1898 Kayıt Bulundu.
Bize İbn Şihab, ona Âmir b. Sa'd b. Ebu Vakkâs, ona da babası (Sa'd b. Ebu Vakkâs) şöyle demiştir: "Vedâ haccı yılında yakalandığım ağır bir hastalık sebebiyle Rasulullah beni ziyarete geldi. O zaman ben 'Ey Allah'ın Rasulü! Hastalığımın hangi boyutlara ulaştığını görüyorsun. Zengin biri olmama rağmen bir kızım dışında hiçbir mirasçım yoktur. Mal varlığımın üçte ikisini sadaka olarak dağıtayım mı?' dedim. Rasulullah (sav) da 'Hayır' dedi. Ben 'O halde yarısını vereyim' deyince o yine 'Hayır' dedi. Daha sonra Rasulullah (sav) 'Üçte birini ver. Ne var ki üçte biri bile (sadaka olarak vermek için) çok fazla. Aileni zengin olarak bırakman, insanlara el açar ve muhtaç bir halde arkanda bırakmandan daha hayırlıdır. Allah rızası için harcadığın her şeyden sevap kazanırsın. Hatta hanımının ağzına koyduğun bir lokmadan bile sana sevap vardır' dedi. Ben 'Ey Allah'ın Rasulü! Ben (Medine’ye dönen) arkadaşlarımdan geri kalacak mıyım?' dedim. O (sav) da 'Onlardan geri kalmayacaksın. Aksine (ilerde) her işleyeceğin her bir amel için bir derece ve yüksek makam kazanacaksın. Bir grup insan senden fayda görüp diğer bir grup da zarar görünceye dek yaşayacaksın. Allahım! Ashabımın hicretini tamamına erdir. Onları ökçeleri üzere geri çevirme. Ah gidi talihsiz Sa'd b. Havle' dedi. Rasulullah (sav) onun Mekke'de vefat etmesine olan üzüntüsünü dile getirdi." Malik der ki: Hamilenin vasiyetine ve mali hukukuna ilişkin duyduğum en güzel şey onun hasta gibi değerlendirilmesidir. Eğer hastalık ölüm korkusu oluşturmayacak şekilde hafif ise böyle bir kişi malı hakkında dilediği gibi tasarrufta bulunur. Hastalığı ölüm korkusu oluşturuyorsa malının sadece üçte biri üzerinde dilediği tasarrufta bulunabilir. Hamile kadının durumu da böyledir. Hamileliğinin ilk zamanları sevinç ve mutluluk evresidir, korkulacak bir durum ve hastalık hali yoktur. Zira Allah tebâreke ve teâlâ kitabında "... biz de ona (İbrahim'in eşine) İshâk’ı, İshâk’ın ardından da torunu Yâkub’u müjdeledik." [Hûd, 11/71] ve "... eşi hafif bir yük yüklenip hamile kalır ve onu karnında bir müddet taşır. Nihâyet hamileliği ağırlaşınca, eşler birlikte, bir endişe ve telaşla Rableri olan Allah’a yönelerek: “Eğer bize eli ayağı düzgün kusursuz bir çocuk verirsen, yemin olsun ki, biz de karşılığında şükredenlerden olacağız” diye dua ederler." [Araf, 7/189] buyurmuştur. Hamileliği ağırlaşan kadın, malının sadece üçte birine yönelik dilediği gibi tasarrufta bulunma yetkisine sahiptir. Hamilelik, altı ay geçtikten sonra ağır hastalık niteliği kazanır. Zira Allah tebâreke ve teâlâ kitabında "Anneler, bebeklerini tam iki sene emzirsinler." [Bakar, 2/233] buyurmuştur. Keza "Hamilelik ve sütten ayrılması (toplam olarak) otuz ay sürer." [Ahkâf, 46/15] buyurmuştur. Hamilelik süresi altı ayı dolmuş kadının malının üçte biri dışında tasarrufta bulunma hakkı yoktur. Savaşa katılıp safta yerini alan kişinin de malının üçte biri dışında tasarrufta bulunması caiz değildir. Çünkü o bu durum süresince hamileliği ağırlaşmış ve ölüm korkusu taşıyan hasta gibidir. Şu ayet nesh edilmiştir: "Birinize ölüm gelip çattığı zaman, eğer geride bir mal bırakmışsanız ananıza, babanıza ve yakın akrabanıza meşru bir tarzda vasiyette bulunmanız farz kılındı." [Bakara, 2/180] Bu ayeti miras paylaşımına dair ayetler nesh etmiştir. Bizim bildiğimiz (Medine uleması arasında) tartışma bulunmayan sabit sünnete göre ölünün -diğer varislerinin izin vermesi dışında- varis için vasiyette bulunması caiz değildir. Şayet bazı varisler buna izin verip diğerleri vermezse izin verenlerin payına yönelik vasiyet geçerli olurken izin vermeyenlerin malında geçersiz sayılır. Malının üçte biri dışında tasarruf hakkına sahip olmayan hasta kişi malının üçte birinden fazlasında bir varisi lehine tasarrufta (vasiyette) bulunmak için diğer mirasçılarından izin ister, onlar da izin verirse artık onların cayma hakları yoktur. Şayet cayma hakları olsaydı hepsi (vasiyette bulunan ölü hayattayken vasiyette bulunması için yetki ve) izin verip o öldükten sonra da cayıp vasiyete konu olan malı alıkoyarlar, malının üçte birine ve kendine izin verilen kadarına yönelik vasiyeti görmezden gelirlerdi. Kişi sağlıklıyken bir varisi lehine vasiyette bulunmak amacıyla diğer varislerinden izin istese onlar da izin verseler bu onlar için bağlayıcı olmaz. Varislerin (izin verme hakkı doğmadan izin vermeleri sebebiyle) dilerlerse bunu reddetme ve cayma hakları vardır. Çünkü adam sağlıklı iken malının tamamına yönelik (varislerden izin almaksızın) dilediği gibi tasarrufta (vasiyette) bulunma hakkına sahiptir. Şayet malının tamamını gözden çıkarıp hepsini sadaka olarak dağıtır veya birine vermek isterse bunun için hakkı ve yetkisi vardır. Kişinin varislerinden izin istemesi, malının tamamına yönelik tasarruf yetkisi ortadan kalkıp sadece üçte birlik bölümünde tasarrufta bulunma hakkı kaldığı ve varislerin kalan üçte ikilik bölümünde tasarruf yetkisi kazandıkları zaman caiz olur. Şayet kişi vefatına yakın payında tasarrufta bulunmak için varislerinden birinden izin istese o da verse, ancak herhangi bir tasarrufta bulunmasa o pay varise döner. Ancak ölen kişi bu hakkı tanıyan varisine “falanca, yoksul ve zayıf olduğu için kendi payını ona bağışlamanı istiyorum” dese, o da bunu kabul etse, kendisine bağış yapılan kişi ismen belli olduğu takdirde bu caizdir. Eğer varislerden biri kendi payını, miras sahibine (tasarrufta bulunabilmesi için) bağışlar, o da bir bölümünde tasarrufta bulunup diğer bölümünde tasarrufta bulunmazsa kalan bölüm bağışta bulunan varise geri döner. Şayet kişi (sağlıklı iken) bir varisine kabzetmediği bir şey verdiğini hatırlasa diğer varisler de bunu kabul etmezse (kabzedilmeye) o pay Allah’ın kitabında belirlendiği üzere miras olarak bütün varislere döner. Çünkü ölen kişi malının üçte birlik kısmı için böyle bir şeyin gerçekleşmesini murad etmemiştir ve malın üçte birlik bölümü kendilerine vasiyet edilen mirasçılar bunu paylaşıma katmazlar.
Bana Malik, ona Nâfi, ona Abdullah b. Ömer'in rivayet ettiğine göre Hz. Peygamber (sav) şöyle buyurmuştur: "Bir köledeki hissesini azat eden kimsenin, kölenin geri kalan hisselerini azat edebilecek miktara ulaşan malı varsa, kölenin piyasa değeri tespit edilir, o kimse diğer ortakların hisselerine düşen parayı öder ve köle azat olur. O kimsenin malı yoksa, kendi hissesiyle ilgili yaptığı azat geçerlidir." Malik der ki: Azat edilen köle konusunda bizim ittifak ettiğimiz hüküm şudur: Bir efendi vefatından sonra olmak kaydıyla bir köledeki payının üçte birini, veya dörtte birini, yahut yarısını ya da her hangi bir miktarda payını azat etse, kölenin tamamı değil, sadece efendinin azat ettiği ve belirttiği miktarı azat olur. Çünkü efendi hayatta iken dilediği kadarını azat etmede serbestti. Ancak efendinin vefatından sonra, sadece efendinin azat ettiği hisse kadarının azadı vaciptir. Vasiyet eden efendinin payından kölenin azadı gerçekleştiğinde, bu azat ancak vasiyet eden efendinin payına düşen (üçte bir) kadarına geçerli olur. Kölenin kalanı azat olmaz. Çünkü artık malı başkasına (varisine) geçmiştir. Artık başka bir topluluğun (varislerin) malı haline gelen kölenin tamamını ölen kimse nasıl azat edebilir ki? Onlar (varisler) azat etme işini başlatmış değil, azat etme işi onlar için sübut bulmuş değil, velayet hakkı onlara ait değildir. Bütün bunlar azat eden ve velayet hakkına sahip olan, vefat etmiş efendinin yaptığı şeylerdir. Onun, kölenin kalanını azat etmeyi, başkasının malından vasiyet ederek gerçekleştirmesi düşünülemez. Bunu ancak ortakların ve varislerin yapması gerekir. Ortakların malın üçte birine tekabül eden miktarda bu azat işini yapmaktan kaçınma hakları yoktur. Çünkü varislerin bu konuda bir zararı söz konusu değildir. Malik der ki: Bir adam hasta iken kölesinin üçte birini azat etse, bu azat kesinleşir ve malın üçte birinde geçerli olmak üzere bu azadın tamamı gerçekleşir. Çünkü bu adamın konumu, vefatından sonra kölesinin üçte birini azat eden ile aynı değildir. Çünkü vefatından sonra olmak üzere, kölesinin üçte birinin azat olmasını vasiyet eden adam, belki yaşasaydı görüşünden dönebilir ve azat işini geçerli kılmayabilirdi. Efendisi hasta iken üçte birini azat ettiği kölenin, efendi hayatta ise tamamı azat olur, vefat etmişse, azat olma işi, üçte biri için geçerli olur. Çünkü vefat edenin tasarrufu üçte birine, hayatta olanın ise malın tamamına geçerli olur. Azat Etmede Şart Koşma Konusu: İmam Malik der ki: Kölesini kesin olarak azat eden bir kişi, kölenin şahadeti kabul edilir hale geldikten, dokunulmazlığı kesinleştikten ve mirası sabit olduktan sonra, artık normal kölesine şart koştuğu hizmet ve işleri ona da şart koşamaz ve kölelerin yapacakları işleri yaptıramaz. Çünkü Rasulullah (sav) şöyle buyurmuştur: "Bir köledeki hissesini azat eden efendinin, kölenin geri kalan hissesini azat edebilecek miktar bulan malı varsa, kölenin piyasa değeri tespit edilir, o kimse diğer ortaklara, hisselerine düşen payı öder ve köle onun adına azat olur." İmam Malik der ki: Köle sadece bir kişiye aitse ve bir kölenin kısmını azat etmişse, bu kişiye lâyık olan kölenin tamamını azat etmektir. Kısmen köle, kısmen hür olarak bırakılamaz.