Giriş

"Uhud Savaşı’ndan iki yıl sonra Ahzâb Gazvesi meydana geldi. Bu, Hendek Günü idi. Rasulullah (sav) o gün Medine tarafındaydı. Müşriklerin lideri Ebu Süfyân’dı. Rasulullah (sav) ve ashabını on küsur gece kuşattılar. Sıkıntı her birine iyice ulaştı. Öyle ki, Nebî (sav), [İbn Müseyyeb’in rivayetine göre] 'Allah’ım! Sana ahdini ve vaadini hatırlatıyorum. Allah’ım! Eğer dilersen, (yeryüzünde) Sana artık ibadet edilmez' diye dua etti. Bu durum devam ederken, Nebî (sav), o gün Ebu Süfyân'ın yanında saf tutan, Gatafân kabilesinin lideri Uyeyne b. Hısn b. Bedr el-Fazârî’ye haber gönderdi ve 'Ne dersin, sana Ensar hurmalarının üçte birini versem, yanındaki Gatafânlıları alıp dönerek Müşrik ordusu (Ahzâb) arasında çözülme sağlar mısın?' dedi. Uyeyne 'Eğer bana yarısını verirsen yaparım' diye haber gönderdi. Bunun üzerine Nebî (sav), Evs kabilesinin reisi Sa'd b. Muâz ile, Hazrec kabilesinin reisi Sa'd b. Ubâde’yi çağırdı ve onlara 'Uyeyne b. Hısn, hurmalarınızın yarısını benden istedi. Karşılığında yanındaki Gatafânlılarla geri dönecek ve Ahzâb arasında çözülme sağlayacak. Ben ona üçte birini verdim, ama o yarısını istiyor. Siz ne dersiniz?' diye sordu. Onlar da 'Ey Allah’ın Resûlü! Eğer bu konuda sana bir emir gelmişse, Allah’ın emrini uygula' dediler. Rasulullah (sav) 'Eğer bana bu konuda bir emir gelseydi, size danışmazdım. Ama bu, benim kendi görüşüm, size arz ediyorum' buyurdu. Onlar 'Biz ona ancak kılıcı veririz' dediler. Bunun üzerine Hz. Peygamber (sav) 'İyi o zaman öyle olsun' buyurdu. Ma'mer der ki: Bana İbn Ebu Necîh haber verdiğine göre onlar 'Vallahi, ey Allah’ın Rasûlü! Allah bize İslâm’ı getirdiği vakit dahi ona (Uyeyne’ye) böyle bir şey vermezken, şimdi mi vereceğiz?' dediler. Hz. Nebî (sav) de ' iyi o zaman öyle olsun' dedi" Zuhrî, İbn Müseyyeb’den rivayetinde der ki: "Bu sırada Nuaym b. Mesûd el-Eşcaî geldi. O, hem Müslümanlar hem de karşı taraf tarafından güvenilir biriydi. İkisiyle de anlaşmalıydı. Nuaym Hz. Peygamber'e (sav) şöyle dedi: Ben Uyeyne ve Ebu Süfyân’ın yanında iken, onlara Kurayza oğullarından bir elçi geldi ve 'Dayanın! Biz Müslümanların merkezine saldıracağız' dedi. Hz. Peygamber (sav) 'Belki de onlara bunu biz emretmişizdir' buyurdu. Nuaym, sözü saklamayan biriydi. Nebî'nin (sav) bu sözünü aldı ve gitti. Ömer (ra) geldi ve 'Ey Allah’ın Rasulü! Eğer bu Allah’tan bir emir ise onu uygula, ama eğer kendi görüşünse, Kureyş ve Kurayza oğullarının meselesi senin için o kadar önemsiz ki kimsenin bu konuda sana söz söyleme hakkı yoktur' dedi. Bunun üzerine Nebî (sav) 'O adamı (Nu‘aym’ı) bana getirin' buyurdu. Onu getirdiler. Nebî (sav) ona 'Sana söylediğimiz şeyi kimseye söyleme' dedi. Nuaym gitti, Uyeyne ve Ebu Süfyân’ın yanına vardı ve onlara 'Muhammed’in ağzından işittiğiniz her söz doğru değil miydi?' dedi. Onlar 'Evet' dediler. Nuaym 'Ben ona Kurayza oğulları meselesini söyleyince, bana 'Belki biz onlara bunu emretmişizdir' dedi.' diye aktardı. Ebu Süfyân, 'Eğer bu bir hile ise yakında anlarız' dedi ve Kurayza oğullarına 'Bize, dayanmamızı ve Müslümanların merkezine saldıracağınızı söylediniz; bunun için bize rehin verin' diye haber gönderdi. Onlar da 'Şimdi cumartesi gecesi girdi, biz cumartesi günü hiçbir iş yapmayız' dediler. Bunun üzerine Ebu Süfyân, 'Kurayza oğulları bize tuzak kuruyor, çekilip gidin' dedi. Derken Allah onlara rüzgâr gönderdi, kalplerine korku düşürdü, ateşlerini söndürdü, atlarının bağlarını çözdü ve böylece savaşmadan çekip gittiler. Ravi der ki: Yüce Allah'ın 'Savaşta, inananlara Allah'ın yardımı yetti. Allah kuvvetli olandır, güçlü olandır' [Ahzâb, 33/25] buyruğu buna işarettir." Ravi der ki: "Hz. Peygamber (sav), ashabını onları takip etmeye çağırdı. Onları, Hamrâü’l-Esed’e kadar takip ettiler, sonra geri döndüler. Nebî (sav) zırhını çıkardı, gusletti ve güzel koku sürdü. Bu sırada Cebrail (as) 'Allah seni sana saldıran düşmanlarından korusun. Görüyorum ki Sen zırhını çıkarmışsın ama biz henüz çıkarmadık' diye Hz. Peygamber'e (sav) seslendi. Bunun üzerine Nebî (sav) hemen kalktı ve ashabına 'Size kesin olarak söylüyorum ki, Kurayza oğulları yurduna varıncaya kadar ikindi namazını kılmayın' buyurdu. Güneş batmadan oraya ulaşamadılar. Müslümanların bir kısmı 'Nebî (sav) namazı terk etmenizi istemedi' diyerek namazını yolda kıldı; bir kısmı ise 'Biz Nebî'nin (sav) kesin emrindeyiz, bunda sakınca yok' dedi. Böylece bir gurup inanarak ve sevabını Allah'tan umarak namazını orada kıldı, bir kısmı da inanarak ve sevabını Allah'tan umarak namazını kılmadı. Hz. Nebî (sav) iki gruptan hiçbirini kınamadı. Nebî (sav) yolda bazı toplulukların yanından geçti ve 'Buradan kim geçti?' diye sordu. Onlar 'Dihye el-Kelbî, beyaz bir katır üzerinde, altında ipekli bir örtü ile geçti' dediler. Nebî (sav) 'O Dihye değildi; o, Cebrâil’di. Kurayza oğullarına gidip, kalelerini sarsmak ve kalplerine korku salmak için gönderilmişti' buyurdu." "Müslümanlar Kurayza oğullarını kuşattılar. Nebî (sav) yaklaşıp konuşmalarını duyabilmek için sahabeye, kalkanlarıyla, kendisini taşlardan korumalarını emretti. Nebî (sav) onlara 'Ey maymun ve domuzun kardeşleri!' diye seslendi. Onlar: 'Ey Ebu Kâsım! Sen kaba bir insan değildin' dediler. Nebî (sav) onları savaşmadan önce İslâm’a davet etti, ancak onlar kabul etmediler. Hz. Peygamber ve beraberindeki Müslümanlar onlarla savaştı, sonunda, Sa'd b. Muâz’ın hüküm vermesi şartıyla teslim oldular ve Hz. Peygamber'in hakemliğini reddettiler. Böylece onlar kendileri için ağır bir hükme razı oldular. (Müslümanlar) onları getirdiler. Sa'd b. Mu‘âz, bir merkep üzerinde tutunmuş olarak geldi. Nihayet hepsi birlikte Allah’ın Rasulü’nün yanına vardılar. Kurayza oğulları, eski dostluklarını hatırlatarak Sa'd'ı etkilemeye çalıştı. Sa'd b. Muâz, vereceği hüküm konusunda Allah’ın Rasûlü (sav) ile istişare etmek üzere ona yönelmeye başladı. Hükmü açıklamadan önce, Rasulullah’ın (sav) ne diyeceğini bekliyordu. Allah Rasulü de ona 'Devam et, ben de bu hükme razıyım' demek istercesine 'Evet' diyordu. Sa'd 'Savaşçı erkekleri öldürülecek, malları taksim edilecek, kadın ve çocukları esir edilecektir' diye hüküm verdi. Nebî (sav) 'Doğru hüküm verdin' buyurdu. Hendek savaşında Müşrikleri Allah’ın Rasulü’ne (sav) karşı müşrikleri kışkırtan Huyey b. Ahtab, Kurayza oğullarına gelip geceleyin onların kalesinin kapısını çaldı. Onların reisi (Ka‘b b. Esed) 'Bu uğursuz bir adamdır. Sakın Huyey size uğursuzluk getirmesin' dedi. Fakat Huyey onlara seslenerek 'Ey Kurayza oğulları! Bana cevap vermeyecek misiniz? Bana katılmayacak mısınız? Beni misafir etmeyecek misiniz? Ben mağrur bir toplulukla geldim' dedi. Bunun üzerine Kurayza oğulları 'Vallahi ona kapıyı açacağız' dediler ve sonunda ona kapıyı açtılar. Huyey onların kalesine girdiğinde 'Ey Kurayza oğulları! Size zamanın en güçlü döneminde geldim. Size öyle bir soğuk (güçlü) rüzgârın estiği vakitte geldim ki, onun karşısında hiçbir güç duramaz' dedi. Reisleri ona 'Sen bize, gelip geçici ve yakında dağılacak bir soğuk (güçlü) dalgası mı vaat ediyorsun, yoksa bizi hiç ayrılmayan, sürekli bir deniz (gibi) kuşatacak bir tehlikenin karşısında mı bırakıyorsun? Sen bize ancak aldatıcı bir vaat veriyorsun' dedi. Buna rağmen Huyey, onlarla anlaşma yaptı ve 'Eğer Müşrik ordusu (Ahzab) dağılırsa, sizinle birlikte kalenizde kalacağım' dedi. Bunu üzerine onlar Hz. Peygamber’e (sav) ve Müslümanlara ihanet etmeyi kabul ettiler. Allah, Ahzab ordusunu dağıttığında Huyey, Ravhâ denilen yere gelince, onlara verdiği ahdi ve yaptığı sözleşmeyi hatırladı ve geri dönerek onlarla birlikte kaleye girdi. Sonra Kurayza oğulları esir edilince, Huyey b. Ahtab, dizbağı ile bağlı olarak getirildi. Peygamber’e (sav) 'Vallahi, sana düşmanlık etmemde kendimi kınamıyorum, ancak Allah kimi zelil kılarsa, o mutlaka zelil olur' dedi. Bunun üzerine Peygamber (sav) emretti, boynu vuruldu."


    Öneri Formu
80760 MA009737 Musannef-i Abdurrezzak, V, 367


    Öneri Formu
81286 MA009811 Musannef-i Abdurrezzak, V, 500


    Öneri Formu
81287 MA009812 Musannef-i Abdurrezzak, V, 500


    Öneri Formu
81288 MA009813 Musannef-i Abdurrezzak, V, 501


    Öneri Formu
81289 MA009814 Musannef-i Abdurrezzak, V, 501


    Öneri Formu
81290 MA009815 Musannef-i Abdurrezzak, V, 501


    Öneri Formu
81291 MA009816 Musannef-i Abdurrezzak, V, 501

(Bize) Maʿmer, ona Zuhrî, ona Abdurrahman b. Kaʿb b. Mâlik, ona da babası (Kaʿb b. Mâlik) şöyle demiştir: "Tebük seferine kadar, ben, Bedir dışında, Rasulullah’ın (sav) katıldığı hiçbir gazveden geri kalmadım. Bedir’e katılmayanlardan hiç kimseyi Rasulullah (sav) kınamamıştır. Çünkü Bedir için yola çıktığında asıl hedefi kervandı. Kureyş de kendi kervanlarına destek için çıkmıştı. Böylece Allah’ın buyurduğu üzere [Enfâl, 8/42], önceden belirlenmiş bir buluşma olmadan, karşı karşıya geldiler. Vallahi, Rasulullah’ın insanlar içindeki en şerefli şahitliklerinden biri Bedir’dir. Yine de ben Bedir yerine Akabe gecesindeki biatte bulunmayı, Bedir’de bulunmaya tercih ederim. Çünkü biz o gece İslâm üzerine sözleşmiştik. Ondan sonra, Rasulullah’ın (sav) çıktığı son gazve olan Tebûk Gazvesi’ne kadar, hiçbir gazveden geri kalmadım. Rasulullah (sav) insanlara sefere çıkacaklarını haber verdi ve herkesin savaşa hazırlanmasını istedi. Bu (sefer), (sıcaktan dolayı) gölgelerin insana cazip geldiği ve meyveler olgunlaştığı bir vakitteydi. Rasulullah (sav) çoğu zaman gazveye çıkarken maksadını gizler, başka bir yeri hedef gösterir ve 'Harp hiledir' buyururdu. Ama Tebûk’ta bizzat nereye gideceğini açıkladı ki, herkes hazırlığını yapsın. Ben, o zamana kadar hiç olmadığı kadar, varlıklıydım ve cihada çıkabilecek güç ve imkân vardı. Bineklerimi hazırladım, fakat gölgelerin serinliği ve meyvelerin cazibesi beni oyalanmaya sevk etti. Rasulullah (sav) perşembe sabahı sefere çıktı. O, perşembe günleri yola çıkmayı severdi. Ben de kendi kendime 'Yarın pazara gidip hazırlığımı alır, onlara yetişirim' dedim. Ertesi gün pazara gittim ama işlerim biraz ağır geldi. Sonra yine 'Neyse, yarın hazırlar, onlara yetişirim inşallah' dedim. Böyle erteleyerek oyalandım, derken günah bana ağır bastı, üzerime çöktü ve seferden geri kalmış oldum. Mahzun bir şekilde sokaklarda dolaşmaya, Medine çarşılarında gezmeye başladım. Çünkü (savaştan geri kalanların tamamının) münafıklıkla itham edilen kimseler olduğunu görüyordum. Rasulullah’tan (seferden) geri kalan herkes, geri kalmasının fark edilmeyeceğini düşünüyordu. Zira geri kalanlar bir divanda (kayıt defterinde) bir araya getirilmeyecek kadar çoktu; seksen küsur kişiydi." "Tebûk’a varıncaya kadar Rasulullah (sav) benden söz etmedi. Tebûk’a vardığında 'Kaʿb b. Mâlik ne yaptı?' diye sordu. Kavmimden biri 'Ey Allah'ın Rasulü! Elbiseleri ve omuzlarına bakıp böbürlenmesi onu seferden alıkoydu' dedi. Muâz b. Cebel de 'Ne kötü söz söyledin! Vallahi ey Allah'ın Rasulü, onun hakkında hayırdan başka bir şey bilmiyoruz' dedi. Onlar böyle konuşurken, sıcağın serabı içinde, bir adamın yürüyerek geldiğini gördüler. Rasulullah (sav) 'Bu, Ebu Hayseme olmalı' buyurdu, Bir de baktık ki gerçekten de gelen Ebu Hayseme idi. Sonra Tebûk seferini tamamlayan Rasulullah (sav) dönüp Medine’ye yaklaşınca, ben, Rasulullah’ın (sav) öfkesinden kurtulmanın yollarını aramaya ve ailemden, kendisine danışılacak herkesten fikir sormaya başladım. Nihayet 'Rasulullah (sav) yarın sabah Medine’ye girecek' denilince artık içimdeki bütün yanlış düşünceler kayboldu ve kesin olarak anladım ki, ancak doğruyu söyleyerek kurtulabilirim. Rasulullah (sav) kuşluk vakti Medine’ye girdi. Her sefer dönüşü adeti olduğu üzere Mescide girer iki rekât namaz kılar ve otururdu. Bu sefer de öyle yaptı. Ardından seferden geri kalanlar gelmeye başladılar. Onlar yemin edip, özür beyan ediyorlar, Hz. Peygamber (sav) de onların zahirî beyanlarını esas kabul edip, onlar için bağışlanma diliyor ve iç dünyalarını ise Allah’a bırakıyordu. Ben de mescide girdim. Rasulullah (sav) beni görünce öfkeli bir adam gibi tebessüm etti. Yanına varıp oturdum. Bana 'Sen binek hazırlamamış mıydın?' buyurdu. Ben de 'Evet, ey Allah’ın Rasûlü, hazırlamıştım' dedim. 'Peki seni alıkoyan ne oldu?' buyurdu. Ben de 'Vallahi, ey Allah’ın Rasulü! Eğer senden başka herhangi birinin yanında bulunsaydım, mutlaka bir mazeret ileri sürer, onun öfkesinden kurtulurdum. Çünkü ben tartışmada güçlü biriyim. Fakat ben biliyorum ki eğer ben, aleyhime de olsa, sana doğruyu söylersem, sen bana kızabilirsin, ama ben Allah’ın affını umarım. Ama, seni hoşnut edecek bir bir yalan söylersem, Allah, onun hakikati konusunda seni bilgilendirir. Allah’a yemin olsun ki, ey Allah’ın Rasulü, hiçbir zaman, Tebûk’tan geri kaldığım günkü kadar varlıklı ve sefere hazırlıklı bir konumda hiç olmadım' dedim. Rasulullah (sav) 'İşte bu adam size doğruyu söyledi. Haydi kalk, artık Allah senin hakkında hükmünü verinceye kadar bekle' buyurdu. Ben kalktım. Kavmimden bazı kimseler peşimden gelip beni azarladılar ve 'Vallahi, daha önce senin günah işlediğini bilmiyoruz. Keşke Hz. Peygamber'in (sav) hoşnut olacağı bir mazeret bildirseydin, ardından O da senin için istiğfar ederdi, böylece kendini, hakkında ne hüküm verileceğini bilmediğin bir konuma düşürmezdin' dediler. Beni o kadar azarladılar ki, dönüp söylediklerimi inkâr etmeyi düşündüm. Sonra onlara 'Benim gibi konuşan oldu mu?' dedim, 'Evet, Hilâl b. Ümeyye ve Murâre b. Rebî de aynı şekilde konuştu' dediler. Bunlar Bedir’e katılmış, salih kimselerdi. Bunun üzerine ben 'Hayır! Vallahi, asla sözümü geri almayacağım, kendimi yalanlamayacağım' dedim." "Ka'b der ki: Sonra Rasulullah (sav), üçümüz hakkında, 'Onlarla kimse konuşmasın' diye emretti. Bundan sonra çarşıya çıktığımda kimse benimle konuşmuyordu. İnsanlar, sanki bizim tanıdığımız insanlar değilmiş gibi bize yabancılaştı. Duvarlar bile sanki tanıdığımız duvarlar değilmiş gibi bize yabancı geliyordu. Hatta yeryüzü bile, sanki tanıdığımız yeryüzü değilmiş gibi, bize yabancı görünüyordu. Ben aslında o iki arkadaşımdan daha güçlüydüm. Çarşıya gidiyor, mescide uğruyor, Rasulullah’a (sav) selam veriyordum. Kendi kendime 'Acaba dudaklarını selamıma karşılık kıpırdattı mı?' diye bakıyordum. Namaz kılmak için direklerden birinin arkasına durduğumda, Rasulullah (sav) göz ucuyla bana bakıyor, ama ben ona bakınca yüzünü çeviriyordu. İki arkadaşım ise tamamen teslimiyet göstermiş, gece gündüz ağlıyor, başlarını bile kaldırmıyorlardı. Bir gün çarşıda dolaşırken, yiyecek satmak için gelen bir Hristiyan adam 'Bana Kaʿb b. Mâlik’i gösterecek kim var?' diye soruyordu. İnsanlar beni işaret ettiler. O da bana geldi ve Gassân melikinden bir mektup getirdi. Mektupta 'Bundan sonra: Arkadaşının seni dışladığı ve sana sırt çevirdiği haberi bana ulaştı. Hâlbuki sen aşağılanacak, zayi edilecek bir yerde değilsin. Bize katıl, seni şereflendirelim' diyordu. Ben mektubu okuyunca 'İşte bu da bir imtihan ve fitne' dedim, hemen tandırı tutuşturdum, mektubu içine atıp yaktım. Kırk gece geçince, Rasulullah’tan (sav) bir elçi geldi ve bana 'Hanımından ayrı dur' dedi. Ben 'Onu boşayacak mıyım?' diye sordum, 'Hayır, ama ona yaklaşma' dedi. Hilâl b. Ümeyye’nin hanımı Rasulullah’a (sav) geldi ve 'Ey Allah’ın Rasulü! Hilâl yaşlı ve güçsüzdür. Ona hizmet etmem için bana izin verir misin?' dedi. Rasulullah (sav) 'Evet, ama sakın sana yaklaşmasın' buyurdu. Kadın 'Vallahi onda böyle bir hal yok! O günden beri gece gündüz ağlıyor, hiç hareket etmiyor' dedi. Kaʿb der ki: İmtihanım uzayınca, amcaoğlum Ebu Katâde’nin bahçesine tırmanıp girdim. Ona selam verdim. Selamımı almadı. 'Ey Ebu Katâde! Allah aşkına söyler misin, ben Allah’ı ve Rasûlünü seviyor muyum?' dedim, sessiz kaldı. Tekrar 'Ey Ebu Katâde! Allah için söyle, ben Allah’ı ve Rasulünü seviyor muyum?' dedim, yine sustu. Üçüncü defa söyledim. Bunun üzerine bana 'Allah ve Rasûlü daha iyi bilir' dedi. Artık kendime hâkim olamadım, ağladım ve bahçeden çıkıp gittim." "Rasulullah’ın (sav) bizimle konuşmayı yasaklamasının üzerinden elli gece geçmişti. Evimizin damında sabah namazını kıldım. Sonra oturdum. Allah'ın 'Bütün genişliğine rağmen yeryüzü onlara dar gelmişti, ve bunalmışlardı' [Tevbe, 9/118] ayetinde buyurduğu konumdaydım. İşte o haldeyken, Sel Dağı’nın tepesinden 'Müjde ey Kaʿb b. Mâlik!' diye bir ses duydum, hemen secdeye kapandım. Anladım ki Allah bize ferahlık vermiştir. Bir adam da atla yanıma geldi ve bana müjdeyi verdi. Ama dağın tepesinden gelen ses attan daha hızlı ulaştı. Müjdeciye sevincimin karşılığı olarak üzerimdeki takım elbisemi verdim, ben de başka bir takım elbise giydim. Bizim tövbemiz (ile ilgili ayetler), gecenin üçte ikisi geçtiğinde Rasulullah’a (sav) inmişti. Ümmü Seleme 'Ey Allah'ın Rasulü! Kaʿb b. Mâlik’e hemen müjde versek olmaz mı?' dedi. Rasulullah (sav) 'Evet, ama o zaman insanlar kapınızı aşındırır, gece boyunca uyumanıza engel olurlar' buyurdu. Ümmü Seleme benim hakkımda hayır düşünen ve halime üzülen biriydi. Ben hemen Rasulullah’a (sav) gittim. Mescitte, etrafı Müslümanlarla çevrili halde oturuyordu. Yüzü ay gibi aydınlanmıştı. Zira o, sevindiğinde yüzü parıldardı. Yanına vardım, oturdum. Bana 'Müjde ey Kaʿb b. Mâlik! Annenin seni doğurduğundan beri sana gelen en hayırlı gün budur' buyurdu. Ben 'Ey Allah’ın Rasulü! Bu müjde sana Allah’tan mı geldi, yoksa sizden mi?' dedim, 'Hayır, Allah’tandır' buyurdu. Sonra 'Andolsun ki, Allah, yine peygambere ve en zor gününde ona uyan Muhacirler'le Ensar'a, içlerinden bir kısmının kalbleri az kalsın kayacak gibi olmuşken, tevbe nasip etti de lütfedip tevbelerini kabul buyurdu. Çünkü O, gerçekten çok şefkatli, çok bağışlayıcıdır' [Tevbe, 9/117] ayetini okudu ve 'Allah’tan sakının ve sadıklarla beraber olun.' [Tevbe, 9/119] ayetinin bizim için de indirildiğini söyledi. Ben 'Ey Allah'ın Rasulü! Tövbemin kabulünün (şükrü olarak) bundan böyle ömrüm boyunca sadece doğruyu söyleyeceğim. Ayrıca bütün malımı sadaka olarak Allah ve Rasûlü’ne vermek istiyorum' dedim. Rasulullah (sav) 'Malının bir kısmını yanında tut, bu senin için daha hayırlıdır' buyurdu. Ben 'Öyleyse Hayber’deki hissemi elimde tutacağım' dedim. Kaʿb der ki: Allah’ın bana İslâm’dan sonra verdiği en büyük nimet, Rasulullah’a doğruyu söylememdir. Eğer o gün yalan söyleseydim, helâk olmuştum. Ben ve iki arkadaşım doğruyu söyledik, Allah da bizi kurtardı. O günden sonra, hiçbir zaman kasten yalan söylemedim ve Allah’ın da ömrüm boyunca beni doğruluk üzere sabit kılmasını ümit ediyorum." Zuhrî der ki: İşte Ka'b b. Mâlik’in kıssasından bize ulaşan rivayet budur.


    Öneri Formu
80874 MA009744 Musannef-i Abdurrezzak, V, 397

Abdurrezzâk, ona Ma'mer, ona Zuhrî, ona Ebu Bekir b. Abdurrahman b. Hâris b. Hişâm, ona da Esmâ bt. Umeys şöyle demiştir: "Rasulullah (sav) ilk olarak Meymûne’nin evinde hastalandı. Hastalığı şiddetlendi ve bayıldı. Eşleri ona ağız yoluyla ilaç damlatma hususunda istişare ettiler ve bu şekilde yaptılar. Ayıldığında 'Bu iş, Habeşistan’ı işaret ederek, şu taraftan gelen kadınların işidir' buyurdu. O kadınlar arasında Esmâ bt. Umeys de vardı. Onlar 'Ey Allah’ın Rasulü! Sizde Zatülcenb hastalığı olduğunu düşündük' dediler. Rasulullah (sav) 'Bu, Allah’ın bana vermeyeceği bir hastalıktır. Amcam Abbas hariç, evde bulunan herkese istinasız bu ilaç içirilsin' buyurdu. O gün oruçlu olmasına rağmen, Rasulullah’ın kesin emri sebebiyle Meymûne’ye de ilaç içirildi. Zuhrî der ki: Bana Ubeydullah b. Abdullah b. Utbe'nin bildirdiğine göre Hz. Âişe şöyle demiştir: Rasulullah (sav) ilk olarak Meymûne’nin evinde hastalandı. Daha sonra, hastalığı benim evimde geçirmek üzere, eşlerinden izin istedi, onlar da izin verdiler. Rasulullah (sav) dışarı çıktı, bir eli Fazl b. Abbas’ın omuzunda, diğer eli başka bir adamın omuzunda olduğu hâlde ayaklarını sürüyerek yürüyordu. Ubeydullah der ki: Bunu İbn Abbas’a anlattım, bana 'Âişe’nin adını anmadığı kişi Ali b. Ebu Tâlib’tir. Hz. Âişe, onun hakkında hayırlı bir söz söylemekten hoşlanmazdı' dedi." Zuhrî der ki: Urve'nin, başkasından aktardığına göre Hz. Âişe şöyle demiştir: "Rasulullah (sav) vefatına sebep olan hastalığı sırasında 'Bana, bağları çözülmemiş yedi kırbadan (su tulumundan) su dökün; umulur ki ferahlık bulur ve insanlara vasiyette bulunurum' buyurdu. Biz de onu Hafsa’nın bakır leğenine oturttuk ve üzerine su döktük. Nihayet eliyle 'yeter' işareti yapınca bıraktık ve o dışarı çıktı." Zuhrî der ki: Bana, babası tevbesi kabul edilen üç kişiden biri olan Abdurrahman b. Ka‘b b. Mâlik şöyle haber vermiştir: "Rasulullah (sav) o gün minbere çıktı, Allah’a hamd edip O’nu övdü ve Uhud günü şehit düşenler için mağfiret diledi. Sonra 'Ey Muhâcirler topluluğu! Siz artmaktasınız. ancak Ensâr artmaz. Ensâr, benim sığınıp yerleştiğim sadık dostlarımdır. Onların değerli olanına değer verin, kusurlu olanlarını da bağışlayın' buyurdu. Zuhrî der ki: Bir adamdan işittiğime göre Rasulullah (sav) (konuşmasının devamında) 'Allah, bir kulunu, dünya ile ahiret arasında serbest bıraktı, o da Rabbi katında olanı tercih etti' buyurdu. Bunun üzerine Ebu Bekir, Hz. Peygamber'in (sav) (bir kul ifadesi ile) kendisini kastettiğini anlayıp ağladı. Rasulullah (sav) ona 'Sakin ol' buyurdu. Sonra da 'Mescide açılan şu kapıların hepsini kapatın, yalnızca Ebu Bekir’in kapısı açık kalsın. Çünkü arkadaşlarım arasında, bana en çok iyilikte bulunma, en çok destek olma açısından, Ebu Bekir’den daha faziletli kimseyi bilmiyorum' buyurdu." Zuhrî der ki: Bana Ubeydullah b. Abdullah b. Utbe, ona da Âişe ve İbn Abbas şöyle haber vermiştir: "Nebî (sav), kendisine hastalık nöbeti geldiğinde kendisine ait bir hırkayı (hamîsa) yüzüne örter, bunaldığı zaman da yüzünü açar ve 'Allah’ın lâneti Yahudiler ve Hristiyanlar üzerine olsun, onlar peygamberlerinin kabirlerini mescit edindiler' buyururdu. Âişe der ki: Hz. Peygamber (sav), böyle söyleyerek, onların yaptıkları gibi yapılmaması için uyarıda bulunuyordu." Ma‘mer der ki: Zührî şöyle demiştir: "Nebî (sav), Abdullah b. Zemʿa’ya 'İnsanlara, namaz kılmalarını emret' buyurdu. Abdullah b. Zemʿa çıktı ve Ömer b. Hattâb’a rastladı. Ona 'İnsanlara sen namaz kıldır' dedi. Bunun üzerine Ömer cemaate namaz kıldırdı. Ömer yüksek sesli bir kimseydi ve sesini yükseltti. Nebî (sav) işitip 'Bu Ömer’in sesi değil mi?' buyurdu. Onlar da 'Evet, ey Allah’ın Elçisi!' dediler. Bunun üzerine Nebî (sav) 'Allah da, müminler de bunu istemez. İnsanlara Ebu Bekir namaz kıldırsın' buyurdu. Ömer, Abdullah b. Zemʿa’ya 'Yaptığın ne kötü oldu. Ben sandım ki Rasulullah (sav), benim namaz kıldırmamı söylemeni sana emretti' dedi. Abdullah b. Zemʿa 'Hayır, vallahi! Bana, kimseye söylememi, emretmedi' dedi. Zührî der ki: Bana Abdullah b. Ömer'in haber verdiğine göre Hz. Âişe şöyle demiştir: Rasulullah (sav) hastalığı ağırlaşınca 'Ebu Bekir’e söyleyin, insanlara namaz kıldırsın' buyurdu. Ben 'Ey Allah’ın Elçisi! Ebu Bekir yufka yürekli bir adamdır, Kur'an okuduğunda gözyaşını tutamaz. Başkasını emretseniz' dedim. Vallahi, insanların Rasulullah’ın (sav) makamında ilk duran kişiden uğursuzluk çıkarmalarından hoşlanmadığım için böyle bir şey söylemiştim. Onu iki veya üç kez bu konuda tekrar uyardım. Bunun üzerine Hz. Peygamber (sav) 'İnsanlara Ebu Bekir namaz kıldırsın! Siz Yusuf’un arkadaşları (kadınları) gibisiniz' buyurdu. Zührî der ki: Bana Enes b. Mâlik şöyle haber vermiştir: Pazartesi günü Nebî (sav) odanın perdesini kaldırdı, Ebu Bekir’i cemaate namaz kıldırırken gördü. Yüzüne baktım, sanki Mushaf yaprağı gibi (dingin ve nurlu), tebessüm ediyordu. Onu görünce neredeyse sevincimizden, namazımızda fitneye düşüyorduk. Ebu Bekir geri çekilmek istedi, fakat Nebî (sav) ona yerinde kalmasını işaret etti, sonra perdeyi indirdi. O gün vefat etti. Ömer ayağa kalkarak 'Rasulullah (sav) ölmedi, Rabbi onu, Mûsâ’yı gönderdiği gibi kırk gece üzerine kırk gece gönderdi. Vallahi umarım ki Rasulullah, (dönecek ve) 'Rasulullah (sav) öldü' diyen bazı münafıkların ellerini ve dillerini kesinceye kadar yaşayacaktır' dedi. Ma'mer der ki: Bana Eyyûb, ona İkrime, ona da Abbas b. Abdülmuttalib şöyle demiştir: Vallahi, Rasulullah’ın aramızda ne kadar kalacağını öğrenmek istedim ve Hz. Peygamber'e (sav) 'Ey Allah’ın Elçisi! Sizin için bir makam yapsak da toz sizden uzaklaşsa ve hasımlar size ulaşamasa' dedim. Nebî 'Bırakın, Allah beni onlardan rahatlatıncaya kadar, onlar ridâmı çekiştirsinler, topuğuma bassınlar, tozları bana ulaşsın' buyurdu. O zaman aramızda fazla kalmayacağını anladım." "Nebî (sav) vefat edince Ömer yine ayağa kalktı ve 'Rasulullah (sav) ölmedi! Sadece Mûsâ gibi bayıldı. Allah’a yemin ederim ki, Allah’ın Rasulü'nün 'Rasulullah (sav) vefat etti' diyen bazı münafıkların ellerini ve dillerini kesinceye kadar yaşayacağını umuyorum' dedi. Hz. Abbas kalktı ve 'Ey insanlar! Aranızda Allah’ın Rasulü'nden (sav), kendisine, bir söz veya sözleşme verilmiş kimse var mı?' dedi. Onlar 'Allah’a yemin olsun ki hayır' dediler. Hz. Abbas 'Allah Rasulü (sav) bağlar (ilişkiler) kurmuş, savaşlar yapmış, faaliyetlerini sürdürmüş, barış yapmış, kadınlarla evlenmiş, boşamış, sizi apaçık bir hüccet ve açık bir yol üzere bırakmıştır. Eğer İbn Hattâb’ın dediği doğru ise, Allah’ın onu bize geri getirmekten aciz kalmayacağını bilin. Yok eğer (dedikleri) doğru değilse, o hâlde bizi sahibimizle (Peygamberimizle) baş başa bırakın. Çünkü o da insanlar gibi (ölüp) toprağa karışacaktır' dedi. Zuhrî der ki: İbn Kâ‘b b. Mâlik, İbn Abbâs’tan şöyle aktarmıştır: Hz. Abbas ve Hz. Ali, Rasulullah'ın (sav) hastalığı sırasında yanından çıktılar. Bir adam onlara rastladı ve 'Ey Ebu Hasan! Allah’ın Rasulü (sav) bu sabah nasıl oldu?' diye sordu. Hz. Ali 'Allah’ın Rasulü (sav) bu sabah şifa bulmuş olarak (iyi) oldu' dedi. Bunun üzerine Hz. Abbas, Hz. Ali’ye 'Üç gün içinde sen, değneğin kölesi (yani başkasına tâbi olan biri) olacaksın' dedi ve sonra 'Ben, Abdülmuttalib oğullarının yüzlerini ölüm anında tanırım. Korkarım ki Allah Rasulü (sav) bu hastalığından kurtulamayacak. Haydi gel, onun yanına gidelim de bu işin (yani halifeliğin) bize ait olup olmadığını soralım. Eğer bize aitse, bunu öğrenmiş oluruz, değilse de, bize karşı iyi davranmasını vasiyet etmesini isteriz' dedi. Hz. Ali ise 'Peki ya yanına gidip de bize bu işi vermezse, insanlar bize verir mi sanıyorsun? Allah’a yemin ederim ki, bunu kendisine asla sormayacağım' dedi. Zuhrî der ki: Hz. Âişe şöyle demiştir: Allah’ın Resûlü'nün (sav) hastalığı ağırlaşınca, üç defa 'Refîku’l-A‘la’ya (Yüce Dost’un yanına)' buyurdu ve ardından ruhunu teslim etti. Ma'mer der ki: Ben, Katâde’nin şöyle dediğini işittim: Allah Rasulü'nün (sav) söylediği son söz şu oldu: Allah’tan korkun ve kadınlar hususunda (onların haklarını gözetmede) ve mülkiyetiniz altındaki kimseler (köleler, hizmetliler) hakkında Allah’tan sakının."


    Öneri Formu
81011 MA009754 Musannef-i Abdurrezzak, V, 428


    Öneri Formu
80791 MA009741 Musannef-i Abdurrezzak, V, 379