Giriş

Bize Said b. Ezher el-Vâsitî, ona Ebu Muâviye, ona Ebu Mâlik el-Eşca‘î, ona da babası şöyle demiştir: "Bir kimse müslüman olduğu vakit, Nebi (sav) ona namazı öğretir, sonra da ondan şu duayı yapmasını isterdi: 'Allahım! Beni affet, bana merhamet et, bana hidâyet ve afiyet ver ve beni rızıklandır.'"


    Öneri Formu
63 M006850 Müslim, Zikir ve Dua ve Tevbe ve İstiğfar, 35

Bize Ebu Bekr b. Ebu Şeybe, ona Ali b. Müshir ve (Ebu Huşeym Abdullah)İbn Nümeyr, onlara Musa el-Cühenî, (T) Bize Muhammed b. Abdullah b. Nümeyr, ona babası, ona Musa el-Cühenî, ona da Mus‘ab b. Sa‘d, ona da babası şöyle rivayet etmiştir: Bir bedevi Resulullah’a (sav) gelerek: 'Bana söyleyeceğim bir söz öğret' dedi. Hz. Peygamber ona şöyle demesini söyledi: "Bir olan Allah'dan başka hiç bir ilâh yoktur. Onun ortağı yoktur. Allah en büyüktür. (Onu) büyük olarak anarım. Allah'a çok hamdolsun, âlemlerin Rabbi olan Allah'ı her türlü noksanlıktan tenzih ederim. Güç ve kuvvet ancak aziz, hakim olan Allah'a mahsustur." Bedevi: Bu söylenenler Rabbim içindir; ya kendim için ne diyeceğim? diye sordu. Hz. Peygamber de "Allah'ım! Beni affet, bana merhamet et, bana hidayet ver ve beni rızıklandır, de" buyurdu. [Musa (el-Cühenî): '(Duanın son kısmında) "Bana afiyet ver" cümlesini söyleyip söylemediği konusunda şüphem var'. demiştir. ] [İbn Ebu Şeybe (hadisi naklederken) Musa'nın bu sözünü aktarmamıştır.]


    Öneri Formu
65 M006848 Müslim, Zikir ve Dua ve Tevbe ve İstiğfar, 33

Bize Ebu Kâmil el-Cahderî, ona Abdülvâhid b. Ziyad, ona Ebu Mâlik el-Eşcaî, ona da babası (Tarık b. Uşeym), şöyle demiştir: Rasulullah (sav) müslüman olan bir kimseye: "Allahım, beni affet, bana acı, bana hidayet ver ve beni rzıklandır" diye dua etmeyi öğretirdi.


    Öneri Formu
64 M006849 Müslim, Zikir ve Dua ve Tevbe ve İstiğfar, 34

Bize Muhammed b. Ebu Bekir el-Mukaddemî, ona Yusuf el-Mâcişûn, ona babası (Yakub b. Ebu Seleme el-Macişûn), ona Abdurrahman el-A'rec, ona Ubeydullah b. Ebu Râfi, ona Ali b. Ebu Talib şöyle rivayet etmiştir: Rasulullah (sav) namaza durduğu vakit şöyle derdi: "Veccehtu vechiye lillezî fetare’s-semavati ve’l-arda, hanifen ve mâ ene mine’l-müşrikîn. İnne salâtî ve nusukî mahyaye ve mematî lillahi rabbi’l-âlemîne lâ şerîke leh ve bizâlike umirtu ve ene evvelu’l-muslimîn. Allahumme ente’l-meliku lâ ilâhe illâ ent. Ente rabbî ve ene abduke, zalemtu nefsî ve‘teraftu bizenbî, feğfir lî zunûbî cemia, lâ yağfiru’z-zunûbe illâ ent. Vehdinî li ahseni’l-ahlâk, lâ yehdî li ahsenihâ illâ ent, vasrif annî seyyiehâ lâ yasrifu seyyiehâ illâ ent, lebbeyke ve sa‘deyk ve’l-hayru külluhû fî yedeyk, ve’ş-şerru leyse ileyk, ene bike ve ileyk, tebarekte ve taâleyt, estağfiruke ve etubu ileyk, (Ben yüzümü bir hanif olarak gökleri ve yeri yoktan var edene çevirdim. Ve ben müşriklerden değilim, Şüphesiz namazım, ibadetlerim, ölümüm ve dirimim âlemlerin Rabbi Allah içindir, onun hiçbir ortağı yoktur. Ben bununla emr olundum ve ben müslümanların ilkiyim. Allah’ım, her şeyin mutlak maliki ve egemeni sensin. Senden başka hiçbir ilah yoktur, benim Rabbim sensin, ben de senin kulunum. Nefsime zulmettim, günahımı itiraf ettim, bana bütün günahlarımı bağışla, şüphesiz senden başka günahları bağışlayan yoktur. Beni en güzel ahlâka yönelt. Şüphesiz ahlâkın en güzeline senden başka yönelten olmaz, köktü ahlâkı da benden uzaklaştır, kötü ahlâkı da senden başka kimse uzaklaştıramaz. Buyur Rabbim, emrini dinliyorum, sana itaat için huzurundayım, hayır bütünüyle yalnız senin elindedir, kötülük ise sana nispet edilemez. Ben sen var ettiğin için varım, benim varlığım sanadır. Şanın pek mübarek ve pek yücedir, senden mağfiret diliyorum, sana tövbe ediyorum." Rükûa gittiğinde "Allahumme leke raka'tu, ve-bike âmentü, ve-leke eslemtü, haşa'a leke sem'î ve basarî ve muhhî ve izâmî, ve asabî (Allah'ım, yalnızca senin için rükûa vardım, yalnız sana inandım, yalnız sana teslim oldum. kulağım, gözüm, omurgam, kemiklerim, sinirlerim sana saygıyla eğildi)" derdi. Rükûdan kalktığında "Allahume Rabbenâ leke'l-hamd, mil'e's-semâvâti ve'l-ard, ve-mâ beynehümâ, ve-mil'e mâ şi'te min şey'in ba'd. (Ey Allah'ım, Rabbimiz, gökler dolusu, yer dolusu, ikisinin arasında olanlar kadar ve dilediğin şeylerin dolusu kadar hamd Sanadır)" derdi. Secdeye vardığında ise: "Allahumme leke secedtü ve bike âmentü ve leke eslemtü. Secede vechî lillezî halakahu ve savvarahu, ve-şakka sam'ahu ve basarahu. Tebârakellâhu ehsenü'l-hâlikîn. (Allah’ım sadece sana secde eder, sana inanır, irademi sana teslim ederim. Yüzüm, sadece, onu yaratan, ona şekil veren, kulağımı ve gözümü yerleştirene secde eder. Her şeyi en güzel şekliyle yaratan Allah güzellerin güzeli ve ne mübarektir.)" derdi. Teşehhüd ile selam arasında (Namazını bitirip selam vereceği zaman) da şöyle derdi: "Allahumme'ğfirlî ma kaddemtü ve mâ ahhartu ve mâ esrartü ve mâ a'lentü ve ente a'lemu bihî minnî, ente'l-mukaddimu ve ente'lmuahhiru, lâ ilâhe illâ ente (Allah’ım önceden işlediğim, sonradan işleyeceğim, gizlice ve aşikar olarak işlediğim, çokça yaptığım ve senin benden daha iyi bildiğin tüm günahlarımı bağışla. Evvel de sensin Ahir de. Senden başka ilah yoktur.)" Secde ettiği zaman; "Allah'ım, yalnız sana secde ettim, yalnız sana iman ettim, yalnız sana teslim oldum, yüzüm onu yaratana, ona suret ve şekil verene, ona işitecek kulak, görecek göz verene secde etti. Yaratanların en güzeli Allah'ın şanı ne yüce ve mübarektir! Sonra da teşehhüd ile selam vermek arasında son duası da şu olurdu: "Allah'ım, önceden işlediklerimi, sonradan işleyeceklerimi, gizli yaptıklarımı, açıktan işlediklerimi, yaptığım aşırılıkları ve senin benden daha iyi bildiğin günahlarımı bana bağışla. Öne geçiren de ancak sensin, geri bırakan da yalnız sensin, senden başka hiçbir ilah yoktur."


    Öneri Formu
6563 M001812 Müslim, Salât'ül Müsâfirîn ve Kasruhâ, 201

Bize Kuteybe b. Said ile Ahmed b. Cevvâs el-Hanefî, onlara Ebu Ahvas, ona Ebu İshak, ona Büreyd b. Ebu Meryem, ona Ebu Havra, ona Hasan b. Ali (ra) şöyle demiştir: Rasulullah (sav) bana vitir namazında, -İbn Cevvâs'ın dediğine göre vitrin kunutunda- şu duayı okumamı öğretti: "Ey Allah'ım; hidâyete ulaştırdıklarının arasına beni de kat! Âfiyet verdiğin kişiler arasında bana da âfiyet ver! Gözettiğin kişiler arasına beni de dahil eyle! Lütfettiğin her şeyde benim için bereket kıl! Takdir ettiğin kötülüklerden beni koru! Şüphesiz ki sen takdir edersin, senin takdirine asla karşı gelinmez. Senin gözettiğin kişi asla zelil olmaz. Senin düşman olduğunda asla şeref bulmaz. Ey Rabbimiz, sen çok lütfedicisin, çok yücesin!" [Ebû Davud dedi ki: Ebu'l-Havra'nın adı, Rabî'a b. Şeyban'dır.]


    Öneri Formu
9862 D001425 Ebu Davud, Tefriu' ebvabi'l-vitr, 5


Açıklama: Hadiste geçen "Ercüvân", Erğuvân kelimesinden Arapçaya nakledilmiş bir kelime olup "kırmızı çiçekleri, güzel rengi ve güzel kokusu ile bilinen bir ağaç" şeklinde açıklanmıştır (İbnü'l-Esîr el-Cezerî, eş-Şâfî fî şerhı Müsnedi'ş-Şâfiî, 1. bsm. thk. Ahmed b. Süleyman, Mektebetü'r-Rüşd, Riyad, 2005, III, 365). BU kelimenin mecâz-ı mürsel yoluyla "kırmızı" renk anlamında kullanıldığı anlaşılmaktadır.

    Öneri Formu
26168 N005378 Nesai, Zînet, 121


    Öneri Formu
6560 M001811 Müslim, Salât'ül Müsâfirîn ve Kasruhâ, 200


    Öneri Formu
275934 D001425-2 Ebu Davud, Tefriu' ebvabi'l-vitr, 5