53 Kayıt Bulundu.
Giriş
Bize İbn Ebu Ömer, ona Süfyan, ona Mansur, ona Mücâhid, ona Ebu Ma‘mer, ona da İbn Mesud’un şöyle dediğini rivayet etti: Kâbe’nin yanında biri Kureyşli, ikisi Sakîfli veya biri Sakîfli, ikisi Kureyşli olan üç kişi tartıştı. Bunların anlayışı kıt, karınlarının yağı çoktu. Bunlardan biri “Sizce Allah bizim söylediklerimizi işitiyor mu?” diye sordu, diğeri de “Yüksek sesle söylersek işitir, ama gizlersek işitmez” dedi. Bunun üzerine Allah şu ayeti indirdi: "Oysa siz, vaktiyle günahlara dalarken kulaklarınızın, gözlerinizin ve derilerinizin bir gün aleyhinizde şâhitlik yapacağından çekinmiyordunuz." (Fussilet, 41/22) [Ebu İsa (Tirmizi) dedi ki: Bu, hasen sahih bir hadistir.]
Bize Ya‘mar b. Bişr, ona Abdullah b. Mubârek, ona Safvân b. Amr, ona Abdurrahman b. Cübeyr b. Nüfeyr, ona da babası (Cübeyr b. Nüfeyr) şöyle demiştir: "Bir gün, biz Mikdâd b. el-Esved’in yanında oturuyorduk. Derken bir adam oradan geçti ve 'Ne mutlu şu iki göze ki, Allah’ın Rasûlünü gördü. Vallahi biz de senin gördüğünü görmeyi, senin bulunduğun meclislerde bulunmayı çok isterdik' dedi. Bunun üzerine Mikdâd öfkelendi. Ben de hayret ettim, Çünkü adamın söylediği sözden başka bir şey (kötü bir niyet) görmemiştim. Sonra Mikdâd ona yönelerek şöyle dedi:" "Bir adamı, Allah’ın, kendisinin var olmadığı bir dönemde, yarattığı bir meclisi görmeyi temenni etmeye sevk eden şey nedir? Halbuki o kimse, o mecliste bulunsaydı nasıl davranacağını bilmezdi. Vallahi, Allah Rasûlü’nün (sav) huzurunda öyle kimseler bulundu ki, Allah onları yüzüstü cehenneme yuvarladı. Çünkü O’nun davetine uymayıp, O’nu tasdik etmediler. Siz Allah’a şükretmiyor musunuz? Allah sizi öyle bir zamanda var etti ki, sadece Rabbinizi tanıyor ve Peygamberinizin getirdiğini tasdik ediyorsunuz. Böylece siz (öncekilerin uğradığı) musibetten kurtuldunuz ve o imtihanı başkaları yaşadı. Vallahi, Allah Rasûlü (sav), en ağır şartlar altında, herhangi bir peygamberin gönderildiği en zor hal üzere gönderildi. Öyle bir fetret ve cahiliyet devrinde gönderildi ki, insanlar putlara ibadetten daha üstün bir din bilmiyorlardı. İşte O, Allah’tan, hak ile batılı birbirinden ayıran bir ‘Furkân’ ile geldi. Öyle ki, baba ile oğlunu birbirinden ayırdı. Kişi babasını, oğlunu yahut kardeşini kâfir olarak gördüğü halde, Allah onun kalbinin kilidini imana açmış olurdu. Böylece o kişi bilir ki, eğer babası, oğlu veya kardeşi bu hâl üzere ölürse, cehenneme girecektir. O da bunu bilirken gözü nasıl aydın (mutlu) olur ki, sevgilisi ateştedir? İşte 'Rabbimiz! Bize eşlerimizden ve çocuklarımızdan göz aydınlığı bağışla…' [Furkan, 25/74] ayeti bu konuya işaret eder."
Bize Hennâd, ona Ebu Muâviye, ona A‘meş, ona Umare b. Umeyr, ona Abdurrahman b. Yezid, ona da Abdullah şöyle demiştir: Ben Kâbe’nin örtüleri arkasında saklanmış idim. Karınlarının yağları çok, kalplerinin anlayışı kıt, bir Kureyşli ve onun Sakifli iki eniştesi, ya da bir Sakifli ve onun Kureyşli iki eniştesi geldiler. Aralarında anlamadığım bir şeyler konuştular. Biri diğerine “ne dersin? Allah bizim bu konuşmamızı işitiyor mu?” dedi. Diğeri “seslerimizi yükseltirsek konuşmamızı işitir, seslerimizi yükseltmezsek işitemez” dedi. Diğeri de “bir bölümünü işitebiliyorsa, tamamını da işitir” dedi. Abdullah der ki: Ben bunu Nebi’ye (sav) söyledim. Bunun üzerine yüce Allah "Oysa siz, vaktiyle günahlara dalarken kulaklarınızın, gözlerinizin ve derilerinizin bir gün aleyhinizde şâhitlik yapacağından çekinmiyordunuz" (Fussilet, 22) ayetini "Ziyan edenlerden oldunuz" (Fussilet, 23) buyruğuna kadar indirdi. Ebu İsa der ki: Bu, hasen sahih bir hadistir. Bize Mahmud b. Ğaylân, ona Vekî, ona Süfyan, ona A‘meş, ona Umâre b. Umeyr, ona Vehb b. Rabîa, ona Abdullah bu hadisin benzerini rivayet etmiştir.