Bize Ebu Abdurrahman Abdülmelik b. Süleyman el-Antakî'nin naklettiğine göre Ebu Utbe Abbad b. Abbad el-Havvas eş-Şamî şöyle demiştir:
"Aklınızı kullanınız; çünkü akıl büyük bir nimettir. Fakat nice akıllı insan var ki, asıl muhtaç olduğu ilimleri bırakmış, zararlı konulara dalmıştır. Bu yüzden de kalbi gaflet içinde kalmıştır. Halbuki bir kimsenin, üzerinde düşünülüp fikir beyan edilemeyecek (birtakım teorik-kelamî) konulara kafa yormayı terk etmesi onun üstün bir akla sahip olduğunu gösterir. İnsan böyle konularla ilgilenmeyi bırakmalı ki, salih ameller konusunda diğer insanlarla yarışmayı sürdürsün; sahip olduğu akıl üstünlüğü, böyle bir yarışı terk etmesinden dolayı onun için bir vebale dönüşmesin.Niceleri var ki, kalbi bidatle meşguldür. Dinî konularda Rasulullah'ın (sav) ashabını bırakmış, birtakım bidatçilerin peşine düşmüştür. Ya da kendi görüşüyle yetinmektedir; kendi görüşünün tek doğru yol, ona karşı çıkmanın da sapıklık olduğuna inanmaktadır. Kur'an'dan uzaklaşmaya çağırdığı hâlde, görüşlerini Kur'an'dan aldığını iddia etmektedir. Acaba ondan ve yandaşlarından önce Kur'an'ın muhkemiyle amel eden, müteşabihine iman eden ve Kur'an'ın aydınlık yolunda yürüyen hiç mi Kur'an muhafızı yoktu? Kur'an, Rasullah'ın (sav) önderi oldu. Rasulullah (sav), ashabına önderlik etti. Onun ashabı da, kendilerinden sonra gelen kimselere öncülük ettiler. (Ashabın önderliğinde yetişenler) bölgelerinde tanınmış, takipçileri bulunan ve aralarındaki görüş ayrılıklarına rağmen ehl-i ehvâyı eleştirme konusunda birlik olabilen kimselerdi. Ehl-i ehvâ ise, kendi görüşlerine uyarak doğru yoldan sapmış, doğru yolu terk ederek çeşitli sapık yollara girmişlerdi. Sonunda kendi delilleri onları en sapa çöllere savurdu da, ıssız çöllerde, sonuçlanması imkansız konulara daldılar. Şeytan, onların sapıklıklarıyla ilgili yeni bidatler ürettikçe, onlar da bir bidatten diğerine savruldular. Çünkü onlar ne selefin izini takip ettiler ne de (günahları terk eden) muhacirlere uydular.
Anlatıldığına göre Ömer, Ziyad’a şöyle demiştir: 'İslam’ı ne yıkacak, biliyor musun? Alimin hatası, münafığın Kur’an üzerinden tartışması ve saptırıcı önderler.' Kur’an’ı iyi bilen alimlerinizin ve mescitlere devam eden dindar cemaatinizin arasında ortaya çıkacak gıybet, söz taşıyıcılık, insanlar arasında iki yüzlü davranma ve birine farklı diğerine farklı dille konuşma gibi konularda Allah’tan korkunuz! Nitekim bir rivayette, 'Dünyada ikiyüzlü olan, cehennemde de ikiyüzlü olacaktır' denilmiştir. Gıybet yapan kimse senin yanına gelir, hakkında kötü konuşulmasından hoşlanacağını düşündüğü bir kimsenin gıybetini yapar. Sonra da arkadaşına gider, senin gıybetini yapar. Bir de bakarsın gıybetçi, her birinizle ilgili hedefine ulaşmış; onun birinize söyledikleri diğerinize gizli kalmıştır! Artık her iki taraf, arkadaşının yanında kardeş, gıyabında ise düşman gibidir. Biri diğerinin yanına gidiyorsa, mutlaka şahsi bir menfaati vardır. Ondan uzak duruyor ve yanına uğramıyorsa, bunun sebebi de, içinde ona karşı beslediği saygı ve sevgiyi kaybetmiş olmasıdır. Böylece gıybetçi, yanına gelen arkadaşı (yüzüne karşı söylediği) övücü sözlerle büyüler, diğerinin ise arkasından konuşarak gıybetini yapar. Yetişin, ey Allah’ın kulları! Bu insanların arasında, böyle bir gıybetçinin hilesine engel olacak, Müslüman kardeşinin şeref ve namusunu koruyacak aklı başında bir yiğit ya da bir ıslahçı yok mu? Yok, laf taşıma konusundaki zaaf ve düşkünlüklerini bildiği için, tam tersine insanlara o gıybetçi hakim oldu. İnsanlar da ona hedefini gerçekleştirme fırsatı verdiler. Böylece onların dinleriyle birlikte kendi dini karşılığında (türlü türlü haramlar) yedi."
Ey insanlar! Allah’tan korkun, Allah’tan! Yanınızda bulunmayan Müslümanların mahremlerini koruyun. Hayırlı sözler dışında, dillerinizi o kardeşlerinizden uzak tutun. İslam ümmetine karşı samimi olun. Çünkü siz Kur’an ve Sünnet’i ve onlardaki uygulamaları sonraki nesillere taşıyacak kimselersiniz. Unutmayın ki Kur’an, kendisiyle konuşulmadan konuşamaz. Sünnet de kendisiyle amel edilmedikçe işlevsel hale gelemez. Öyleyse alim susar da, ortaya çıkan kötülüklere engel olmaz, terk edilen iyilikleri emretmezse cahil ne zaman öğrenecek? Halbuki Allah kendilerine kitap verilenlerden, vahyi gizlemeyeceklerine ve onu insanlara açıklayacaklarına dair kesin söz almıştır. Allah’tan korkun! Şüphesiz siz takvanın zayıfladığı, huşuun (yani korku ve sevgi ile Allah’a boyun eğmenin) azaldığı, fesatçıların ilim sahibi olduğu bir zamanda yaşıyorsunuz. O bozguncular ilmi yitirmiş kişiler olarak değil, ilim sahibi olarak tanınmak istediler. Bunun sonucunda, ilme sokuşturdukları hatalı bilgiler vasıtasıyla kendi arzu ve isteklerine uygun ilmî görüşler ileri sürdüler. Kelimeleri bozarak, terk ettikleri hakkın yerine amel ettikleri batılı koydular. Bu yüzden onların günahları bağışlanmayacak kadar büyük günahlardır. Kusurları da itiraf edilemeyecek büyük kusurlardır. Rehber yolu şaşırmışsa, hak yolcusu doğru yolu nasıl bulsun? Onlar dünyayı sevdiler ama sırf dünyalık peşinden koşan ehl-i dünyanın makamını beğenmediler. Konuşmalarında ehl-i dünyadan uzak olduklarını söylediler ama yaşayışta onlar gibi davrandılar. Davranışlarıyla ön plana çıkmamak için de kendilerini sözleriyle savundular. Sonunda, ne alakalarının olmadığını söyledikleri suçlamalardan kurtulabildiler ne de içinde yer almak istedikleri statüye kavuşabildiler. Çünkü hakka uygun davranan kimse, sustuğunda bile hal diliyle konuşur.
Rivayet edilir ki, Yüce Allah (cc) şöyle buyurmuştur: "Ben hikmetli sözler söyleyen kimsenin her sözünü kabul etmem. Önce onun gaye ve arzusuna bakarım; şayet hedef ve arzusu benim rızamı kazanmaksa, konuşmasa bile, ben onun susmasını bana yapılmış bir şükür ve saygı sayarım." Yüce Allah (cc) bir ayette şöyle buyurmuştur: "Tevrat’la yükümlü tutulup da onunla amel etmeyenlerin durumu, ciltlerle kitap taşıyan eşeğin durumu gibidir." (Cuma 61/5) Bir başka ayette de şöyle buyurmuştur: "Size verdiklerimizi kuvvetlice tutun." (Bakara 2/93) Yani Kur’an’ın hükümleriyle amel edin. Sünneti de, hükümleriyle amel etmeksizin, sadece sözlü olarak benimsemekle yetinmeyin. Zira sünnetle ilgili böyle bir benimseme iddiası, ilmi zayi etmenin yanı sıra aynı zamanda sözlü bir yalandır.
Bidatları, kusurlarınızı örten bir süs malzemesi yapmak için ayıplamayın. Çünkü bidatçıların kötülüğü sizi daha iyi insanlar haline getirmez. Bidatları, sırf bidatçılara saldırmak için de ayıplamayın. Zira böyle bir saldırı, kendi nefislerinizdeki bozukluktan kaynaklanır. Bir doktorun, hastalarını tedavi edip de kendisini hasta etmesi uygun olmaz. Çünkü doktor hastalanırsa, kendi hastalığıyla uğraşmaktan hastalarını tedavi etmeye vakti kalmaz. Fakat o, kendi sağlığını korumalı ki, hastalarını tedavi etme imkanı bulsun. İşte kardeşlerinizi eleştirirken sizin tavrınız da böyle olsun. Önce kendinize bakın ve Rabbinize karşı samimi, kardeşlerinize karşı merhametli olun. Bununla birlikte, başkalarının ayıp ve kusurlarıyla ilgilenmekten çok, kendi ayıp ve kusurlarınızla ilgilenin. Birbirinizden nasihat alın. Size nasihat eden de, sizden nasihat alan da yanınızda saygın ve değerli olsun. Ömer b. Hattab (ra) bu konuda, "Bana ayıp ve kusurlarımı gösteren kimseye Allah merhamet etsin!" demiştir. Hâlbuki siz, birisine bir şey söylediğinizde sözlerinize tahammül edilsin istiyorsunuz, ama aynısı size söylendiğinde öfkeleniyorsunuz. Yine aynı şekilde, kendiniz yadırganacak işler yaptığınızda size öfkelenilmesinden hoşlanmıyorsunuz, ama başkalarında böyle bir durum gördüğünüzde siz onlara öfkeleniyorsunuz.
Kendi görüşünüzü ve sizinle çağdaş olanların görüşünü suçlayın. Konuşmadan önce iyice araştırın. Bir şeyi yapmadan önce bilgi sahibi olun. Çünkü öyle bir zaman gelecek ki, hakla batıl birbirine karışacak. İyilik kötülüğe, kötülük iyiliğe dönüşecek. Bunun sonucunda, niceleri Allah’tan uzaklaştıracak şeylerle O’na yaklaşmaya çalışacak, niceleri de Allah’ın nefretine sebep olacak şeylerle O’nun sevgisini kazanmaya çalışacak. Nitekim Yüce Allah (cc) şöyle buyurmuştur: "Kötü ameli kendisine süslü gösterilip de onu güzel gören kimse, ameli iyi olan kimse gibi mi olacaktır?..." (Fâtır 35/8) Binaenaleyh hakikat, delilleriyle ortaya çıkıncaya kadar, şüpheler üzerinde iyice durun, onları iyice araştırın. Zira bilmediği bir işe bilgisizce dalan kimse günahkâr olur. Kim Allah'ın hoşnutluğunu gözetirse Allah da onu gözetir. Kur’an’a sarılın; ona uyun ve ondaki hükümlerin uygulanmasına öncü olun. Kur’an’ın hükümlerini hakkiyle uygulayanların izini takip edin. Şayet hahamlar ve rahipler Allah’ın kitabını uyguladıklarında ve doğru açıkladıklarında makam ve mevkilerinin gitmesinden korkmasalardı, onu ne değiştirirler ne de gizlerlerdi. Fakat onlar Kitab’a aykırı davrandıklarında makamlarının gitmesinden ve yaptıkları kötülüğün insanlar tarafından anlaşılmasından korktukları için insanları kandırmaya, yaptıklarını onlara farklı göstermeye çalıştılar. Bunun için Kitab’ı yanlış yorumlayarak tahrif ettiler. Tahrif etmeyi başaramadıkları hükümleri de gizlediler. Sonra da makamlarını korumak için kendi yaptıkları iş hakkında sessiz kaldılar. Kavimlerinin onlarla hoş geçinmek için yaptıklarına ses çıkarmadılar. Halbuki Allah, kendilerine kitap verilenlerden , onu insanlara açıklayacaklarına ve gizlemeyeceklerine dair kesin söz almıştı. Ama onlar Allah’ın Kitab’ını gizleme konusunda birbirleriyle yardımlaştılar ve onu tahrif etmelerine göz yumdular.
Açıklama: Süfyan es-Sevrî, öğrencilerine ve dostlarına zühd ve takva konularında bazı mektup ve vasiyetnameler yazmıştır. Darimî tarafından nakledilen bu metin de, onun Abbad b. Abbad'a yazdığı bir risaledir. (DİA, "Süfyân es-Sevrî" md., XXXVIII, 24)
Öneri Formu
Hadis Id, No:
38760, DM000675
Hadis:
أَخْبَرَنَا عَبْدُ الْمَلِكِ بْنُ سُلَيْمَانَ أَبُو عَبْدِ الرَّحْمَنِ الأَنْطَاكِىُّ عَنْ عَبَّادِ بْنِ عَبَّادٍ الْخَوَّاصِ الشَّامِىِّ أَبِى عُتْبَةَ قَالَ :
أَمَّا بَعْدُ ، اعْقِلُوا وَالْعَقْلُ نِعْمَةٌ ، فَرُبَّ ذِى عَقْلٍ قَدْ شُغِلَ قَلْبُهُ بِالتَّعَمُّقِ عَمَّا هُوَ عَلَيْهِ ضَرَرٌ عَنْ الاِنْتِفَاعِ بِمَا يَحْتَاجُ إِلَيْهِ حَتَّى صَارَ عَنْ ذَلِكَ سَاهِياً ، وَمِنْ فَضْلِ عَقْلِ الْمَرْءِ تَرْكُ النَّظَرِ فِيمَا لاَ نَظَرَ فِيهِ حَتَّى لاَ يَكُونَ فَضْلُ عَقْلِهِ وَبَالاً عَلَيْهِ فِى تَرْكِ مُنَافَسَةِ مَنْ هُوَ دُونَهُ فِى الأَعْمَالِ الصَّالِحَةِ ، أَوْ رَجُلٍ شُغِلَ قَلْبُهُ بِبِدْعَةٍ قَلَّدَ فِيهَا دِينَهُ رِجَالاً دُونَ أَصْحَابِ رَسُولِ اللَّهِ -صلى الله عليه وسلم- أَوِ اكْتَفَى بِرَأْيِهِ فِيمَا لاَ يَرَى الْهُدَى إِلاَّ فِيهَا ، وَلاَ يَرَى الضَّلاَلَةَ إِلاَّ بِتَرْكِهَا يَزْعُمُ أَنَّهُ أَخَذَهَا مِنَ الْقُرْآنِ وَهُوَ يَدْعُو إِلَى فِرَاقِ الْقُرْآنِ ، أَفَمَا كَانَ لِلْقُرْآنِ حَمَلَةٌ قَبْلَهُ وَقَبْلَ أَصْحَابِهِ يَعْمَلُونَ بِمُحْكَمِهِ وَيُؤْمِنُونَ بِمُتَشَابِهِهِ؟ وَكَانُوا مِنْهُ عَلَى مَنَارٍ كَوَضَحِ الطَّرِيقِ ، فَكَانَ الْقُرْآنُ إِمَامَ رَسُولِ اللَّهِ -صلى الله عليه وسلم- وَكَانَ رَسُولُ اللَّهِ -صلى الله عليه وسلم- إِمَاماً لأَصْحَابِهِ ، وَكَانَ أَصْحَابُهُ أَئِمَّةً لِمَنْ بَعْدَهُمْ رِجَالٌ مَعْرُوفُونَ مَنْسُوبُونَ فِى الْبُلْدَانِ مُتَّفِقُونَ فِى الرَّدِّ عَلَى أَصْحَابِ الأَهْوَاءِ مَعَ مَا كَانَ بَيْنَهُمْ مِنَ الاِخْتِلاَفِ ، وَتَسَكَّعَ أَصْحَابُ الأَهْوَاءِ بِرَأْيِهِمْ فِى سُبُلٍ مُخْتَلِفَةٍ جَائِرَةٍ عَنِ الْقَصْدِ مُفَارِقَةٍ لِلصِّرَاطِ الْمُسْتَقِيمِ ، فَتَوَّهَتْ بِهِمْ أَدِلاَّؤُهُمْ فِى مَهَامِهَ مُضِلَّةٍ ، فَأَمْعَنُوا فِيهَا مُتَعَسِّفِينَ فِى تِيهِهِمْ ، كُلَّمَا أَحْدَثَ لَهُمُ الشَّيْطَانُ بِدْعَةً فِى ضَلاَلَتِهِمُ انْتَقَلُوا مِنْهَا إِلَى غَيْرِهَا ، لأَنَّهُمْ لَمْ يَطْلُبُوا أَثَرَ السَّابِقِينَ وَلَمْ يَقْتَدُوا بِالْمُهَاجِرِينَ ، وَقَدْ ذُكِرَ عَنْ عُمَرَ أَنَّهُ قَالَ لِزِيَادٍ : هَلْ تَدْرِى مَا يَهْدِمُ الإِسْلاَمَ؟ زَلَّةُ عَالِمٍ وَجِدَالُ مُنَافِقٍ بِالْقُرْآنِ وَأَئِمَّةٌ مُضِلُّونَ ، اتَّقُوا اللَّهَ وَمَا حَدَثَ فِى قُرَّائِكُمْ وَأَهْلِ مَسَاجِدِكُمْ مِنَ الْغِيبَةِ وَالنَّمِيمَةِ وَالْمَشْىِ بَيْنَ النَّاسِ بِوَجْهَيْنِ وَلِسَانَيْنِ ، وَقَدْ ذُكِرَ أَنَّ مَنْ كَانَ ذَا وَجْهَيْنِ فِى الدُّنْيَا كَانَ ذَا وَجْهَيْنِ فِى النَّارِ ، يَلْقَاكَ صَاحِبُ الْغِيبَةِ فَيَغْتَابُ عِنْدَكَ مَنْ يَرَى أَنَّكَ تُحِبُّ غِيبَتَهُ ، وَيُخَالِفُكَ إِلَى صَاحِبِكَ فَيَأْتِيهِ عَنْكَ بِمِثْلِهِ ، فَإِذَا هُوَ قَدْ أَصَابَ عِنْدَ كُلِّ وَاحِدٍ مِنْكُمَا حَاجَتَهُ وَخَفِىَ عَلَى كُلِّ وَاحِدٍ مِنْكُمَا مَا أُتِىَ بِهِ عِنْدَ صَاحِبِهِ ، حُضُورُهُ عِنْدَ مَنْ حَضَرَهُ حُضُورُ الإِخْوَانِ وَغَيْبَتُهُ عَلَى مَنْ غَابَ عَنْهُ غَيْبَةُ الأَعْدَاءِ ، مَنْ حَضَرَ مِنْهُمْ كَانَتْ لَهُ الأَثَرَةُ ، وَمَنْ غَابَ مِنْهُمْ لَمْ تَكُنْ لَهُ حُرْمَةٌ ، يَفْتِنُ مَنْ حَضَرَهُ بِالتَّزْكِيَةِ ، وَيَغْتَابُ مَنْ غَابَ عَنْهُ بِالْغِيبَةِ ، فَيَا لِعِبَادَ اللَّهِ أَمَا فِى الْقَوْمِ مِنْ رَشِيدٍ وَلاَ مُصْلِحٍ يَقْمَعُ هَذَا عَنْ مَكِيدَتِهِ وَيَرُدُّهُ عَنْ عِرْضِ أَخِيهِ الْمُسْلِمِ؟ بَلْ عَرَفَ هَوَاهُمْ فِيمَا مَشَىَ بِهِ إِلَيْهِمْ فَاسْتَمْكَنَ مِنْهُمْ وَأَمْكَنُوهُ مِنْ حَاجَتِهِ ، فَأَكَلَ بِدِينِهِ مَعَ أَدْيَانِهِمْ ، فَاللَّهَ اللَّهَ ذُبُّوا عَنْ حُرَمِ غُيَّابِكُمْ ، وَكُفُّوا أَلْسِنَتَكُمْ عَنْهُمْ إِلاَّ مِنْ خَيْرٍ وَنَاصِحُوا اللَّهَ فِى أُمَّتِكُمْ إِذْ كُنْتُمْ حَمَلَةَ الْكِتَابِ وَالسُّنَّةِ ، فَإِنَّ الْكِتَابَ لاَ يَنْطِقُ حَتَّى يُنْطَقَ بِهِ ، وَإِنَّ السُّنَّةَ لاَ تَعْمَلُ حَتَّى يُعْمَلَ بِهَا ، فَمَتَى يَتَعَلَّمُ الْجَاهِلُ إِذَا سَكَتَ الْعَالِمُ فَلَمْ يُنْكِرْ مَا ظَهَرَ وَلَمْ يَأْمُرْ بِمَا تُرِكَ ، وَقَدْ أَخَذَ اللَّهُ مِيثَاقَ الَّذِينَ أُوتُوا الْكِتَابَ لِيُبَيِّنُنَّهُ لِلنَّاسِ وَلاَ يَكْتُمُونَهُ ، اتَّقُوا اللَّهَ فَإِنَّكُمْ فِى زَمَانٍ رَقَّ فِيهِ الْوَرَعُ وَقَلَّ فِيهِ الْخُشُوعُ ، وَحَمَلَ الْعِلْمَ مُفْسِدُوهُ فَأَحَبُّوا أَنْ يُعْرَفُوا بِحَمْلِهِ ، وَكَرِهُوا أَنْ يُعْرَفُوا بِإِضَاعَتِهِ ، فَنَطَقُوا فِيهِ بِالْهَوَى لِمَّا أَدْخَلُوا فِيهِ مِنَ الْخَطَإِ وَحَرَّفُوا الْكَلِمَ عَمَّا تَرَكُوا مِنَ الْحَقِّ إِلَى مَا عَمِلُوا بِهِ مِنْ بَاطِلٍ ، فَذُنُوبُهُمْ ذُنُوبٌ لاَ يُسْتَغْفَرُ مِنْهَا وَتَقْصِيرُهُمْ تَقْصِيرٌ لاَ يُعْتَرَفُ بِهِ ، كَيْفَ يَهْتَدِى الْمُسْتَدِلُّ الْمُسْتَرْشِدُ إِذَا كَانَ الدَّلِيلُ حَائِراً؟ أَحَبُّوا الدُّنْيَا وَكَرِهُوا مَنْزِلَةَ أَهْلِهَا فَشَارَكُوهُمْ فِى الْعَيْشِ ، وَزَايَلُوهُمْ بِالْقَوْلِ وَدَافَعُوا بِالْقَوْلِ عَنْ أَنْفُسِهِمْ أَنْ يُنْسَبُوا إِلَى عَمَلِهِمْ ، فَلَمْ يَتَبَرَّءُوا مِمَّا انْتَفَوْا مِنْهُ وَلَمْ يَدْخُلُوا فِيمَا نَسَبُوا إِلَيْهِ أَنْفُسَهُمْ لأَنَّ الْعَامِلَ بِالْحَقِّ مُتَكَلِّمٌ وَإِنْ سَكَتَ ، وَقَدْ ذُكِرَ أَنَّ اللَّهَ تَعَالَى يَقُولُ : إِنِّى لَسْتُ كُلَّ كَلاَمِ الْحَكِيمِ أَتَقَبَّلُ وَلَكِنِّى أَنْظُرُ إِلَى هَمِّهِ وَهَوَاهُ ، فَإِنْ كَانَ هَمُّهُ وَهَوَاهُ لِى جَعَلْتُ صَمْتَهُ حَمْداً وَوَقَاراً لِى وَإِنْ لَمْ يَتَكَلَّمْ. وَقَالَ اللَّهُ تَعَالَى {مَثَلُ الَّذِينَ حُمِّلُوا التَّوْرَاةَ ثُمَّ لَمْ يَحْمِلُوهَا كَمَثَلِ الْحِمَارِ يَحْمِلُ أَسْفَاراً)وَقَالَ {خُذُوا مَا آتَيْنَاكُمْ بِقُوَّةٍ} قَالَ الْعَمَلُ بِمَا فِيهِ وَلاَ تَكْتَفُوا مِنَ السُّنَّةِ بِانْتِحَالِهَا بِالْقَوْلِ دُونَ الْعَمَلِ بِهَا ، فَإِنَّ انْتِحَالَ السُّنَّةِ دُونَ الْعَمَلِ بِهَا كَذِبٌ بِالْقَوْلِ مَعَ إِضَاعَةِ الْعِلْمِ ، وَلاَ تَعِيبُوا بِالْبِدَعِ تَزَيُّناً بِعَيْبِهَا ، فَإِنَّ فَسَادَ أَهْلِ الْبِدَعِ لَيْسَ بِزَائِدٍ فِى صَلاَحِكُمْ ، وَلاَ تَعِيبُوهَا بَغْياً عَلَى أَهْلِهَا ، فَإِنَّ الْبَغْىَ مِنْ فَسَادِ أَنْفُسِكُمْ وَلَيْسَ يَنْبَغِى لِلطَّبِيبِ أَنْ يُدَاوِىَ الْمَرْضَى بِمَا يُبْرِئُهُمْ وَيُمْرِضُهُ ، فَإِنَّهُ إِذَا مَرِضَ اشْتَغَلَ بِمَرَضِهِ عَنْ مُدَاوَاتِهِمْ ، وَلَكِنْ يَنْبَغِى أَنْ يَلْتَمِسَ لِنَفْسِهِ الصِّحَّةَ لِيَقْوَى بِهِ عَلَى عِلاَجِ الْمَرْضِى ، فَلْيَكُنْ أَمْرُكُمْ فِيمَا تُنْكِرُونَ عَلَى إِخْوَانِكُمْ نَظَراً مِنْكُمْ لأَنْفُسِكُمْ وَنَصِيحَةً مِنْكُمْ لِرَبِّكُمْ وَشَفَقَةً مِنْكُمْ عَلَى إِخْوَانِكُمْ ، وَأَنْ تَكُونُوا مَعَ ذَلِكَ بِعُيُوبِ أَنْفُسِكُمْ أَعْنَى مِنْكُمْ بِعُيُوبِ غَيْرِكُمْ وَأَنْ يَسْتَفْطِمَ بَعْضُكُمْ بَعْضاً النَّصِيحَةَ ، وَأَنْ يَحْظَى عِنْدَكُمْ مَنْ بَذَلَهَا لَكُمْ وَقَبِلَهَا مِنْكُمْ ، وَقَدْ قَالَ عُمَرُ بْنُ الْخَطَّابِ رَضِىَ اللَّهُ تَعَالَى عَنْهُ : رَحِمَ اللَّهُ مَنْ أَهْدَى إِلَىَّ عُيُوبِى. تُحِبُّونَ أَنْ تَقُولُوا فَيُحْتَمَلَ لَكُمْ ، وَإِنْ قِيلَ لَكُمْ مِثْلُ الَّذِى قُلْتُمْ غَضِبْتُمْ ، تَجِدُونَ عَلَى النَّاسِ فِيمَا تُنْكِرُونَ مِنْ أُمُورِهِمْ وَتَأْتُونَ مِثْلَ ذَلِكَ ، فَلاَ تُحِبُّونَ أَنْ يَؤْخَذَ عَلَيْكُمْ ، اتَّهِمُوا رَأْيَكُمْ وَرَأْىَ أَهْلِ زَمَانِكُمْ وَتَثَبَّتُوا قَبْلَ أَنْ تَكَلَّمُوا ، وَتَعَلَّمُوا قَبْلَ أَنْ تَعْمَلُوا ، فَإِنَّهُ يَأْتِى زَمَانٌ يَشْتَبِهُ فِيهِ الْحَقُّ وَالْبَاطِلُ ، وَيَكُونُ الْمَعْرُوفُ فِيهِ مُنْكَراً وَالْمُنْكَرُ فِيهِ مَعْرُوفاً ، فَكَمْ مِنْ مُتَقَرِّبٍ إِلَى اللَّهِ بِمَا يُبَاعِدُهُ وَمُتَحَبِّبٍ إِلَيْهِ بِمَا يُبَغِّضُهُ عَلَيْهِ ، قَالَ اللَّهُ تَعَالَى {أَفَمَنْ زُيِّنَ لَهُ سُوءُ عَمَلِهِ فَرَآهُ حَسَناً} الآيَةَ ، فَعَلَيْكُمْ بِالْوُقُوفِ عِنْدَ الشُّبُهَاتِ حَتَّى يَبْرُزَ لَكُمْ وَاضِحُ الْحَقِّ بِالْبَيِّنَةِ ، فَإِنَّ الدَّاخِلَ فِيمَا لاَ يَعْلَمُ بِغَيْرِ عِلْمٍ آثِمٌ ، وَمَنْ نَظَرَ لِلَّهِ نَظَرَ اللَّهُ لَهُ ، عَلَيْكُمْ بِالْقُرْآنِ فَأْتَمُّوا بِهِ وَأُمُّوا بِهِ ، وَعَلَيْكُمْ بِطَلَبِ أَثَرِ الْمَاضِينَ فِيهِ ، وَلَوْ أَنَّ الأَحْبَارَ وَالرُّهْبَانَ لَمْ يَتَّقُوا زَوَالَ مَرَاتِبِهِمْ وَفَسَادَ مَنْزِلَتِهِمْ بِإِقَامَةِ الْكِتَابِ وَتِبْيَانِهِ مَا حَرَّفُوهُ وَلاَ كَتَمُوهُ ، وَلَكِنَّهُمْ لَمَّا خَالَفُوا الْكِتَابَ بِأَعْمَالِهِمُ الْتَمَسُوا أَنْ يَخْدَعُوا قَوْمَهُمْ عَمَّا صَنَعُوا مَخَافَةَ أَنْ تَفْسُدَ مَنَازِلُهُمْ وَأَنْ يَتَبَيَّنَ لِلنَّاسِ فَسَادُهُمْ فَحَرَّفُوا الْكِتَابَ بِالتَّفْسِيرِ ، وَمَا لَمْ يَسْتَطِيعُوا تَحْرِيفَهُ كَتَمُوهُ ، فَسَكَتُوا عَنْ صَنِيعِ أَنْفُسِهِمْ إِبْقَاءً عَلَى مَنَازِلِهِمْ ، وَسَكَتُوا عَمَّا صَنَعَ قَوْمُهُمْ مُصَانَعَةً لَهُمْ ، وَقَدْ أَخَذَ اللَّهُ مِيثَاقَ الَّذِينَ أُوتُوا الْكِتَابَ لِيُبَيِّنُنَّهُ لِلنَّاسِ وَلاَ يَكْتُمُونَهُ ، بَلْ مَالَئُوا عَلَيْهِ وَرَقَّقُوا لَهُمْ فِيهِ.
Tercemesi:
Bize Ebu Abdurrahman Abdülmelik b. Süleyman el-Antakî'nin naklettiğine göre Ebu Utbe Abbad b. Abbad el-Havvas eş-Şamî şöyle demiştir:
"Aklınızı kullanınız; çünkü akıl büyük bir nimettir. Fakat nice akıllı insan var ki, asıl muhtaç olduğu ilimleri bırakmış, zararlı konulara dalmıştır. Bu yüzden de kalbi gaflet içinde kalmıştır. Halbuki bir kimsenin, üzerinde düşünülüp fikir beyan edilemeyecek (birtakım teorik-kelamî) konulara kafa yormayı terk etmesi onun üstün bir akla sahip olduğunu gösterir. İnsan böyle konularla ilgilenmeyi bırakmalı ki, salih ameller konusunda diğer insanlarla yarışmayı sürdürsün; sahip olduğu akıl üstünlüğü, böyle bir yarışı terk etmesinden dolayı onun için bir vebale dönüşmesin.Niceleri var ki, kalbi bidatle meşguldür. Dinî konularda Rasulullah'ın (sav) ashabını bırakmış, birtakım bidatçilerin peşine düşmüştür. Ya da kendi görüşüyle yetinmektedir; kendi görüşünün tek doğru yol, ona karşı çıkmanın da sapıklık olduğuna inanmaktadır. Kur'an'dan uzaklaşmaya çağırdığı hâlde, görüşlerini Kur'an'dan aldığını iddia etmektedir. Acaba ondan ve yandaşlarından önce Kur'an'ın muhkemiyle amel eden, müteşabihine iman eden ve Kur'an'ın aydınlık yolunda yürüyen hiç mi Kur'an muhafızı yoktu? Kur'an, Rasullah'ın (sav) önderi oldu. Rasulullah (sav), ashabına önderlik etti. Onun ashabı da, kendilerinden sonra gelen kimselere öncülük ettiler. (Ashabın önderliğinde yetişenler) bölgelerinde tanınmış, takipçileri bulunan ve aralarındaki görüş ayrılıklarına rağmen ehl-i ehvâyı eleştirme konusunda birlik olabilen kimselerdi. Ehl-i ehvâ ise, kendi görüşlerine uyarak doğru yoldan sapmış, doğru yolu terk ederek çeşitli sapık yollara girmişlerdi. Sonunda kendi delilleri onları en sapa çöllere savurdu da, ıssız çöllerde, sonuçlanması imkansız konulara daldılar. Şeytan, onların sapıklıklarıyla ilgili yeni bidatler ürettikçe, onlar da bir bidatten diğerine savruldular. Çünkü onlar ne selefin izini takip ettiler ne de (günahları terk eden) muhacirlere uydular.
Anlatıldığına göre Ömer, Ziyad’a şöyle demiştir: 'İslam’ı ne yıkacak, biliyor musun? Alimin hatası, münafığın Kur’an üzerinden tartışması ve saptırıcı önderler.' Kur’an’ı iyi bilen alimlerinizin ve mescitlere devam eden dindar cemaatinizin arasında ortaya çıkacak gıybet, söz taşıyıcılık, insanlar arasında iki yüzlü davranma ve birine farklı diğerine farklı dille konuşma gibi konularda Allah’tan korkunuz! Nitekim bir rivayette, 'Dünyada ikiyüzlü olan, cehennemde de ikiyüzlü olacaktır' denilmiştir. Gıybet yapan kimse senin yanına gelir, hakkında kötü konuşulmasından hoşlanacağını düşündüğü bir kimsenin gıybetini yapar. Sonra da arkadaşına gider, senin gıybetini yapar. Bir de bakarsın gıybetçi, her birinizle ilgili hedefine ulaşmış; onun birinize söyledikleri diğerinize gizli kalmıştır! Artık her iki taraf, arkadaşının yanında kardeş, gıyabında ise düşman gibidir. Biri diğerinin yanına gidiyorsa, mutlaka şahsi bir menfaati vardır. Ondan uzak duruyor ve yanına uğramıyorsa, bunun sebebi de, içinde ona karşı beslediği saygı ve sevgiyi kaybetmiş olmasıdır. Böylece gıybetçi, yanına gelen arkadaşı (yüzüne karşı söylediği) övücü sözlerle büyüler, diğerinin ise arkasından konuşarak gıybetini yapar. Yetişin, ey Allah’ın kulları! Bu insanların arasında, böyle bir gıybetçinin hilesine engel olacak, Müslüman kardeşinin şeref ve namusunu koruyacak aklı başında bir yiğit ya da bir ıslahçı yok mu? Yok, laf taşıma konusundaki zaaf ve düşkünlüklerini bildiği için, tam tersine insanlara o gıybetçi hakim oldu. İnsanlar da ona hedefini gerçekleştirme fırsatı verdiler. Böylece onların dinleriyle birlikte kendi dini karşılığında (türlü türlü haramlar) yedi."
Ey insanlar! Allah’tan korkun, Allah’tan! Yanınızda bulunmayan Müslümanların mahremlerini koruyun. Hayırlı sözler dışında, dillerinizi o kardeşlerinizden uzak tutun. İslam ümmetine karşı samimi olun. Çünkü siz Kur’an ve Sünnet’i ve onlardaki uygulamaları sonraki nesillere taşıyacak kimselersiniz. Unutmayın ki Kur’an, kendisiyle konuşulmadan konuşamaz. Sünnet de kendisiyle amel edilmedikçe işlevsel hale gelemez. Öyleyse alim susar da, ortaya çıkan kötülüklere engel olmaz, terk edilen iyilikleri emretmezse cahil ne zaman öğrenecek? Halbuki Allah kendilerine kitap verilenlerden, vahyi gizlemeyeceklerine ve onu insanlara açıklayacaklarına dair kesin söz almıştır. Allah’tan korkun! Şüphesiz siz takvanın zayıfladığı, huşuun (yani korku ve sevgi ile Allah’a boyun eğmenin) azaldığı, fesatçıların ilim sahibi olduğu bir zamanda yaşıyorsunuz. O bozguncular ilmi yitirmiş kişiler olarak değil, ilim sahibi olarak tanınmak istediler. Bunun sonucunda, ilme sokuşturdukları hatalı bilgiler vasıtasıyla kendi arzu ve isteklerine uygun ilmî görüşler ileri sürdüler. Kelimeleri bozarak, terk ettikleri hakkın yerine amel ettikleri batılı koydular. Bu yüzden onların günahları bağışlanmayacak kadar büyük günahlardır. Kusurları da itiraf edilemeyecek büyük kusurlardır. Rehber yolu şaşırmışsa, hak yolcusu doğru yolu nasıl bulsun? Onlar dünyayı sevdiler ama sırf dünyalık peşinden koşan ehl-i dünyanın makamını beğenmediler. Konuşmalarında ehl-i dünyadan uzak olduklarını söylediler ama yaşayışta onlar gibi davrandılar. Davranışlarıyla ön plana çıkmamak için de kendilerini sözleriyle savundular. Sonunda, ne alakalarının olmadığını söyledikleri suçlamalardan kurtulabildiler ne de içinde yer almak istedikleri statüye kavuşabildiler. Çünkü hakka uygun davranan kimse, sustuğunda bile hal diliyle konuşur.
Rivayet edilir ki, Yüce Allah (cc) şöyle buyurmuştur: "Ben hikmetli sözler söyleyen kimsenin her sözünü kabul etmem. Önce onun gaye ve arzusuna bakarım; şayet hedef ve arzusu benim rızamı kazanmaksa, konuşmasa bile, ben onun susmasını bana yapılmış bir şükür ve saygı sayarım." Yüce Allah (cc) bir ayette şöyle buyurmuştur: "Tevrat’la yükümlü tutulup da onunla amel etmeyenlerin durumu, ciltlerle kitap taşıyan eşeğin durumu gibidir." (Cuma 61/5) Bir başka ayette de şöyle buyurmuştur: "Size verdiklerimizi kuvvetlice tutun." (Bakara 2/93) Yani Kur’an’ın hükümleriyle amel edin. Sünneti de, hükümleriyle amel etmeksizin, sadece sözlü olarak benimsemekle yetinmeyin. Zira sünnetle ilgili böyle bir benimseme iddiası, ilmi zayi etmenin yanı sıra aynı zamanda sözlü bir yalandır.
Bidatları, kusurlarınızı örten bir süs malzemesi yapmak için ayıplamayın. Çünkü bidatçıların kötülüğü sizi daha iyi insanlar haline getirmez. Bidatları, sırf bidatçılara saldırmak için de ayıplamayın. Zira böyle bir saldırı, kendi nefislerinizdeki bozukluktan kaynaklanır. Bir doktorun, hastalarını tedavi edip de kendisini hasta etmesi uygun olmaz. Çünkü doktor hastalanırsa, kendi hastalığıyla uğraşmaktan hastalarını tedavi etmeye vakti kalmaz. Fakat o, kendi sağlığını korumalı ki, hastalarını tedavi etme imkanı bulsun. İşte kardeşlerinizi eleştirirken sizin tavrınız da böyle olsun. Önce kendinize bakın ve Rabbinize karşı samimi, kardeşlerinize karşı merhametli olun. Bununla birlikte, başkalarının ayıp ve kusurlarıyla ilgilenmekten çok, kendi ayıp ve kusurlarınızla ilgilenin. Birbirinizden nasihat alın. Size nasihat eden de, sizden nasihat alan da yanınızda saygın ve değerli olsun. Ömer b. Hattab (ra) bu konuda, "Bana ayıp ve kusurlarımı gösteren kimseye Allah merhamet etsin!" demiştir. Hâlbuki siz, birisine bir şey söylediğinizde sözlerinize tahammül edilsin istiyorsunuz, ama aynısı size söylendiğinde öfkeleniyorsunuz. Yine aynı şekilde, kendiniz yadırganacak işler yaptığınızda size öfkelenilmesinden hoşlanmıyorsunuz, ama başkalarında böyle bir durum gördüğünüzde siz onlara öfkeleniyorsunuz.
Kendi görüşünüzü ve sizinle çağdaş olanların görüşünü suçlayın. Konuşmadan önce iyice araştırın. Bir şeyi yapmadan önce bilgi sahibi olun. Çünkü öyle bir zaman gelecek ki, hakla batıl birbirine karışacak. İyilik kötülüğe, kötülük iyiliğe dönüşecek. Bunun sonucunda, niceleri Allah’tan uzaklaştıracak şeylerle O’na yaklaşmaya çalışacak, niceleri de Allah’ın nefretine sebep olacak şeylerle O’nun sevgisini kazanmaya çalışacak. Nitekim Yüce Allah (cc) şöyle buyurmuştur: "Kötü ameli kendisine süslü gösterilip de onu güzel gören kimse, ameli iyi olan kimse gibi mi olacaktır?..." (Fâtır 35/8) Binaenaleyh hakikat, delilleriyle ortaya çıkıncaya kadar, şüpheler üzerinde iyice durun, onları iyice araştırın. Zira bilmediği bir işe bilgisizce dalan kimse günahkâr olur. Kim Allah'ın hoşnutluğunu gözetirse Allah da onu gözetir. Kur’an’a sarılın; ona uyun ve ondaki hükümlerin uygulanmasına öncü olun. Kur’an’ın hükümlerini hakkiyle uygulayanların izini takip edin. Şayet hahamlar ve rahipler Allah’ın kitabını uyguladıklarında ve doğru açıkladıklarında makam ve mevkilerinin gitmesinden korkmasalardı, onu ne değiştirirler ne de gizlerlerdi. Fakat onlar Kitab’a aykırı davrandıklarında makamlarının gitmesinden ve yaptıkları kötülüğün insanlar tarafından anlaşılmasından korktukları için insanları kandırmaya, yaptıklarını onlara farklı göstermeye çalıştılar. Bunun için Kitab’ı yanlış yorumlayarak tahrif ettiler. Tahrif etmeyi başaramadıkları hükümleri de gizlediler. Sonra da makamlarını korumak için kendi yaptıkları iş hakkında sessiz kaldılar. Kavimlerinin onlarla hoş geçinmek için yaptıklarına ses çıkarmadılar. Halbuki Allah, kendilerine kitap verilenlerden , onu insanlara açıklayacaklarına ve gizlemeyeceklerine dair kesin söz almıştı. Ama onlar Allah’ın Kitab’ını gizleme konusunda birbirleriyle yardımlaştılar ve onu tahrif etmelerine göz yumdular.
Açıklama:
Süfyan es-Sevrî, öğrencilerine ve dostlarına zühd ve takva konularında bazı mektup ve vasiyetnameler yazmıştır. Darimî tarafından nakledilen bu metin de, onun Abbad b. Abbad'a yazdığı bir risaledir. (DİA, "Süfyân es-Sevrî" md., XXXVIII, 24)
Yazar, Kitap, Bölüm:
Dârimî, Sünen-i Dârimî, Mukaddime 57, 1/506
Senetler:
1. Ebu Utbe Abbad b. Abbad el-Havvas (Abbad b. Abbad)
2. Ebu Abdurrahman Abdülmelik b. Süleyman el-Antakî (Abdülmelik b. Süleyman)
Konular:
Bilgi, alimin/ilmin önemi
Bilgi, bilgi ile amel arasındaki ilişki
Bilgi, bilgiye ulaşmak için akıl yürütme
Bilgi, Kur'an ve Sünnet bilgisi
Bilgi, Öğrenilmesi, Öğretilmesi
Dünya, aldatıcılığı
Gıybet, gıybet etmek, dedi kodu yapmak
İmtihan, Allah'ın imtihan etmesi
Koğuculuk, koğuculuk yapmak
Tergib, niyet
Bize Müsedded, ona Bişr, ona İbn Avn, ona İbn Sîrîn, ona Abdurrahman b. Ebu Bekre, ona da babası (Nüfey' b. Mesrûh) şöyle rivayet etmiştir:
"Kendisi, Rasulullah (sav)'ın devesi üzerinde oturduğunu, birinin de (devenin) yularını- râvi, şüpheye düşerek benzer bir kelime olan 'zimâm'ı da zikretmiştir- tuttuğunu zikretti. (Bilahere), Rasulullah (sav), 'bugün hangi gündür?' buyurdu. Bizler sustuk; öyle ki ona başka bir isim vereceğini zannettik. 'Kurban bayramı günü değil midir?' buyurdu. Biz de 'tabi, öyle' dedik. (Ardından), 'bu hangi aydır' buyurdu. Bizler (yine) sustuk; öyle ki ona başka bir isim vereceğini zannettik. 'Zi'l-hicce değil midir?' buyurdu. Bizler de 'tabi, öyle' dedik. (Sonra şöyle) buyurdu:
"Şüphesiz ki kanlarınız, mallarınız ve ırzlarınız, bu gününüz, bu ayınız ve bu beldeniz gibi aranızda haramdır. (Sözümü, burada) bulunanlar bulunmayanlara ulaştırsınlar. Nitekim (burada) bulunan, kendisinden daha anlayışlı birine (sözümü) ulaştırabilir."
Açıklama: Rivayette yer alan بِخِطَامِهِ ve بِزِمَامِهِ kelimeleri aynı anlamda olup Ebu Bekre’den sonraki ravilerden birisi Ebu Bekre’nin bu kelimelerden hangisini kullandığını hatırlamadığı için iki kelimeyi birden aktarma gereği hissetmiştir. (İbn Hâcer, Fethü’l-Bârî, I, 158)
Öneri Formu
Hadis Id, No:
1332, B000067
Hadis:
حَدَّثَنَا مُسَدَّدٌ قَالَ حَدَّثَنَا بِشْرٌ قَالَ حَدَّثَنَا ابْنُ عَوْنٍ عَنِ ابْنِ سِيرِينَ عَنْ عَبْدِ الرَّحْمَنِ بْنِ أَبِى بَكْرَةَ عَنْ أَبِيهِ ذَكَرَ النَّبِىَّ صلى الله عليه وسلم قَعَدَ عَلَى بَعِيرِهِ ، وَأَمْسَكَ إِنْسَانٌ بِخِطَامِهِ - أَوْ بِزِمَامِهِ - قَالَ 'أَىُّ يَوْمٍ هَذَا' فَسَكَتْنَا حَتَّى ظَنَنَّا أَنَّهُ سَيُسَمِّيهِ سِوَى اسْمِهِ . قَالَ 'أَلَيْسَ يَوْمَ النَّحْرِ' قُلْنَا بَلَى قَالَ ' فَأَىُّ شَهْرٍ هَذَا ' فَسَكَتْنَا حَتَّى ظَنَنَّا أَنَّهُ سَيُسَمِّيهِ بِغَيْرِ اسْمِهِ. فَقَالَ 'أَلَيْسَ بِذِى الْحِجَّةِ.' قُلْنَا بَلَى قَالَ:
"فَإِنَّ دِمَاءَكُمْ وَأَمْوَالَكُمْ وَأَعْرَاضَكُمْ بَيْنَكُمْ حَرَامٌ كَحُرْمَةِ يَوْمِكُمْ هَذَا ، فِى شَهْرِكُمْ هَذَا ، فِى بَلَدِكُمْ هَذَا . لِيُبَلِّغِ الشَّاهِدُ الْغَائِبَ ، فَإِنَّ الشَّاهِدَ عَسَى أَنْ يُبَلِّغَ مَنْ هُوَ أَوْعَى لَهُ مِنْهُ ."
Tercemesi:
Bize Müsedded, ona Bişr, ona İbn Avn, ona İbn Sîrîn, ona Abdurrahman b. Ebu Bekre, ona da babası (Nüfey' b. Mesrûh) şöyle rivayet etmiştir:
"Kendisi, Rasulullah (sav)'ın devesi üzerinde oturduğunu, birinin de (devenin) yularını- râvi, şüpheye düşerek benzer bir kelime olan 'zimâm'ı da zikretmiştir- tuttuğunu zikretti. (Bilahere), Rasulullah (sav), 'bugün hangi gündür?' buyurdu. Bizler sustuk; öyle ki ona başka bir isim vereceğini zannettik. 'Kurban bayramı günü değil midir?' buyurdu. Biz de 'tabi, öyle' dedik. (Ardından), 'bu hangi aydır' buyurdu. Bizler (yine) sustuk; öyle ki ona başka bir isim vereceğini zannettik. 'Zi'l-hicce değil midir?' buyurdu. Bizler de 'tabi, öyle' dedik. (Sonra şöyle) buyurdu:
"Şüphesiz ki kanlarınız, mallarınız ve ırzlarınız, bu gününüz, bu ayınız ve bu beldeniz gibi aranızda haramdır. (Sözümü, burada) bulunanlar bulunmayanlara ulaştırsınlar. Nitekim (burada) bulunan, kendisinden daha anlayışlı birine (sözümü) ulaştırabilir."
Açıklama:
Rivayette yer alan بِخِطَامِهِ ve بِزِمَامِهِ kelimeleri aynı anlamda olup Ebu Bekre’den sonraki ravilerden birisi Ebu Bekre’nin bu kelimelerden hangisini kullandığını hatırlamadığı için iki kelimeyi birden aktarma gereği hissetmiştir. (İbn Hâcer, Fethü’l-Bârî, I, 158)
Yazar, Kitap, Bölüm:
Buhârî, Sahîh-i Buhârî, İlim 9, 1/210
Senetler:
1. Ebu Bekre Nüfey' b. Mesruh es-Sekafî (Nüfey' b. Haris b. Kelde)
2. Ebu Bahr Abdurrahman b. Ebu Bekre es-Sekafî (Abdurrahman b. Nüfey b. Haris)
3. Ebu Bekir Muhammed b. Sirin el-Ensarî (Muhammed b. Sirin)
4. Ebu Avn Abdullah b. Avn el-Müzenî (Abdullah b. Avn b. Ertabân)
5. Ebu İsmail Bişr b. Mufaddal er-Rakâşi (Bişr b. Mufaddal b. Lahik)
6. Müsedded b. Müserhed el-Esedî (Müsedded b. Müserhed b. Müserbel b. Şerik)
Konular:
Bilgi, ilmi yaymak
Bilgi, Öğrenilmesi, Öğretilmesi
Eğitim, Hz. Peygamber'in Müslümanları Eğitmesi
Hz. Peygamber, veda haccı
Tebliğ, dine davet ve tebliğde metot
Bize İsmail b. Ebu Üveys, ona Mâlik, ona Hişâm b. Urve, ona babası (Urve b. Zübeyr), ona da Abdullah b. Amr b. Âs'ın rivayet ettiğine göre Hz. Peygamber (sav) şöyle buyurdu:
"Şüphesiz Allah, ilmi, kullar arasından çekip almaz. Ancak O, ilmi, ulemayı vefat ettirmek suretiyle alır. Nihayet tek bir alim dahi kalmaz. Böylece insanlar, cahilleri önderler edinirler de bunlara fetva sorulur, bunlar da ilimsizce konuşup fetva verirler. Neticede hem kendileri sapar hem de başkalarını saptırırlar."
[Firebrî şöyle demiştir: Bize Abbas, ona Kuteybe, ona Cerîr, ona da Hişâm bir benzerini rivayet etmiştir.]
Öneri Formu
Hadis Id, No:
1228, B000100
Hadis:
حَدَّثَنَا إِسْمَاعِيلُ بْنُ أَبِى أُوَيْسٍ قَالَ حَدَّثَنِى مَالِكٌ عَنْ هِشَامِ بْنِ عُرْوَةَ عَنْ أَبِيهِ عَنْ عَبْدِ اللَّهِ بْنِ عَمْرِو بْنِ الْعَاصِ قَالَ سَمِعْتُ رَسُولَ اللَّهِ صلى الله عليه وسلم يَقُولُ:
"إِنَّ اللَّهَ لاَ يَقْبِضُ الْعِلْمَ انْتِزَاعًا ، يَنْتَزِعُهُ مِنَ الْعِبَادِ ، وَلَكِنْ يَقْبِضُ الْعِلْمَ بِقَبْضِ الْعُلَمَاءِ ، حَتَّى إِذَا لَمْ يُبْقِ عَالِمًا ، اتَّخَذَ النَّاسُ رُءُوسًا جُهَّالاً فَسُئِلُوا ، فَأَفْتَوْا بِغَيْرِ عِلْمٍ ، فَضَلُّوا وَأَضَلُّوا."
[ قَالَ الْفِرَبْرِىُّ حَدَّثَنَا عَبَّاسٌ قَالَ حَدَّثَنَا قُتَيْبَةُ حَدَّثَنَا جَرِيرٌ عَنْ هِشَامٍ نَحْوَهُ .]
Tercemesi:
Bize İsmail b. Ebu Üveys, ona Mâlik, ona Hişâm b. Urve, ona babası (Urve b. Zübeyr), ona da Abdullah b. Amr b. Âs'ın rivayet ettiğine göre Hz. Peygamber (sav) şöyle buyurdu:
"Şüphesiz Allah, ilmi, kullar arasından çekip almaz. Ancak O, ilmi, ulemayı vefat ettirmek suretiyle alır. Nihayet tek bir alim dahi kalmaz. Böylece insanlar, cahilleri önderler edinirler de bunlara fetva sorulur, bunlar da ilimsizce konuşup fetva verirler. Neticede hem kendileri sapar hem de başkalarını saptırırlar."
[Firebrî şöyle demiştir: Bize Abbas, ona Kuteybe, ona Cerîr, ona da Hişâm bir benzerini rivayet etmiştir.]
Açıklama:
Yazar, Kitap, Bölüm:
Buhârî, Sahîh-i Buhârî, İlim 34, 1/217
Senetler:
1. Ebu Muhammed Abdullah b. Amr es-Sehmî (Abdullah b. Amr b. Âs b. Vail b. Haşim)
2. Urve b. Zübeyr el-Esedî (Urve b. Zübeyr b. Avvam b. Huveylid b. Esed)
3. Ebu Münzir Hişam b. Urve el-Esedî (Hişam b. Urve b. Zübeyr b. Avvam)
4. Ebu Abdullah Malik b. Enes el-Esbahî (Malik b. Enes b. Malik b. Ebu Amir)
5. Ebu Abdullah İsmail b. Ebu Üveys el-Esbahî (İsmail b. Abdullah b. Abdullah b. Üveys b. Malik)
Konular:
Bilgi, Cehalet, cehalet ve yaygınlaşması
Bilgi, ilmin kaybolması
Bilgi, Öğrenilmesi, Öğretilmesi
Bilgi. bilgelik ve cahalet
Bize Halid b. Mahled, ona Süleyman, ona Abdullah b. Dînâr, ona da İbn Ömer'in rivayet ettiğine göre Nebî (sav) şöyle buyurdu:
" 'Ağaçların içerisinde tıpkı müslümana benzeyen yaprağı dökülmeyen bir ağaç vardır. Onun ne olduğunu bana söyleyin.' Bunun üzerine insanlar çöldeki ağaçları saymaya başlamışlardı. (Hadisin ravisi) Abdullah b. Ömer devamla şöyle söylemiştir: 'Ben kendi kendime o ağacın hurma ağacı olduğu bilsem de utancımnda söyleyemedim.' Bunun üzerinde oradakiler: 'Ey Allah'ın Resûlü onun ne olduğunu bize sen söyle' deyince Hz. Peygamber şöyle buyurdu 'O hurma ağacıdır'."
Öneri Formu
Hadis Id, No:
1290, B000062
Hadis:
حَدَّثَنَا خَالِدُ بْنُ مَخْلَدٍ حَدَّثَنَا سُلَيْمَانُ حَدَّثَنَا عَبْدُ اللَّهِ بْنُ دِينَارٍ عَنِ ابْنِ عُمَرَ عَنِ النَّبِىِّ صلى الله عليه وسلم قَالَ:
" 'إِنَّ مِنَ الشَّجَرِ شَجَرَةً لاَ يَسْقُطُ وَرَقُهَا ، وَإِنَّهَا مَثَلُ الْمُسْلِمِ ، حَدِّثُونِى مَا هِىَ' . قَالَ: فَوَقَعَ النَّاسُ فِى شَجَرِ الْبَوَادِى . قَالَ عَبْدُ اللَّهِ: 'فَوَقَعَ فِى نَفْسِى أَنَّهَا النَّخْلَةُ' ، ثُمَّ قَالُوا: حَدِّثْنَا مَا هِىَ يَا رَسُولَ اللَّهِ قَالَ: 'هِىَ النَّخْلَةُ' ."
Tercemesi:
Bize Halid b. Mahled, ona Süleyman, ona Abdullah b. Dînâr, ona da İbn Ömer'in rivayet ettiğine göre Nebî (sav) şöyle buyurdu:
" 'Ağaçların içerisinde tıpkı müslümana benzeyen yaprağı dökülmeyen bir ağaç vardır. Onun ne olduğunu bana söyleyin.' Bunun üzerine insanlar çöldeki ağaçları saymaya başlamışlardı. (Hadisin ravisi) Abdullah b. Ömer devamla şöyle söylemiştir: 'Ben kendi kendime o ağacın hurma ağacı olduğu bilsem de utancımnda söyleyemedim.' Bunun üzerinde oradakiler: 'Ey Allah'ın Resûlü onun ne olduğunu bize sen söyle' deyince Hz. Peygamber şöyle buyurdu 'O hurma ağacıdır'."
Açıklama:
Yazar, Kitap, Bölüm:
Buhârî, Sahîh-i Buhârî, İlim 5, 1/208
Senetler:
1. İbn Ömer Abdullah b. Ömer el-Adevî (Abdullah b. Ömer b. Hattab)
2. Ebu Abdurrahman Abdullah b. Dinar el-Kuraşî (Abdullah b. Dinar)
3. Ebu Muhammed Süleyman b. Bilal el-Kuraşi (Süleyman b. Bilal)
4. Ebu Heysem Halid b. Mahled el-Katavâni (Halid b. Mahled)
Konular:
Bilgi, Öğrenilmesi, Öğretilmesi
Eğitim, Hz. Peygamber'in Müslümanları Eğitmesi
Hz. Peygamber, üslubu, edebi sanatlar,
Müslüman, Müslümanın faydalılığı
Bize Muhammed b. Kesir, ona İbn Şevzeb, ona da Matar "Andolsun ki biz Kur'an'ı öğüt alınsın diye kolaylaştırdık. (Ondan) öğüt alan yok mu?" [Kamer, 54/17] (ayetinin son kelimesinin [مُدَّكِرٍ] tefsiri) hakkında şöyle dedi: "Hayır isteyip de kendisine yardım edilecek kimse var mı?".
Öneri Formu
Hadis Id, No:
37331, DM000358
Hadis:
أَخْبَرَنَا مُحَمَّدُ بْنُ كَثِيرٍ عَنِ ابْنِ شَوْذَبٍ عَنْ مَطَرٍ {وَلَقَدْ يَسَّرْنَا الْقُرْآنَ لِلذِّكْرِ فَهَلْ مِنْ مُدَّكِرٍ} قَالَ : هَلْ مِنْ طَالِبِ خَيْرٍ فَيُعَانَ عَلَيْهِ؟
Tercemesi:
Bize Muhammed b. Kesir, ona İbn Şevzeb, ona da Matar "Andolsun ki biz Kur'an'ı öğüt alınsın diye kolaylaştırdık. (Ondan) öğüt alan yok mu?" [Kamer, 54/17] (ayetinin son kelimesinin [مُدَّكِرٍ] tefsiri) hakkında şöyle dedi: "Hayır isteyip de kendisine yardım edilecek kimse var mı?".
Açıklama:
Yazar, Kitap, Bölüm:
Dârimî, Sünen-i Dârimî, Mukaddime 32, 1/364
Senetler:
1. Matar b. Tahman el-Varrak (Matar b. Tahman)
2. Ebu Abdurrahman Abdullah b. Şevzeb el-Horasanî (Abdullah b. Şevzeb)
3. Ebu Yusuf Muhammed b. Kesir es-Sekafi (Muhammed b. Kesir b. Ebu Ata)
Konular:
Bilgi, Öğrenilmesi, Öğretilmesi
Öneri Formu
Hadis Id, No:
1323, M004223
Hadis:
حَدَّثَنَا يَحْيَى بْنُ أَيُّوبَ وَقُتَيْبَةُ - يَعْنِى ابْنَ سَعِيدٍ - وَابْنُ حُجْرٍ قَالُوا حَدَّثَنَا إِسْمَاعِيلُ - هُوَ ابْنُ جَعْفَرٍ - عَنِ الْعَلاَءِ عَنْ أَبِيهِ عَنْ أَبِى هُرَيْرَةَ أَنَّ رَسُولَ اللَّهِ صلى الله عليه وسلم قَالَ
"إِذَا مَاتَ الإِنْسَانُ انْقَطَعَ عَنْهُ عَمَلُهُ إِلاَّ مِنْ ثَلاَثَةٍ إِلاَّ مِنْ صَدَقَةٍ جَارِيَةٍ أَوْ عِلْمٍ يُنْتَفَعُ بِهِ أَوْ وَلَدٍ صَالِحٍ يَدْعُو لَهُ."
Tercemesi:
Bize Yahya b. Eyyüb, Kuteybe b. Said ve İbn Hucr, onlara İsmail b. Cafer, ona Alâ, ona babası, ona Ebu Hureyre (ra) rivayet ettiğine göre Hz. Peygamber (sav) şöyle buyurmuştur:
"İnsan öldüğü zaman amel defteri kapanır. Üç şey istisnadır: sadaka-i cariye (etkisi devamlı olan sadaka), kendisinden yararlanılan ilim veya kendisi için dua eden salih evlat."
Açıklama:
Yazar, Kitap, Bölüm:
Müslim, Sahîh-i Müslim, Vasiyyet 4223, /684
Senetler:
1. Ebu Hureyre ed-Devsî (Abdurrahman b. Sahr)
2. Ebu Alâ Abdurrahman b. Yakub el-Cühenî (Abdurrahman b. Yakub)
3. Alâ b. Abdurrahman el-Hırakî (Alâ b. Abdurrahman b. Yakub)
4. Ebu İshak İsmail b. Cafer el-Ensarî (İsmail b. Cafer b. Ebu Kesir)
5. Ebu Hasan Ali b. Hucr es-Sa'dî (Ali b. Hucr b. İyas b. Mukatil)
Konular:
Aile, salih evlat yetiştirmek
Bayram, bayram kültürü
Bilgi, Öğrenilmesi, Öğretilmesi
BİRRU'L- VALİDEYN
Sadaka, öldükten sonra da kazandıran ameller
Sadaka, Sadaka-i Cariye, sürekliliği olan hayır
Vakıf, vakfedilen malın kullanımı
Öneri Formu
Hadis Id, No:
5197, M001390
Hadis:
حَدَّثَنَا يَحْيَى بْنُ يَحْيَى التَّمِيمِىُّ قَالَ أَخْبَرَنَا عَبْدُ اللَّهِ بْنُ يَحْيَى بْنِ أَبِى كَثِيرٍ قَالَ
"سَمِعْتُ أَبِى يَقُولُ لاَ يُسْتَطَاعُ الْعِلْمُ بِرَاحَةِ الْجِسْمِ."
Tercemesi:
Bize Yahya b. Yahya et-Temimi, ona Abdullah b. Yahya b. Ebu Kesir'in şöyle dediğini rivayet etti:
"Ben babamı şöyle derken dinledim: Beden rahatlığı ile (yani yorulmadan) ilim elde edilemez."
Açıklama:
Yazar, Kitap, Bölüm:
Müslim, Sahîh-i Müslim, Mesâcid ve Mevâdi'u's-salât 1390, /243
Senetler:
1. Ebu Nasr Yahya b. Ebu Kesir et-Tâî (Yahya b. Salih b. Mütevekkil)
2. İbn Ebu Kesir Abdullah b. Yahya et-Tâî (Abdullah b. Yahya b. Salih b. Mütevekkil)
3. Ebu Zekeriyya Yahya b. Yahya en-Neysâbûrî (Yahya b. Yahya b. Bekir b. Abdurrahman)
Konular:
Bilgi, Öğrenilmesi, Öğretilmesi
KTB, NAMAZ,
حَدَّثَنَا ابْنُ أَبِى عُمَر قَالَ: حَدَّثَنَا سُفْيَانُ قَالَ: حَدَّثَنَا الزُّهْرِىُّ عَنْ سَالِمٍ عَنْ أَبِيهِ قَالَ: قَالَ رَسُولُ اللَّهِ صلى الله عليه وسلم « لاَ حَسَدَ إِلاَّ فِى اثْنَتَيْنِ رَجُلٌ آتَاهُ اللَّهُ مَالاً فَهُوَ يُنْفِقُ مِنْهُ آنَاءَ اللَّيْلِ وَآنَاءَ النَّهَارِ وَرَجُلٌ آتَاهُ اللَّهُ الْقُرْآنَ فَهُوَ يَقُومُ بِهِ آنَاءَ اللَّيْلِ وَآنَاءَ النَّهَارِ » . قَالَ أَبُو عِيسَى: هَذَا حَدِيثٌ حَسَنٌ صَحِيحٌ . وَقَدْ رُوِىَ عَنِ ابْنِ مَسْعُودٍ وَأَبِى هُرَيْرَةَ عَنِ النَّبِىِّ صلى الله عليه وسلم نَحْوُ هَذَا .
Öneri Formu
Hadis Id, No:
23348, T001936
Hadis:
حَدَّثَنَا ابْنُ أَبِى عُمَر قَالَ: حَدَّثَنَا سُفْيَانُ قَالَ: حَدَّثَنَا الزُّهْرِىُّ عَنْ سَالِمٍ عَنْ أَبِيهِ قَالَ: قَالَ رَسُولُ اللَّهِ صلى الله عليه وسلم « لاَ حَسَدَ إِلاَّ فِى اثْنَتَيْنِ رَجُلٌ آتَاهُ اللَّهُ مَالاً فَهُوَ يُنْفِقُ مِنْهُ آنَاءَ اللَّيْلِ وَآنَاءَ النَّهَارِ وَرَجُلٌ آتَاهُ اللَّهُ الْقُرْآنَ فَهُوَ يَقُومُ بِهِ آنَاءَ اللَّيْلِ وَآنَاءَ النَّهَارِ » . قَالَ أَبُو عِيسَى: هَذَا حَدِيثٌ حَسَنٌ صَحِيحٌ . وَقَدْ رُوِىَ عَنِ ابْنِ مَسْعُودٍ وَأَبِى هُرَيْرَةَ عَنِ النَّبِىِّ صلى الله عليه وسلم نَحْوُ هَذَا .
Tercemesi:
Zührî (r.a.), babasından rivâyet ederek şöyle der: “Rasûlullah (s.a.v.) şöyle buyurdu: “Hased sadece şu iki konuda olabilir: Yani kişi sadece bu iki kimseye imrenip onlar gibi olmayı isteyebilir. Allah’ın kendisine mal verdiği bir adam ki gece gündüz o maldan sevap kazanmak için dağıtır. Allah’ın kendisine Kur’ân ilmi verdiği bir kimse ki gece gündüz onu öğrenmeye ve öğretmeye, yeryüzünde onun hükmü geçerli olsun diye çalışıp çabalar.” Tirmizî: Bu hadis hasen sahihtir.
İbn Mes’ûd ve Ebû Hüreyre’den de bu hadisin bir benzerini rivâyet edilmiştir.
Açıklama:
Yazar, Kitap, Bölüm:
Tirmizî, Sünen-i Tirmizî, Birr ve's-sıla 24, 4/330
Senetler:
1. İbn Ömer Abdullah b. Ömer el-Adevî (Abdullah b. Ömer b. Hattab)
2. Ebu Ömer Salim b. Abdullah el-Adevî (Salim b. Abdullah b. Ömer b. Hattab)
3. Ebu Bekir Muhammed b. Şihab ez-Zührî (Muhammed b. Müslim b. Ubeydullah b. Abdullah b. Şihab)
4. Ebu Muhammed Süfyan b. Uyeyne el-Hilâlî (Süfyân b. Uyeyne b. Meymûn)
5. Muhammed b. Ebu Ömer el-Adenî (Muhammed b. Yahya b. Ebu Ömer)
Konular:
Bilgi, Öğrenilmesi, Öğretilmesi
İnfak, Allah yolunda
Zihin İnşası, gıpta edilecek kimseler
حدثنا أبو الربيع قال حدثنا إسماعيل بن جعفر قال أخبرنا العلاء عن أبيه عن أبى هريرة أن رسول الله صلى الله عليه وسلم قال : إذا مات العبد انقطع عنه عمله إلا من ثلاث صدقة جارية أو علم ينتفع به أو ولد صالح يدعو له
Öneri Formu
Hadis Id, No:
163291, EM000038
Hadis:
حدثنا أبو الربيع قال حدثنا إسماعيل بن جعفر قال أخبرنا العلاء عن أبيه عن أبى هريرة أن رسول الله صلى الله عليه وسلم قال : إذا مات العبد انقطع عنه عمله إلا من ثلاث صدقة جارية أو علم ينتفع به أو ولد صالح يدعو له
Tercemesi:
— Ebû Hüreyre'den: Resûlüllah (Sallatlahü Aleyhi ve Sellem) şöyle dedi:
«— Kul vefat edince, bütün amellerinin sevabı kesilir; üç ameli müstesnadır. (Bunlardan birincisi) Sadaka-i cariyedir. (İkincisi) Kendisi ile faydalanılan şerefli bir ilimdir. (Üçüncüsü) Kendisine dua eden salih çocuktur.»[76]
Açıklama:
Yazar, Kitap, Bölüm:
Buhârî, el-Edebü'l-Müfred, 38, /88
Senetler:
1. Ebu Hureyre ed-Devsî (Abdurrahman b. Sahr)
2. Ebu Alâ Abdurrahman b. Yakub el-Cühenî (Abdurrahman b. Yakub)
3. Alâ b. Abdurrahman el-Hırakî (Alâ b. Abdurrahman b. Yakub)
4. Ebu İshak İsmail b. Cafer el-Ensarî (İsmail b. Cafer b. Ebu Kesir)
5. Ebu Rabi' Süleyman b. Davud el-Atekî (Süleyman b. Davud)
Konular:
Aile, salih evlat yetiştirmek
Bilgi, alimin/ilmin önemi
Bilgi, Öğrenilmesi, Öğretilmesi
Sadaka, öldükten sonra da kazandıran ameller
Sadaka, Sadaka-i Cariye, sürekliliği olan hayır
Öneri Formu
Hadis Id, No:
2433, M000785
Hadis:
وَحَدَّثَنَا مُحَمَّدُ بْنُ الْمُثَنَّى حَدَّثَنَا مُحَمَّدُ بْنُ عَبْدِ اللَّهِ الأَنْصَارِىُّ حَدَّثَنَا هِشَامُ بْنُ حَسَّانَ حَدَّثَنَا حُمَيْدُ بْنُ هِلاَلٍ عَنْ أَبِى بُرْدَةَ عَنْ أَبِى مُوسَى الأَشْعَرِىِّ ح
وَحَدَّثَنَا مُحَمَّدُ بْنُ الْمُثَنَّى حَدَّثَنَا عَبْدُ الأَعْلَى - وَهَذَا حَدِيثُهُ - حَدَّثَنَا هِشَامٌ عَنْ حُمَيْدِ بْنِ هِلاَلٍ قَالَ - وَلاَ أَعْلَمُهُ إِلاَّ عَنْ أَبِى بُرْدَةَ - عَنْ أَبِى مُوسَى قَالَ اخْتَلَفَ فِى ذَلِكَ رَهْطٌ مِنَ الْمُهَاجِرِينَ وَالأَنْصَارِ فَقَالَ الأَنْصَارِيُّونَ لاَ يَجِبُ الْغُسْلُ إِلاَّ مِنَ الدَّفْقِ أَوْ مِنَ الْمَاءِ. وَقَالَ الْمُهَاجِرُونَ بَلْ إِذَا خَالَطَ فَقَدْ وَجَبَ الْغُسْلُ. قَالَ قَالَ أَبُو مُوسَى فَأَنَا أَشْفِيكُمْ مِنْ ذَلِكَ. فَقُمْتُ فَاسْتَأْذَنْتُ عَلَى عَائِشَةَ فَأُذِنَ لِى فَقُلْتُ لَهَا يَا أُمَّاهْ - أَوْ يَا أُمَّ الْمُؤْمِنِينَ - إِنِّى أُرِيدُ أَنْ أَسْأَلَكِ عَنْ شَىْءٍ وَإِنِّى أَسْتَحْيِيكِ. فَقَالَتْ لاَ تَسْتَحْيِى أَنْ تَسْأَلَنِى عَمَّا كُنْتَ سَائِلاً عَنْهُ أُمَّكَ الَّتِى وَلَدَتْكَ فَإِنَّمَا أَنَا أُمُّكَ. قُلْتُ فَمَا يُوجِبُ الْغُسْلَ قَالَتْ عَلَى الْخَبِيرِ سَقَطْتَ قَالَ رَسُولُ اللَّهِ صلى الله عليه وسلم
"إِذَا جَلَسَ بَيْنَ شُعَبِهَا الأَرْبَعِ وَمَسَّ الْخِتَانُ الْخِتَانَ فَقَدْ وَجَبَ الْغُسْلُ."
Tercemesi:
Bize Muhammed b. el-Müsenna, ona Muhammed b. Abdullah el-Ensari, ona Hişam b. Hassan, ona Humeyd b. Hilal, ona Ebu Bürde, ona Ebu Musa el-Eş'arî'; (T)
Bize Muhammed b. el-Müsenna, ona Abdüla'lâ, ona Hişam, ona Humeyd b. Hilal, ona Ebu Musa, ona Ebu Bürde, ona Ebu Musa şöyle demiş: Bu babta muhacirlerle ensardan bir cemaat ihtilaf ettiler. Ensar; gusl ancak defkten yahut meniden dolayı lâzım gelir dediler. Muhacirler ise hayır, cima' var mı? gusl vacibdir mukabelesinde bulundular.
Ravi diyor ki, Ebu Musa şöyle dedi: Ben sizi bu münakaşadan kurtarayım dedim ve kalkarak, Aişe'nin yanına girmek için izin istedim. Bana izin verildi. Aişe'ye dedim ki; Ey anneciğim yahut ey müminlerin annesi! Ben sana bir şey sormak istiyorum ama senden de utanıyorum. Aişe; seni doğuran annene sorabileceğin bir şeyi bana sormaktan utanma çünkü ben de senin annenim dedi. Ben; öyle ise guslü icap eden nedir? dedim Aişe; bilene rastladın. Rasulullah (sav); "erkek (cadının dört şubesi arasına oturur da sünnet mahalli sünnet mahalline temas ederse gusl vacip olur" buyurdular.
Açıklama:
Yazar, Kitap, Bölüm:
Müslim, Sahîh-i Müslim, Hayz 785, /153
Senetler:
1. Ümmü Abdullah Aişe bt. Ebu Bekir es-Sıddîk (Aişe bt. Abdullah b. Osman b. Âmir)
2. Ebu Musa Abdullah b. Kays el-Eş'arî (Abdullah b. Kays b. Süleym)
3. Ebu Bürde b. Ebu Musa el-Eş'arî (Amir b. Abdullah b. Kays b. Süleym)
4. Ebu Nasr Humeyd b. Hilal el-Adevî (Humeyd b. Hilal b. Hubeyra)
5. Ebu Abdullah Hişam b. Hassan el-Ezdi (Hişam b. Hassan)
6. Ebu Abdullah Muhammed b. Abdullah el-Ensari (Muhammed b. Abdullah b. Müsenna b. Abdullah b. Enes b. Malik)
7. Muhammed b. Müsenna el-Anezî (Muhammed b. Müsenna b. Ubeyd b. Kays b. Dinar)
Konular:
Bilgi, Bilgi ve Ahlak
Bilgi, Öğrenilmesi, Öğretilmesi
Bilgi, öğrenmek için ehil olanlara sorulmalıdır
Gusül, gerektiren haller
Hz. Peygamber, hanımları, Hz. Aişe