklama:
Yazar, Kitap, Bölüm:
İbn Ebî Şeybe, Musannef-i İbn Ebû Şeybe, Meğâzî 38169, 20/556
Senetler:
()
Konular: