1196 Kayıt Bulundu.
Bana Süveyd b. Saîd, ona Hafs b. Meysere, ona Zeyd b. Eslem, ona Ata b. Yesar, ona da Ebu Said el-Hudrî şöyle rivayet etmiştir: "Rasulullah (sav) zamanında birtakım insanlar gelip 'Ey Allah'ın Rasulü, kıyamet gününde Rabbimizi görecek miyiz?' diye sordular. Rasulullah (sav) 'Evet. Bulutsuz ve açık bir günde, öğle vakti güneşi görmekte güçlük çeker misiniz? Bulutsuz ve açık bir gecede, dolunay halindeki ayı görmekte zorlanır mısınız?' buyurdu. Sahabe 'Hayır, ey Allah'ın Rasulü!' dediler. Bunun üzerine Rasulullah (sav) şunları söyledi: İşte sizler kıyamet günü Allah'ı görmek için, ancak ay ve güneşten birini görmek için çektiğiniz kadar güçlük çekersiniz. Kıyamet günü olunca bir münâdi 'Her ümmet neye tapıyordu ise onun peşinden gitsin' diye ilan eder. Bunun üzerine Allah’tan başka şeylere, putlara, heykellere tapanlardan hiç kimse kalmayacak, hepsi cehenneme düşerler. Nihayet geriye iyisi ya da günahkârı ile Allah’a ibadet edenler ve bir de ehl-i kitaptan, dünyada sade ve gösterişsiz yaşayan birtakım kimseler kalır." "Önce Yahudiler çağrılır ve onlara 'Sizler neye tapıyordunuz?' denir. Onlar da 'Biz Allah'ın oğlu Üzeyir'e tapıyorduk' derler. Onlara 'Yalan söylüyorsunuz. Allah ne eş ne de evlat edinmiştir.' denir ve ardından 'Şimdi ne istiyorsunuz?' diye sorulur. 'Susadık, ey Rabbimiz, bize biraz su ver' derler. Bunun üzerine onlara 'Hadi suya gelin' diye işaret edilir, sonra da cehenneme atılırlar. Onlar cehennemi sanki serap gibi görürler, birbirlerini çiğnercesine oraya koşarlar ve hepsi ateşe düşer. Sonra Hıristiyanlar davet edilir ve onlara da 'Sizler neye tapıyordunuz?' diye sorulur. Onlar da 'biz Allah'ın oğlu Mesîh'e tapıyorduk' derler. Onlara da 'Yalan söylüyorsunuz. Allah ne eş ne de evlat edinmiştir' denir ve ardından 'Şimdi ne istiyorsunuz?' diye sorulur. Onlar da 'Susadık ey Rabbimiz, bize biraz su ver' derler. Bunun üzerine onlara 'Hadi suya gidin' diye işaret edilir ve hemen cehenneme atılırlar. Onlar cehennemi sanki serap gibi görürler ve birbirlerini çiğnercesine oraya koşarlar, hepsi cehenneme yuvarlanır." "Nihayet geride itaatkâr veya fâcir olarak Allah'a kulluk eden tevhîd ehlinden başka kimse kalmayacak. Her türlü noksanlıktan münezzeh ve yüce olan âlemlerin rabbi onlara, kendisini orada gördüklerine en yakın bir sıfatta tecelli eder ve 'Siz ne bekliyorsunuz? Her ümmet, neye tapıyor idiyse peşine takılmış' buyurur. Onlar da 'Ey Rabbimiz! Biz dünyada bu insanlara en çok muhtaç olduğumuz halde onlardan ayrı yaşamıştık ve onlarla asla dost olmamıştık' diyecekler. Allah 'Ben sizin Rabbinizim' dediğinde, onlar iki veya üç defa 'Sen'den Allah'a sığınırız! Biz asla Allah’a ortak koşmayız' diyecekler. Hatta bazıları neredeyse sırtını dönecek olur. Bunun üzerine Allah 'Sizin elinizde, Allah'ı tanımanıza yarayacak bir alâmet var mı?' diye sorar. onlar da 'Evet' derler. Bunun üzerine Yüce Allah'ın sâk'ı (bacağı) açılır ve Allah gönüllü olarak secde eden herkese, secde etme izni verir. Korku ve riyakârlık ile Allah'a secde edenlerin sırtını da Allah, (kaskatı) tek bir tabaka haline getirir ve onlar her secde etmek istediklerinde kafası üstü yere yuvarlanırlar. Sonra tekrar başlarını kaldırırlar ve tekrar Allah’ı ilk defa gördükleri sıfatlara bürünmüş olarak görürler. Allah yine 'Ben sizin Rabbinizim' der. Bu sefer onlar da 'Evet, sen bizim Rabbimizsin' derler." "Sonra cehennemin üzerine bir köprü kurulur ve şefaate izin verilir. İnsanlar 'Allah'ım, selâmet ver! Selâmet ver!' diye yalvarırlar. (Râvi der ki:) Bu sırada Hz. Peygamber'e (sav) 'Ey Allah’ın Rasulü, köprü nedir?' diye soruldu. Hz. Peygamber cevaben şunları söyledi: O Köprü, kaygan ve ayak kaydırıcı bir köprüdür. Üzerinde çengeller, kancalar ve düz yüzlü, eğri dikenli metal benzeri dikenli aletler vardır. Bu dikenli kancalar, Necid bölgesinde Sa‘dan adı adlı çalının dikenleri gibi kıvrıktır. Müminler o köprüden göz kırpması kadar hızlı, şimşek gibi, rüzgâr gibi, kuş gibi, yarış atları gibi veya binek hayvanları gibi geçerler. İçlerinden bazıları kurtulur, bazıları çengellere takılıp yaralanarak kurtulur, bazıları da ateşe düşer. Kimisi de sapır sapır cehennem ateşine dökülür. Nihayet müminler cehennemden kurtuldukları zaman; hayatım elinde olan Allah’a yemin ederim ki, sizin, o gün, cehennemlik bir müminin kurtuluşunu Cebbar olan Allah'tan talep edişinizdeki ısrarınız, bu dünyada hakkınızı almak üzere Allah'a yalvarmanızdaki ısrarınızdan daha fazla olacaktır. Onlar 'Ey Rabbimiz! Onlar da bizimle oruç tuttular, bizimle namaz kıldılar ve bizimle haccettiler' diye niyazda bulunurlar. Bunun üzerine onlara 'O halde tanıdıklarınızı (cehennemden) çıkarın' denilir. Onların suretlerini yakmak ateşe haram kılınır. Bunun üzerine müminler, kimisi baldırlarına kadar, kimisi dizlerine kadar ateşe gömülmüş pek çok kişiyi cehennemden çıkarırlar. Sonra 'Ey Rabbimiz! Cehennemde, (oradan çıkarmamızı) emrettiklerinden kimse kalmadı' derler. Yüce Allah 'Geri dönün ve kalbinde bir dinar ağırlığı kadar hayır bulunan herkesi çıkarın' buyurur. Yine pek çok kişiyi çıkarırlar. Sonra yine 'Ey Rabbimiz! Çıkarmamızı emrettiklerinden kimseyi bırakmadık' derler. Sonra Allah tekrar 'Geri dönün ve kalbinde yarım dinar ağırlığı kadar hayır bulunan herkesi çıkarın' buyurur. Yine pek çok kişiyi çıkarırlar. Sonra da 'Ey Rabbimiz! çıkarmamızı emrettiklerinden hiç kimseyi bırakmadık' derler. Yüce Allah tekrar geri dönün ve kalbinde zerre kadar hayır bulunan herkesi çıkarın' buyurur. Yine pek çok kişiyi çıkarırlar ve sonra da 'Ey Rabbimiz! Artık orada hayır sahibi kimseyi bırakmadık' derler." Bu hadisi rivayet eden Ebu Saîd der ki: Eğer bu rivayetimde bana inanmazsanız "Şüphesiz Allah, zerre kadar haksızlık yapmaz. Eğer bir iyilik bulursa, onu kat kat arttırır ve kendi katından pek büyük bir mükâfat verir." (en-Nisâ, 4/40) ayetini okuyun. "Nihayet Aziz ve Celil olan Allah 'Melekler şefaat etti, peygamberler şefaat etti, Müminler de şefaat etti ve Merhametlilerin en merhametlisinden başka şefaat etmeyen kalmadı' buyurur ve hemen kabza-i kudretiyle cehennemden bir avuç alarak hiçbir hayrı olmayan ve kömür haline gelen birtakım insanları oradan çıkarır. Onları cennetin ağzındaki bir nehre atar. Bu nehre, hayat nehri denir. İnsanlar hemen, sel yatağında biten otlar gibi bitiverirler. Görmez misiniz, sel yatağındaki otlar, taşın ve ağacın altında da olsa biterler. Onların güneşe bakan tarafları sarımtırak ve yeşilimtırak olur, gölgeye bakan tarafı da beyaz olur. (Râvi der ki:) İnsanlar 'Ey Allah’ın Rasulü! Sanki çölde çobanlık yapmış gibi konuşuyorsun' dediler. Hz. Peygamber şöyle devam etti:" "İnsanlar o nehirden, boyunlarında halkalar olduğu halde inci gibi parlayarak çıkarlar. Cennet ehli onları, (bu alâmetleriyle) tanırlar ve 'Hiçbir amelleri olmadığı ve hiçbir hayır yapmadıkları halde, Allah’ın cennete soktuğu azatlıları bunlardır' derler. Sonra o insanlara 'cennete girin, gözünüzün görebildiği her şey sizindir' buyurur. Bunun üzerine insanlar 'Ey Rabbimiz! Âlemlerden hiç kimseye vermediklerini bize verdin' diyerek minnettarlıklarını ifade ederler. Onlara 'Sizin için bende bundan daha üstün bir hediye daha var' deyince onlar 'Ey Rabbimiz! Bundan daha üstün ne olabilir?' derler. Yüce Mevlâ '(Bundan daha üstünü) benim rızamdır. Bundan sonra size ebediyen gazap etmeyeceğim' buyurur."
Açıklama: Hadîste geçen "Sâk" kelimesi sözlükte baldır anlamına gelir. Ancak bununla neyin kastedildiği bilinmemektedir. Aynı kelime "O gün sâk'tan açılır ve insanlar secdeye davet edilirler, ama (münafıkların) secde etmeye güçleri yetmez" (Kalem, 42) meâlindeki âyette de geçmektedir. Dolayısıyla bu kelime müteşâbihattandır. Müfessirler bu kelimeyi açıklama sadedinde çok farlı ihtimallerden söz etmişlerdir. Bu kelime hadiste, mü'minlerin rablerini tanımaları için bir alâmet olarak gösterilmektedir. O gün mü’minler bu sayede rablerini tanıyacaklar ve hemen secdeye kapanacaklar. Münâfıklar da onlara bakarak secde etmek isteyecekler, ama bütün gayretlerine rağmen secde etmeyi beceremeyecekler, çünkü belleri tutulup kaskatı kalacaklar.
Bize Rib'î b. İbrahim, ona Abdurrahman b. İshak, ona Zeyd b. Eslem, ona Atâ b. yesâr, ona da Ebu Saîd el-Hudrî şöyle demiştir: "Hz. Peygamber'e (sav) 'Ey Allah’ın Rasulü! Kıyamet gününde Rabbimizi görecek miyiz?' diye sorduk. Hz. Peygamber (sav) 'Bulutsuz bir günde güneşi görmekte bir sıkıntı yaşar mısınız?' buyurdu. Biz 'Hayır' dedik. Hz. Peygamber (sav) 'Bulutsuz dolunaylı bir gecede ayı görmekte zorlanır mısınız? buyurdu. Biz yine 'Hayır' dedik. Bunun üzerine Hz. Peygamber (sav) şöyle buyurdu: İşte siz de Rabbinizi o gün böyle net bir şekilde göreceksiniz. Allah, kıyamet günü insanları düz bir sahada toplar ve 'Her kim neye tapıyorsa, şimdi ona tâbi olsun' diye nida edilir. Güneşe tapanlar, güneşe tâbi olurlar ve ateşe düşerler. Aya tapanlar aya tâbi olurlar ve ateşe düşerler. Putlara ve heykellere tapanlar da onlara tâbi olurlar ve ateşe düşerler. Allah’tan başka her neye ibadet edilmişse, ona tâbi olanlar böylece cehenneme düşer. Rasulullah (sav) şöyle buyurdu:" "Geriye, içindeki münafıklarıyla birlikte müminler kalır, bir de ehl-i kitaptan, dünyada sade ve gösterişsiz yaşayan birtakım kimseler kalır. – Hz. Peygamber burada eliyle onların sayıca az olduklarını işaret etti. – Allah Teâlâ onlara gelir ve 'Neye ibadet ediyorsanız, onun ardınca gidin' buyurur. Onlar 'Biz Allah’a, onu görmeden ibadet ederdik' dediler. Bunun üzerine Allah, sâkını (bacağını) açar ve o anda gönüllü olarak secde etmek isteyen herkes secdeye kapanır. Ama riyakarlık ve gösteriş için secde eden herkes sırt üstü düşer (secdeye varamaz)." "Sonra cehennemin üzerine sırat kurulur. Peygamberler, onun iki tarafında durur ve 'Allah’ım! Selâmet ver! Allah’ım! Selâmet ver!' diye dua ederler. Bu sırat kaygan ve tehlikeli bir yerdir. Orada kancalar ve çengeller bulunur. [Abdurrahman der ki: Bilmiyorum belki Rasulullah (sav):] Bu kancalar insanları yakalayarak çekip alırlar. [ifadesini de kullanmış olabilir.] Orada Necid’de yetişen dikenli bir bitki olan sa’dân dikenine benzer çengeller vardır. Ravi der ki: Hz. Peygamber (sav) onlara sa’dân dikenini tarif etti. sonra şöyle buyurdu: Sırattan ilk geçen ben ve ümmetim olacak. İnsanlar sırattan geçerken kimi şimşek gibi, kimi rüzgâr gibi, kimi iyi yarış atları gibi hızla geçer. Geçenlerden bazıları yara almış olur, bazıları ise ateşe düşer. Sıratı geçtikten sonra, onlar, sizlerin hakkını aramadaki ısrarından daha fazla bir ısrarla, ateşe düşmüş olan kardeşleri için Allah’a yalvarıp 'Ey Rabbimiz! Biz beraber cihada çıktık, birlikte hac ve umre yaptık. Şimdi ne oldu da biz kurtulduk da onlar helâk oldu?' derler. Bunun üzerine Allah Teâlâ 'Kalbinde bir dinar ağırlığı kadar iman olanı arayıp çıkarın' buyurur. Onlar da bu vasıftaki kimseleri çıkarırlar. Sonra Allah 'Kalbinde bir kırat ağırlığında iman olanı çıkarın' buyurur. Onlar yine çıkarır. Sonra 'Kalbinde bir hardal tanesi kadar iman olanı çıkarın' buyurur. Onlar da çıkarırlar." Ebu Saîd der ki: Buna dair aramızda Allah’ın Kitabı vardır. Abdurrahman der ki: Sanıyorum Ebu Saîd "Yapılan iş hardal tanesi kadar bile olsa, biz onu getirip mizana koyacağız. Hesap görücü olarak biz yeteriz" (Enbiyâ 21/47) ayetini kastetti. "Sonra onlar cehennemden çıkarılır ve Hayat Nehri denilen bir nehre atılırlar. Orada sele kapılmış bir tohumun yeniden bitmesi gibi yeniden hayat bulurlar. Görmez misiniz? Güneşe doğru büyüyen bitki yeşil olur; gölgeye doğru büyüyen ise sarı kalır. Sahâbe 'Ey Allah’ın Rasulü! Sanki sen çobanlık yapmış gibisin' dediler. Hz. Peygamber (sav) de 'Evet, ben gerçekten çobanlık yaptım' buyurdu."
Açıklama: Bu isnad Abdurrahman b. İshak'tan dolayı hasendir. Ashâbı Sünen onun rivayetlerine yer vermiştir, Müslim mutâbî rivayetler zikretmiştir.
Bize Yunus b. Muhammed, ona Harb b. Meymûn Ebu Hattâb el-Ensârî, ona Nadr b. Enes, ona da Enes'in rivayet ettiğine göre Hz. Peygamber (sav) şöyle buyurmuştur: "Ben sıratın başında, ümmetimin onu geçmesini bekleyip dururken Hz. İsa (as) bana gelerek 'Ey Muhammed, işte bu peygamberler sana geldiler — yahut sana toplandılar — ve şu anda içinde bulundukları sıkıntı ve darlıktan dolayı, ümmetlerin bu kalabalık hâlini dağıtsın ve onları dilediği tarafa sevk etsin diye Allah Teâlâ’ya dua ediyorlar. Mahşer halkı, terden yular vurulmuş gibi boğulmuş hâldedir. Mümin yalnızca hafif bir nezle gibi, kâfir ise ölüm baygınlığı içinde' dedi. (Ravi) der ki: Bunun üzerine Hz. Peygamber (sav), İsa’ya (as) 'Bekle, sana döneceğim' dedi. Ardından Arş’ın altına gitti. Orada ne seçilmiş bir melek, ne de gönderilmiş bir peygamberin erişemeyeceği hallere erişti. Aziz ve Celil Allah, Cebrâil’e 'Muhammed’e git ve ona 'Başını kaldır! İste, sana verilecek! Şefaat et, şefaatin kabul edilecek' de' buyurdu. Hz. Peygamber (sav) der ki: Ben de ümmetim için şefaat ettim ve bana her doksan dokuz kişiden birini çıkarmam için izin verildi. Bundan sonra Rabbimin huzuruna gelip durdum. Her ne zaman O’nun huzurunda bir konumda bulunduysam her defasında şefaatim kabul edildi. Nihayet Aziz ve Celil Allah bana şöyle buyurdu: Ey Muhammed! Ümmetinden, Allah’ın kullarından her kim ihlasla bir gün “Lâ ilâhe illallah” demiş ve bu hâl üzere ölmüşse onu cennete sok."
Açıklama: Hadisin metninde garabet vardır.
Bana Muhammed b. Abdülaziz, ona Ebu Ömer Hafs b. Meysere, ona Zeyd b. Eslem, ona Atâ b. Yesâr, ona da Ebu Saîd el-Hudrî (ra) şöyle rivayet etmiştir: "Hz. Nebi’nin (sav) zamanında bazı kimseler 'Ey Allah’ın Rasulü! Kıyamet gününde Rabbimizi görecek miyiz?' dediler. Nebi (sav) 'Evet, sizler bulutsuz bir günde aydınlık bir öğle vaktinde güneşi görmek için birbirinize zorluk çıkartır, sıkıntı verir misiniz?' buyurdu. Ashab 'Hayır' deyince, Allah Rasulü 'Peki, hiçbir bulutun bulunmadığı aydınlık bir gecede on dördündeki ayı görmek için birbirinize zorluk çıkarır, sıkıntı verir misiniz?' buyurdu. Ashab 'Hayır' deyince, Nebi (sav) şöyle buyurdu:" "İşte Kıyamet gününde aziz ve celil Allah’ı görmek için, ancak bu güneş ve aydan birisini görmek isterken birbirinize verdiğiniz sıkıntı kadar bir sıkıntı verirsiniz. Kıyamet gününde bir münadi 'Her bir ümmet (dünyada iken) neye ibadet ediyorsa onun arkasından gidecek' diye seslenir. Allah’tan başka putlara, heykellere ibadet edenlerden cehenneme düşmedik hiçbir kimse kalmayacak. Nihayet geriye iyisi ya da günahkârı ile Allah’a ibadet edenler, bir de Kitap Ehlinden tek tük kimseler kalacak." "Yahudiler çağırılacak, onlara 'Siz kime ibadet ediyordunuz?' denilecek. Onlar 'Biz Allah’ın oğlu Uzeyir’e ibadet ediyorduk' diyecekler. Onlara 'Yalan söylediniz, Allah ne bir eş, ne bir evlat edinmiştir' buyurulacak ve 'şimdi ne arıyorsunuz?' diye sorulacak. Onlar 'Rabbimiz susadık, bize su ver' diyecekler. Onlara 'Hadi oraya gidin' diye bir yere işaret edilecek ve onlar, birbirini yiyen, bir serabı andıran cehennem ateşine doğru gitmek üzere toplanacaklar sonra da ateşe düşecekler. Sonra Hristiyanlar çağırılacak. Onlara 'Kime ibadet ediyordunuz?' denilecek. Onlar 'Biz Allah’ın oğlu Mesih’e ibadet ediyorduk' diyecekler. Onlara 'Yalan söylediniz, Allah ne bir eş ne bir evlat edinmiştir' denilecek. Yine onlara 'Peki, şimdi ne arıyorsunuz' denilecek ve aynı şekilde önceki gibi olacak." "Nihayet geriye iyisiyle günahkârıyla yalnızca Allah’a ibadet edenler kalacak. Âlemlerin Rabbi onlara, görmüş oldukları suretten farklı bir surette gelecek ve 'Ne bekliyorsunuz, her bir ümmet dünyada iken neye ibadet ediyor idiyse onun arkasından gidecek' denilecek. Onlar 'Biz dünyada iken, onlara en muhtaç olduğumuz halde bile, diğer insanlardan ayrıldık ve onlarla beraber olmadık, şimdi de bizler dünyada iken kendisine ibadet ettiğimiz Rabbimizi bekliyoruz' diyecekler. Yüce Allah kendilerine 'Ben sizin Rabbinizim' buyuracak. Onlar da –İki yahut üç defa- 'Biz Allah’a hiçbir şeyi ortak koşmayız' diyecekler."
Bize Ubeydullah b. Said ve İshak b. Mansur, o ikisine Ravh, ona Ubeydullah, ona Ravh b. Ubade el-Kaysî, ona İbn Cüreyc, ona da Ebu Zübeyir şöyle rivayet etmiştir: "Cabir b. Abdullah'a Vurûd (cehenneme uğrama) hakkında soruldu, o da şöyle cevap verdi: Bizler kıyamet günü şöyle şöyle (bazı merhalelerden geçerek) geliriz. Bak, (bizim bu geçişimiz, mertebe olarak) diğer insanların daha üstünde olur. Sonra her ümmet, taptıkları putlarıyla beraber çağrılır; ilk önce tapanlardan başlayarak sırasıyla çağrılır. Sonra Rabbimiz bize gelerek 'Siz kimi bekliyorsunuz?' diye sorar, orada olanlar da 'Rabbimizi bekliyoruz' diye cevap verir. Bunun üzerine Cenab-ı Hak 'Ben sizin Rabbinizim' buyurur. Onlar 'Seni görünceye kadar bekleyeceğiz' derler. Derken Allah Teâlâ onlara tecellî eder (kendini gösterir) ve tebessüm eder. Ardından müminler O’nun peşinden gider. İster münafık ister mümin olsun, her bir insana bir nur verilir ve herkes o nurla beraber yürür." "Cehennem köprüsünün üzerinde, Allah'ın dilediği kimseleri çekip alan çengeller ve dikenler vardır. Sonra münafıkların ışıkları söner, müminler kurtuluşa erer. Kurtulan ilk gurubun yüzleri dolunay gibi parlar. Onların sayısı yetmiş bindir. Hesaba çekilmeden kurtulurlar. Onların ardından gelenler gökteki en parlak yıldızlar gibidir. Sonra şefaat helal olur ve (şefaat ehli), 'Allah'tan başka ilah yoktur' diyen ve kalbinde bir arpa miktarı hayır bulunan kimseler, cehennemden çıkıncaya kadar şefaate devam ederler. Bunlar cennetin avlusuna konulur, cennetlikler onlara su serpmeye başlarlar. Sonunda bunlar sel kalıntısı toprakta biten ot gibi yeşerir ve yanıkları gider. Sonra (cehennemden çıkan son kişiye) ne istediği sorulur, ona dünya ve on katı kadar (cennet nimeti) verilir."
Bize Yahya b. İshak, İbn Lehîa, ona Halid b. Ebu İmrân, ona Kasım b. Muhammed, ona da Hz. Aişe şöyle demiştir: "Hz. Peygamber’e (sav) 'Ey Allah’ın Rasulü! Kıyamet günü seven kişi sevdiğini hatırlar mı?' diye sordum, bana şöyle dedi: Ey Aişe! Üç yerde (kimse) kimseyi hatırlamaz: (1) Mizan (amel terazisi) kurulduğunda. Kişi terazisi ağır mı gelecek, hafif mi olacak diye düşünürken. (2) Kitaplar uçuştuğu vakit. Kişi defterini sağ elinden mi sol elinden mi alacağını düşünürken hatırlayamaz. (3) Ateşten bir boynun çıkıp üzerlerine sarıldığı, üzerlerine öfkeyle yürüdüğü vakit. O boyun şöyle der: Üç kişiye görevlendirildim, üç kişiye görevlendirildim: Allah’tan başka ilah edinen kimseye, Hesap gününe inanmayan kimseye ve Zorbalık yapan inatçı kişiye. Sonra, o boyun insanların üzerine sarılarak, onları yakalayıp ateşin derinliklerine savurur. Cehennem üzerine (uzatılmış), kıldan daha ince, kılıçtan daha keskin bir köprü vardır. Üzerinde kancalar ve dikenler bulunur ve bu kancalar Allah’ın dilediği kimseleri yakalayıp alır. İnsanlar bu köprüden, kimi göz kırpması gibi hızlı, kimi şimşek gibi, bazısı rüzgar gibi, bazısı da iyi koşan atlar ve binek hayvanları gibi geçerler. Melekler 'Rabbim! Selamet ver! Rabbim! Selamet ver!' diye dua ederler. Bazıları selametle geçer. Bazıları, yaralanıp çizilerek geçer. Bazıları da yüzüstü ateşe yuvarlanarak düşer."
Bize Ömer b. Hafs, ona babası, ona el-A'meş, ona Ebu Salih, ona Ebu Hüreyre'nin (ra.) söylediğine göre Hz. Peygamber (sav) şöyle buyurmuştur: "İki nefha (sura iki üfleme) arasında kırk vardır." Dinleyenler Ebu Hüreye'ye, 'Ya Eba Hüreyre, kırk gün mü?' diye sordular. Ebu Hüreyre, 'Cevap vermedim' dedi. Başka birisi, 'Yoksa kırk sene mi?' diye sordu. Ebu Hüreyre, 'Yine cevap vermedim' dedi. Bir diğeri de, 'Yoksa kırk ay mı?' diye sordu, Ebu Hüreyre, 'Ona da cevap vermedim' dedi. (Çünkü bu konuda bilgi sahibi değildi). Ebu Hüreyre, Rasulullah'ın (sav) şöyle söylediğini de ekledi: "Bir tek kemik hariç insanın her şeyi çürür. Yalnız acbu zeneb denilen kuyruk sokumu kemiği çürümez. İkinci yaratma işte bu kemikten yapılacaktır."
Açıklama: Bir rivâyete göre “Acbu’z-zeneb hardal tanesi büyüklüğünde bir kemik parçasıdır.” Buna göre o, sözü edilen kemikten çok farklı, ama insana ait özelliklerin tamamını taşıyan küçücük bir şey olmalıdır. Bu ifâdeyi, günümüz teknolojisinin ortaya koyduğu DNA hücresi benzeri bir şey diye anlamak da mümkündür. Çünkü bilindiği üzere insanın bütün kimliği bu hücrede saklıdır. Bütün bedeni yakılıp kül haline getirilen ve kuyruk sokumu kemiği de kalmayan insanlar düşünüldüğünde, bunun insanın özünü teşkil eden bir şey olma ihtimali kuvvet azanmaktadır. Kıyâmette insanların bu kemikten yaratılmasında, Allah’tan başka kimsenin bilemeyeceği bir sır vardır. Çünkü insanı yoktan var eden Allah’ın, onu tekrar yaratmak için başka bir şeyin varlığına ihtiyacı yoktur. Bu sırrı izah sadedinde; insan bedeninin bir cüz’ü olan rûhun, herhangi bir bedene değil, bizzat âit olduğu bedene iâde edileceği bilinsin diye sözü edilen kemikten yaratılacağı ihtimali üzerinde durulur. Eğer insanın bütün aksamı çürüse ve geriye hiçbir şey kalmasa, zihinlerde rûhun herhangi bir bedene gidebileceği düşüncesi uyanabilir.
Bize Ebu Küreyb ile Vasıl b. Abdula'la -hadisin lafzı Vasıl'a aittir-, onlara İbn Fudayl, ona Ebu Malik el-Eşca'i, ona Ebu Hazim, ona da Ebu Hureyre'nin (ra) rivayet ettiğine göre Rasulullah (sav) şöyle buyurdu: "Ümmetim Kevser havuzunun başında benim yanıma gelecek. Başkasının develerini kendi devesinden uzaklaştıran adam gibi ben de bazı insanları havuzdan uzaklaştıracağım." Bunun üzerine sahabe; ey Allah'ın Peygamberi! O zaman sen bizi tanıyacak mısın? diye sordu. Rasulullah (sav) da "evet. Sizin, sizden başka kimsede bulunmayan bir simanız olacak, o gün siz benim yanıma abdest izlerinden dolayı yüzünüz ve ayaklarınız parlayarak geleceksiniz. Ancak içinizden bir gurup insan benden alıkonulacak ve bana erişemeyecek. O zaman Ben; ya Rabbi onlar benim ashabımdan olan insanlardır diyeceğim. Hemen bir melek bana; 'Senden sonra onların neler yaptıklarını biliyor musun?' şeklinde cevap verecek."
Bize Hasan, ona İsmail b. Halil, ona Abdürrahim, ona Zekeriyya b. Ebu Zâide, ona Amir, ona da Ebu Hüreyre'nin (ra) söylediğine göre Hz. Peygamber (sav) şöyle buyurdu: "Ben (sura) ikinci üfürülmeden sonra başını kaldıracak olanların ilkiyim. Bir de bakarım ki, Musa (as) arşa yapışmış duruyor. O birinci üflemede böyle miydi veya ikinci üflemeden sonra benden önce mi diriltildi, bilmiyorum."
Bize İshak b. İbrahim b. Nasr, ona Ebu Usame, ona Ebu Hayyân, ona Ebu Zür'a, ona da Ebu Hüreyre'nin (ra) söylediğine göre Rasulullah (sav)'a bir gün et yemeği getirildi. Bunun üzerine Hz. Peygamber (sav) şöyle buyurdu: "Allah kıyamet günü öncekileri ve sonrakileri düz bir sahada bir araya toplayacak. O gün seslenen kişiyi oradaki herkes duyacak, gözler oradaki herkesi görecek ve güneş onlara yaklaşacak." – Şefaat hadisini anlattı – "Sonra İbrahim'e (as) gelirler ve derler ki: 'Sen Allah'ın peygamberi ve yeryüzündeki dostusun. Rabbine bizim için şefaat et.' O da hatalarını zikrederek 'Nefsim, nefsim! Musa'ya gidin!' der." Bu hadisi Enes de Rasulullah'dan (sav) rivayet ederek Ebu Hüreyre'ye mütabaat etmiştir.