1898 Kayıt Bulundu.
Bana Yahya, ona Malik, ona İbn Şihab, ona Said b. Müseyyeb ve Ebu Seleme b. Abdurrahman, onlara da Ebu Hureyre'nin rivayet ettiğine göre Rasulullah (sav) şöyle buyurmuştur: "Hayvan yaralamada diyet yoktur. Kuyu kazma sebebiyle meydana gelen ölümde diyet yoktur. Maden ocağında meydana gelen zararda diyet yoktur. Define mallarında beşte bir oranında vergi vardır." Malik der ki: Hadisteki “cubâr” kelimesi “kendisine diyet gerekmeyen” demektir. Hayvanın meydana getirdiği zarardan binici, sürücü ve yularından çeken kimse sorumludur. Ama hayvana zarar verme olmaksızın, hayvan kendisi (şahlanıp kendiliğinden) zarar vermişse bundan dolayı sorumlu olmazlar. Ömer b. Hattab, atını sürüp zarara sebep olanın, diyet ödemesine hükmetmiştir. Malik der ki: Hayvana binen, iten ve çeken zararı ödemeye, atı koşturan kimseden daha fazla sorumluluk sahibidir. Malik der ki: Bize göre halkın güzergahına kuyu kazan, hayvan bağlayan veya bunların benzerini yapan kimsenin, yaptığı şey, Müslümanların yolu üzerinde yapmaması gereken bir iş ise, bu kimse, bundan dolayı meydana gelen zararı karşılamakla yükümlüdür. Eğer diyet miktarı tam diyetin üçte birinden az ise ödemeyi kendi malından yapar. Diyet miktarı tam diyetin üçte biri kadar veya daha fazla ise âkilesi öder. Şayet bu yaptığı şey, onun Müslümanların yolu üzerinde yapması uygun olan bir iş ise, örneğin kuyuyu yağmur suyu toplamak için kazmış, hayvanından bir iş için inmiş yolda bırakmışsa bunlar sebebiyle meydana gelen zarardan sorumlu olmaz. Malik der ki: Bir adam kuyuya inmeye başlasa arkasından da başka bir adam kuyuya inse önce inen sonra ineni çekse ikisi de düşüp ölseler çekilmek suretiyle ölenin diyetini varislerine buna sebep olanın (çeken kişinin) âkilesi öder. Malik der ki: Bir kimse bir çocuğun kuyuya inmesini veya ağaca çıkmasını emretse ve çocuk bunları yaparken zarar görse veya ölse o emri veren kimse bunun diyetini öder. Malik der ki: Bize göre ihtilafsız kabul edilen görüş şöyledir: Diyet ödemesi gereken âkile ile birlikte olan kadın ve çocuklar diyet ödemez. Diyeti buluğa ermiş erkekler öder. Malik der ki: Köle azat ederek yada aralarında anlaşmak suretiyle taraflar birbirlerinin diyetini ödeyebilirler. Diyeti ödemezlerse, divan ehli denilen devletten maaş alan kimseler birbirlerinin diyetini öderler. Resmi divan ehli oluşmadan Rasulullah (sav) ve Ebu Bekir es-Sıddîk zamanında diyet ödemede Müslümanlar birbirlerine yardım ediyordu. Divan sisteminin teşekkülü Ömer b. Hattab zamanında oldu. Bir kimsenin diyetini akrabasından ve velayet yolu ile bağı olan kimseler dışında başkasının ödemesi gerekmez. Çünkü velayet yabancı kimselere geçmez. Nitekim Rasulullah (sav) "Vela hakkı azat edenindir" buyurmuştur. Malik der ki: Vela sabit olan bir neseptir. Malik der ki: Bize göre hayvanlara zarar veren kimsenin hayvanının bu zarar sebebiyle eksilen kısmını (kıymetini) karşılaması gerekir. Mâlik şöyle demiştir: Bir kimse hakkında kısas cezası (ölüm cezası) varsa ve o kimse (bundan önce) had cezası gerektiren bir suç işlerse, o had cezası uygulanmaz. Çünkü ölüm cezası, diğer bütün cezaları ortadan kaldırır. Ancak iftira bunun dışındadır. Çünkü iftira, kendisine iftira edilen kişi açısından sabit olur ve ona 'neden sana iftira atan kişiye had cezasını uygulatmadın?' diye sorulur. Bu durumda, ben derim ki: kısas uygulanacak kişi önce iftira cezası ile cezalandırılır, sonra öldürülür. Ancak onun yaptığı herhangi bir yaralama için kısas yapılmasını doğru bulmam; çünkü ölüm cezası bu tür cezaları kapsar. Malik der ki: Bir kimse köy veya başka bir yerde toplum içinde öldürülmüş olarak bulunursa (şüpheli olarak) ölüye evi ve yeri en yakın kimse sorumlu tutulmaz. Çünkü bu kimse başka bir yerde öldürülüp onları suçlu göstermek için kapılarına atılmış olabilir. Bu gibi durumlardan dolayı kimse sorumlu tutulmaz. Malik der ki: Bir grup insan kavga etse, ayrıldıklarında kimin yaptığı bilinmeyen yaralı veya ölü bir kimse olsa, bu konuda duyduklarımın en iyisine göre, diyeti kavga ettikleri kişilerin tamamının ödemesi gerektiğidir. Ölü veya yaralı kavga eden iki gruptan da değilse bu durumda diyeti her iki grubun ödemesi gerekir.
Açıklama: Âkile miras hukukunda baba tarafından erkek akrabaları ifade eden bir terimdir. Kültürümüzde Hadisler projesini ilgilendiren kısım: جَرْحُ الْعَجْمَاءِ جُبَارٌ
Bana Yahya, ona Malik, ona İbn Şihab, ona Said b. Müseyyeb ve Ebu Seleme b. Abdurrahman, onlara da Ebu Hureyre'nin rivayet ettiğine göre Rasulullah (sav) şöyle buyurmuştur: "Hayvan yaralamada diyet yoktur. Kuyu kazma sebebiyle meydana gelen ölümde diyet yoktur. Maden ocağında meydana gelen zararda diyet yoktur. Define mallarında beşte bir oranında vergi vardır." Malik der ki: Hadisteki “cubâr” kelimesi “kendisine diyet gerekmeyen” demektir. Hayvanın meydana getirdiği zarardan binici, sürücü ve yularından çeken kimse sorumludur. Ama hayvana zarar verme olmaksızın, hayvan kendisi (şahlanıp kendiliğinden) zarar vermişse bundan dolayı sorumlu olmazlar. Ömer b. Hattab, atını sürüp zarara sebep olanın, diyet ödemesine hükmetmiştir. Malik der ki: Hayvana binen, iten ve çeken zararı ödemeye, atı koşturan kimseden daha fazla sorumluluk sahibidir. Malik der ki: Bize göre halkın güzergahına kuyu kazan, hayvan bağlayan veya bunların benzerini yapan kimsenin, yaptığı şey, Müslümanların yolu üzerinde yapmaması gereken bir iş ise, bu kimse, bundan dolayı meydana gelen zararı karşılamakla yükümlüdür. Eğer diyet miktarı tam diyetin üçte birinden az ise ödemeyi kendi malından yapar. Diyet miktarı tam diyetin üçte biri kadar veya daha fazla ise âkilesi öder. Şayet bu yaptığı şey, onun Müslümanların yolu üzerinde yapması uygun olan bir iş ise, örneğin kuyuyu yağmur suyu toplamak için kazmış, hayvanından bir iş için inmiş yolda bırakmışsa bunlar sebebiyle meydana gelen zarardan sorumlu olmaz. Malik der ki: Bir adam kuyuya inmeye başlasa arkasından da başka bir adam kuyuya inse önce inen sonra ineni çekse ikisi de düşüp ölseler çekilmek suretiyle ölenin diyetini varislerine buna sebep olanın (çeken kişinin) âkilesi öder. Malik der ki: Bir kimse bir çocuğun kuyuya inmesini veya ağaca çıkmasını emretse ve çocuk bunları yaparken zarar görse veya ölse o emri veren kimse bunun diyetini öder. Malik der ki: Bize göre ihtilafsız kabul edilen görüş şöyledir: Diyet ödemesi gereken âkile ile birlikte olan kadın ve çocuklar diyet ödemez. Diyeti buluğa ermiş erkekler öder. Malik der ki: Köle azat ederek yada aralarında anlaşmak suretiyle taraflar birbirlerinin diyetini ödeyebilirler. Diyeti ödemezlerse, divan ehli denilen devletten maaş alan kimseler birbirlerinin diyetini öderler. Resmi divan ehli oluşmadan Rasulullah (sav) ve Ebu Bekir es-Sıddîk zamanında diyet ödemede Müslümanlar birbirlerine yardım ediyordu. Divan sisteminin teşekkülü Ömer b. Hattab zamanında oldu. Bir kimsenin diyetini akrabasından ve velayet yolu ile bağı olan kimseler dışında başkasının ödemesi gerekmez. Çünkü velayet yabancı kimselere geçmez. Nitekim Rasulullah (sav) "Vela hakkı azat edenindir" buyurmuştur. Malik der ki: Vela sabit olan bir neseptir. Malik der ki: Bize göre hayvanlara zarar veren kimsenin hayvanının bu zarar sebebiyle eksilen kısmını (kıymetini) karşılaması gerekir. Mâlik şöyle demiştir: Bir kimse hakkında kısas cezası (ölüm cezası) varsa ve o kimse (bundan önce) had cezası gerektiren bir suç işlerse, o had cezası uygulanmaz. Çünkü ölüm cezası, diğer bütün cezaları ortadan kaldırır. Ancak iftira bunun dışındadır. Çünkü iftira, kendisine iftira edilen kişi açısından sabit olur ve ona 'neden sana iftira atan kişiye had cezasını uygulatmadın?' diye sorulur. Bu durumda, ben derim ki: kısas uygulanacak kişi önce iftira cezası ile cezalandırılır, sonra öldürülür. Ancak onun yaptığı herhangi bir yaralama için kısas yapılmasını doğru bulmam; çünkü ölüm cezası bu tür cezaları kapsar. Malik der ki: Bir kimse köy veya başka bir yerde toplum içinde öldürülmüş olarak bulunursa (şüpheli olarak) ölüye evi ve yeri en yakın kimse sorumlu tutulmaz. Çünkü bu kimse başka bir yerde öldürülüp onları suçlu göstermek için kapılarına atılmış olabilir. Bu gibi durumlardan dolayı kimse sorumlu tutulmaz. Malik der ki: Bir grup insan kavga etse, ayrıldıklarında kimin yaptığı bilinmeyen yaralı veya ölü bir kimse olsa, bu konuda duyduklarımın en iyisine göre, diyeti kavga ettikleri kişilerin tamamının ödemesi gerektiğidir. Ölü veya yaralı kavga eden iki gruptan da değilse bu durumda diyeti her iki grubun ödemesi gerekir.
Açıklama: Âkile miras hukukunda baba tarafından erkek akrabaları ifade eden bir terimdir.
Bana Yahya, ona Malik, ona Ebu Leyla b. Abdullah b. Abdurrahman b. Sehl ona Sehl b. Ebu Hasme ona da kavminin büyüklerinden bazı kimseler şöyle rivayet etmiştir: Abdullah b. Sehl ile Muhayyisa, maruz kaldıkları açlık ve meşakkatten dolayı (açlıklarını giderecek bir şeyler bulmak umuduyla) Hayber'e gittiler. Orada Muhayyisa'ya gelinerek (amcasının oğlu) Abdullah b. Sehl’in öldürülüp bir kuyuya veya bir su kaynağına atıldığı haber verildi. O da Yahudilere gidip “Vallahi onu siz öldürdünüz” dedi. Yahudiler de “Vallahi onu biz öldürmedik” dediler. Muhayyisa (cenazeyi toprağa verdikten sonra) (Medine'ye) doğru yola çıktı. Kavminin yanına gelince durumu onlara haber verdi. Sonra Muhayyisa, abisi Huveyyisa ve (maktulün kardeşi) Abdurrahman, (Hz. Peygamber'e [sav]) geldiler. Hayber'den gelen Muhayyisa konuşmaya başlayınca, Hz. Peygamber (sav) yaşça büyüklüğü kastederek "Söz hakkını büyüğe ver, büyüğün konuşsun" dedi. Bunun üzerine önce Huveyyisa, sonra da Muhayyisa konuştu. Daha sonra Hz. Peygamber (sav) "(Yahudiler) ya maktulün diyetini öderler ya da bize harp ilân etmiş olurlar" dedi. Hz. Peygamber (sav) Hayber Yahudilerine bu hususta mektup gönderdi. Onlar da "Vallahi onu biz öldürmedik" diye cevap yazınca, Hz. Peygamber (sav) Huveyyisa, Muhayyisa ve Abdurrahman'a "Adamınızın kan bedeline hak kazanmak için (onu Yahudilerden birinin öldürdüğüne) yemin eder misiniz?" dedi. Onlar "Hayır" deyince, Hz. Peygamber (sav) (o halde) "Yahudiler sizin iddianızı red için yemin edecekler" dedi. Onlar da "Yahudiler müslüman değil (onların yeminlerine güvenemeyiz)" deyince, Hz. Peygamber (sav) maktulün diyetini kendisi (Beytülmâl'den) vermeyi üstlendi ve yüz dişi deve gönderdi. Hatta develer onların evine kadar götürüldü. Sehl der ki “Bunlardan kırmızı bir dişi deve beni tepmişti.” Mâlik şöyle demiştir: Hadiste geçen 'el-fakîr' kelimesi kuyu anlamına gelir.
Açıklama: Rivayet isnadında yer alan mübhem yani ismi verilmeyen râviler nedeniyle zayıftır. Bununla birlikte hadisin sahih rivayeti de bulunmaktadır. Hadiste geçen mesele "kasâme" ile alâkalıdır. Bu terim, fâili meçhul cinayetlerde sorumluluğu tespit için cinayetin işlendiği bölge insanlarının veya maktulün yakınlarının yemin etmesi usulünü ifade etmektedir (bk. Ali Bardakoğlu, "Kasâme", TDV İslâm Ansiklopedisi, 24/528).
Bana Yahya, ona Malik kendisine şöyle rivayet ulaştığını haber vermiştir: "Mervan b. Hakem, Muaviye b. Ebu Süfyan'a mektup yazarak, kendisine sarhoş bir katilin getirildiğini, (buna kısas uygulanıp uygulanmayacağını) bildirilmesini (talep etmiş), Muaviye de “öldürdüğü kişiye karşılık onu öldür (kısas uygula)” diye cevap vermiştir." İmam Malik der ki: "Hür ile hür, köle ile köle, kadın ile kadın kısas edilir." [Bakara, 2/178] ayetinin açıklanması hakkında işittiklerimin en güzeli şudur: Erkekler arasında kısas olduğu gibi, kadınlar arasında da olur. Hür erkeği öldüren hür erkek, öldürüldüğü gibi, hür kadını öldüren hür kadın da öldürülür. Yine erkek köleyi öldüren erkek köle öldürüldüğü gibi, cariyeyi öldüren cariye de öldürülür. Şu halde kısas, erkekler arasında olduğu gibi, kadınlar arasında da olur. Yine bunun gibi kısas, erkeklerle kadınlar arasında da olur. Nitekim Allah Teala, Kur'an-ı Kerim'de şöyle buyurmaktadır: "Biz Tevrat’ta onlara şunu farz kılmıştık: Cana can, göze göz, buruna burun, kulağa kulak, dişe diş karşılıktır; yaralamalar da böyle kısas yapılacaktır." [Mâide, 5/45] Allah Teala cana karşı canın kısas olunacağını bildirdi. O halde hür adam öldüren kadın, kısas yapılarak öldürülür, onu yaralayan kadın da kısas yapılarak yaralanır. İmam Malik der ki: Biri bir adamı diğerinin dövmesi için tutar da o da orada ölünceye kadar döverse, bakılır. Şayet tutan öldürmesi için tutmuşsa o zaman her ikisi de öldürülür. Fakat sadece örfen insanların dövdüğü gibi dövmesi için tutup da öldürmek niyetiyle döveceğini bilmiyorsa o zaman katil öldürülür. Tutana da onu tuttuğu için bir sene hapis cezası verilir, öldürülmez. İmam Malik der ki: Kasten bir adamı öldüren veya gözünü çıkaran kimse kısas yapılmadan önce öldürülse veya gözü çıkarılsa, o zaman ne diyet verilmesi ve ne de kısas yapılması gerekir. Çünkü öldürülen veya gözü çıkarılan kimsenin hakkı, o adamın canında veya gözünde idi. Bunlar da kısastan önce yok olmuştur. Bu, birinin bir adam öldürerek katil olduktan sonra ölmesi gibidir. Katil öldükten sonra ölü sahibinin ne diyet ve ne de başka bir şey isteme hakkı yoktur. Çünkü Allah Teala "Öldürülenler hakkında size kısas farz kılındı. Hür, hür ile, köle köle ile kısas olunur" [Bakara, 2/178] buyurdu. İmam Malik der ki: Kısas, maktulü öldüren katile uygulanır. Katil ölünce maktulün kısası da, diyeti de kalmaz. İmam Malik der ki: Yaralamalarda hür ile köle arasında kısas olmaz. Hür kimseyi kasten öldüren köle öldürülür. Fakat köleyi kasten öldüren hür kimse öldürülmez. İşittiklerimin en güzeli budur. Kasıtlı Adam Öldürmede Affetme (باب العفو في قتل العمد) Yahya'nın, Malik’ten rivayet ettiğine göre Malik, ilim ehli arasında güvenilir gördüğü kimselerin şöyle dediğini belirtmektedir: Bir adam, kendisini kasten öldürecek kişiyi affetmesini (varislerine) vasiyet ederse, bu onun için caizdir. Çünkü kanı üzerinde, kendisinden sonraki varislerinden daha fazla hak sahibidir. Malik der ki: Bir kimse, kendisine kasten yapılan bir öldürme eyleminden sonra affederse —yani hakkı doğduktan sonra affederse— bu durumda katilin üzerine diyet gerekmez. Ancak affeden kişi, affederken “diyet şartıyla affediyorum” demişse, o zaman diyet gerekir. Malik şöyle der ki: Bir kişi kasıtlı olarak birini öldürür de affedilirse, bu kişiye yüz sopa vurulur ve bir yıl hapsedilir. Malik der ki: Bir kişi kasıtlı olarak birini öldürür ve bu konuda delil (şahitlik) bulunursa, ölenin oğulları ve kızları varsa, oğulları affeder ama kızları affetmeyi kabul etmezse, oğulların affı kızlar için de geçerli olur. Çünkü kan davası ve affetme hususunda erkek çocukların sözü geçerlidir, kızların bu konuda bir yetkisi yoktur. Yaralanmalarda Kısas (باب القصاص في الجِراح) Yahya'nın rivayet ettiğine göre Malik şöyle demiştir: Bizim nezdimizde genel kabul gören görüşe göre, bir kimse kasıtlı olarak birinin kolunu ya da bacağını kırarsa, kısas uygulanır ve diyet gerekmez (çünkü kasıt vardır). Malik der ki: (Hem failin hem de mağdurun yaralandığı bir yaralamada) mağdurun yarası iyileşinceye kadar kimseye kısas uygulanmaz. Eğer mağdurun iyileşmesinden sonra faildeki yara da mağdurunkiyle aynı olursa, bu durumda kısas uygulanır. Eğer failin yarası mağdurunkinden daha ağır olursa ya da ölürse, o zaman mağdur olan kişiye bir sorumluluk yüklenmez. Ama failin yarası iyileşir ve mağdurda bir sakatlık, eksiklik veya bozulma kalırsa, bu durumda mağdur failin aynı uzvunu kıramaz ve birebir kısas yapılmaz. Ancak uğradığı zarar oranında diyet (tazminat) ödenir. Bu kural, bedenin diğer bölgelerinde meydana gelen yaralanmalar için de geçerlidir. Malik şöyle der ki: Bir erkek, hanımının bir gözünü kör eder, elini kırar ya da parmağını keserse —ve bunu bilerek, kasten yaparsa— hanımı kendisinden kısas (aynı şekilde karşılık) alır. Ama bir adam, karısını kamçıyla ya da ip ile vurur da kasıtlı olmadan ona bir zarar verirse, bu durumda kısas yapılmaz. Fakat verdiği zarar oranında tazminat (diyet) öder.