Öneri Formu
Hadis Id, No:
37226, MU001400
Hadis:
وَحَدَّثَنِى مَالِكٌ أَنَّهُ بَلَغَهُ عَنْ سُلَيْمَانَ بْنِ يَسَارٍ مِثْلُ ذَلِكَ . قَالَ مَالِكٌ فِى رَجُلٍ اشْتَرَى شِقْصًا مَعَ قَوْمٍ فِى أَرْضٍ بِحَيَوَانٍ عَبْدٍ أَوْ وَلِيدَةٍ أَوْ مَا أَشْبَهَ ذَلِكَ مِنَ الْعُرُوضِ فَجَاءَ الشَّرِيكُ يَأْخُذُ بِشُفْعَتِهِ بَعْدَ ذَلِكَ فَوَجَدَ الْعَبْدَ أَوِ الْوَلِيدَةَ قَدْ هَلَكَا وَلَمْ يَعْلَمْ أَحَدٌ قَدْرَ قِيمَتِهِمَا فَيَقُولُ الْمُشْتَرِى قِيمَةُ الْعَبْدِ أَوِ الْوَلِيدَةِ مِائَةُ دِينَارٍ وَيَقُولُ صَاحِبُ الشُّفْعَةِ الشَّرِيكُ بَلْ قِيمَتُهُمَا خَمْسُونَ دِينَارًا . قَالَ مَالِكٌ يَحْلِفُ الْمُشْتَرِى أَنَّ قِيمَةَ مَا اشْتَرَى بِهِ مِائَةُ دِينَارٍ ثُمَّ إِنْ شَاءَ أَنْ يَأْخُذَ صَاحِبُ الشُّفْعَةِ أَخَذَ أَوْ يَتْرُكَ إِلاَّ أَنْ يَأْتِىَ الشَّفِيعُ بِبَيِّنَةٍ أَنَّ قِيمَةَ الْعَبْدِ أَوِ الْوَلِيدَةِ دُونَ مَا قَالَ الْمُشْتَرِى . قَالَ مَالِكٌ مَنْ وَهَبَ شِقْصًا فِى دَارٍ أَوْ أَرْضٍ مُشْتَرَكَةٍ فَأَثَابَهُ الْمَوْهُوبُ لَهُ بِهَا نَقْدًا أَوْ عَرْضًا فَإِنَّ الشُّرَكَاءَ يَأْخُذُونَهَا بِالشُّفْعَةِ إِنْ شَاءُوا وَيَدْفَعُونَ إِلَى الْمَوْهُوبِ لَهُ قِيمَةَ مَثُوبَتِهِ دَنَانِيرَ أَوْ دَرَاهِمَ . قَالَ مَالِكٌ مَنْ وَهَبَ هِبَةً فِى دَارٍ أَوْ أَرْضٍ مُشْتَرَكَةٍ فَلَمْ يُثَبْ مِنْهَا وَلَمْ يَطْلُبْهَا فَأَرَادَ شَرِيكُهُ أَنْ يَأْخُذَهَا بِقِيمَتِهَا فَلَيْسَ ذَلِكَ لَهُ مَا لَمْ يُثَبْ عَلَيْهَا فَإِنْ أُثِيبَ فَهُوَ لِلشَّفِيعِ بِقِيمَةِ الثَّوَابِ . قَالَ مَالِكٌ فِى رَجُلٍ اشْتَرَى شِقْصًا فِى أَرْضٍ مُشْتَرَكَةٍ بِثَمَنٍ إِلَى أَجَلٍ فَأَرَادَ الشَّرِيكُ أَنْ يَأْخُذَهَا بِالشُّفْعَةِ . قَالَ مَالِكٌ إِنْ كَانَ مَلِيًّا فَلَهُ الشُّفْعَةُ بِذَلِكَ الثَّمَنِ إِلَى ذَلِكَ الأَجَلِ وَإِنْ كَانَ مَخُوفًا أَنْ لاَ يُؤَدِّىَ الثَّمَنَ إِلَى ذَلِكَ الأَجَلِ فَإِذَا جَاءَهُمْ بِحَمِيلٍ مَلِىٍّ ثِقَةٍ مِثْلِ الَّذِى اشْتَرَى مِنْهُ الشِّقْصَ فِى الأَرْضِ الْمُشْتَرَكَةِ فَذَلِكَ لَهُ . قَالَ مَالِكٌ لاَ تَقْطَعُ شُفْعَةَ الْغَائِبِ غَيْبَتُهُ وَإِنْ طَالَتْ غَيْبَتُهُ وَلَيْسَ لِذَلِكَ عِنْدَنَا حَدٌّ تُقْطَعُ إِلَيْهِ الشُّفْعَةُ . قَالَ مَالِكٌ فِى الرَّجُلِ يُوَرِّثُ الأَرْضَ نَفَرًا مِنْ وَلَدِهِ ثُمَّ يُولَدُ لأَحَدِ النَّفَرِ ثُمَّ يَهْلِكُ الأَبُ فَيَبِيعُ أَحَدُ وَلَدِ الْمَيِّتِ حَقَّهُ فِى تِلْكَ الأَرْضِ فَإِنَّ أَخَا الْبَائِعِ أَحَقُّ بِشُفْعَتِهِ مِنْ عُمُومَتِهِ شُرَكَاءِ أَبِيهِ . قَالَ مَالِكٌ وَهَذَا الأَمْرُ عِنْدَنَا . قَالَ مَالِكٌ الشُّفْعَةُ بَيْنَ الشُّرَكَاءِ عَلَى قَدْرِ حِصَصِهِمْ يَأْخُذُ كُلُّ إِنْسَانٍ مِنْهُمْ بِقَدْرِ نَصِيبِهِ إِنْ كَانَ قَلِيلاً فَقَلِيلاً وَإِنْ كَانَ كَثِيرًا فَبِقَدْرِهِ وَذَلِكَ إِنْ تَشَاحُّوا فِيهَا . قَالَ مَالِكٌ فَأَمَّا أَنْ يَشْتَرِىَ رَجُلٌ مِنْ رَجُلٍ مِنْ شُرَكَائِهِ حَقَّهُ فَيَقُولُ أَحَدُ الشُّرَكَاءِ أَنَا آخُذُ مِنَ الشُّفْعَةِ بِقَدْرِ حِصَّتِى . وَيَقُولُ الْمُشْتَرِى إِنْ شِئْتَ أَنْ تَأْخُذَ الشُّفْعَةَ كُلَّهَا أَسْلَمْتُهَا إِلَيْكَ وَإِنْ شِئْتَ أَنْ تَدَعَ فَدَعْ فَإِنَّ الْمُشْتَرِىَ إِذَا خَيَّرَهُ فِى هَذَا وَأَسْلَمَهُ إِلَيْهِ فَلَيْسَ لِلشَّفِيعِ إِلاَّ أَنْ يَأْخُذَ الشُّفْعَةَ كُلَّهَا أَوْ يُسْلِمَهَا إِلَيْهِ فَإِنْ أَخَذَهَا فَهُوَ أَحَقُّ بِهَا وَإِلاَّ فَلاَ شَىْءَ لَهُ . قَالَ مَالِكٌ فِى الرَّجُلِ يَشْتَرِى الأَرْضَ فَيَعْمُرُهَا بِالأَصْلِ يَضَعُهُ فِيهَا أَوِ الْبِئْرِ يَحْفِرُهَا ثُمَّ يَأْتِى رَجُلٌ فَيُدْرِكُ فِيهَا حَقًّا فَيُرِيدُ أَنْ يَأْخُذَهَا بِالشُّفْعَةِ إِنَّهُ لاَ شُفْعَةَ لَهُ فِيهَا إِلاَّ أَنْ يُعْطِيَهُ قِيمَةَ مَا عَمَرَ فَإِنْ أَعْطَاهُ قِيمَةَ مَا عَمَرَ كَانَ أَحَقَّ بِالشُّفْعَةِ وَإِلاَّ فَلاَ حَقَّ لَهُ فِيهَا . قَالَ مَالِكٌ مَنْ بَاعَ حِصَّتَهُ مِنْ أَرْضٍ أَوْ دَارٍ مُشْتَرَكَةٍ فَلَمَّا عَلِمَ أَنَّ صَاحِبَ الشُّفْعَةِ يَأْخُذُ بِالشُّفْعَةِ اسْتَقَالَ الْمُشْتَرِى فَأَقَالَهُ . قَالَ لَيْسَ ذَلِكَ لَهُ وَالشَّفِيعُ أَحَقُّ بِهَا بِالثَّمَنِ الَّذِى كَانَ بَاعَهَا بِهِ . قَالَ مَالِكٌ مَنِ اشْتَرَى شِقْصًا فِى دَارٍ أَوْ أَرْضٍ وَحَيَوَانًا وَعُرُوضًا فِى صَفْقَةٍ وَاحِدَةٍ فَطَلَبَ الشَّفِيعُ شُفْعَتَهُ فِى الدَّارِ أَوِ الأَرْضِ فَقَالَ الْمُشْتَرِى خُذْ مَا اشْتَرَيْتُ جَمِيعًا فَإِنِّى إِنَّمَا اشْتَرَيْتُهُ جَمِيعًا . قَالَ مَالِكٌ بَلْ يَأْخُذُ الشَّفِيعُ شُفْعَتَهُ فِى الدَّارِ أَوِ الأَرْضِ بِحِصَّتِهَا مِنْ ذَلِكَ الثَّمَنِ يُقَامُ كُلُّ شَىْءٍ اشْتَرَاهُ مِنْ ذَلِكَ عَلَى حِدَتِهِ عَلَى الثَّمَنِ الَّذِى اشْتَرَاهُ بِهِ ثُمَّ يَأْخُذُ الشَّفِيعُ شُفْعَتَهُ بِالَّذِى يُصِيبُهَا مِنَ الْقِيمَةِ مِنْ رَأْسِ الثَّمَنِ وَلاَ يَأْخُذُ مِنَ الْحَيَوَانِ وَالْعُرُوضِ شَيْئًا إِلاَّ أَنْ يَشَاءَ ذَلِكَ . قَالَ مَالِكٌ وَمَنْ بَاعَ شِقْصًا مِنْ أَرْضٍ مُشْتَرَكَةٍ فَسَلَّمَ بَعْضُ مَنْ لَهُ فِيهَا الشُّفْعَةُ لِلْبَائِعِ وَأَبَى بَعْضُهُمْ إِلاَّ أَنْ يَأْخُذَ بِشُفْعَتِهِ إِنَّ مَنْ أَبَى أَنْ يُسَلِّمَ يَأْخُذُ بِالشُّفْعَةِ كُلِّهَا وَلَيْسَ لَهُ أَنْ يَأْخُذَ بِقَدْرِ حَقِّهِ وَيَتْرُكَ مَا بَقِىَ . قَالَ مَالِكٌ فِى نَفَرٍ شُرَكَاءَ فِى دَارٍ وَاحِدَةٍ فَبَاعَ أَحَدُهُمْ حِصَّتَهُ وَشُرَكَاؤُهُ غُيَّبٌ كُلُّهُمْ إِلاَّ رَجُلاً فَعُرِضَ عَلَى الْحَاضِرِ أَنْ يَأْخُذَ بِالشُّفْعَةِ أَوْ يَتْرُكَ . فَقَالَ أَنَا آخُذُ بِحِصَّتِى وَأَتْرُكُ حِصَصَ شُرَكَائِى حَتَّى يَقْدَمُوا فَإِنْ أَخَذُوا فَذَلِكَ وَإِنْ تَرَكُوا أَخَذْتُ جَمِيعَ الشُّفْعَةِ . قَالَ مَالِكٌ لَيْسَ لَهُ إِلاَّ أَنْ يَأْخُذَ ذَلِكَ كُلَّهُ أَوْ يَتْرُكَ فَإِنْ جَاءَ شُرَكَاؤُهُ أَخَذُوا مِنْهُ أَوْ تَرَكُوا إِنْ شَاءُوا فَإِذَا عُرِضَ هَذَا عَلَيْهِ فَلَمْ يَقْبَلْهُ فَلاَ أَرَى لَهُ شُفْعَةً .
Tercemesi:
Bize Malik, ona da Süleyman b. Yesar bu hadisin benzeri rivayet etti.
İmam Malik şöyle dedi: Bir adam, bir köle yahut bir cariye ya da bazı eşyalar vererek bir topluluğa ait toprağın bir parçasını aldı. Sonra ortaklardan biri gelip şuf'a hakkını kullanarak toprağı geri aldı fakat (bu arada) köle ya da cariye ölmüştü. Hiç kimse bunların kıymetini bilmiyordu. Bunun üzerine malı alan müşteri, 'Kölenin ya da cariyenin kıymeti yüz dinar' dedi. Şuf'a sahibi ortak, 'Hayır elli dinar' dedi.
İmam Malik (bu konuda) şöyle dedi: Müşteri verdiği bedelin (kölenin) yüz dinar kıymetinde olduğuna yemin eder. Sonra şuf'a sahibi dilerse (bu meblağı vererek, satın alınan toprağı) geri alır, isterse almaz. Ancak şuf'a sahibinin köle ya da cariyenin kıymetinin müşterinin dediğinden daha aşağı olduğunu ispat eden bir delil getirirse o fiyattan alır.
İmam Malik dedi: Bir kimse müşterek arazi ya da evin bir parçasını hibe etse, hibe edilen kişi de hibe edene hibe edilen şeye karşılık para ya da mal verse, ortaklar isterlerse şuf'a haklarını kullanarak onu almak isterlerse hibe edilen kişiye verdiğini dinar veya dirhem geri vererek orasını alabilirler.
İmam Malik şöyle dedi: Bir kimse müşterek bir toprağı ya da evi hibe eder, karşılığında bir şey almaz ve hibe ettiğini de geri istemez, ortağı burasının kıymetini vererek almak isterse, hibenin karşılığında bir şey verilmediği müddetçe olamaz. Şayet karşılığında bir şey verilirse, ortak olan şufa sahibinin, verilenin bedelini ödeyerek orasını alma hakkı vardır.
İmam Malik dedi: Bir kişi, müşterek bir toprağın bir parçasını satış fiyatına belirli bir zamana kadar veresiye satın almıştır.
Eğer ortak zenginse, aynı fiyata aynı zamana kadar şuf'a yoluyla orasını alabilir. Ortağın parayı aynı süre içerisinde verememesinden korkutuyorsa, bu müşterek toprak parçasını sahibinden satın alabilen adam gibi güvenilir, zengin bir kefil getirirse bu hak ona da tanınır.
İmam Malik dedi: (Ölen) Bir adam çocuklarına bir toprağını miras bırakır, sonra çocuklardan birinin de çocukları dünyaya gelir, daha sonra baba ölür, bunun üzerine çocuklarından biri bu topraktaki hakkını satarsa, satanın kardeşi, babasının ortakları olan amcalarından şuf'a hakkı bakımından önce gelir.
İmam Malik dedi ki: Hüküm bizce de böyledir. Şuf'a ortaklar arasında hisseleri miktarına göredir. Her biri hissesi oranında alır. Hissesi azsa az, çoksa çok alır. Bu durum, ortaklar, şufa'da hisselerinin fazla olduğunu iddia ettikleri zaman söz konusudur.
Bir adam, hissedarlardan birinden hissesini alıp da, hissedarlardan başka biri: "Ben şuf'adan hissem kadar pay alırım" der, müşteri de: "Ya hepsini alırsın, yahut hiç almazsın" derse, şuf'a hakkını isteyen, ya tamamını alır, ya da hakkından vazgeçer. Almak istediğinde hak kendisine aittir.
İmam Malik dedi ki: Bir adam bir arazinin tamamını alır ve ağaç dikmek ya da bina yapmak gibi kalıcı bir şeyle veya kuyu kazmak suretiyle imar ettikten sonra ikindi bir şahıs o arazinin bir kısmında önceden hakkı olduğunu ispat ederek şuf'a yoluyla arazinin tamamını almak istediği takdirde, bu araziyi o adamın elinden şuf'a yoluyla imar ettiği şeyin değerini vermedikçe alma hakkı yoktur. Eğer arazide yaptığı şeylerin kıymetini verirse, şuf'a yoluyla araziyi alabilir.
İmam Malik dedi ki: Müşterek bir ev ya da arazideki hissesini satan bir kimse, hissedarın şuf'a yoluyla alacağını öğrenince, (engellemek amacıyla) müşteriyle kendi isteği üzerine ikale yapsalar, hakka engel olamaz, şuf'a sahibi mal sahibinin sattığı para mukabilinde o hisseyi alma hakkına sahiptir.
Bir kişi, hayvan ve eşyalarla birlikte bir pazarlıkla (şuf'a hakkı söz konusu olan) bir arazinin ya da bir evin bir bölümünü satın alsa, hissedar, şuf'a yoluyla yalnız arsa ya da arazideki hisseyi almak istese, müşteri de, "Satın aldıklarımın hepsini al, çünkü ben hepsini birden aldım" derse bu konuda imam Malik dedi ki: Hissedar arazi ya da evdeki hisseyi, hepsine verilen bedelden yalnız paylarına düşen miktarı vererek alır. Müşterinin aldığı her şey, müstakil olarak satın alınabileceği bedelle diğerlerinden ayrılır. Sonra, şuf'a sahibi alacağı hisseyi, umumi bedelden payına isabet eden kıymet karşılığı alır. İstemezse, hayvan ve eşyalardan hiç birini almayabilir.
İmam Malik dedi ki: Bir kişi ortak arazinin bir parçasını satar, hissedarların bir kısmı buradaki haklarını satıcıya devreder, diğerlerini devretmeden şuf'a haklarını kullanarak hisseleri kadarını almak isterlerse, şuf'a haklarını devretmeyenler hissenin tümünü alabilir. Hisseleri kadarını alıp geri kalanını bırakma hakları yoktur.
İmam Malik dedi ki: Çok ortaklı bir arsa bulunsa, hissedarlardan birisi hazır, diğerleri yokken bir ortak, hissesini satmak isterse ve mevcut kişiye şuf'a hakkını kullanarak bu hisseyi alması ya da vazgeçmesi teklif edilir, o da "Ben bu parçadaki hissemi alırım, diğer ortaklarım gelene kadar hisselerini bırakırım. Onlar bu parçadaki hisselerini alırlarsa alırlar, almazlarsa hissenin hepsini ben alırım" derse, bu kişinin derhal hissenin tamamını almak ya da vazgeçmekten başka bir hakkı yoktur. Sonra (alması halinde) ortaklar gelince, isterlerse ondan alırlar ya da ona bırakırlar. Eğer bu şahıs kendisine yapılan teklifi kabul etmezse, şuf'a hakkının devam edeceği görüşünde değilim.
Açıklama:
Yazar, Kitap, Bölüm:
İmam Mâlik, Muvatta', Şüfa' 1400, 1/272
Senetler:
()
Konular:
Komşuluk, Ticaret, şuf'a hakkı
Ticaret, Ortaklık
Öneri Formu
Hadis Id, No:
37227, MU001401
Hadis:
قَالَ يَحْيَى قَالَ مَالِكٌ عَنْ مُحَمَّدِ بْنِ عُمَارَةَ عَنْ أَبِى بَكْرِ بْنِ حَزْمٍ أَنَّ عُثْمَانَ بْنَ عَفَّانَ قَالَ إِذَا وَقَعَتِ الْحُدُودُ فِى الأَرْضِ فَلاَ شُفْعَةَ فِيهَا وَلاَ شُفْعَةَ فِى بِئْرٍ وَلاَ فِى فَحْلِ النَّخْلِ . قَالَ مَالِكٌ وَعَلَى هَذَا الأَمْرُ عِنْدَنَا . قَالَ مَالِكٌ وَلاَ شُفْعَةَ فِى طَرِيقٍ صَلُحَ الْقَسْمُ فِيهَا أَوْ لَمْ يَصْلُحْ . قَالَ مَالِكٌ وَالأَمْرُ عِنْدَنَا أَنَّهُ لاَ شُفْعَةَ فِى عَرْصَةِ دَارٍ صَلُحَ الْقَسْمُ فِيهَا أَوْ لَمْ يَصْلُحْ . قَالَ مَالِكٌ فِى رَجُلٍ اشْتَرَى شِقْصًا مِنْ أَرْضٍ مُشْتَرَكَةٍ عَلَى أَنَّهُ فِيهَا بِالْخِيَارِ فَأَرَادَ شُرَكَاءُ الْبَائِعِ أَنْ يَأْخُذُوا مَا بَاعَ شَرِيكُهُمْ بِالشُّفْعَةِ قَبْلَ أَنْ يَخْتَارَ الْمُشْتَرِى إِنَّ ذَلِكَ لاَ يَكُونُ لَهُمْ حَتَّى يَأْخُذَ الْمُشْتَرِى وَيَثْبُتَ لَهُ الْبَيْعُ فَإِذَا وَجَبَ لَهُ الْبَيْعُ فَلَهُمُ الشُّفْعَةُ . وَقَالَ مَالِكٌ فِى الرَّجُلِ يَشْتَرِى أَرْضًا فَتَمْكُثُ فِى يَدَيْهِ حِينًا ثُمَّ يَأْتِى رَجُلٌ فَيُدْرِكُ فِيهَا حَقًّا بِمِيرَاثٍ إِنَّ لَهُ الشُّفْعَةَ إِنْ ثَبَتَ حَقُّهُ وَإِنَّ مَا أَغَلَّتِ الأَرْضُ مِنْ غَلَّةٍ فَهِىَ لِلْمُشْتَرِى الأَوَّلِ إِلَى يَوْمِ يَثْبُتُ حَقُّ الآخَرِ لأَنَّهُ قَدْ كَانَ ضَمِنَهَا لَوْ هَلَكَ مَا كَانَ فِيهَا مِنْ غِرَاسٍ أَوْ ذَهَبَ بِهِ سَيْلٌ . قَالَ فَإِنْ طَالَ الزَّمَانُ أَوْ هَلَكَ الشُّهُودُ أَوْ مَاتَ الْبَائِعُ أَوِ الْمُشْتَرِى أَوْ هُمَا حَيَّانِ فَنُسِىَ أَصْلُ الْبَيْعِ وَالاِشْتِرَاءِ لِطُولِ الزَّمَانِ فَإِنَّ الشُّفْعَةَ تَنْقَطِعُ وَيَأْخُذُ حَقَّهُ الَّذِى ثَبَتَ لَهُ وَإِنْ كَانَ أَمْرُهُ عَلَى غَيْرِ هَذَا الْوَجْهِ فِى حَدَاثَةِ الْعَهْدِ وَقُرْبِهِ وَأَنَّهُ يَرَى أَنَّ الْبَائِعَ غَيَّبَ الثَّمَنَ وَأَخْفَاهُ لِيَقْطَعَ بِذَلِكَ حَقَّ صَاحِبِ الشُّفْعَةِ قُوِّمَتِ الأَرْضُ عَلَى قَدْرِ مَا يُرَى أَنَّهُ ثَمَنُهَا فَيَصِيرُ ثَمَنُهَا إِلَى ذَلِكَ ثُمَّ يُنْظَرُ إِلَى مَا زَادَ فِى الأَرْضِ مِنْ بِنَاءٍ أَوْ غِرَاسٍ أَوْ عِمَارَةٍ فَيَكُونُ عَلَى مَا يَكُونُ عَلَيْهِ مَنِ ابْتَاعَ الأَرْضَ بِثَمَنٍ مَعْلُومٍ ثُمَّ بَنَى فِيهَا وَغَرَسَ ثُمَّ أَخَذَهَا صَاحِبُ الشُّفْعَةِ بَعْدَ ذَلِكَ . قَالَ مَالِكٌ وَالشُّفْعَةُ ثَابِتَةٌ فِى مَالِ الْمَيِّتِ كَمَا هِىَ فِى مَالِ الْحَىِّ فَإِنْ خَشِىَ أَهْلُ الْمَيِّتِ أَنْ يَنْكَسِرَ مَالُ الْمَيِّتِ قَسَمُوهُ ثُمَّ بَاعُوهُ فَلَيْسَ عَلَيْهِمْ فِيهِ شُفْعَةٌ . قَالَ مَالِكٌ وَلاَ شُفْعَةَ عِنْدَنَا فِى عَبْدٍ وَلاَ وَلِيدَةٍ وَلاَ بَعِيرٍ وَلاَ بَقَرَةٍ وَلاَ شَاةٍ وَلاَ فِى شَىْءٍ مِنَ الْحَيَوَانِ وَلاَ فِى ثَوْبٍ وَلاَ فِى بِئْرٍ لَيْسَ لَهَا بَيَاضٌ إِنَّمَا الشُّفْعَةُ فِيمَا يَصْلُحُ أَنَّهُ يَنْقَسِمُ وَتَقَعُ فِيهِ الْحُدُودُ مِنَ الأَرْضِ فَأَمَّا مَا لاَ يَصْلُحُ فِيهِ الْقَسْمُ فَلاَ شُفْعَةَ فِيهِ . قَالَ مَالِكٌ وَمَنِ اشْتَرَى أَرْضًا فِيهَا شُفْعَةٌ لِنَاسٍ حُضُورٍ فَلْيَرْفَعْهُمْ إِلَى السُّلْطَانِ فَإِمَّا أَنْ يَسْتَحِقُّوا وَإِمَّا أَنْ يُسَلِّمَ لَهُ السُّلْطَانُ فَإِنْ تَرَكَهُمْ فَلَمْ يَرْفَعْ أَمْرَهُمْ إِلَى السُّلْطَانِ وَقَدْ عَلِمُوا بِاشْتِرَائِهِ فَتَرَكُوا ذَلِكَ حَتَّى طَالَ زَمَانُهُ ثُمَّ جَاءُوا يَطْلُبُونَ شُفْعَتَهُمْ فَلاَ أَرَى ذَلِكَ لَهُمْ .
Tercemesi:
Bize Yahya, ona Malik, ona Muhammed b. Umare, ona Ebu Bekir b. Hazm, ona da Osman b. Affan (ra) şöyle dedi:"Sınırlar belli olduktan sonra arazide, kuyuda ve erkek hurma ağacında şuf'a yoktur."
(İmam) Malik, 'Hüküm bize göre de böyledir' dedi.
(İmam) Malik yine der ki: Taksim edilebilsin veya edilemesin yollarda şuf'a hakkı yoktur. Taksim edilebilsin veya edilemesin evin (arsasında)bahçesinde şuf'a hakkı yoktur.
İmam Malik der ki: Bir adam, muhayyer olması şartıyla müşterek arazinin bir parçasını satın almıştır. Satıcı ortağın sattığı bu yeri, müşteri, almayı kesin olarak kabul etmeden şuf'a yoluyla ortakları almak istemeleri halinde, müşterinin o parçayı kesin olarak alıp satış sabit olana kadar şuf'a haklan sabit olmaz. Satış kesinleşirse, şuf'a haklan da sabit olur.
İmam Malik dedi: Bir kimse, bir araziyi satın alır ve arazi elinde bir müddet kalır, sonra başka bir adamın miras yoluyla o arazide hissesi olduğu ortaya çıkarsa, şuf'a hakkı mirasçı lehine sabit olur. Araziden gelir elde edilmişse, bu gelir şuf'a hakkının sabit olduğu güne kadar ilk müşteriye aittir. Çünkü bu süre zarfında, arazideki dikili ağaçlar telef olsa ya da sel götürse, ilk müşteri bunu tazmin eder (maliyeti yüklenmiş olur).
Aradan uzun bir zaman geçer, şahitler ölür veya satıcı ya da alıcı ölür veyahut her ikisi de sağdır, uzun zaman geçtiği için alış veriş unutulmuş olursa şuf'a hakkı kalmaz. Adam sadece sabit olan hissesini alır. Adamın durumu, satışın yakın bir zamanda olması konusunda yukarıdaki gibi olmazsa ve satıcının arazinin bedelini, şuf'a sahibinin hakkını iptal etmek maksadıyla gizlediğini düşünürse, arazi tahmini bedeli üzerinden değerlendirilir ve arazinin bedeli yeni değere göre olur. Sonra arazi üzerine eklenen binalara ağaçlara ve diğer tamirata bakılır. Böylece önce müşterinin belirli bedelle aldığı arazinin durumu, sonra bu arazide yaptığı bina ve diktiği ağaçlar değerlendirilmiş olur. Bundan sonra şuf'a sahibi araziyi alır.
İmam Malik dedi ki: Şuf'a hayattaki bir kişinin malında olduğu gibi, ölü bir kişinin malında da olur. Mirasçılar ölenin malının değerinin (şuf'adan dolayı) azalacağından korkarlarsa önce malı taksim ederler, sonra da satarlar. Böylece, bu kişilerin malda şufa haklan kalmaz.
İmam Malik şöyle dedi: Bizce kölede, cariyede, devede, inekte, koyunda, diğer hayvanlarda, kumaşta ve susuz bir kuyuda şuf'a yoktur. Şuf'a taksim edilebilen ve sınırları tayin edilebilen araziler için söz konusudur. Taksimi mümkün olmayan şeylerde şuf'a yoktur.
İmam Malik şöyle dedi: Bir kimse hissedarların huzurunda şuf'a hakkı olan bir araziyi satın alırsa (hissedarların şuf'a hakkını iptal etmek isterse), onları hakimin huzuruna çıkarır. Sonuçta, ya şuf'a hakkına sahip olurlar, ya da hakim bu haklarını iptal ederek araziyi müşteriye teslim eder, şayet müşteri onları mahkemeye vermezse, onlar da müşterinin (bu araziyi) satın aldığını bildikleri halde aradan uzun zaman geçinceye kadar şuf'a hakkı talep etmezler, sonra gelip şuf'a haklarını isterlerse, kanaatimce bu hakları kendilerine verilmez
Açıklama:
Yazar, Kitap, Bölüm:
İmam Mâlik, Muvatta', Şüfa' 1401, 1/273
Senetler:
1. Ebu Amr Osman b. Affân (Osman b. Affân b. Ebu Âs b. Ümeyye b. Abdüşems)
2. Ebu Bekir b. Amr el-Ensarî (Ebu Bekir b. Muhammed b. Amr b. Hazm)
3. Muhammed b. Umare el-Ensarî (Muhammed b. Umare b. Huzeyme b. Sabit)
Konular:
Komşuluk, Ticaret, şuf'a hakkı
Ticaret, Ortaklık
حَدَّثَنَا يَحْيَى عَنْ مَالِكٍ عَنِ ابْنِ شِهَابٍ عَنْ سَعِيدِ بْنِ الْمُسَيَّبِ وَعَنْ أَبِى سَلَمَةَ بْنِ عَبْدِ الرَّحْمَنِ بْنِ عَوْفٍ أَنَّ رَسُولَ اللَّهِ صلى الله عليه وسلم قَضَى بِالشُّفْعَةِ فِيمَا لَمْ يُقْسَمْ بَيْنَ الشُّرَكَاءِ فَإِذَا وَقَعَتِ الْحُدُودُ بَيْنَهُمْ فَلاَ شُفْعَةَ فِيهِ قال فلا شفعة فیه قال مالك وعلی ذلك السنة التي لا اختلاف فیها عندنا
Öneri Formu
Hadis Id, No:
37224, MU001398
Hadis:
حَدَّثَنَا يَحْيَى عَنْ مَالِكٍ عَنِ ابْنِ شِهَابٍ عَنْ سَعِيدِ بْنِ الْمُسَيَّبِ وَعَنْ أَبِى سَلَمَةَ بْنِ عَبْدِ الرَّحْمَنِ بْنِ عَوْفٍ أَنَّ رَسُولَ اللَّهِ صلى الله عليه وسلم قَضَى بِالشُّفْعَةِ فِيمَا لَمْ يُقْسَمْ بَيْنَ الشُّرَكَاءِ فَإِذَا وَقَعَتِ الْحُدُودُ بَيْنَهُمْ فَلاَ شُفْعَةَ فِيهِ قال فلا شفعة فیه قال مالك وعلی ذلك السنة التي لا اختلاف فیها عندنا
Tercemesi:
Bize Yahya, ona Malik, ona İbn Şihab, ona Ebu Seleme b. Abdurrahman b. Avf (ra) "Rasulullah (sav) ortaklar arasında taksim edilmemiş müşterek mallarda şufa olduğuna hükmetti. Ortakların müşterek arazilerinden yollar geçerek sınırlar tayin edildikten sonra şufa hakkı yoktur."
İmam Malik der ki: "Bizdeki uygulama/sünnet ittifakla böyledir."
Açıklama:
Yazar, Kitap, Bölüm:
İmam Mâlik, Muvatta', Şüfa' 1398, 1/271
Senetler:
()
Konular:
Komşuluk, Ticaret, şuf'a hakkı
Öneri Formu
Hadis Id, No:
37216, MU001392
Hadis:
وَحَدَّثَنِى مَالِكٌ عَنِ ابْنِ شِهَابٍ عَنْ سُلَيْمَانَ بْنِ يَسَارٍ أَنَّ رَسُولَ اللَّهِ صلى الله عليه وسلم كَانَ يَبْعَثُ عَبْدَ اللَّهِ بْنَ رَوَاحَةَ إِلَى خَيْبَرَ فَيَخْرُصُ بَيْنَهُ وَبَيْنَ يَهُودِ خَيْبَرَ قَالَ فَجَمَعُوا لَهُ حَلْيًا مِنْ حَلْىِ نِسَائِهِمْ فَقَالُوا لَهُ هَذَا لَكَ وَخَفِّفْ عَنَّا وَتَجَاوَزْ فِى الْقَسْمِ . فَقَالَ عَبْدُ اللَّهِ بْنُ رَوَاحَةَ يَا مَعْشَرَ الْيَهُودِ وَاللَّهِ إِنَّكُمْ لَمِنْ أَبْغَضِ خَلْقِ اللَّهِ إِلَىَّ وَمَا ذَاكَ بِحَامِلِى عَلَى أَنْ أَحِيفَ عَلَيْكُمْ فَأَمَّا مَا عَرَضْتُمْ مِنَ الرُّشْوَةِ فَإِنَّهَا سُحْتٌ وَإِنَّا لاَ نَأْكُلُهَا . فَقَالُوا بِهَذَا قَامَتِ السَّمَوَاتُ وَالأَرْضُ . قَالَ مَالِكٌ إِذَا سَاقَى الرَّجُلُ النَّخْلَ وَفِيهَا الْبَيَاضُ فَمَا ازْدَرَعَ الرَّجُلُ الدَّاخِلُ فِى الْبَيَاضِ فَهُوَ لَهُ . قَالَ وَإِنِ اشْتَرَطَ صَاحِبُ الأَرْضِ أَنَّهُ يَزْرَعُ فِى الْبَيَاضِ لِنَفْسِهِ فَذَلِكَ لاَ يَصْلُحُ لأَنَّ الرَّجُلَ الدَّاخِلَ فِى الْمَالِ يَسْقِى لِرَبِّ الأَرْضِ فَذَلِكَ زِيَادَةٌ ازْدَادَهَا عَلَيْهِ . قَالَ وَإِنِ اشْتَرَطَ الزَّرْعَ بَيْنَهُمَا فَلاَ بَأْسَ بِذَلِكَ إِذَا كَانَتِ الْمَئُونَةُ كُلُّهَا عَلَى الدَّاخِلِ فِى الْمَالِ الْبَذْرُ وَالسَّقْىُ وَالْعِلاَجُ كُلُّهُ فَإِنِ اشْتَرَطَ الدَّاخِلُ فِى الْمَالِ عَلَى رَبِّ الْمَالِ أَنَّ الْبَذْرَ عَلَيْكَ كَانَ ذَلِكَ غَيْرَ جَائِزٍ لأَنَّهُ قَدِ اشْتَرَطَ عَلَى رَبِّ الْمَالِ زِيَادَةً ازْدَادَهَا عَلَيْهِ وَإِنَّمَا تَكُونُ الْمُسَاقَاةُ عَلَى أَنَّ عَلَى الدَّاخِلِ فِى الْمَالِ الْمَئُونَةَ كُلَّهَا وَالنَّفَقَةَ وَلاَ يَكُونُ عَلَى رَبِّ الْمَالِ مِنْهَا شَىْءٌ فَهَذَا وَجْهُ الْمُسَاقَاةِ الْمَعْرُوفُ . قَالَ مَالِكٌ فِى الْعَيْنِ تَكُونُ بَيْنَ الرَّجُلَيْنِ فَيَنْقَطِعُ مَاؤُهَا فَيُرِيدُ أَحَدُهُمَا أَنْ يَعْمَلَ فِى الْعَيْنِ وَيَقُولُ الآخَرُ لاَ أَجِدُ مَا أَعْمَلُ بِهِ إِنَّهُ يُقَالُ لِلَّذِى يُرِيدُ أَنْ يَعْمَلَ فِى الْعَيْنِ اعْمَلْ وَأَنْفِقْ وَيَكُونُ لَكَ الْمَاءُ كُلُّهُ تَسْقِى بِهِ حَتَّى يَأْتِىَ صَاحِبُكَ بِنِصْفِ مَا أَنْفَقْتَ فَإِذَا جَاءَ بِنِصْفِ مَا أَنْفَقْتَ أَخَذَ حِصَّتَهُ مِنَ الْمَاءِ . وَإِنَّمَا أُعْطِىَ الأَوَّلُ الْمَاءَ كُلَّهُ لأَنَّهُ أَنْفَقَ وَلَوْ لَمْ يُدْرِكْ شَيْئًا بِعَمَلِهِ لَمْ يَعْلَقِ الآخَرَ مِنَ النَّفَقَةِ شَىْءٌ . قَالَ مَالِكٌ وَإِذَا كَانَتِ النَّفَقَةُ كُلُّهَا وَالْمَئُونَةُ عَلَى رَبِّ الْحَائِطِ وَلَمْ يَكُنْ عَلَى الدَّاخِلِ فِى الْمَالِ شَىْءٌ إِلاَّ أَنَّهُ يَعْمَلُ بِيَدِهِ إِنَّمَا هُوَ أَجِيرٌ بِبَعْضِ الثَّمَرِ فَإِنَّ ذَلِكَ لاَ يَصْلُحُ لأَنَّهُ لاَ يَدْرِى كَمْ إِجَارَتُهُ إِذَا لَمْ يُسَمِّ لَهُ شَيْئًا يَعْرِفُهُ وَيَعْمَلُ عَلَيْهِ لاَ يَدْرِى أَيَقِلُّ ذَلِكَ أَمْ يَكْثُرُ . قَالَ مَالِكٌ وَكُلُّ مُقَارِضٍ أَوْ مُسَاقٍ فَلاَ يَنْبَغِى لَهُ أَنْ يَسْتَثْنِىَ مِنَ الْمَالِ وَلاَ مِنَ النَّخْلِ شَيْئًا دُونَ صَاحِبِهِ وَذَلِكَ أَنَّهُ يَصِيرُ لَهُ أَجِيرًا بِذَلِكَ يَقُولُ أُسَاقِيكَ عَلَى أَنْ تَعْمَلَ لِى فِى كَذَا وَكَذَا نَخْلَةً تَسْقِيهَا وَتَأْبُرُهَا وَأُقَارِضُكَ فِى كَذَا وَكَذَا مِنَ الْمَالِ عَلَى أَنْ تَعْمَلَ لِى بِعَشَرَةِ دَنَانِيرَ لَيْسَتْ مِمَّا أُقَارِضُكَ عَلَيْهِ فَإِنَّ ذَلِكَ لاَ يَنْبَغِى وَلاَ يَصْلُحُ وَذَلِكَ الأَمْرُ عِنْدَنَا . قَالَ مَالِكٌ وَالسُّنَّةُ فِى الْمُسَاقَاةِ الَّتِى يَجُوزُ لِرَبِّ الْحَائِطِ أَنْ يَشْتَرِطَهَا عَلَى الْمُسَاقَى شَدُّ الْحِظَارِ وَخَمُّ الْعَيْنِ وَسَرْوُ الشَّرَبِ وَإِبَّارُ النَّخْلِ وَقَطْعُ الْجَرِيدِ وَجَذُّ الثَّمَرِ هَذَا وَأَشْبَاهُهُ عَلَى أَنَّ لِلْمُسَاقَى شَطْرَ الثَّمَرِ أَوْ أَقَلَّ مِنْ ذَلِكَ أَوْ أَكْثَرَ إِذَا تَرَاضَيَا عَلَيْهِ غَيْرَ أَنَّ صَاحِبَ الأَصْلِ لاَ يَشْتَرِطُ ابْتِدَاءَ عَمَلٍ جَدِيدٍ يُحْدِثُهُ الْعَامِلُ فِيهَا مِنْ بِئْرٍ يَحْتَفِرُهَا أَوْ عَيْنٍ يَرْفَعُ رَأْسَهَا أَوْ غِرَاسٍ يَغْرِسُهُ فِيهَا يَأْتِى بِأَصْلِ ذَلِكَ مِنْ عِنْدِهِ أَوْ ضَفِيرَةٍ يَبْنِيهَا تَعْظُمُ فِيهَا نَفَقَتُهُ وَإِنَّمَا ذَلِكَ بِمَنْزِلَةِ أَنْ يَقُولَ رَبُّ الْحَائِطِ لِرَجُلٍ مِنَ النَّاسِ ابْنِ لِى هَا هُنَا بَيْتًا أَوِ احْفُرْ لِى بِئْرًا أَوْ أَجْرِ لِى عَيْنًا أَوِ اعْمَلْ لِى عَمَلاً بِنِصْفِ ثَمَرِ حَائِطِى هَذَا قَبْلَ أَنْ يَطِيبَ ثَمَرُ الْحَائِطِ وَيَحِلَّ بَيْعُهُ فَهَذَا بَيْعُ الثَّمَرِ قَبْلَ أَنْ يَبْدُوَ صَلاَحُهُ وَقَدْ نَهَى رَسُولُ اللَّهِ صلى الله عليه وسلم عَنْ بَيْعِ الثِّمَارِ حَتَّى يَبْدُوَ صَلاَحُهَا . قَالَ مَالِكٌ فَأَمَّا إِذَا طَابَ الثَّمَرُ وَبَدَا صَلاَحُهُ وَحَلَّ بَيْعُهُ ثُمَّ قَالَ رَجُلٌ لِرَجُلٍ اعْمَلْ لِى بَعْضَ هَذِهِ الأَعْمَالِ لِعَمَلٍ يُسَمِّيهِ لَهُ بِنِصْفِ ثَمَرِ حَائِطِى هَذَا فَلاَ بَأْسَ بِذَلِكَ إِنَّمَا اسْتَأْجَرَهُ بِشَىْءٍ مَعْرُوفٍ مَعْلُومٍ قَدْ رَآهُ وَرَضِيَهُ فَأَمَّا الْمُسَاقَاةُ فَإِنَّهُ إِنْ لَمْ يَكُنْ لِلْحَائِطِ ثَمَرٌ أَوْ قَلَّ ثَمَرُهُ أَوْ فَسَدَ فَلَيْسَ لَهُ إِلاَّ ذَلِكَ وَأَنَّ الأَجِيرَ لاَ يُسْتَأْجَرُ إِلاَّ بِشَىْءٍ مُسَمًّى لاَ تَجُوزُ الإِجَارَةُ إِلاَّ بِذَلِكَ وَإِنَّمَا الإِجَارَةُ بَيْعٌ مِنَ الْبُيُوعِ إِنَّمَا يَشْتَرِى مِنْهُ عَمَلَهُ وَلاَ يَصْلُحُ ذَلِكَ إِذَا دَخَلَهُ الْغَرَرُ لأَنَّ رَسُولَ اللَّهِ صلى الله عليه وسلم نَهَى عَنْ بَيْعِ الْغَرَرِ . قَالَ مَالِكٌ السُّنَّةُ فِى الْمُسَاقَاةِ عِنْدَنَا أَنَّهَا تَكُونُ فِى أَصْلِ كُلِّ نَخْلٍ أَوْ كَرْمٍ أَوْ زَيْتُونٍ أَوْ رُمَّانٍ أَوْ فِرْسِكٍ أَوْ مَا أَشْبَهَ ذَلِكَ مِنَ الأُصُولِ جَائِزٌ لاَ بَأْسَ بِهِ عَلَى أَنَّ لِرَبِّ الْمَالِ نِصْفَ الثَّمَرِ مِنْ ذَلِكَ أَوْ ثُلُثَهُ أَوْ رُبُعَهُ أَوْ أَكْثَرَ مِنْ ذَلِكَ أَوْ أَقَلَّ . قَالَ مَالِكٌ وَالْمُسَاقَاةُ أَيْضًا تَجُوزُ فِى الزَّرْعِ إِذَا خَرَجَ وَاسْتَقَلَّ فَعَجَزَ صَاحِبُهُ عَنْ سَقْيِهِ وَعَمَلِهِ وَعِلاَجِهِ فَالْمُسَاقَاةُ فِى ذَلِكَ أَيْضًا جَائِزَةٌ . قَالَ مَالِكٌ لاَ تَصْلُحُ الْمُسَاقَاةُ فِى شَىْءٍ مِنَ الأُصُولِ مِمَّا تَحِلُّ فِيهِ الْمُسَاقَاةُ إِذَا كَانَ فِيهِ ثَمَرٌ قَدْ طَابَ وَبَدَا صَلاَحُهُ وَحَلَّ بَيْعُهُ وَإِنَّمَا يَنْبَغِى أَنْ يُسَاقَى مِنَ الْعَامِ الْمُقْبِلِ وَإِنَّمَا مُسَاقَاةُ مَا حَلَّ بَيْعُهُ مِنَ الثِّمَارِ إِجَارَةٌ لأَنَّهُ إِنَّمَا سَاقَى صَاحِبَ الأَصْلِ ثَمَرًا قَدْ بَدَا صَلاَحُهُ عَلَى أَنْ يَكْفِيَهُ إِيَّاهُ وَيَجُذَّهُ لَهُ بِمَنْزِلَةِ الدَّنَانِيرِ وَالدَّرَاهِمِ يُعْطِيهِ إِيَّاهَا وَلَيْسَ ذَلِكَ بِالْمُسَاقَاةِ إِنَّمَا الْمُسَاقَاةُ مَا بَيْنَ أَنْ يَجُذَّ النَّخْلَ إِلَى أَنْ يَطِيبَ الثَّمَرُ وَيَحِلَّ بَيْعُهُ . قَالَ مَالِكٌ وَمَنْ سَاقَى ثَمَرًا فِى أَصْلٍ قَبْلَ أَنْ يَبْدُوَ صَلاَحُهُ وَيَحِلَّ بَيْعُهُ فَتِلْكَ الْمُسَاقَاةُ بِعَيْنِهَا جَائِزَةٌ . قَالَ مَالِكٌ وَلاَ يَنْبَغِى أَنْ تُسَاقَى الأَرْضُ الْبَيْضَاءُ وَذَلِكَ أَنَّهُ يَحِلُّ لِصَاحِبِهَا كِرَاؤُهَا بِالدَّنَانِيرِ وَالدَّرَاهِمِ وَمَا أَشْبَهَ ذَلِكَ مِنَ الأَثْمَانِ الْمَعْلُومَةِ . قَالَ فَأَمَّا الرَّجُلُ الَّذِى يُعْطِى أَرْضَهُ الْبَيْضَاءَ بِالثُّلُثِ أَوِ الرُّبُعِ مِمَّا يَخْرُجُ مِنْهَا فَذَلِكَ مِمَّا يَدْخُلُهُ الْغَرَرُ لأَنَّ الزَّرْعَ يَقِلُّ مَرَّةً وَيَكْثُرُ مَرَّةً وَرُبَّمَا هَلَكَ رَأْسًا فَيَكُونُ صَاحِبُ الأَرْضِ قَدْ تَرَكَ كِرَاءً مَعْلُومًا يَصْلُحُ لَهُ أَنْ يُكْرِىَ أَرْضَهُ بِهِ وَأَخَذَ أَمْرًا غَرَرًا لاَ يَدْرِى أَيَتِمُّ أَمْ لاَ فَهَذَا مَكْرُوهٌ وَإِنَّمَا ذَلِكَ مَثَلُ رَجُلٍ اسْتَأْجَرَ أَجِيرًا لِسَفَرٍ بِشَىْءٍ مَعْلُومٍ ثُمَّ قَالَ الَّذِى اسْتَأْجَرَ الأَجِيرَ هَلْ لَكَ أَنْ أَعْطِيَكَ عُشْرَ مَا أَرْبَحُ فِى سَفَرِى هَذَا إِجَارَةً لَكَ فَهَذَا لاَ يَحِلُّ وَلاَ يَنْبَغِى . قَالَ مَالِكٌ وَلاَ يَنْبَغِى لِرَجُلٍ أَنْ يُؤَاجِرَ نَفْسَهُ وَلاَ أَرْضَهُ وَلاَ سَفِينَتَهُ إِلاَّ بِشَىْءٍ مَعْلُومٍ لاَ يَزُولُ إِلَى غَيْرِهِ . قَالَ مَالِكٌ وَإِنَّمَا فَرَّقَ بَيْنَ الْمُسَاقَاةِ فِى النَّخْلِ وَالأَرْضِ الْبَيْضَاءِ أَنَّ صَاحِبَ النَّخْلِ لاَ يَقْدِرُ عَلَى أَنْ يَبِيعَ ثَمَرَهَا حَتَّى يَبْدُوَ صَلاَحُهُ وَصَاحِبُ الأَرْضِ يُكْرِيهَا وَهِىَ أَرْضٌ بَيْضَاءُ لاَ شَىْءَ فِيهَا . قَالَ مَالِكٌ وَالأَمْرُ عِنْدَنَا فِى النَّخْلِ أَيْضًا إِنَّهَا تُسَاقِى السِّنِينَ الثَّلاَثَ وَالأَرْبَعَ وَأَقَلَّ مِنْ ذَلِكَ وَأَكْثَرَ . قَالَ وَذَلِكَ الَّذِى سَمِعْتُ وَكُلُّ شَىْءٍ مِثْلُ ذَلِكَ مِنَ الأُصُولِ بِمَنْزِلَةِ النَّخْلِ يَجُوزُ فِيهِ لِمَنْ سَاقَى مِنَ السِّنِينَ مِثْلُ مَا يَجُوزُ فِى النَّخْلِ . قَالَ مَالِكٌ فِى الْمُسَاقِى إِنَّهُ لاَ يَأْخُذُ مِنْ صَاحِبِهِ الَّذِى سَاقَاهُ شَيْئًا مِنْ ذَهَبٍ وَلاَ وَرِقٍ يَزْدَادُهُ وَلاَ طَعَامٍ وَلاَ شَيْئًا مِنَ الأَشْيَاءِ لاَ يَصْلُحُ ذَلِكَ وَلاَ يَنْبَغِى أَنْ يَأْخُذَ الْمُسَاقَى مِنْ رَبِّ الْحَائِطِ شَيْئًا يَزِيدُهُ إِيَّاهُ مِنْ ذَهَبٍ وَلاَ وَرِقٍ وَلاَ طَعَامٍ وَلاَ شَىْءٍ مِنَ الأَشْيَاءِ وَالزِّيَادَةُ فِيمَا بَيْنَهُمَا لاَ تَصْلُحُ . قَالَ مَالِكٌ وَالْمُقَارِضُ أَيْضًا بِهَذِهِ الْمَنْزِلَةِ لاَ يَصْلُحُ إِذَا دَخَلَتِ الزِّيَادَةُ فِى الْمُسَاقَاةِ أَوِ الْمُقَارَضَةِ صَارَتْ إِجَارَةً وَمَا دَخَلَتْهُ الإِجَارَةُ فَإِنَّهُ لاَ يَصْلُحُ وَلاَ يَنْبَغِى أَنْ تَقَعَ الإِجَارَةُ بِأَمْرٍ غَرَرٍ لاَ يَدْرِى أَيَكُونُ أَمْ لاَ يَكُونُ أَوْ يَقِلُّ أَوْ يَكْثُرُ . قَالَ مَالِكٌ فِى الرَّجُلِ يُسَاقِى الرَّجُلَ الأَرْضَ فِيهَا النَّخْلُ وَالْكَرْمُ أَوْ مَا أَشْبَهَ ذَلِكَ مِنَ الأُصُولِ فَيَكُونُ فِيهَا الأَرْضُ الْبَيْضَاءُ . قَالَ مَالِكٌ إِذَا كَانَ الْبَيَاضُ تَبَعًا لِلأَصْلِ وَكَانَ الأَصْلُ أَعْظَمَ ذَلِكَ أَوْ أَكْثَرَهُ فَلاَ بَأْسَ بِمُسَاقَاتِهِ وَذَلِكَ أَنْ يَكُونَ النَّخْلُ الثُّلُثَيْنِ أَوْ أَكْثَرَ وَيَكُونَ الْبَيَاضُ الثُّلُثَ أَوْ أَقَلَّ مِنْ ذَلِكَ وَذَلِكَ أَنَّ الْبَيَاضَ حِينَئِذٍ تَبَعٌ لِلأَصْلِ وَإِذَا كَانَتِ الأَرْضُ الْبَيْضَاءُ فِيهَا نَخْلٌ أَوْ كَرْمٌ أَوْ مَا يُشْبِهُ ذَلِكَ مِنَ الأُصُولِ فَكَانَ الأَصْلُ الثُّلُثَ أَوْ أَقَلَّ وَالْبَيَاضُ الثُّلُثَيْنِ أَوْ أَكْثَرَ جَازَ فِى ذَلِكَ الْكِرَاءُ وَحَرُمَتْ فِيهِ الْمُسَاقَاةُ وَذَلِكَ أَنَّ مِنْ أَمْرِ النَّاسِ أَنْ يُسَاقُوا الأَصْلَ وَفِيهِ الْبَيَاضُ وَتُكْرَى الأَرْضُ وَفِيهَا الشَّىْءُ الْيَسِيرُ مِنَ الأَصْلِ أَوْ يُبَاعَ الْمُصْحَفُ أَوِ السَّيْفُ وَفِيهِمَا الْحِلْيَةُ مِنَ الْوَرِقِ بِالْوَرِقِ أَوِ الْقِلاَدَةُ أَوِ الْخَاتَمُ وَفِيهِمَا الْفُصُوصُ وَالذَّهَبُ بِالدَّنَانِيرِ وَلَمْ تَزَلْ هَذِهِ الْبُيُوعُ جَائِزَةً يَتَبَايَعُهَا النَّاسُ وَيَبْتَاعُونَهَا وَلَمْ يَأْتِ فِى ذَلِكَ شَىْءٌ مَوْصُوفٌ مَوْقُوفٌ عَلَيْهِ إِذَا هُوَ بَلَغَهُ كَانَ حَرَامًا أَوْ قَصُرَ عَنْهُ كَانَ حَلاَلاً . وَالأَمْرُ فِى ذَلِكَ عِنْدَنَا الَّذِى عَمِلَ بِهِ النَّاسُ وَأَجَازُوهُ بَيْنَهُمْ أَنَّهُ إِذَا كَانَ الشَّىْءُ مِنْ ذَلِكَ الْوَرِقِ أَوِ الذَّهَبِ تَبَعًا لِمَا هُوَ فِيهِ جَازَ بَيْعُهُ وَذَلِكَ أَنْ يَكُونَ النَّصْلُ أَوِ الْمُصْحَفُ أَوِ الْفُصُوصُ قِيمَتُهُ الثُّلُثَانِ أَوْ أَكْثَرُ وَالْحِلْيَةُ قِيمَتُهَا الثُّلُثُ أَوْ أَقَلُّ .
باب الشرط في الرقيق في المسافاة قال يحيى قال مالك إن أحسن ما سمع في عمال الرقيق في المساقاة يشترطهم المساقى على صاحب الأصل إنه لا بأس بذلك لأنهم عمال المال فهم بمنزلة المال لا منفعة فيهم للداخل إلا أنه تخفّ عنه بهم المؤنة و إن لم يكونوا في المال اشتدت مؤنته و إنما ذلك بمنزلة المساقاة في العين والنضح و لن تجد أحدا يساقى في أرضين سواء في الأصل والمنفعة إحداهما بعين واثنة غزيرة والأخرى بنضح على شئ واحد لخفة مؤنة العين و شدة مؤنة النضح قال و على ذلك الأمر عندنا قال والواثنة الثابت ماؤها التي لا تغور و لا تنقطع قال مالك و ليس للمساقى أن يعمل بعمال المال في غيره و لا أن يشترط ذلك على الذي ساقاه قال مالك و لا يجوز للذي ساقى أن يشترط على رب المال رقيقا يعمل بهم في الحائط ليسوا فيه حين ساقاه إياه قال مالك و لا ينبغي لرب المال أن يشترط على الذي دخل في ماله بمساقاة أن يأخذ من رقيق المال أحدا يُخرجه من المال و إنما مساقاة المال على حاله الذي هو عليه قال فان كان صاحب المال يريد أن يُخرج من رقيق المال أحدا فليُخرجه قبل المساقاة أو يريد أن يُدخل فيه أحدا فليفعل ذلك قبل المساقاة ثم ليُساق بعد ذلك إن شاء قال و من مات من الرقيق أو غاب أو مرض فعلى رب المال أن يُخلفه.
Tercemesi:
Bana Mâlik, ona İbn Şihâb, ona Süleyman b. Yesâr’ın rivayet ettiğine göre Rasulullah (sav) Abdullah b. Revâha’yı Hayber’e gönderir ve kendisiyle Hayberliler arasında Hayber bahçelerindeki mahsulleri tahmin ederdi. Bir seferinde ona hanımlarının süs eşyalarından bir miktar süs eşyası toplayarak ona: Bu senin olsun, bizim de vereceğimiz miktarı azalt, paylaştırmada göz yum, dediler. Bu sefer Abdullah b. Revahâ: Ey Yahudiler topluğu! Vallahi, sizler Allah'ın yarattıkları arasında en nefret ettiğim kimselersiniz. Fakat bu bile beni size haksızlık yapmaya itmez. Sizin bu teklif ettiğiniz rüşvete gelince bu haramdır ve biz onu yemeyiz, dedi. Yahudiler: İşte, gökler ve yer bununla ayakta duruyor, dediler.
Mâlik dedi ki: Bir kimse içinde boş arazinin de bulunduğu hurmalığı bir diğerine bakması için verirse, bu bakıcının o boş arazide ektikleri ona aittir. Eğer arazi sahibi boş yerde kendisi adına ekin yapmasını şart koşacak olursa bu uygun olmaz. Çünkü bu mala dâhil olan kişi, arazi sahibi adına sulama yapmış olur. Bu ise ona fazladan getirdiği bir yüktür.
(Mâlik) dedi ki: Çıkacak mahsulün aralarında ortak olmasını şart koşarsa, emeğin tamamının, tohumun, sulamanın ve bakımın hepsinin, giren ortağa ait olması şartıyla bunda bir sakınca yoktur. Eğer mala ortak giren kişi asıl mal sahibine, tohumu temin etmek sana aittir şartını koşarsa, bu caiz olmaz. Çünkü mal sahibine aleyhine olacak bir fazlalığı şart koşmuş olur. Hâlbuki müsakât ancak ortak olarak girene, emeğin tamamının ve diğer masrafların ona ait olmasını ve asıl mal sahibine bunlardan hiçbir şeyin yükletilmemesini gerektirir. İşte bilinen müsakât şekli budur.
Mâlik, iki kişinin ortak olduğu ve suyu kesilen su gözesi hakkında şunları söylemiştir: Bunlardan birisi, o su gözesinde çalışmak isterken, diğeri ben kendisi ile çalışacağım bir şey bulamıyorum diyecek olursa, o zaman o su gözesinde çalışmak isteyene: Sen çalış, masrafı da sen karşıla, suyun tamamı da senin olur, denilir. Senin ortağın yaptığın harcamanın yarısını getirinceye kadar o suyu sulamanda sen kullanırsın. Yaptığın harcamanın yarısını getirdiği vakit, o da sudaki payını alır. Birincisine suyun tamamının verilmesinin sebebi ise onun yaptığı masraftır. Eğer o yaptığı çalışma ile bir şey elde edemeyecek olursa yapılan bu harcamadan öteki bir şey karşılamaz.
Mâlik dedi ki: Masrafın tamamı ve emeği karşılamak bahçe sahibine ait olup, mala sonradan katılanın el emeği ile çalışması dışında bir katkısı yoksa, bu kişi ancak çıkan mahsulün bir kısmı karşılığında çalışan bir ücretli olur. Bu ise uygun değildir. Zira çalışması karşılığında bilinen bir şeyi ismen tayin etmeyecek olursa, onun alacağı ücretin ne kadar olduğunu ve bu olmazsa ücretinin az mı çok mu olacağını bilemez.
Mâlik dedi ki: Kırâz (mudarabe de denilen emek-sermaye) ortaklığı ya da müsakât (ziraat ortakçılığı) yapan herkesin (kırâz akdinde) maldan, (müsakât akdinde) hurmalardan, arkadaşından farklı olarak bir şeyler istisnâ etmemesi gerekir. Çünkü bu durumda çalışan kişi onun ücretli işçisi olur. Mesela: Senin benim için şu kadar, şu kadar hurma ağacında çalışarak onları sulamak ve aşılamak suretiyle çalışman şartıyla seninle musakât akdi yapıyorum. Yahut benim seninle kırâz (mudarebe) akdi yaptığım malın dışında kalan on dinar mukabilinde benim için çalışman şartı ile şu kadar, şu kadar mal ile seninle kırâz (mudarabe) akdi yapıyorum derse, bunun olmaması gerekir, uygun değildir. Bizce durum böyledir.
Mâlik dedi ki: Müsakât akdinde, bahçe sahibinin çalışana şart koşması caiz olan sünnet (adet olan hususlar), bahçe duvarlarını çevirmek, su gözelerini temizlemek, kanalları sıyırmak, hurma ağaçlarını aşılamak, kökleri temizlemek, mahsulleri toplamak ve buna benzer şeylerdir. Bahçede çalışan kimseye mahsulün yarısı yahut bundan daha azı ya da bundan daha fazlası –üzerinde karşılıklı rızaları ile- verilebilir. Şu kadar var ki bahçe sahibi, baştan itibaren bir kuyu açmak yahut bir su gözesini çıkarmak gibi çalışanın yapacağı yeni bir işi şart koşamaz. Fidanını kendisinin getireceği bir ağaç dikmesini ve büyük bir masraf gerektiren bir su havuzu yapmasını da şart koşamaz. Çünkü bu bahçe sahibinin, herhangi bir kimseye, meyveler olgunlaşıp satılması helal olmadan önce, şu bahçemdeki meyvelerin yarısına benim için burada bana bir ev yap yahut bir kuyu kaz yahut benim için bir göze açıp akıt ya da bana herhangi bir iş yap, demesi gibi olup, bu da meyvenin, olgunlaşacağı anlaşılmadan önce satılması gibidir. Rasulullah da (sav) mahsullerin olgunlaşacağı ortaya çıkmadan önce satılmalarını yasaklamıştır.
Mâlik dedi ki: Mahsullerin olgunlaşıp, olgunlaşacakları da açıkça görülüp satılmaları helal olduğu takdirde, bir adam bir diğerine, ona ismini zikredeceği herhangi bir iş için, bana bu işi bahçemdeki mahsullerin yarısı mukabilinde yap derse, bunda bir sakınca yoktur. Çünkü onu tanınan, bilinen, kendisinin de görüp razı olduğu belli bir şeye karşılık olarak ücretle tutmuş demektir. Müsakât akdinde ise eğer bahçenin mahsulü yoksa yahut az gelirse ya da bozulursa, bunlardan başkasını alamaz. Ama ücretle çalıştırılacak bir kimse ancak ismen tayin edilen bir şeye mukabil ücretle tutulur. İcâre (ücret) akdi ancak bununla caizdir. Hem icâre akdi satış akitlerinden bir akittir. Çünkü satın alan işçiden emeğini satın almaktadır fakat böyle bir işe garar (belirsizlik ve risk) dâhil olursa uygun olmaz. Çünkü Rasulullah (sav) garar bulunan satışları yasaklamıştır.
Mâlik dedi ki: Bize göre müsakât akdinde sünnete uygun şekil, bu akdin hurma ağacı, üzüm asması, zeytin, nar, pamuk ve buna benzer kökü bulunan ağaçların bütün köklerinde yapılmasıdır ve bu caizdir. Mal sahibinin bunlardan gelecek mahsulün yarısı, üçte biri, dörtte biri bundan daha çok ya da daha azını alması caizdir.
Mâlik dedi ki: Müsakât aynı şekilde ziraat mahsullerinde de caizdir. Mahsul, yerden çıkıp yükselirse, sahibi de onu sulamaktan, onun işlerini görmekten, ona bakmaktan aciz kalırsa, bu hususta da müsakât caizdir.
Mâlik dedi ki: Haklarında müsakâtın yapılması helal olan, yerden yetişen, kökü olan her bir mahsul de, olgunlaşmış ve olgunlaşacağı ortaya çıkmış, satışı da artık helal olmuş bir meyvesi varsa, müsakât yapılması uygun olmaz. Böyle bir durumda ancak gelecek sene için müsakât akdi yapabilir. Çünkü satışı helal olan mahsuller üzerindeki müsakât bir icâre akdidir. Zira ağaçların sahibi ile olgunlaşması ortaya çıkmış meyvelerin bakımını yapmak ve mahsulü toplamak karşılığında mahsulün bir miktarını almak üzere müsakât yapmış olması, aslın sahibinin ona vereceği dinar ve dirhemler durumundadır. Bu işlem ise müsakât değildir. Müsakât ancak hurma ağaçlarının budanması ile meyvenin olgunlaşıp satışının helal olacağı süre arasında yapılır.
Mâlik dedi ki: Olgunlaşması ortaya çıkmadan ve satışı helal olmadan ağaçların meyvesi üzerinde müsakât yapan kimsenin muayyen olarak bu müsakât akdi caiz olur.
Mâlik dedi ki: Boş bir arazinin müsakât yapılmaması gerekir. Çünkü bu arazi sahibinin onu dinar, dirhem ve buna benzer bilinen değerler mukabilinde kiralaması caizdir. Ama boş arazisini oradan çıkacak mahsulün üçte biri ya da dörtte biri karşılığında veren bir kimsenin bu durumunda, gararın söz konusu olması mümkündür. Çünkü ekin bazen az, bazen çok gelir, bazen de bütünüyle telef olabilir. Bu durumda arazi sahibi, arazisini karşılığında kiraya vermesi mümkün olan belli bir kiradan vazgeçmiş olur, buna karşılık tamamlanıp tamamlanmayacağını bilmediği garar ihtiva eden (riskli) bir iş yapmış olur, işte bu mekruhtur. Böyle bir işin misali ancak belli bir şeye mukabil bir yolculuk için birisini ücretli tutan adamın durumuna benzer. Daha sonra o kişiyi ücretle tutan, ücretlisine, sana bu yolculuğunda elde edeceğin kârın onda birini, senin ücretin olmak üzere vermemi kabul eder misin, demesi gibidir. Böyle bir iş helal değildir ve yapılmaması gerekir.
Mâlik dedi ki: Kişinin kendisinin arazisini, gemisini ancak belli bir şey ve başka bir şeye dönüşmeyen bir ücret karşılığında kiralayabilir.
Mâlik dedi ki: Hurma ağaçları için ve çıplak arazi için müsakât akdi arasındaki fark şundan ibarettir: Hurma ağaçlarının sahibi, o ağaçların meyvesinin olgunlaşacağı ortaya çıkmadan mahsulünü satamaz, arazi sahibi ise üzerinde hiçbir şey bulunmayan çıplak bir arazi olduğu halde onu kiralayabilir.
Malik dedi ki: Yine hurmalar hakkında görüşümüz, onların üç dört yıl, bundan daha az ve daha fazla süre ile müsakât akdi ile verileceği şeklindedir.
Mâlik dedi ki: Benim işittiğim de budur. Buna benzer kökleri bulunan her bir şey hurma ağacı konumundadır. Hurma ağaçları hakkında caiz olduğu gibi o ağaçlar hakkında da birkaç yıllığına müsakât yapması caizdir.
Mâlik, müsakât akdi yapan kişi hakkında şunları söylemektedir: Bu kişi kendisi ile müsakât akdi yaptığı arkadaşından altın ve gümüş gibi fazladan herhangi bir şey alamayacağı gibi, buğday ya da herhangi başka bir şey de alamaz. Bu doğru değildir ve müsakât akdi yapan kimsenin bahçe sahibinden, fazladan altın, gümüş, buğday ya da başka herhangi bir şey almaması gerekir. İkisi arasındaki böyle bir fazlalık uygun değildir.
Mâlik dedi ki: Kırâz (emek-sermaye) ortaklığı yapan kimse de aynı konumdadır. Müsakât akdinde yahut kırâz akdinde eğer bir fazlalık söz konusu olursa bu uygun olmaz ve akid bir icâre akdi olur. İcârenin söz konusu olduğu hallerde ise olup olmayacağı bilinmeyen, az mı çok mu olacağı kestirilemeyen gararlı bir iş(in ücret olarak tesbiti) karşılığında icârenin yapılmaması gerekir.
Mâlik dedi ki: Üzerinde hurma, üzüm ağaçları ya da buna benzer ağaçların bulunduğu ve içerisinde çıplak yerlerin de olduğu bir arazi üzerinde müsakât yapan bir kimsenin durumu ile ilgili olarak Mâlik şöyle demiştir: Eğer boş yerler, asıl ağaçlara tabi ise ve asıl ağaçların tuttuğu yer bundan daha büyük ya da yerin çoğunluğunu teşkil ediyorsa buna dair müsakât akdi yapmasında bir sakınca yoktur. Şöyle ki, hurma ağaçlarının tuttuğu yer üçte iki ya da daha fazla olursa, çıplak yerler ise üçte bir ya da bundan az olursa, bu durumda çıplak yer asıl ağaçlara tabi sayılır. Şayet çıplak arazide hurma, üzüm ya da buna benzer köklü ağaçların bulunduğu bir yer olup, bu köklü ağaçlar üçte bir yahut daha az bir yer tutar, buna karşılık çıplak arazi üçte iki ya da daha fazla ise o zaman bunun kiraya verilmesi caiz olur ve bunda müsakât haram olur. Çünkü insanların uygulamaları, arada çıplak yerlerin bulunduğu asıl ağaçların olduğu yerler üzerinde müsakât yapmaları ve köklü asıl ağaçların az bulunduğu bir araziyi ise kiralamaları şeklindedir. Yahut da üzerinde gümüş süslerin bulunduğu Mushaf ya da kılıcın gümüş mukabilinde yahut taşların ve altının bulunduğu gerdanlık ya da yüzüğün altın dinarlar mukabilinde satılması adetleri olmuştur. Bu tür alışverişler hep caiz görülmüş olup, insanlar bu şekilde alışverişler yapmaktadırlar. Bu hususta ayrıca sınırında durulması gereken o sınıra ulaştığı takdirde haram, ondan daha az olması halinde helal görülmesi gereken nitelikleri belli herhangi bir şey (nakil) gelmemiştir. Bize göre bu hususta kabul edilen, insanların yapageldikleri ve kendi aralarında geçerli kabul ettikleridir. Eğer bu kabilden herhangi bir şey gümüş ya da altın içinde bulunduğu eşyaya tabi ise onun satışı caizdir. Bunun böyle olması ise kabzanın yahut Mushafın yahut taşların değerinin üçte iki yahut daha fazla, onlardaki süsün değeri ise üçte bir ya da daha az olması itibariyle caiz görülmüştür.
Müsakât akdinde köleler hakkındaki şart: Yahya dedi ki: Mâlik dedi ki: Müsakât akdinde müsakât akdi yapan kişinin aslın sahibine şart koştuğu kölelerin çalışması ile ilgili işitilen en güzel kanaat, bunda bir sakınca olmadığıdır. Çünkü köleler malda çalışan işçilerdir. Bu sebeple kendileri de mal konumundadırlar. Dışarıdan gelen kimse için onların bir faydası yoktur. Ancak onlar vasıtası ile külfetinin bir kısmı üzerinden hafifler, eğer onlar mal arasında olmazlarsa onun da külfeti ağırlaşır. Bu ise ancak birisinde pınar bulunan, diğerinde taşınarak sulanan bir yerde müsakât yapmak düzeyindedir. Asılları ve menfaatleri aynı ama birisinde devamlı akan bol bir pınar, diğeri ise taşıma su ile sulanan asılları ve menfaatleri aynı iki yerde bir kimsenin aynı şekilde müsakât akdi yaptığını asla göremeyiz. Buna sebep ise pınarın bulunması halinde külfetin azlığı, taşıma su ile sulanması halinde ise külfetin ağır oluşudur. (Mâlik) dedi ki: Bizde de durum buna göredir. Vâsine: Suyu devamlı akan, suyu çekilmeyen ve sabit olarak akanlar demektir.
Mâlik dedi ki: Müsakât akdi ile çalışan kimsenin, mala ait işçiler ile başka yerde çalışma yetkisi de yoktur, kendisi ile müsakât akdi yaptığı kimseye bunu şart koşma hakkı da yoktur.
Mâlik dedi ki: Aynı şekilde müsakât akdi yapan kimsenin mal sahibine, o akdi yaptığı sırada, var olmayan kölelerin bahçede kendisiyle birlikte çalışmalarını şart koşması caiz değildir.
Mâlik dedi ki: Mal sahibinin müsakât akdi ile malına çalışmak üzere giren kimseyi, o mala ait kölelerden birisini, malın kapsamı dışına çıkarmayı şart koşmaması da gerekir. Çünkü malın müsakât akdi, ancak üzerinde bulunduğu hal üzere yapılır.
(Mâlik) dedi ki: Eğer mal sahibi, malın kapsamı içerisindeki kölelerden birisini çıkartmak isterse müsakât akdinden önce onu çıkarmalıdır ya da aralarına birisini sokmak isterse bunu müsakât akdinden önce yapsın. Bundan sonra dilerse müsakât akdi yapabilir.
(Mâlik) dedi ki: Köleler arasından ölen, kaybolan, ya da hastalanan olursa, o zaman mal sahibinin onun yerini tutacak bir başkasını temin etmesi görevidir.
Açıklama:
Yazar, Kitap, Bölüm:
İmam Mâlik, Muvatta', Müsâkât 1392, 1/266
Senetler:
()
Konular:
Ahlak, ticaret ahlakı
RÜŞVET
Rüşvet, rüşvet almak ya da vermek
Ticaret, Ortaklık
Ticaret, Tarla, ürün karşılığı kiraya vermek
حَدَّثَنَا يَحْيَى عَنْ مَالِكٍ عَنِ ابْنِ شِهَابٍ عَنْ سَعِيدِ بْنِ الْمُسَيَّبِ أَنَّ رَسُولَ اللَّهِ صلى الله عليه وسلم قَالَ لِيَهُودِ خَيْبَرَ يَوْمَ افْتَتَحَ خَيْبَرَ أُقِرُّكُمْ فِيهَا مَا أَقَرَّكُمُ اللَّهُ عَزَّ وَجَلَّ عَلَى أَنَّ الثَّمَرَ بَيْنَنَا وَبَيْنَكُمْ. قَالَ فَكَانَ رَسُولُ اللَّهِ صلى الله عليه وسلم يَبْعَثُ عَبْدَ اللَّهِ بْنَ رَوَاحَةَ فَيَخْرُصُ بَيْنَهُ وَبَيْنَهُمْ ثُمَّ يَقُولُ إِنْ شِئْتُمْ فَلَكُمْ وَإِنْ شِئْتُمْ فَلِىَ . فَكَانُوا يَأْخُذُونَهُ .
Öneri Formu
Hadis Id, No:
37215, MU001391
Hadis:
حَدَّثَنَا يَحْيَى عَنْ مَالِكٍ عَنِ ابْنِ شِهَابٍ عَنْ سَعِيدِ بْنِ الْمُسَيَّبِ أَنَّ رَسُولَ اللَّهِ صلى الله عليه وسلم قَالَ لِيَهُودِ خَيْبَرَ يَوْمَ افْتَتَحَ خَيْبَرَ أُقِرُّكُمْ فِيهَا مَا أَقَرَّكُمُ اللَّهُ عَزَّ وَجَلَّ عَلَى أَنَّ الثَّمَرَ بَيْنَنَا وَبَيْنَكُمْ. قَالَ فَكَانَ رَسُولُ اللَّهِ صلى الله عليه وسلم يَبْعَثُ عَبْدَ اللَّهِ بْنَ رَوَاحَةَ فَيَخْرُصُ بَيْنَهُ وَبَيْنَهُمْ ثُمَّ يَقُولُ إِنْ شِئْتُمْ فَلَكُمْ وَإِنْ شِئْتُمْ فَلِىَ . فَكَانُوا يَأْخُذُونَهُ .
Tercemesi:
Said b. Müseyyeb'den: Resûlullah (s.a.v.) Hayber'i fethettiği gün Hayber yahudilerine: "Aziz ve celil olan Allah'ın sizi burada ikamet ettirdiği gibi, bahçelerinizin mahsulü olan meyveler (hurmalar) sizinle aramızda müşterek olmak üzere ben de sizi burada (yerinizde) bırakıyorum."dedi.
Said b. Müseyyeb diyor ki: Resûlullah (s.a.v.), Abdullah b. Ravaha (r.a.)'yı gönderirdi. O da ağaçlardaki yaş hurmanın miktarını tahmin eder, sonra onlara: "İsterseniz size kalsın (bize düşen hissenin parasını verirseniz), isterseniz (bize düşeni) hurma olarak alırım." derdi. Onlar da o hurmaları alırlardı.
Açıklama:
Yazar, Kitap, Bölüm:
İmam Mâlik, Muvatta', Müsâkât 1391, 1/266
Senetler:
()
Konular:
Ticaret, Ortaklık
Ticaret, Tarla, ürün karşılığı kiraya vermek
Öneri Formu
Hadis Id, No:
37219, MU001393
Hadis:
حَدَّثَنَا يَحْيَى عَنْ مَالِكٍ عَنْ رَبِيعَةَ بْنِ أَبِى عَبْدِ الرَّحْمَنِ عَنْ حَنْظَلَةَ بْنِ قَيْسٍ الزُّرَقِىِّ عَنْ رَافِعِ بْنِ خَدِيجٍ أَنَّ رَسُولَ اللَّهِ صلى الله عليه وسلم نَهَى عَنْ كِرَاءِ الْمَزَارِعِ قَالَ حَنْظَلَةُ فَسَأَلْتُ رَافِعَ بْنَ خَدِيجٍ بِالذَّهَبِ وَالْوَرِقِ فَقَالَ أَمَّا بِالذَّهَبِ وَالْوَرِقِ فَلاَ بَأْسَ بِهِ .
Tercemesi:
Hanzala b. Kays'ın Rafi b. Hadic'den rivayet ettiğine göre Resûlullah (s.a.v.), ziraat arazilerini kiraya vermeyi yasakladı. Hanzala der ki: Rafi' b. Hadic'e: "Altın ve gümüş karşılığında olsa da mı?" diye sorduğumda:
"Altın ve gümüş karşılığında da olsa bir mahzur yoktur." diye cevap verdi.
Açıklama:
Yazar, Kitap, Bölüm:
İmam Mâlik, Muvatta', Kirâu'l-arz 1393, 1/271
Senetler:
()
Konular:
Ticaret, Kiralama-İcare, tarla vs.
Ticaret, Tarla, ürün karşılığı kiraya vermek
Öneri Formu
Hadis Id, No:
37220, MU001394
Hadis:
وَحَدَّثَنِى مَالِكٌ عَنِ ابْنِ شِهَابٍ أَنَّهُ قَالَ سَأَلْتُ سَعِيدَ بْنَ الْمُسَيَّبِ عَنْ كِرَاءِ الأَرْضِ بِالذَّهَبِ وَالْوَرِقِ فَقَالَ لاَ بَأْسَ بِهِ .
Tercemesi:
İbn Şihab'dan: Said b. Müseyyeb'e arazileri altın ve gümüş karşılığında kiraya vermeyi sorduğumda: Bunda bir mahzur yoktur" diye cevap verdi.
Açıklama:
Yazar, Kitap, Bölüm:
İmam Mâlik, Muvatta', Kirâu'l-arz 1394, 1/271
Senetler:
()
Konular:
Ticaret, Kiralama-İcare, tarla vs.
Öneri Formu
Hadis Id, No:
37221, MU001395
Hadis:
وَحَدَّثَنِى مَالِكٌ عَنِ ابْنِ شِهَابٍ أَنَّهُ سَأَلَ سَالِمَ بْنَ عَبْدِ اللَّهِ بْنِ عُمَرَ عَنْ كِرَاءِ الْمَزَارِعِ فَقَالَ لاَ بَأْسَ بِهَا بِالذَّهَبِ وَالْوَرِقِ . قَالَ ابْنُ شِهَابٍ فَقُلْتُ لَهُ أَرَأَيْتَ الْحَدِيثَ الَّذِى يُذْكَرُ عَنْ رَافِعِ بْنِ خَدِيجٍ فَقَالَ أَكْثَرَ رَافِعٌ وَلَوْ كَانَ لِى مَزْرَعَةٌ أَكْرَيْتُهَا .
Tercemesi:
İbn Şihab'da: Salim b.Abdullah, Ömer'e, ziraat arazilerini kiraya vermeyi sorduğumda: "Altın ve gümüş (para) karşılığında olursa bir mahzuru yoktur." diye cevap verdi.
İbn Şihab diyor ki, ona: "Rafi b. Hadic'den rivayet edilen hadis hakkında ne dersin?" dediğimde: "Rafi -murad edilmeyen manalara götüren- bir çok rivayetlerde bulundu. Eğer benim bir ziraat arazim olsa onu kiraya verirdim" diye cevap verdi.
Açıklama:
Yazar, Kitap, Bölüm:
İmam Mâlik, Muvatta', Kirâu'l-arz 1395, 1/271
Senetler:
1. Ebu Ömer Salim b. Abdullah el-Adevî (Salim b. Abdullah b. Ömer b. Hattab)
2. Ebu Bekir Muhammed b. Şihab ez-Zührî (Muhammed b. Müslim b. Ubeydullah b. Abdullah b. Şihab)
Konular:
Ticaret, Kiralama-İcare, tarla vs.
Öneri Formu
Hadis Id, No:
37222, MU001396
Hadis:
وَحَدَّثَنِى مَالِكٌ أَنَّهُ بَلَغَهُ أَنَّ عَبْدَ الرَّحْمَنِ بْنَ عَوْفٍ تَكَارَى أَرْضًا فَلَمْ تَزَلْ فِى يَدَيْهِ بِكِرَاءٍ حَتَّى مَاتَ قَالَ ابْنُهُ فَمَا كُنْتُ أُرَاهَا إِلاَّ لَنَا مِنْ طُولِ مَا مَكَثَتْ فِى يَدَيْهِ حَتَّى ذَكَرَهَا لَنَا عِنْدَ مَوْتِهِ فَأَمَرَنَا بِقَضَاءِ شَىْءٍ كَانَ عَلَيْهِ مِنْ كِرَائِهَا ذَهَبٍ أَوْ وَرِقٍ .
Tercemesi:
İmam Malik'e rivayet edildiğine göre, Abdurrahman b. Avf bir arazi kiraladı. Vefat edinceye kadar kira ile elinde kaldı. Oğlu dedi ki: "Ben orasını uzun zaman -babamın- elinde kaldığından dolayı bizim zannediyordum. Onu bize ölürken anlattı ve oranın kirası olan altın veya gümüşten üzerindeki borcun ödenmesini emretti."
Açıklama:
Yazar, Kitap, Bölüm:
İmam Mâlik, Muvatta', Kirâu'l-arz 1396, 1/271
Senetler:
()
Konular:
Ticaret, Kiralama-İcare, tarla vs.
Öneri Formu
Hadis Id, No:
37223, MU001397
Hadis:
وَحَدَّثَنِى مَالِكٌ عَنْ هِشَامِ بْنِ عُرْوَةَ عَنْ أَبِيهِ أَنَّهُ كَانَ يُكْرِى أَرْضَهُ بِالذَّهَبِ وَالْوَرِقِ . وَسُئِلَ مَالِكٌ عَنْ رَجُلٍ أَكْرَى مَزْرَعَتَهُ بِمِائَةِ صَاعٍ مِنْ تَمْرٍ أَوْ مِمَّا يَخْرُجُ مِنْهَا مِنَ الْحِنْطَةِ أَوْ مِنْ غَيْرِ مَا يَخْرُجُ مِنْهَا فَكَرِهَ ذَلِكَ .
Tercemesi:
Hişam b. Urve'den rivayet edildiğine göre, babası arazisini altın ve gümüş (para) karşılığında kiraya verirdi.
İmam Malik'e ziraat arazisini yüz sa' hurma veya oradan çıkacak buğday ya da başka bir şey karşılığı kiraya veren bir adamın durumu sorulduğunda bunu hoş görmedi.
Açıklama:
Yazar, Kitap, Bölüm:
İmam Mâlik, Muvatta', Kirâu'l-arz 1397, 1/271
Senetler:
()
Konular:
Ticaret, Kiralama-İcare, tarla vs.