11724 Kayıt Bulundu.
Bize Müsedded, ona Yahya b. Saîd, ona Süfyân ve Malik b. Enes, onlara Abdullah b. Dinar, ona da İbn Ömer (ra), Rasûlullah'ın (sav) şöyle buyurduğunu rivayet etti:
"Yahudiler sizden birine selam verdiğinde, (özellikle) 'Sâmun aleyke (Ölüm üzerine olsun)' derler. Sen de ona 'Ve aleyke (Senin üzerine olsun)' de."
Bize Said b. Ufeyr, ona Leys, ona Abdurrahman b. Halid, ona İbn Şihâb, ona Salim b. Abdullah, ona da babasının bildirdiğine göre Rasulullah (sav) şöyle buyurmuştur:
"Bir adam (kibri sebebiyle) elbisesini yerlerde sürüdüğünde yer yarılıp yerin dibine batmıştır. O, kıyamete kadar gürültülü bir şekilde yere batmaya devam edecektir."
Bu hadisi Zührî'den rivayet etmekte Yunus, Abdurrahman b. Halid'e mutâbaat etmiştir. Bu hadisi Şuayb, Zührî'den merfu olarak rivayet etmemiştir.
Bana Abdullah b. Muhammed, ona Vehb b. Cerîr, ona babası, ona amcası Cerîr b. Zeyd, ona Salim b. Abdullah b. Ömer, ona Ebu Hüreyre Hz. Peygamber'den (sav) benzer bir hadisi nakletmiştir.
Bize Said b. Ufeyr, ona Leys, ona Abdurrahman b. Halid, ona İbn Şihâb, ona Salim b. Abdullah, ona da babasının bildirdiğine göre Rasulullah (sav) şöyle buyurmuştur:
"Bir adam (kibri sebebiyle) elbisesini yerlerde sürüdüğünde yer yarılıp yerin dibine batmıştır. O, kıyamete kadar gürültülü bir şekilde yere batmaya devam edecektir."
Bu hadisi Zührî'den rivayet etmekte Yunus, Abdurrahman b. Halid'e mutâbaat etmiştir. Bu hadisi Şuayb, Zührî'den merfu olarak rivayet etmemiştir.
Bana Abdullah b. Muhammed, ona Vehb b. Cerîr, ona babası, ona amcası Cerîr b. Zeyd, ona Salim b. Abdullah b. Ömer, ona Ebu Hüreyre Hz. Peygamber'den (sav) benzer bir hadisi nakletmiştir.
Bize Said b. Ufeyr, ona Leys, ona Abdurrahman b. Halid, ona İbn Şihâb, ona Salim b. Abdullah, ona da babasının bildirdiğine göre Rasulullah (sav) şöyle buyurmuştur:
"Bir adam (kibri sebebiyle) elbisesini yerlerde sürüdüğünde yer yarılıp yerin dibine batmıştır. O, kıyamete kadar gürültülü bir şekilde yere batmaya devam edecektir."
Bu hadisi Zührî'den rivayet etmekte Yunus, Abdurrahman b. Halid'e mutâbaat etmiştir. Bu hadisi Şuayb, Zührî'den merfu olarak rivayet etmemiştir.
Bana Abdullah b. Muhammed, ona Vehb b. Cerîr, ona babası, ona amcası Cerîr b. Zeyd, ona Salim b. Abdullah b. Ömer, ona Ebu Hüreyre Hz. Peygamber'den (sav) benzer bir hadisi nakletmiştir.
Bize Abdân, ona Abdullah, ona Yunus; (T)
Bize Ahmed b. Salih, ona Anbese, ona Yunus, ona İbn Şihab, ona İbn Müseyyeb, ona da Ebu Hureyre şöyle rivayet etmiştir:
"Rasulullah (sav) gece yürütüldüğünde (İsrâ hadisesi olduğunda) İliyâ'da (Kudüs) kendisine birinde şarap, diğerinde süt olan iki kadeh getirildi. Rasulullah ikisine de baktı ve sütü aldı. Cebrail, Rasulullah'a: 'Seni fıtrata hidayet eden Allah'a hamd olsun, şayet şarabı alsaydın, ümmetin azacaktı' dedi."
Açıklama: Burada iki hususa itiraz edilmektedir. Birincisi bayram namazı için namazgâha minber çıkarılmasıdır. Hz. Peygamber döneminde bayram namazları açık arazide kılınır, namazdan sonar Rasulullah (sav) kalkıp hutbe okurdu. Hadisteki olayın cereyan ettiği sırada Medine valisi olan Mervan, hutbe için araziye minber koydurmuştu. Rivayete göre bu minberi de Kesir b. Salt yapmıştı. Hz. Peygamber döneminde böyle bir şey yapılmadığı için buna itiraz edilmişti. İtiraza konu olan ikinci husus, hutbenin namazdan önce okunmasıdır. Hz. Peygamber döneminde bayram hutbesi namazdan genelde sonra okunurdu. Ancak Buhârî ve diğer kaynaklarda Rasulullah, Hz. Ebû Bekir, Hz. Ömer ve Hz. Osman dönemlerinde de hutbenin namazdan önce okunduğuna dair rivayetler yer almaktadır. Ulemanın çoğunluğuna göre hutbe her ne kadar namazdan sonra ise de, önce okunduğu zaman da yine câiz olur. Çünkü o, vâcib değildir. Hanefîler, bayram hutbesinin namaza takdimini câiz görmekle birlikte sünnete muhâlif bularak mekrûh sayarlar. Şâfiîler, sünnete uygun olması için namazdan sonra iâdesini öngörürler. Ancak iâde edilmese de namaz sahîh olur. Mâlikîler’e göre, hatibe namazdan sonra hutbeyi iâde etmesi emrolunur. Burada asıl üzerinde durulması gereken husus, hadisin son cümlesidir. Burada iyiliği emredip kötülüğe mani olmak emredilmektedir. Toplumda böyle bir cemâatin mevcudiyeti, Kur’ân-ı Kerîm’in de emridir. toplumda iyiliği emredip kötülüğe mani olan bir cemâatin bulunması farz-ı kifâyedir. Hiç kimse bu görevi yerine getirmezse, bütün toplum sorumlu olur. Ancak bir insanın kendi çocuklarına ve hanımına karşı, genel bir ifâde ile âmirin memûruna, Devlet Reisinin halkına karşı bu görevi yapması, farz-ı kifâyeden de öte bir ehemmiyet arz etmektedir. Bunun farz-ı ayın olduğunu söylemek, yanlış olmasa gerektir.