3057 Kayıt Bulundu.
Bize Ali b. Abdullah, ona Süfyân, ona Amr, ona İkrime, ona d İbn Abbas (r.anhuma) şöyle rivayet etmiştir: "Sana gösterdiğimiz o rüyayı da, Kur’an’da lânetlenmiş bulunan o ağacı da sırf insanları sınamak için vesile yaptık" ayetindeki rüya, Rasulullah'ın (sav) İsra gecesinde, kendisine uyanıkken gösterilendir. Lanetlenen ağaç zakkum ağacıdır.
Bize Humeydi, ona Sufyân, ona Amr b. Dînâr, ona da Saîd b. Cubeyr şöyle rivayet etmiştir: Ben İbn Abbâs'a "Nevf el-Bekâlî, Hızır'ın arkadaşı olan Musa'nın, İsrailoğullarının Musa'sı olmadığını, başka bir Musa olduğunu iddia ediyor" dedim. Bunun üzerine İbn Abbas "Allah'ın düşmanı yalan söylemiştir" dedi ve hadisi şöyle nakletti: Ubeyy ibn Ka'b'ın bize aktardığına göre Hz. Peygamber (sav) şöyle buyurmuştur: "Musa İsrailoğulları içinde hitap etmek üzere ayağa kalkmıştı. Kendisine 'insanların en alimi kimdir?' diye soruldu. o da 'benim' cevabını verdi. 'Allah bilir' demediği için Allah onu kınadı ve Musa'ya 'iki denizin birleştiği yerde benim senden daha âlim bir kulum var' buyurdu. Musa 'ey Rabbim, onunla nasıl görüşürüm?' dedi. "Yüce Allah Musa'ya 'bir balık alıp bir zembil içinde taşırsın. Balığı nerede kaybedersen, kulum oradadır' buyurdu." "Musa bir balık alıp zembile koydu. Ardından genç hizmetçisi Yûşa b. Nûn ile birlikte yola çıktı. Nihayet kayanın yanına varınca başlarını yere koydular ve hemen uyuyakaldılar. Bu arada balık debelendi ve zembilden çıkıp denize düştü ve denizde bir yolunu tutup gitti. Allah suyun akışını durdurdu da su balığa bir kemer gibi oldu. Uyandıklarında arkadaşı Musa'ya balığın kaybolduğunu bildirmeyi unuttu. Gece ve gündüzün kalan kısmını yürüdüler. Nihayet sabah olunca Musa delikanlıya 'kuşluk yemeğimizi getir. Bu yolculuğumuzdan dolayı iyice yorulduk' dedi. Halbuki Musa, Allah'ın emrettiği o yeri geçene kadar yorgunluk hissetmemişti. Delikanlı, Musa'ya 'Gördün mü!' dedi, 'kayaya sığındığımız sırada balığı unuttum. Onu hatırlamamı bana şeytandan başkası unutturmadı. O, şaşılacak bir şekilde denizde yolunu tutup gitmişti. Balığın girmesi için suda bir oyuğun meydana gelmesi, Musa ile hizmetçisini hayrete düşürmüştü. Musa, gence 'zaten aramakta olduğumuz şey buydu' dedi. Bunun üzerine kendi izlerini takip ederek geriye döndüler." "İzleri takip ederek kayanın yanına varınca bir de baktılar ki, elbiseye bürünmüş bir adam duruyor. Musa ona selam verdi. Adam selamı aldı ve 'senin memleketinde nasıl selam olur' dedi. Musa 'ben Musa'yım' dedi. Adam 'İsrâiloğullarının Musa'sı mı?' diye sordu. Musa 'Evet' dedi ve ekledi 'sana öğretilen, doğruya ve hayra götüren bilgiyi bana da öğretmen için geldim' dedi. Adam da 'doğrusu sen benim beraberken asla sabredemezsin. Ey Musa! Ben, Allah'ın, ilminden, bana öğrettiği öyle bir ilim üzerindeyim ki, sen onu bilemezsin. Sen de Allah'ın, ilminden, sana öğrettiği, öyle bir ilim üzerindesin ki, onu da ben bilemem' cevabını verdi. Musa 'inşallah beni sabredici bulacaksın, sana hiçbir işte karşı gelmeyeceğim' dedi. Hızır ona 'eğer bana tâbi olacaksan ben sana anlatıncaya kadar sen bana hiçbir şey sorma' dedi." "Bundan sonra deniz kıyısında yürüyerek gittiler, bir gemiye denk geldiler. Kendilerini gemiye almaları için gemicilerle konuştular. Gemiciler Hızır'ı tanıdı ve onları ücretsiz olarak gemiye aldı. Gemiye bindiklerinde Musa farkına varana kadar Hızır keserle bir tahta söktü. Musa ona 'sen ne yaptın? Adamlar bizi ücretsiz olarak gemilerine almışken sen gemilerine kastedip içindekileri batırmak için mi deliyorsun? Ant olsun, sen kötü bir iş yaptın' dedi. Hızır 'ben sana benimle beraberken asla sabredemezsin demedim mi?' dedi. Musa 'unuttuğum şeyden dolayı beni sorumlu tutma, şu arkadaşlığımızda bana güçlük yükleme' dedi." Râvi derki: Hz. Peygamber (sav) "Musa'nın bu ilk muhalefeti Musa'dan bir unutma eseri olmuştu." buyurdu. "Onlar gemiye bindikleri zaman bir serçe kuşu geldi, geminin kenarına kondu ve denizden bir iki gaga su aldı. Hızır, Musa'ya 'ey Musa, benim ilmimle senin ilmin, Allah'ın ilminden bu serçenin gagasıyla denizden aldığı su kadar bile eksiltmez' dedi." "Sonra gemiden inip sahilde yürürken Hızır çocuklarla oynamakta olan bir oğlan gördü. Hızır hemen o çocuğun başını tutup eliyle koparıp öldürüverdi. Musa ona 'sen tertemiz, masum bir canı, hem de diğer bir can karşılık olmaksızın öldürdün mü? Ant olsun ki sen çok kötü bir şey yaptın' dedi. Hızır 'ben sana benimle birlikte iken asla sabredemezsin demedim mi?' dedi. Musa 'bundan sonra, sana bir şey soracak olursam, artık bana arkadaşlık etme. Çünkü bir daha özür dilemeyecek hale geldim' dedi. Yine yürüdüler, bir memleket halkına vardılar, ahalisinden yemek istediler ancak onlar, kendilerini misafir etmekten kaçındılar. Derken yıkılmak üzere olan bir duvar buldular. O, bunu eliyle şöyle doğrultuverdi. Musa 'bunlar, kendilerine geldiğimizde, bizlere yemek yedirmeyen ve bizleri misafir etmeyen bir kavimdir. Sen de gelip onların yıkılmaya yüz tutmuş olan duvarına doğrulttun. İsteseydin elbet buna karşı bir ücret alırdın' dedi. Hızır 'İşte bu, benimle senin aramızın ayrılmasıdır. Şimdi sana, sabredemediğin şeylerin içyüzünü haber vereceğim. Gemi var ya, o, denizde çalışan yoksul kimselerindi. Onu kusurlu kılmak istedim. (Çünkü) onların arkasında, her (sağlam) gemiyi gasp etmekte olan bir kral vardı. Erkek çocuğa gelince, onun ana-babası, mümin kimselerdi. Bunun için (çocuğun) onları azgınlık ve nankörlüğe boğmasından korktuk. Böylece istedik ki, Rableri onun yerine kendilerine, ondan daha temiz ve daha merhametlisini versin. Duvara gelince, şehirde iki yetim çocuğun idi; altında da onlara ait bir hazine vardı; babaları ise iyi bir kimse idi. Rabbin istedi ki, o iki çocuk güçlü çağlarına erişsinler ve Rabbinden bir rahmet olarak hazinelerini çıkarsınlar. Ben bunu da kendiliğimden yapmadım. İşte, hakkında sabredemediğin şeylerin iç yüzü budur.' dedi." Hz. Peygamber (sav) "Keşke Musa sabredeydi de, Allah o ikisinin haberlerini bize anlatmaya devam edeydi." buyurmuştur. Râvî Sufyân der ki: Peygamber (sav) "Allah, Musa'ya rahmet etsin. Keşke Musa sabretseydi de, Allah onların işlerinden bize anlatsaydı" buyurmuştur. İbn Abbâs (وَرَٓاءَهُمْ مَلِكٌ يَأْخُذُ كُلَّ سَف۪ينَةٍ غَصْبًا) ayetini ( أَمَامَهُمْ مَلِكٌ يَأْخُذُ كُلَّ سَفِينَةٍ صَالِحَةٍ غَصْبًا) şeklinde ve (وَاَمَّا الْغُلَامُ فَكَانَ اَبَوَاهُ مُؤْمِنَيْنِ) ayetini ise (وَأَمَّا الْغُلاَمُ فَكَانَ كَافِرًا وَكَانَ أَبَوَاهُ مُؤْمِنَيْنِ) şeklinde okumuştur. (Kehf, 79-82).
Bize Kuteybe b. Saîd, ona Sufyân b. Uyeyne, ona Amr b. Dînâr, ona da Saîd b. Cubeyr der ki: Ben İbn Abbâs'a "Nevf el-Bekâlî, Hızır'ın arkadaşı olan Musa'nın, İsrailoğullarının Musa'sı olmadığını, başka bir Musa olduğunu iddia ediyor" dedim. Bunun üzerine İbn Abbas şöyle dedi: "Allah'ın düşmanı yalan söylemiştir. Übey b. Ka'b bize Hz. Peygamber (sav) şöyle buyurduğunu rivayet etmiştir" "Musa Peygamber İsrâîloğulları içinde konuşma yapmak üzere ayağa kalkmıştı. Kendisine 'insanların en âlimi kimdir?' diye soruldu. Musa da 'benim' diye cevap verdi. 'Allah bilir' diyerek konuyu Allah'a havale etmediği için Allah onu uyardı ve ona 'evet iki denizin birleştiği yerde senden daha alim bir kulum var' diye vahyetti. Musa 'yâ Rab, ona nasıl ulaşırım' dedi. Allah 'bir zembil içinde bir balık alıp (yola koyul), balığı kaybettiğin yerde onu takip et' buyurdu." Rasulullah şöyle devam etti: "Musa yola çıktı, beraberinde kendisine hizmet eden delikanlı Yûşâ ibn Nûn da yola çıktı. Yanlarında balık olduğu hâlde yürüyüp, sonunda (iki denizin birleştiği yerdeki) kayaya ulaştılar ve onun yanında konakladılar. Ardından Musa başını yere koyup uyudu" Süfyan der ki: Aynı senedle Amr dışındaki bir raviden gelen rivayette Hz. Peygamber (sav) şöyle buyurdu: "Kayanın dibinde hayat denilen ve değdiği her şeyi dirilten bir bir kaynak suyu vardı. Bu kaynak suyundan balığa da değdi, balık hareket edip zembilden çıktı ve deniz girdi. Musa uyandığı zaman genç hizmetçisine 'Kuşluk yemeğimizi getir. Bu yolculuğumuzdan oldukça yorgun düştük'" (Kehf, 62). Hz. Peygamber devamla buyurdu ki: "Musa Peygamber kendisine emredilen yeri geçinceye kadar yorgunluk hissetmemişti. Genç hizmetçisi Musa'aya 'bak gördün mü şimdi, taşın dibinde konakladığımızda ben balığın kaçıp gittiğini sana haber vermeyi unutmuşum. Onu söylememi bana şeytandan başkası unutturmadı. O şaşılacak bir surette denize atıldı, deniz içinde yolunu tutup gitti' dedi. Musa 'Bizim aradığımız buydu' dedi." (Kehf, 63-64) "Sonra izlerinin üzerinde gerisin geri döndüler. Sonunda konakladıkları kayanın yanına ulaştılar. Oradaki denizde balığın kaybolduğu yolu, bir tak (yapı kemeri) gibi buldular. Balığın deniz içinde böyle bir yol açması Musa'nın hizmetçisine şaşkınlık veren bir şey olmuştu. O kayanın yanına vardıklarında bir de baktılar ki, bir elbiseye bürünmüş bir zât duruyor. Musa ona selâm verdi. O zât 'bu senin bulunduğun yerde selâm nereden?' dedi. Musa da 'ben Musa'yım' dedi. O zât 'İsrâîloğullannın Musa'sı mı?' diye sordu. Musa 'evet' dedi ve şöyle devam etti 'sana öğretilen doğru bilgi ve hikmetten bana da bir şeyler öğretesin diye sana tabi olayım mı?' diye sordu. Hızır ona 'ey Musa, Allah'ın, ilminden sana öğrettiği öyle bir ilim vardır ki, onu ben bilemem; bende de Allah'ın, ilminden bana öğrettiği öyle bir ilim vardır ki, onu da sen bilemezsin' dedi. Musa 'yine da sana tabi olsam' dedi. Hızır 'eğer bana tâbi olacaksan, ben sana anlatıncaya kadar bana hiçbir şey sorma' dedi." "Bunun üzerine Hızır'la Musa deniz kıyısında yürüyerek gittiler. Derken bir gemiye rastladılar. Hızır tanındığı için gemiciler, onları parasız -ücretsiz- gemilerine bindirdiler. Onlar da gemiye bindiler." Hz. Peygamber (sav) devamında şöyle buyurdu: "O sırada bir serçe kuşu geminin kenarına kondu da gagasını denize daldırdı. Hızır Musa'ya 'Benim ilmim, senin ilmin ve bütün mahlukatın ilmi, Allah'ın ilmi içinde ancak şu serçenin gagasını daldırıp denizden aldığı miktardadır' dedi." Hz. Peygamber der ki: "Musa farkına varmaya fırsat bulamadan, Hızır bir kesere yöneldi ve onunla gemiyi deldi. Musa ona 'bu gemiciler topluluğu bizi bedava gemilerine bindirmişken, sen onların gemilerine kastedip içindekileri batırmak için mi deliyorsun? Ant olsun sen son derece kötü bir iş yaptın' dedi." (Kehf, 71) "Yine yürüyüp gittiler ve bir de baktılar ki bir çocuk, diğer çocuklarla birlikte oynuyor. Hızır, o çocuğun başını eliyle tutup kopardı. Musa, Hızır'a 'sen tertemiz bir canı, başka bir can karşılığı olmaksızın öldürdün ha? Ant olsun ki, sen çok kötü bir şey yaptın' dedi. Hızır 'Sana benimle birlikte iken asla sabredemezsin demedim mi?' Musa 'eğer, dedi, bundan sonra sana bir şey sorarsam benimle arkadaşlık etme. Artık benim ifade edecek bir özrüm kalmadı." (Kehf, 75) "Yine yürüyüp gittiler. Nihayet bir memleket halkına vardılar, ahalisinden yemek istediler, ancak onlar kendilerini misafir etmekten çekindi. Derken yıkılmaya yüz tutmuş bir duvar buldular. O bunu eliyle şöyle dokunup doğrultuverdi (Kehf 76). Musa Hızır'a 'biz bu memlekete girdik. Onlar bizi misafir etmediler ve bize yemek vermediler. Eğer isteseydin elbet buna karşılık bir ücret alırdın' dedi. Hızır da 'İşte bu, benimle senin ayrılışımızdır. Sabredemediğin şeylerin içyüzünü sana haber vereceğim (Kehf, 77-82)." Rasulullah (sav) şöyle buyurdu: "Keşke Musa sabretseydi de, aralarında olan işler Allah tarafından bizlere anlatılsaydı." İbn Abbâs -Kehf, 79. ayeti- ( أَمَامَهُمْ مَلِكٌ يَأْخُذُ كُلَّ سَفِينَةٍ صَالِحَةٍ غَصْبًا) şeklinde ve -Kehf, 80. ayeti ise - (وَأَمَّا الْغُلاَمُ فَكَانَ كَافِرًا وَكَانَ أَبَوَاهُ مُؤْمِنَيْنِ) şeklinde okumuştur.
Bize Humeydî, ona Süfyân, ona İbn Ebu Necîh, ona Mücahid, ona Ebu Ma'mer, ona da Abdullah b. Mesûd (ra) şöyle demiştir: Peygamber (sav) Mekke'nin fethi günü Kâbe'nin avlusuna girdi. Kâbe'nin etrafında ibadet için dikilmiş üç yüz altmış put vardı. Peygamber (sav) elindeki değnekle bu putlara dürtüp "Hak geldi, bâtıl, yok oldu" (İsra, 81) ve "Hak geldi, artık bâtıl ne yeni bir şey ortaya koyabilir, ne de gideni geri getirebilir" (Sebe,49) ayetlerini okudu.
Bize Ali b. Abdullah, ona Süfyân, ona Amr ve İbn Cüreyc, onlara da Atâ şöyle demiştir: Âişe (r.anha) Müzdelife'deki Sebîr Dağı'nın yakınında iken Ubeyd b. Umeyr ile beraber Âişe'ye gittik. Bize “Allah'ın, Peygamberine Mekke fethini nasip ettiği günden sonra hicret bitti” dedi.
Bize Ali b. Abdullah, ona Süfyân, ona Mansur, ona Ebu Vâil, ona Abdullah şöyle demiştir: Biz cahiliye döneminde bir kabilenin nüfusu çoğaldığında "Emira benû fulanin (Fulân oğulları çok oldu)" derdik. Bize Humeydî, ona da Süfyân bu hadisi rivayet etti ve "emira" ifadesini kullandı.