Bize Halid b. Mihled, ona Abdurrahman b. Abdülaziz el-Ensârî, ona İbn Şihâb, ona Abdurrahman b. Abdullah b. Ka'b b. Malik, ona da babası Kâ'b b. Mâlik şöyle demiştir:
"Rasulullah (sav) Asfar oğulları (Bizanslılar) ile gazâ etmeyi düşündüğünde, onların bu (seferini) halka açıkça bildirdi. Hâlbuki O, çoğu zaman bir gazaya yöneldiğinde üstü kapalı konuşur, (hedefi) başka bir şeyle örtülü tutardı. Ancak bu gazada, şiddetli sıcak, uzun bir yolculuk ve yeni bir düşman onları bekliyordu. Bu yüzden Rasulullah (sav) insanların, düşmanlarına karşı hazırlıklarını yapmaları için, gidecekleri hedefi onlara açıkça gösterdi. Rasulullah (sav) hazırlık yaptı, insanlar da onunla birlikte hazırlık yaptılar. Ben de her sabah hazırlanmak için evden çıkıyor, fakat bir şey sonuçlandırmadan geri dönüyordum. Sonunda insanlar hazırlıklarını bitirdiler ve 'Rasulullah (sav) sabah erkenden şu yöne doğru yola çıkacak' denildi. Ben ise, 'Bir gün ya da iki gün sonra hazırlanır, onlara yetişirim' dedim. Üstelik iki binek hayvanım vardı. Oysa daha önce iki binek bir arada elimde olmamıştı. Bu yüzden kendimi imkan sahibi ve güçlü görüyordum. Ben, her sabah hazırlanmak için çıkıyor, yine bir iş bitirmeden dönüyordum. Bu sırada ordu arayı açıyor, hızlıca uzaklaşıyor, ben ise (gündelik) meşguliyetler ile oyalanıp duruyordum. (Sonunda) seferden geri kalmaya karar verdim, böylece insanlar beni geçip gittiler. Artık dışarı çıktığımda, sokaklarda Allah’ın mazur kıldığı kimselerden bir erkeği yahut hakkında nifakla itham bulunan birini görmekten başka kimseyi göremez oldum, bu da beni üzüyordu."
"Rasulullah (sav) (seferden) geldiğinde kendisine sunacağım mazereti düşünmeye ve sözümü hazırlamaya başladım. Allah’ın takdiriyle, Rasulullah (sav) Tebük’e ininceye kadar beni anmadı. Tebük’te insanlar arasında otururken 'Ka‘b b. Mâlik’e ne oldu?' diye sordu. Kavmimden bir adam kalkıp 'Onu iki elbisesi ve (kendini beğenmişçesine) omuzlarına bakıp durması (kibri) meşgul etti' dedi. Bunun üzerine başka bir adam konuştu ve 'Vallahi, ey Allah’ın Rasulü, biz onun hakkından hayırdan başka bir şey bilmiyoruz' dedi. Rasulullah (sav) sustu. Rasulullah'ın (sav) (Medine’ye) yaklaşmak üzere olduğu haberi verilince, aklımdaki bâtıl (düşünceler) ve zihnimde topladığım yalan ve mazeretler uzaklaştı. Anladım ki beni bu durumdan ancak doğruluk kurtaracaktır. Bunun üzerine doğruyu söylemeye kesin karar verdim. Rasulullah (sav) sabahleyin Medine’ye geldi. Ben de sabahleyin yanına çıktım, bir de baktım ki mescitte, insanların arasında oturuyor. Zaten, seferden döndüğünde, O, adeti olduğu üzere mescide girer, orada iki rekat kılar, sonra ailesinin yanına girerdi. Onu mescitte oturur buldum, beni görünce çağırdı ve 'Gel ey Ka‘b! Seni benden geri bırakan nedir?' dedi ve öfkeli kimsenin tebessümü gibi tebessüm etti. Ben 'Ey Allah’ın Rasulü! Hiçbir özrüm yok. Senden geri kaldığım o vakit, hiçbir zaman olmadığım kadar güçlü ve imkân sahibiydim' dedim. (O sırada savaştan) geri kalanlar (özür beyan edip) yeminlerle (yanına) geliyorlardı, O da onların (mazeretlerini) kabul ediyor, onlar için bağışlanma diliyor ve iç dünyalarını (niyetlerini) Aziz ve Celil Allah’a havale ediyordu. Ben doğruyu söyleyince Hz. Peygamber (sav) 'Şu kişi (Ka'b), doğru söylemiştir. Kalk, Allah senin hakkında ne hükmedecekse verinceye kadar (bekle)' buyurdu. Ben de kalktım. Bunun üzerine Seleme oğullarından bazı adamlar yanıma geldi ve 'Vallahi (iyi) bir şey yapmış olmadın! Vallahi, işlediğin bu günah için, Rasulullah'ın (sav), başkaları için yaptığı gibi, senin adına istiğfar etmesi (yeterli) olurdu. Onların özürlerini kabul etti ve onlar için bağışlanma diledi' diyerek beni kınamayı sürdürdüler ve ben neredeyse dönüp kendi sözümü yalanlayacaktım. Sonra onlara 'Benim söylediğim sözü söyleyen veya benim yaptığım gibi özür beyan eden kimse oldu mu?' diye sordum. 'Evet' dediler. 'Kim?' dedim. 'Hilâl b. Ümeyye el-Vâkifî ve Rebîa b. Merâre el-Âmirî' diyerek bana Bedir’e katılmış bu iki sâlih kişiyi zikrettiler. (Onlar da) benim yaptığım gibi (doğruyu söyleyerek) özür beyan etmişler ve kendilerine de bana denildiği gibi söylenmişti."
"Rasulullah (sav) insanların bizimle konuşmasını yasakladı. Artık biz halkın arasına çıktığımızda, kimse bizimle konuşmuyor, kimse bize selâm vermiyor, verdiğimiz selâmı da kimse almıyordu. Kırk gece dolunca, Rasulullah'ın (sav) elçisinden 'Eşlerinizden uzak durun' haberi bize geldi. Ancak Hilâl b. Ümeyye'nin hanımı Rasulullah'ın (sav) yanına geldi ve 'Hilal, yaşlı bir zattır, gözleri de zayıflamıştır. Ona yemeğini hazırlamama (hizmet etmeme) karşı mısınız?' dedi. Rasulullah (sav) 'Hayır (sakınca yok), ama sana yaklaşmasın' buyurdu. Kadın 'Vallahi onda hiçbir güç, istek yok. Vallahi, şu iş kendisi hakkında vuku bulduğundan beri, durmaksızın hep ağlıyor' dedi. Ailemden bazıları bana 'Hilâl b. Ümeyye’nin hanımı nasıl izin istediyse, Sen de, hanımın hakkında Rasulullah'tan (sav) öyle izin istesen ya! Ona kocasına hizmet etmesi için izin verildi' dediler. Ben de 'Vallahi bu hususta ondan izin istemeyeceğim. Zira izin istesem Rasulullah (sav) ne buyurur, bilemiyorum. O (Hilâl) yaşlı bir kimsedir, ben ise genç bir adamım' dedim ve hanımıma 'Allah hükmünü verinceye kadar ailene dön' dedim. Sonra yine halkın arasında dolaşır olduk. Kimse bizimle konuşmuyor, selâmımızı da almıyordu. Bir ara yürüyüp, amcazâdemden birinin bahçesinin duvarından aşarak içeri girdim, selâm verdim, dudaklarını dahi kımıldatıp selâmımı almadı. 'Allah aşkına, sen bilmez misin ki ben Allah’ı ve Rasulünü seviyorum?' dedim, bana tek kelime söylemedi. Sonra yine döndüm, yine benimle konuşmadı. Üçüncü ya da dördüncüde 'Allah ve Rasûlü daha iyi bilir' dedi. Oradan çıktım; çarşıda yürürken insanlar, elleriyle beni işaret ediyorlardı. Bu sırada Şam Nabatîlerinden bir Nabatî beni soruşturuyordu. İnsanlar onu bana yönlendirdiler. Bana geldi ve Şam’daki kavmimden bazı kimselerin 'Dostunun (Peygamberinin) sana yaptığını ve senden uzak duruşunu haber aldık. Bize katıl, Allah seni zillet yurduna veya zayi olma yurduna bırakmamıştır. Mallarımızla seni destekleriz' diye yazmış olduğu bir mektup verdi. Ben, 'İnnâ lillâh…' dedim ve (anladım ki) kâfirler umutlanmış. Hemen mektupla tandırın başına yöneldim ve tandırı tutuşturup onu yaktım."
"Vallahi, biz, Allah’ın (Kur’an’da) anlattığı o hâl üzerindeydik. Bunca genişliğine rağmen yeryüzü bize dar gelmiş, İçimiz daralmıştı. Bizimle konuşma yasağının üzerinden elli gece geçtikten sonraki sabah, tevbemizin kabulüne dair Allah Rasulü’ne (sav) (vahiy) indirildi. Rasulullah (sav) sabah namazını kıldı, ardından Allah’ın bizim tevbemizi kabul kabul ettiğini haber verdi. İnsanlar da koşup bize müjde vermeye başladılar. Bir adam atıyla bana doğru dörtnala geldi, Eslem kabilesinden bir koşucu da dağa çıkıp 'Ey Ka‘b b. Mâlik, müjde!' diye bağırdı. Ses, attan daha hızlıydı. Ben, kurtuluşun geldiğini anlayıp secdeye kapandım. Sesini işittiğim kimse yanıma gelince, müjdesine karşılık üzerimdeki takım elbisemi ona verdim. Vallahi, o gün bu ikisinden başka elbisem yoktu. (Sonra) iki elbise ödünç aldım ve Rasulullah’ın (sav) yanına gitmek üzere dışarı çıktım. İnsanlar bölük bölük karşıma çıkıyor, Allah’ın benim tevdemi kabul edişinden dolayı beni tebrik ediyorlardı. Mescide girdim; Talha b. Ubeydullah koşarak kalktı, elimi tutup benimle musafaha etti (tokalaştı) ve beni tebrik etti. Muhacirlerden, onun dışında bana (böyle) ayağa kalkan olmadı. Ka'b der ki: Ben Talha’nın bu jestini asla unutmadım. Sonra ilerledim, Allah Rasulü'nün (sav) huzurunda durdum. Yüzü sanki bir ay parçası gibiydi. Zaten O, sevindiğinde yüzü böylece aydınlanırdı. Bana 'Gel ey Ka'b! Ananın seni doğurduğundan beri başından geçen en hayırlı günün müjdesini al!' diye seslendi. Ben 'Bu (müjde) Allah katından mı, yoksa siznden mi?' dedim. 'Hayır, Allah katındandır. Siz, Allah’a karşı doğru davrandınız, Allah da sizi doğruladı' buyurdu. Ben de, 'Bugün tevdemin kabulünün (bir şükrü olarak) mallarımdan bir kısmını Allah’a ve Rasulü’ne sadaka olarak vermek isiyorum' dedim. Rasulullah (sav) 'Malının bir kısmını yanında tut' buyurdu. Ben de 'Hayber’deki hissemi yanımda tutayım' dedim. Ka'b der ki: 'Vallahi, Allah doğru söylem konusunda beni imtihan ettiği kadar hiçbir adamı imtihan etmemiştir."
فَوَاللهِ إِنِّي لَعَلَى تِلْكَ الْحَالِ الَّتِي قَدْ ذَكَرَ اللَّهُ ، قَدْ ضَاقَتْ عَلَيْنَا الأَرْضُ بِمَا رَحُبَتْ ، وَضَاقَتْ عَلَيْنَا أَنْفُسُنَا ، صَبَاحِيهُ خَمْسِينَ لَيْلَةً مُذْ نُهِيَ عَنْ كَلاَمِنَا ، أُنْزِلَتِ التَّوْبَةُ عَلَى رَسُولِ اللهِ صلى الله عليه وسلم ، ثُمَّ آذَنَ رَسُولُ اللهِ صلى الله عليه وسلم بِتَوْبَةِ اللهِ عَلَيْنَا حِينَ صَلَّى الْفَجْرَ ، فَذَهَبَ ألنَّاسُ يُبَشِّرُونَنَا ، وَرَكَضَ رَجُلٌ إِلَيَّ فَرَسًا ، وَسَعَى سَاعٍ مِنْ أَسْلَمَ ، فَأَوْفَى عَلَى الْجَبَلِ ، وَكَانَ الصَّوْتُ أَسْرَعَ مِنَ الْفَرَسِ ، فَنَادَى : يَا كَعْبَ بْنَ مَالِكَ ، أَبْشِرْ ، فَخَرَرْت سَاجِدًا ، وَعَرَفْتُ أَنْ قَدْ جَاءَ الْفَرَجُ ، فَلَمَّا جَاءَنِي الَّذِي سَمِعْت صَوْتَهُ ، خَفَفْتُ لَهُ ثَوْبَيْنِ بِبُشْرَاهُ ، وَوَاللهِ مَا أَمْلِكُ يَوْمَئِذٍ ثَوْبَيْنِ غَيْرَهُمَا. وَاسْتَعَرْتُ ثَوْبَيْنِ ، فَخَرَجْتُ قِبَلَ رَسُولِ اللهِ صلى الله عليه وسلم ، فَلَقِيَنِي النَّاسُ فَوْجًا فَوْجًا ، يُهَنِّئُونَنِي بِتَوْبَةِ اللهِ عَلَيَّ ، حَتَّى دَخَلْتُ الْمَسْجِدَ ، فَقَامَ إِلَيَّ طَلْحَةُ بْنُ عُبَيْدِ اللهِ يُهَرْوِلُ ، حَتَّى صَافَحَنِي وَهَنَّأَنِي ، وَمَا قَامَ إِلَيَّ مِنَ الْمُهَاجِرِينَ غَيْرُهُ ، فَكَانَ كَعْبٌ لاَ يَنْسَاهَا لِطَلْحَةَ ، ثُمَّ أَقْبَلْتُ حَتَّى وَقَفْتُ عَلَى رَسُولِ اللهِ صلى الله عليه وسلم ، كَأَنَّ وَجْهَهُ قِطْعَةُ قَمَرٍ ، كَانَ إِذَا سُرَّ اسْتَنَارَ وَجْهُهُ كَذَلِكَ ، فَنَادَانِي : هَلُمَّ يَا كَعْبُ ، أَبْشِرْ بِخَيْرِ يَوْمٍ مَرَّ عَلَيْك مُنْذُ وَلَدَتْك أُمُّك ، قَالَ : فَقُلْتُ : أَمِنْ عَنْدِ اللهِ ، أَمْ مِنْ عَنْدِكَ ؟ قَالَ : لاَ ، بَلْ مِنْ عَنْدِ اللهِ ، إِنَّكُمْ صَدَقْتُمَ اللَّهَ فَصَدَّقَكُمْ. قَالَ : فَقُلْتُ : إِنَّ مِنْ تَوْبَتِي الْيَوْمَ أَنْ أُخْرِجَ مِنْ مَالِي صَدَقَةً إِلَى اللهِ وَإِلَى رَسُولِهِ ، قَالَ رَسُولُ اللهِ صلى الله عليه وسلم : أَمْسِكْ عَلَيْك بَعْضَ مَالِكَ ، قُلْتُ : أُمْسِكُ سَهْمِي بِخَيْبَرَ ، قَالَ كَعْبٌ : فَوَاللهِ مَا أَبْلَى اللَّهُ رَجُلاً فِي صِدْقِ الْحَدِيثِ مَا أَبَلاَنِي.
Tercemesi:
Bize Halid b. Mihled, ona Abdurrahman b. Abdülaziz el-Ensârî, ona İbn Şihâb, ona Abdurrahman b. Abdullah b. Ka'b b. Malik, ona da babası Kâ'b b. Mâlik şöyle demiştir:
"Rasulullah (sav) Asfar oğulları (Bizanslılar) ile gazâ etmeyi düşündüğünde, onların bu (seferini) halka açıkça bildirdi. Hâlbuki O, çoğu zaman bir gazaya yöneldiğinde üstü kapalı konuşur, (hedefi) başka bir şeyle örtülü tutardı. Ancak bu gazada, şiddetli sıcak, uzun bir yolculuk ve yeni bir düşman onları bekliyordu. Bu yüzden Rasulullah (sav) insanların, düşmanlarına karşı hazırlıklarını yapmaları için, gidecekleri hedefi onlara açıkça gösterdi. Rasulullah (sav) hazırlık yaptı, insanlar da onunla birlikte hazırlık yaptılar. Ben de her sabah hazırlanmak için evden çıkıyor, fakat bir şey sonuçlandırmadan geri dönüyordum. Sonunda insanlar hazırlıklarını bitirdiler ve 'Rasulullah (sav) sabah erkenden şu yöne doğru yola çıkacak' denildi. Ben ise, 'Bir gün ya da iki gün sonra hazırlanır, onlara yetişirim' dedim. Üstelik iki binek hayvanım vardı. Oysa daha önce iki binek bir arada elimde olmamıştı. Bu yüzden kendimi imkan sahibi ve güçlü görüyordum. Ben, her sabah hazırlanmak için çıkıyor, yine bir iş bitirmeden dönüyordum. Bu sırada ordu arayı açıyor, hızlıca uzaklaşıyor, ben ise (gündelik) meşguliyetler ile oyalanıp duruyordum. (Sonunda) seferden geri kalmaya karar verdim, böylece insanlar beni geçip gittiler. Artık dışarı çıktığımda, sokaklarda Allah’ın mazur kıldığı kimselerden bir erkeği yahut hakkında nifakla itham bulunan birini görmekten başka kimseyi göremez oldum, bu da beni üzüyordu."
"Rasulullah (sav) (seferden) geldiğinde kendisine sunacağım mazereti düşünmeye ve sözümü hazırlamaya başladım. Allah’ın takdiriyle, Rasulullah (sav) Tebük’e ininceye kadar beni anmadı. Tebük’te insanlar arasında otururken 'Ka‘b b. Mâlik’e ne oldu?' diye sordu. Kavmimden bir adam kalkıp 'Onu iki elbisesi ve (kendini beğenmişçesine) omuzlarına bakıp durması (kibri) meşgul etti' dedi. Bunun üzerine başka bir adam konuştu ve 'Vallahi, ey Allah’ın Rasulü, biz onun hakkından hayırdan başka bir şey bilmiyoruz' dedi. Rasulullah (sav) sustu. Rasulullah'ın (sav) (Medine’ye) yaklaşmak üzere olduğu haberi verilince, aklımdaki bâtıl (düşünceler) ve zihnimde topladığım yalan ve mazeretler uzaklaştı. Anladım ki beni bu durumdan ancak doğruluk kurtaracaktır. Bunun üzerine doğruyu söylemeye kesin karar verdim. Rasulullah (sav) sabahleyin Medine’ye geldi. Ben de sabahleyin yanına çıktım, bir de baktım ki mescitte, insanların arasında oturuyor. Zaten, seferden döndüğünde, O, adeti olduğu üzere mescide girer, orada iki rekat kılar, sonra ailesinin yanına girerdi. Onu mescitte oturur buldum, beni görünce çağırdı ve 'Gel ey Ka‘b! Seni benden geri bırakan nedir?' dedi ve öfkeli kimsenin tebessümü gibi tebessüm etti. Ben 'Ey Allah’ın Rasulü! Hiçbir özrüm yok. Senden geri kaldığım o vakit, hiçbir zaman olmadığım kadar güçlü ve imkân sahibiydim' dedim. (O sırada savaştan) geri kalanlar (özür beyan edip) yeminlerle (yanına) geliyorlardı, O da onların (mazeretlerini) kabul ediyor, onlar için bağışlanma diliyor ve iç dünyalarını (niyetlerini) Aziz ve Celil Allah’a havale ediyordu. Ben doğruyu söyleyince Hz. Peygamber (sav) 'Şu kişi (Ka'b), doğru söylemiştir. Kalk, Allah senin hakkında ne hükmedecekse verinceye kadar (bekle)' buyurdu. Ben de kalktım. Bunun üzerine Seleme oğullarından bazı adamlar yanıma geldi ve 'Vallahi (iyi) bir şey yapmış olmadın! Vallahi, işlediğin bu günah için, Rasulullah'ın (sav), başkaları için yaptığı gibi, senin adına istiğfar etmesi (yeterli) olurdu. Onların özürlerini kabul etti ve onlar için bağışlanma diledi' diyerek beni kınamayı sürdürdüler ve ben neredeyse dönüp kendi sözümü yalanlayacaktım. Sonra onlara 'Benim söylediğim sözü söyleyen veya benim yaptığım gibi özür beyan eden kimse oldu mu?' diye sordum. 'Evet' dediler. 'Kim?' dedim. 'Hilâl b. Ümeyye el-Vâkifî ve Rebîa b. Merâre el-Âmirî' diyerek bana Bedir’e katılmış bu iki sâlih kişiyi zikrettiler. (Onlar da) benim yaptığım gibi (doğruyu söyleyerek) özür beyan etmişler ve kendilerine de bana denildiği gibi söylenmişti."
"Rasulullah (sav) insanların bizimle konuşmasını yasakladı. Artık biz halkın arasına çıktığımızda, kimse bizimle konuşmuyor, kimse bize selâm vermiyor, verdiğimiz selâmı da kimse almıyordu. Kırk gece dolunca, Rasulullah'ın (sav) elçisinden 'Eşlerinizden uzak durun' haberi bize geldi. Ancak Hilâl b. Ümeyye'nin hanımı Rasulullah'ın (sav) yanına geldi ve 'Hilal, yaşlı bir zattır, gözleri de zayıflamıştır. Ona yemeğini hazırlamama (hizmet etmeme) karşı mısınız?' dedi. Rasulullah (sav) 'Hayır (sakınca yok), ama sana yaklaşmasın' buyurdu. Kadın 'Vallahi onda hiçbir güç, istek yok. Vallahi, şu iş kendisi hakkında vuku bulduğundan beri, durmaksızın hep ağlıyor' dedi. Ailemden bazıları bana 'Hilâl b. Ümeyye’nin hanımı nasıl izin istediyse, Sen de, hanımın hakkında Rasulullah'tan (sav) öyle izin istesen ya! Ona kocasına hizmet etmesi için izin verildi' dediler. Ben de 'Vallahi bu hususta ondan izin istemeyeceğim. Zira izin istesem Rasulullah (sav) ne buyurur, bilemiyorum. O (Hilâl) yaşlı bir kimsedir, ben ise genç bir adamım' dedim ve hanımıma 'Allah hükmünü verinceye kadar ailene dön' dedim. Sonra yine halkın arasında dolaşır olduk. Kimse bizimle konuşmuyor, selâmımızı da almıyordu. Bir ara yürüyüp, amcazâdemden birinin bahçesinin duvarından aşarak içeri girdim, selâm verdim, dudaklarını dahi kımıldatıp selâmımı almadı. 'Allah aşkına, sen bilmez misin ki ben Allah’ı ve Rasulünü seviyorum?' dedim, bana tek kelime söylemedi. Sonra yine döndüm, yine benimle konuşmadı. Üçüncü ya da dördüncüde 'Allah ve Rasûlü daha iyi bilir' dedi. Oradan çıktım; çarşıda yürürken insanlar, elleriyle beni işaret ediyorlardı. Bu sırada Şam Nabatîlerinden bir Nabatî beni soruşturuyordu. İnsanlar onu bana yönlendirdiler. Bana geldi ve Şam’daki kavmimden bazı kimselerin 'Dostunun (Peygamberinin) sana yaptığını ve senden uzak duruşunu haber aldık. Bize katıl, Allah seni zillet yurduna veya zayi olma yurduna bırakmamıştır. Mallarımızla seni destekleriz' diye yazmış olduğu bir mektup verdi. Ben, 'İnnâ lillâh…' dedim ve (anladım ki) kâfirler umutlanmış. Hemen mektupla tandırın başına yöneldim ve tandırı tutuşturup onu yaktım."
"Vallahi, biz, Allah’ın (Kur’an’da) anlattığı o hâl üzerindeydik. Bunca genişliğine rağmen yeryüzü bize dar gelmiş, İçimiz daralmıştı. Bizimle konuşma yasağının üzerinden elli gece geçtikten sonraki sabah, tevbemizin kabulüne dair Allah Rasulü’ne (sav) (vahiy) indirildi. Rasulullah (sav) sabah namazını kıldı, ardından Allah’ın bizim tevbemizi kabul kabul ettiğini haber verdi. İnsanlar da koşup bize müjde vermeye başladılar. Bir adam atıyla bana doğru dörtnala geldi, Eslem kabilesinden bir koşucu da dağa çıkıp 'Ey Ka‘b b. Mâlik, müjde!' diye bağırdı. Ses, attan daha hızlıydı. Ben, kurtuluşun geldiğini anlayıp secdeye kapandım. Sesini işittiğim kimse yanıma gelince, müjdesine karşılık üzerimdeki takım elbisemi ona verdim. Vallahi, o gün bu ikisinden başka elbisem yoktu. (Sonra) iki elbise ödünç aldım ve Rasulullah’ın (sav) yanına gitmek üzere dışarı çıktım. İnsanlar bölük bölük karşıma çıkıyor, Allah’ın benim tevdemi kabul edişinden dolayı beni tebrik ediyorlardı. Mescide girdim; Talha b. Ubeydullah koşarak kalktı, elimi tutup benimle musafaha etti (tokalaştı) ve beni tebrik etti. Muhacirlerden, onun dışında bana (böyle) ayağa kalkan olmadı. Ka'b der ki: Ben Talha’nın bu jestini asla unutmadım. Sonra ilerledim, Allah Rasulü'nün (sav) huzurunda durdum. Yüzü sanki bir ay parçası gibiydi. Zaten O, sevindiğinde yüzü böylece aydınlanırdı. Bana 'Gel ey Ka'b! Ananın seni doğurduğundan beri başından geçen en hayırlı günün müjdesini al!' diye seslendi. Ben 'Bu (müjde) Allah katından mı, yoksa siznden mi?' dedim. 'Hayır, Allah katındandır. Siz, Allah’a karşı doğru davrandınız, Allah da sizi doğruladı' buyurdu. Ben de, 'Bugün tevdemin kabulünün (bir şükrü olarak) mallarımdan bir kısmını Allah’a ve Rasulü’ne sadaka olarak vermek isiyorum' dedim. Rasulullah (sav) 'Malının bir kısmını yanında tut' buyurdu. Ben de 'Hayber’deki hissemi yanımda tutayım' dedim. Ka'b der ki: 'Vallahi, Allah doğru söylem konusunda beni imtihan ettiği kadar hiçbir adamı imtihan etmemiştir."
Açıklama:
Yazar, Kitap, Bölüm:
İbn Ebî Şeybe, Musannef-i İbn Ebû Şeybe, Meğâzî 38162, 20/544
Senetler:
()
Konular: