Bize Yahya b. Said, ona Cerîr b. Hâzim, ona Adiy b. Adiy, ona Racâ b. Hayve ve Urs b. Amîre, onlara da babası Adiy şöyle demiştir:
"İmru'l-Kays b. Âbis isminde, Kinde kabilesine mensup bir adam, Hadramevt bölgesinden bir adam hakkında Rasulullah'a (sav) gelerek bir arazi konusunda davacı oldu. Hz. Peygamber (sav), Hadramevt'li adamın delili olmadığı için onun delil getirmesine, İmru'l-Kays b. Âbis'in de yemin etmesine hükmetti. Bunun üzerine Hadramevt'li adam 'ey Allah'ın Rasulü, şayet ona yemin etme hakkı verirsen, Allah'a ya da Kabe'nin rabbine yemin olsun ki benim arazim elimden gider' dedi. Bunun üzerine Resulullah (sav) 'kim kardeşinin malını elde etmek için yalan yere yemin ederse, Allah'ın huzuruna O'nun gazabına uğramış halde gider' buyurdu ve ardından 'Onlar ki Allah'a verdikleri ahdi ve yeminleri az bir para karşılığında satan kimselerdir' [Ali İmran, 3/77] ayetini okudu. Bunun üzerine İmru'l-Kays, 'ey Allah'ın Rasulü, neyi kim için terk edenler' diye sordu, Rasulullah da 'cenneti' deyince, İmru'l-Kays 'öyleyse arazinin tamamını o adama bıraktığıma şahit ol' dedi."
Öneri Formu
Hadis Id, No:
66403, HM017868
Hadis:
حَدَّثَنَا يَحْيَى بْنُ سَعِيدٍ عَنْ جَرِيرِ بْنِ حَازِمٍ قَالَ حَدَّثَنَا عَدِيُّ بْنُ عَدِيٍّ قَالَ أَخْبَرَنِي رَجَاءُ بْنُ حَيْوَةَ وَالْعُرْسُ ابْنُ عَمِيرَةَ عَنْ أَبِيهِ عَدِيٍّ قَالَ
خَاصَمَ رَجُلٌ مِنْ كِنْدَةَ يُقَالُ لَهُ امْرُؤُ الْقَيْسِ بْنُ عَابِسٍ رَجُلًا مِنْ حَضَرَمَوْتَ إِلَى رَسُولِ اللَّهِ صَلَّى اللَّهُ عَلَيْهِ وَسَلَّمَ فِي أَرْضٍ فَقَضَى عَلَى الْحَضْرَمِيِّ بِالْبَيِّنَةِ فَلَمْ تَكُنْ لَهُ بَيِّنَةٌ فَقَضَى عَلَى امْرِئِ الْقَيْسِ بِالْيَمِينِ فَقَالَ الْحَضْرَمِيُّ إِنْ أَمْكَنْتَهُ مِنْ الْيَمِينِ يَا رَسُولَ اللَّهِ ذَهَبَتْ وَاللَّهِ أَوْ وَرَبِّ الْكَعْبَةِ أَرْضِي فَقَالَ رَسُولُ اللَّهِ صَلَّى اللَّهُ عَلَيْهِ وَسَلَّمَ مَنْ حَلَفَ عَلَى يَمِينٍ كَاذِبَةٍ لِيَقْتَطِعَ بِهَا مَالَ أَخِيهِ لَقِيَ اللَّهَ وَهُوَ عَلَيْهِ غَضْبَانُ قَالَ رَجَاءُ وَتَلَا رَسُولُ اللَّهِ صَلَّى اللَّهُ عَلَيْهِ وَسَلَّمَ { إِنَّ الَّذِينَ يَشْتَرُونَ بِعَهْدِ اللَّهِ وَأَيْمَانِهِمْ ثَمَنًا قَلِيلًا } فَقَالَ امْرُؤُ الْقَيْسِ مَاذَا لِمَنْ تَرَكَهَا يَا رَسُولَ اللَّهِ قَالَ الْجَنَّةُ قَالَ فَاشْهَدْ أَنِّي قَدْ تَرَكْتُهَا لَهُ كُلَّهَا
Tercemesi:
Bize Yahya b. Said, ona Cerîr b. Hâzim, ona Adiy b. Adiy, ona Racâ b. Hayve ve Urs b. Amîre, onlara da babası Adiy şöyle demiştir:
"İmru'l-Kays b. Âbis isminde, Kinde kabilesine mensup bir adam, Hadramevt bölgesinden bir adam hakkında Rasulullah'a (sav) gelerek bir arazi konusunda davacı oldu. Hz. Peygamber (sav), Hadramevt'li adamın delili olmadığı için onun delil getirmesine, İmru'l-Kays b. Âbis'in de yemin etmesine hükmetti. Bunun üzerine Hadramevt'li adam 'ey Allah'ın Rasulü, şayet ona yemin etme hakkı verirsen, Allah'a ya da Kabe'nin rabbine yemin olsun ki benim arazim elimden gider' dedi. Bunun üzerine Resulullah (sav) 'kim kardeşinin malını elde etmek için yalan yere yemin ederse, Allah'ın huzuruna O'nun gazabına uğramış halde gider' buyurdu ve ardından 'Onlar ki Allah'a verdikleri ahdi ve yeminleri az bir para karşılığında satan kimselerdir' [Ali İmran, 3/77] ayetini okudu. Bunun üzerine İmru'l-Kays, 'ey Allah'ın Rasulü, neyi kim için terk edenler' diye sordu, Rasulullah da 'cenneti' deyince, İmru'l-Kays 'öyleyse arazinin tamamını o adama bıraktığıma şahit ol' dedi."
Açıklama:
Yazar, Kitap, Bölüm:
Ahmed b. Hanbel, Müsned-i Ahmed, Adî b. Umeyra el-Kindî 17868, 6/81
Senetler:
1. Adî b. Amire el-Kindi (Adî b. Amire b. Ferve v. Zürare)
2. Raca' b. Hayve el-Kindî (Raca' b. Hayve b. Cervel b. Ahnef b. Semt)
2. Urs b. Amira el-Kindi (Urs b. Amira)
3. Ebu Ferve Adî b. Adî el-Kindî (Adî b. Adî b. Amîra)
4. Ebu Nadr Cerîr b. Hazım el-Ezdî (Cerir b. Hâzim b. Zeyd b. Abdullah b. Şucâ')
5. Ebu Said Yahya b. Said el-Kattan (Yahya b. Said b. Ferruh)
Konular:
Allah İnancı, kızması / gazabı/ buğzetmesi ve sebepleri
Arazi, toprak anlaşmazlıkları
Kur'an, Ayet Yorumu
Yargı, Davayı ispat, iki şahid, beyyine, yemin vs.
Yemin, Allah ya da başkası adına ya da Allah'ın adı geçmeyen
"Uhud Savaşı’ndan iki yıl sonra Ahzâb Gazvesi meydana geldi. Bu, Hendek Günü idi. Rasulullah (sav) o gün Medine tarafındaydı. Müşriklerin lideri Ebu Süfyân’dı. Rasulullah (sav) ve ashabını on küsur gece kuşattılar. Sıkıntı her birine iyice ulaştı. Öyle ki, Nebî (sav), [İbn Müseyyeb’in rivayetine göre] 'Allah’ım! Sana ahdini ve vaadini hatırlatıyorum. Allah’ım! Eğer dilersen, (yeryüzünde) Sana artık ibadet edilmez' diye dua etti. Bu durum devam ederken, Nebî (sav), o gün Ebu Süfyân'ın yanında saf tutan, Gatafân kabilesinin lideri Uyeyne b. Hısn b. Bedr el-Fazârî’ye haber gönderdi ve 'Ne dersin, sana Ensar hurmalarının üçte birini versem, yanındaki Gatafânlıları alıp dönerek Müşrik ordusu (Ahzâb) arasında çözülme sağlar mısın?' dedi. Uyeyne 'Eğer bana yarısını verirsen yaparım' diye haber gönderdi. Bunun üzerine Nebî (sav), Evs kabilesinin reisi Sa'd b. Muâz ile, Hazrec kabilesinin reisi Sa'd b. Ubâde’yi çağırdı ve onlara 'Uyeyne b. Hısn, hurmalarınızın yarısını benden istedi. Karşılığında yanındaki Gatafânlılarla geri dönecek ve Ahzâb arasında çözülme sağlayacak. Ben ona üçte birini verdim, ama o yarısını istiyor. Siz ne dersiniz?' diye sordu. Onlar da 'Ey Allah’ın Resûlü! Eğer bu konuda sana bir emir gelmişse, Allah’ın emrini uygula' dediler. Rasulullah (sav) 'Eğer bana bu konuda bir emir gelseydi, size danışmazdım. Ama bu, benim kendi görüşüm, size arz ediyorum' buyurdu. Onlar 'Biz ona ancak kılıcı veririz' dediler. Bunun üzerine Hz. Peygamber (sav) 'İyi o zaman öyle olsun' buyurdu. Ma'mer der ki: Bana İbn Ebu Necîh haber verdiğine göre onlar 'Vallahi, ey Allah’ın Rasûlü! Allah bize İslâm’ı getirdiği vakit dahi ona (Uyeyne’ye) böyle bir şey vermezken, şimdi mi vereceğiz?' dediler. Hz. Nebî (sav) de ' iyi o zaman öyle olsun' dedi"
Zuhrî, İbn Müseyyeb’den rivayetinde der ki: "Bu sırada Nuaym b. Mesûd el-Eşcaî geldi. O, hem Müslümanlar hem de karşı taraf tarafından güvenilir biriydi. İkisiyle de anlaşmalıydı. Nuaym Hz. Peygamber'e (sav) şöyle dedi: Ben Uyeyne ve Ebu Süfyân’ın yanında iken, onlara Kurayza oğullarından bir elçi geldi ve 'Dayanın! Biz Müslümanların merkezine saldıracağız' dedi. Hz. Peygamber (sav) 'Belki de onlara bunu biz emretmişizdir' buyurdu. Nuaym, sözü saklamayan biriydi. Nebî'nin (sav) bu sözünü aldı ve gitti. Ömer (ra) geldi ve 'Ey Allah’ın Rasulü! Eğer bu Allah’tan bir emir ise onu uygula, ama eğer kendi görüşünse, Kureyş ve Kurayza oğullarının meselesi senin için o kadar önemsiz ki kimsenin bu konuda sana söz söyleme hakkı yoktur' dedi. Bunun üzerine Nebî (sav) 'O adamı (Nu‘aym’ı) bana getirin' buyurdu. Onu getirdiler. Nebî (sav) ona 'Sana söylediğimiz şeyi kimseye söyleme' dedi. Nuaym gitti, Uyeyne ve Ebu Süfyân’ın yanına vardı ve onlara 'Muhammed’in ağzından işittiğiniz her söz doğru değil miydi?' dedi. Onlar 'Evet' dediler. Nuaym 'Ben ona Kurayza oğulları meselesini söyleyince, bana 'Belki biz onlara bunu emretmişizdir' dedi.' diye aktardı. Ebu Süfyân, 'Eğer bu bir hile ise yakında anlarız' dedi ve Kurayza oğullarına 'Bize, dayanmamızı ve Müslümanların merkezine saldıracağınızı söylediniz; bunun için bize rehin verin' diye haber gönderdi. Onlar da 'Şimdi cumartesi gecesi girdi, biz cumartesi günü hiçbir iş yapmayız' dediler. Bunun üzerine Ebu Süfyân, 'Kurayza oğulları bize tuzak kuruyor, çekilip gidin' dedi. Derken Allah onlara rüzgâr gönderdi, kalplerine korku düşürdü, ateşlerini söndürdü, atlarının bağlarını çözdü ve böylece savaşmadan çekip gittiler. Ravi der ki: Yüce Allah'ın 'Savaşta, inananlara Allah'ın yardımı yetti. Allah kuvvetli olandır, güçlü olandır' [Ahzâb, 33/25] buyruğu buna işarettir."
Ravi der ki: "Hz. Peygamber (sav), ashabını onları takip etmeye çağırdı. Onları, Hamrâü’l-Esed’e kadar takip ettiler, sonra geri döndüler. Nebî (sav) zırhını çıkardı, gusletti ve güzel koku sürdü. Bu sırada Cebrail (as) 'Allah seni sana saldıran düşmanlarından korusun. Görüyorum ki Sen zırhını çıkarmışsın ama biz henüz çıkarmadık' diye Hz. Peygamber'e (sav) seslendi. Bunun üzerine Nebî (sav) hemen kalktı ve ashabına 'Size kesin olarak söylüyorum ki, Kurayza oğulları yurduna varıncaya kadar ikindi namazını kılmayın' buyurdu. Güneş batmadan oraya ulaşamadılar. Müslümanların bir kısmı 'Nebî (sav) namazı terk etmenizi istemedi' diyerek namazını yolda kıldı; bir kısmı ise 'Biz Nebî'nin (sav) kesin emrindeyiz, bunda sakınca yok' dedi. Böylece bir gurup inanarak ve sevabını Allah'tan umarak namazını orada kıldı, bir kısmı da inanarak ve sevabını Allah'tan umarak namazını kılmadı. Hz. Nebî (sav) iki gruptan hiçbirini kınamadı. Nebî (sav) yolda bazı toplulukların yanından geçti ve 'Buradan kim geçti?' diye sordu. Onlar 'Dihye el-Kelbî, beyaz bir katır üzerinde, altında ipekli bir örtü ile geçti' dediler. Nebî (sav) 'O Dihye değildi; o, Cebrâil’di. Kurayza oğullarına gidip, kalelerini sarsmak ve kalplerine korku salmak için gönderilmişti' buyurdu."
"Müslümanlar Kurayza oğullarını kuşattılar. Nebî (sav) yaklaşıp konuşmalarını duyabilmek için sahabeye, kalkanlarıyla, kendisini taşlardan korumalarını emretti. Nebî (sav) onlara 'Ey maymun ve domuzun kardeşleri!' diye seslendi. Onlar: 'Ey Ebu Kâsım! Sen kaba bir insan değildin' dediler. Nebî (sav) onları savaşmadan önce İslâm’a davet etti, ancak onlar kabul etmediler. Hz. Peygamber ve beraberindeki Müslümanlar onlarla savaştı, sonunda, Sa'd b. Muâz’ın hüküm vermesi şartıyla teslim oldular ve Hz. Peygamber'in hakemliğini reddettiler. Böylece onlar kendileri için ağır bir hükme razı oldular. (Müslümanlar) onları getirdiler. Sa'd b. Mu‘âz, bir merkep üzerinde tutunmuş olarak geldi. Nihayet hepsi birlikte Allah’ın Rasulü’nün yanına vardılar. Kurayza oğulları, eski dostluklarını hatırlatarak Sa'd'ı etkilemeye çalıştı. Sa'd b. Muâz, vereceği hüküm konusunda Allah’ın Rasûlü (sav) ile istişare etmek üzere ona yönelmeye başladı. Hükmü açıklamadan önce, Rasulullah’ın (sav) ne diyeceğini bekliyordu. Allah Rasulü de ona 'Devam et, ben de bu hükme razıyım' demek istercesine 'Evet' diyordu. Sa'd 'Savaşçı erkekleri öldürülecek, malları taksim edilecek, kadın ve çocukları esir edilecektir' diye hüküm verdi. Nebî (sav) 'Doğru hüküm verdin' buyurdu. Hendek savaşında Müşrikleri Allah’ın Rasulü’ne (sav) karşı müşrikleri kışkırtan Huyey b. Ahtab, Kurayza oğullarına gelip geceleyin onların kalesinin kapısını çaldı. Onların reisi (Ka‘b b. Esed) 'Bu uğursuz bir adamdır. Sakın Huyey size uğursuzluk getirmesin' dedi. Fakat Huyey onlara seslenerek 'Ey Kurayza oğulları! Bana cevap vermeyecek misiniz? Bana katılmayacak mısınız? Beni misafir etmeyecek misiniz? Ben mağrur bir toplulukla geldim' dedi. Bunun üzerine Kurayza oğulları 'Vallahi ona kapıyı açacağız' dediler ve sonunda ona kapıyı açtılar. Huyey onların kalesine girdiğinde 'Ey Kurayza oğulları! Size zamanın en güçlü döneminde geldim. Size öyle bir soğuk (güçlü) rüzgârın estiği vakitte geldim ki, onun karşısında hiçbir güç duramaz' dedi. Reisleri ona 'Sen bize, gelip geçici ve yakında dağılacak bir soğuk (güçlü) dalgası mı vaat ediyorsun, yoksa bizi hiç ayrılmayan, sürekli bir deniz (gibi) kuşatacak bir tehlikenin karşısında mı bırakıyorsun? Sen bize ancak aldatıcı bir vaat veriyorsun' dedi. Buna rağmen Huyey, onlarla anlaşma yaptı ve 'Eğer Müşrik ordusu (Ahzab) dağılırsa, sizinle birlikte kalenizde kalacağım' dedi. Bunu üzerine onlar Hz. Peygamber’e (sav) ve Müslümanlara ihanet etmeyi kabul ettiler. Allah, Ahzab ordusunu dağıttığında Huyey, Ravhâ denilen yere gelince, onlara verdiği ahdi ve yaptığı sözleşmeyi hatırladı ve geri dönerek onlarla birlikte kaleye girdi. Sonra Kurayza oğulları esir edilince, Huyey b. Ahtab, dizbağı ile bağlı olarak getirildi. Peygamber’e (sav) 'Vallahi, sana düşmanlık etmemde kendimi kınamıyorum, ancak Allah kimi zelil kılarsa, o mutlaka zelil olur' dedi. Bunun üzerine Peygamber (sav) emretti, boynu vuruldu."
Öneri Formu
Hadis Id, No:
80760, MA009737
Hadis:
ثُمَّ كَانَتْ وَقْعَةُ الْأَحْزَابِ بَعْدَ وَقْعَةِ أُحُدٍ بِسَنَتَيْنِ، وَذَلِكَ يَوْمُ الْخَنْدَقِ وَرَسُولُ اللَّهِ صَلَّى اللهُ عَلَيْهِ وَسَلَّمَ جَانِبَ الْمَدِينَةِ، وَرَأْسُ الْمُشْرِكِينَ يَوْمَئِذٍ أَبُو سُفْيَانَ، فَحَاصَرَ رَسُولَ اللَّهِ صَلَّى اللهُ عَلَيْهِ وَسَلَّمَ وَأَصْحَابَهُ بِضْعَ عَشْرَةَ لَيْلَةً، حَتَّى خَلُصَ إِلَى كُلِّ امْرِئٍ مِنْهُمُ الْكَرْبُ، وَحَتَّى قَالَ النَّبِيُّ صَلَّى اللهُ عَلَيْهِ وَسَلَّمَ: ـ كَمَا أَخْبَرَنِي ابْنُ الْمُسَيِّبِ ـ «اللَّهُمَّ إِنِّي أُنْشِدُكَ عَهْدَكَ وَوَعْدَكَ، اللَّهُمَّ إِنَّكَ إِنْ تَشَأْ أَنْ لَا تُعْبَدَ» فَبَيْنَا هُمْ عَلَى ذَلِكَ إِذْ أَرْسَلَ النَّبِيُّ صَلَّى اللهُ عَلَيْهِ وَسَلَّمَ إِلَى عُيَيْنَةَ بْنِ حِصْنِ بْنِ بَدْرٍ الْفَزَارِيِّ، وَهُوَ يَوْمَئِذٍ رَأْسُ الْمُشْرِكِينَ مِنْ غَطَفَانَ، وَهُوَ مَعَ أَبِي سُفْيَانَ: «أَرَأَيْتَ إِنْ جَعَلْتُ لَكَ ثُلُثَ ثَمَرِ الْأَنْصَارِ أَتَرْجِعُ بِمَنْ مَعَكَ مِنْ غَطَفَانَ؟ وَتُخَذِّلُ بَيْنَ الْأَحْزَابِ؟»، فَأَرْسَلَ إِلَيْهِ عُيَيْنَةُ إِنْ جَعَلْتَ لِي الشَّطْرَ فَعَلْتُ، فَأَرْسَلَ إِلَى سَعْدِ بْنِ مُعَاذٍ وَهُوَ سَيِّدُ الْأَوْسِ، وَإِلَى سَعْدِ بْنِ عُبَادَةَ وَهُوَ سَيِّدُ الْخَزْرَجِ فَقَالَ لَهُمَا: «إِنَّ عُيَيْنَةَ بْنَ حِصْنٍ قَدْ سَأَلَنِي نِصْفَ ثَمَرِكُمَا عَلَى أَنْ يَنْصَرِفَ بِمَنْ مَعَهُ مِنْ غَطَفَانَ، وَيُخَذِّلَ بَيْنَ الْأَحْزَابِ، وَإِنِّي قَدْ أَعْطَيْتُهُ الثُّلُثَ فَأَبَى إِلَّا الشَّطْرَ، فَمَاذَا تَرَيَانِ؟» قَالَا: يَا رَسُولَ اللَّهِ إِنْ كُنْتَ أُمِرْتَ بِشَيْءٍ فَامْضِ لِأَمْرِ اللَّهِ فَقَالَ رَسُولُ اللَّهِ صَلَّى اللهُ عَلَيْهِ وَسَلَّمَ: «لَوْ كُنْتُ أُمِرْتُ بِشَيْءٍ لَمْ أَسْتَأمِرْكُمَا، وَلَكِنْ هَذَا رَأْيِي أَعْرِضُهُ عَلَيْكُمَا» قَالَا: فَإِنَّا لَا نَرَى أَنْ نُعْطِيَهُ إِلَّا السَّيْفَ قَالَ: «فَنِعْمَ إِذًا» قَالَ مَعْمَرٌ: فَأَخْبَرَنِي ابْنُ أَبِي نَجِيحٍ أَنَّهُمَا قَالَا لَهُ: وَاللَّهِ يَا رَسُولَ اللَّهِ لَقَدْ كَانَ أَفُلَانَ حِينَ جَاءَ اللَّهُ بِالْإِسْلَامِ نُعْطِيهِمْ ذَلِكَ، قَالَ النَّبِيُّ صَلَّى اللهُ عَلَيْهِ وَسَلَّمَ: «فَنِعْمَ إِذًا».
قَالَ الزُّهْرِيُّ فِي حَدِيثِهِ عَنِ ابْنِ الْمُسَيِّبِ: فَبَيْنَا هُمْ كَذَلِكَ إِذْ جَاءَهُمْ نُعَيْمُ بْنُ مَسْعُودٍ الْأَشْجَعِيُّ، وَكَانَ يَأْمَنُهُ الْفَرِيقَانِ، كَانَ مُوادِعًا لَهُمَا فَقَالَ: إِنِّي كُنْتُ عِنْدَ عُيَيْنَةَ وَأَبِي سُفْيَانَ إِذْ جَاءَهُمْ رَسُولُ بَنِي قُرَيْظَةَ: أَنِ اثْبُتُوا، فَإِنَّا سَنُخَالِفُ الْمُسْلِمِينَ إِلَى بَيْضَتِهِمْ، قَالَ النَّبِيُّ صَلَّى اللهُ عَلَيْهِ وَسَلَّمَ: «فَلَعَلَّنَا أَمَرْنَاهُمْ بِذَلِكَ»، وَكَانَ نُعَيْمٌ رَجُلًا لَا يَكْتُمُ الْحَدِيثَ، فَقَامَ بِكَلِمَةِ النَّبِيِّ صَلَّى اللهُ عَلَيْهِ وَسَلَّمَ، فَجَاءَهُ عُمَرُ فَقَالَ: يَا رَسُولَ اللَّهِ إِنْ كَانَ هَذَا الْأَمْرُ مِنَ اللَّهِ فَأَمْضِهِ، وَإِنْ كَانَ رَأَيًا مِنْكَ فَإِنَّ شَأْنَ قُرَيْشٍ وَبَنِي قُرَيْظَةَ أَهْوَنُ مِنْ أَنْ يَكُونَ لِأَحَدٍ عَلَيْكَ فِيهِ مَقَالٌ، فَقَالَ النَّبِيُّ صَلَّى اللهُ عَلَيْهِ وَسَلَّمَ: «عَلَيَّ الرَّجُلَ» رُدُّوهُ فَرَدُّوهُ فَقَالَ: انْظُرِ الَّذِي ذَكَرْنَا لَكَ، فَلَا تَذْكُرْهُ لِأَحَدٍ " فَإِنَّمَا أَغْرَاهُ فَانْطَلَقَ حَتَّى أَتَى عُيَيْنَةَ وَأَبَا سُفْيَانَ فَقَالَ: هَلْ سَمِعْتُمْ مِنْ مُحَمَّدٍ يَقُولُ قَوْلًا إِلَّا كَانَ حَقًّا؟ قَالَا: لَا قَالَ: فَإِنِّي لَمَّا ذَكَرْتُ لَهُ شَأْنَ قُرَيْظَةَ قَالَ: فَلَعَلَّنَا أَمَرْنَاهُمْ بِذَلِكَ قَالَ أَبُو سُفْيَانَ: سَنَعْلَمُ ذَلِكَ إِنْ كَانَ مَكْرًا، فَأَرْسَلَ إِلَى بَنِي قُرَيْظَةَ أَنَّكُمْ قَدْ أَمَرْتُمُونَا أَنْ نَثْبُتَ، وَأَنَّكُمْ سَتُخَالِفُونَ الْمُسْلِمِينَ إِلَى بَيْضَتِهِمْ، فَأَعْطُونَا بِذَلِكَ رَهِينَةً فَقَالُوا: إِنَّهَا قَدْ دَخَلَتْ لَيْلَةُ السَّبْتِ، وَإِنَّا لَا نَقْضِي فِي السَّبْتِ شَيْئًا فَقَالَ أَبُو سُفْيَانَ إِنَّكُمْ فِي مَكْرٍ مِنْ بَنِي قُرَيْظَةَ، فَارْتَحِلُوا، وَأَرْسَلَ اللَّهُ عَلَيْهِمُ الرِّيحَ، وَقَذَفَ فِي قُلُوبِهِمُ الرُّعْبَ، فَأطْفَأتْ نِيرَانَهُمْ وَقَطَعَتْ أَرْسَانَ خُيُولِهِمْ، وَانْطَلَقُوا مُنْهَزِمِينَ مِنْ غَيْرِ قِتَالٍ قَالَ: فَذَلِكَ حِينَ يَقُولُ: {وَكَفَى اللَّهُ الْمُؤْمِنِينَ الْقِتَالَ وَكَانَ اللَّهُ قَوِيًّا عَزِيزًا} [الأحزاب: 25]
قَالَ: فَنَدَبَ النَّبِيُّ صَلَّى اللهُ عَلَيْهِ وَسَلَّمَ أَصْحَابَهُ فِي طَلَبِهِمْ، فَطَلَبُوهُمْ حَتَّى بَلَغُوا حَمْرَاءَ الْأَسَدِ قَالَ: فَرَجَعُوا قَالَ: فَوَضَعَ النَّبِيُّ صَلَّى اللهُ عَلَيْهِ وَسَلَّمَ لَأْمَتَهُ، وَاغْتَسَلَ وَاسْتَجْمَرَ، فَنَادَى النَّبِيَّ صَلَّى اللهُ عَلَيْهِ وَسَلَّمَ جِبْرِيلُ: عَذِيرُكَ مِنْ مُحَارِبٍ، أَلَا أَرَاكَ قَدْ وَضَعْتَ اللَّأْمَةَ، وَلَمْ نَضَعْهَا نَحْنُ بَعْدُ فَقَامَ النَّبِيُّ صَلَّى اللهُ عَلَيْهِ وَسَلَّمَ فَزِعًا فَقَالَ لِأَصْحَابِهِ: «عَزَمْتُ عَلَيْكُمْ أَلَّا تُصَلُّوا الْعَصْرَ حَتَّى تَأْتُوا بَنِي قُرَيْظَةَ»، فَغَرَبِتِ الشَّمْسُ قَبْلَ أَنْ يَأْتُوهَا، فَقَالَتْ طَائِفَةٌ مِنَ الْمُسْلِمِينَ إِنَّ النَّبِيَّ صَلَّى اللهُ عَلَيْهِ وَسَلَّمَ لَمْ يُرِدْ أَنْ تَدَعُوا الصَّلَاةَ فَصَلُّوا، وَقَالَتْ طَائِفَةٌ: إِنَّا لَفِي عَزِيمَةِ رَسُولِ اللَّهِ صَلَّى اللهُ عَلَيْهِ وَسَلَّمَ وَمَا عَلَيْنَا مِنْ بَأْسٍ، فَصَلَّتْ طَائِفَةٌ إِيمَانًا وَاحْتِسَابًا وَتَرَكَتْ طَائِفَةٌ إِيمَانًا وَاحْتِسَابًا قَالَ: فَلَمْ يُعَنِّفِ النَّبِيُّ صَلَّى اللهُ عَلَيْهِ وَسَلَّمَ وَاحِدًا مِنَ الْفَرِيقَيْنِ، وَخَرَجَ النَّبِيُّ صَلَّى اللهُ عَلَيْهِ وَسَلَّمَ فَمَرَّ بِمَجَالِسَ بَيْنَهُ وَبَيْنَ بَنِي قُرَيْظَةَ، فَقَالَ: «هَلْ مَرَّ بِكُمْ مِنْ أَحَدٍ؟» فَقَالُوا: نَعَمْ، مَرَّ عَلَيْنَا دِحْيَةُ الْكَلْبِيُّ عَلَى بَغْلَةٍ شَهْبَاءَ تَحْتَهُ قَطِيفَةُ دِيبَاجٍ، فَقَالَ النَّبِيُّ صَلَّى اللهُ عَلَيْهِ وَسَلَّمَ: «لَيْسَ ذَلِكَ وَلَكِنَّهُ جِبْرِيلُ، أُرْسِلَ إِلَى بَنِي قُرَيْظَةَ لِيُزَلْزِلَ حُصُونَهُمْ، وَيَقْذِفَ فِي قُلُوبِهِمُ الرُّعْبَ»
فَحَاصَرَهُمْ أَصْحَابُ النَّبِيِّ صَلَّى اللهُ عَلَيْهِ وَسَلَّمَ، فَلَمَّا انْتَهَى أَصْحَابُ النَّبِيِّ صَلَّى اللهُ عَلَيْهِ وَسَلَّمَ أَمَرَهُمْ أَنْ يَسْتُرُوهُ بِجُحَفِهِمْ لِيَقُوهُ الْحِجَارَةَ، حَتَّى يَسْمَعَ كَلَامَهُمْ، فَفَعَلُوا فَنَادَاهُمْ: «يَا إِخْوَةَ الْقِرَدَةِ وَالْخَنَازِيرَ» فَقَالُوا: يَا أَبَا الْقَاسِمِ مَا كُنْتَ فَاحِشًا فَدَعَاهُمْ إِلَى الْإِسْلَامِ قَبْلَ أَنْ يُقَاتِلَهُمْ، فَأَبَوْا أَنْ يُجِيبُوهُ إِلَى الْإِسْلَامِ، فَقَاتَلَهُمْ رَسُولُ اللَّهِ صَلَّى اللهُ عَلَيْهِ وَسَلَّمَ وَمَنْ مَعَهُ مِنَ الْمُسْلِمِينَ، حَتَّى نَزَلُوا عَلَى حُكْمِ سَعْدِ بْنِ مُعَاذٍ، وَأَبَوْا أَنْ يَنْزِلُوا عَلَى حُكْمِ النَّبِيِّ صَلَّى اللهُ عَلَيْهِ وَسَلَّمَ، فَنَزَلُوا عَلَى دَاءٍ فَأَقْبَلُوا بِهِمْ، وَسَعْدُ بْنُ مُعَاذٍ أَسِيرًا عَلَى أَتَانٍ، حَتَّى انْتَهَوْا إِلَى رَسُولِ اللَّهِ صَلَّى اللهُ عَلَيْهِ وَسَلَّمَ، فَأَخَذَتْ قُرَيْظَةُ تُذَكِّرُهُ بِحِلْفِهِمْ، وَطَفِقَ سَعْدُ بْنُ مُعَاذٍ يَنْفَلِتُ إِلَى رَسُولِ اللَّهِ صَلَّى اللهُ عَلَيْهِ وَسَلَّمَ مُسْتَأْمِرًا، يَنْتَظِرُهُ فِيمَا يُرِيدُ أَنْ يَحْكُمَ بِهِ، فَيُجِيبُ بِهِ رَسُولُ اللَّهِ صَلَّى اللهُ عَلَيْهِ وَسَلَّمَ يُرِيدُ أَنْ يَقُولَ: انْفِرْ بِمَا أَنَا حَاكِمٌ، وَطَفِقَ رَسُولُ اللَّهِ صَلَّى اللهُ عَلَيْهِ وَسَلَّمَ يَقُولُ بِقَوْلِ: «نَعَمْ» قَالَ سَعْدٌ: فَإِنِّي أَحْكُمُ بِأَنْ يُقْتَلَ مُقَاتِلَتُهُمْ، وَتُقَسَّمَ أَمْوَالُهُمْ، وَتُسْبَى ذَرَارِيهِمْ، فَقَالَ النَّبِيُّ صَلَّى اللهُ عَلَيْهِ وَسَلَّمَ: «أَصَابَ الْحُكْمَ» قَالَ: وَكَانَ حُيَيُّ بْنُ أَخْطَبَ اسْتَجَاشَ الْمُشْرِكِينَ عَلَى رَسُولِ اللَّهِ صَلَّى اللهُ عَلَيْهِ وَسَلَّمَ، فَجَلَاكَ لِبَنِي قُرَيْظَةَ، فَاسْتَفْتَحَ عَلَيْهِمْ لَيْلًا، فَقَالَ سَيِّدُهُمْ: إِنَّ هَذَا رَجُلٌ مَشْئُومٌ، فَلَا يَشْأَمَنَّكُمْ حُيَيٌّ، فَنَادَاهُمْ يَا بَنِي قُرَيْظَةَ أَلَا تَسْتَجِيبُوا؟ أَلَا تَلْحِقُونِي؟ أَلَا تُضَيِّفُونِي؟ فَإِنِّي جَامِعٌ مَغْرُورٌ، فَقَالَتْ بَنُو قُرَيْظَةَ: وَاللَّهِ لَنَفْتَحَنَّ لَهُ، فَلَمْ يَزَالُوا حَتَّى فَتَحُوا لَهُ، فَلَمَّا دَخَلَ عَلَيْهِمْ أُطُمَهُمْ قَالَ: يَا بَنِي قُرَيْظَةَ جِئْتُكُمْ فِي عَزِّ الدَّهْرِ، جِئْتُكُمْ فِي عَارِضِ بَرْدٍ لَا يَقُومُ لِسَبِيلِهِ شَيْءٌ، فَقَالَ لَهُ سَيِّدُهُمْ: أتَعِدُنَا عَارِضًا بَرْدًا يَنْكَشِفُ عَنَّا، وَتَدَعُنَا عِنْدَ بَحْرٍ دَائِمٍ لَا يُفَارِقُنَا، إِنَّمَا تَعِدُنَا الْغُرُورَ قَالَ: فَوَاثَقَهُمْ وَعَاهَدَهُمْ لِإِنِ انْفَضَّتْ جُمُوعُ الْأَحْزَابِ أَنْ يَجِيئَ حَتَّى يَدْخُلَ مَعَهُمْ أُطُمَهُمْ، فَأَطَاعُوهُ حِينَئِذٍ بِالْغَدْرِ بِالنَّبِيِّ صَلَّى اللهُ عَلَيْهِ وَسَلَّمَ وَالْمُسْلِمِينَ، فَلَمَّا فَضَّ اللَّهُ جُمُوعَ الْأَحْزَابَ انْطَلَقَ حَتَّى إِذَا كَانَ بِالرَّوْحَاءِ، ذَكَرَ الْعَهْدَ وَالْمِيثَاقَ الَّذِي أَعْطَاهُمْ، فَرَجَعَ حَتَّى دَخَلَ مَعَهُمْ، فَلَمَّا أَقْبَلَتْ بَنُو قُرَيْظَةَ أُتِيَ بِهِ مَكْتُوفًا بِقِدٍّ فَقَالَ حُيَيٌّ لِلنَّبِيِّ صَلَّى اللهُ عَلَيْهِ وَسَلَّمَ : أَمَا وَاللَّهِ مَا لُمْتُ نَفْسِي فِي عَدَاوَتِكَ، وَلَكِنَّهُ مَنْ يَخْذُلِ اللَّهَ يُخْذَلُ، فَأَمَرَ بِهِ النَّبِيُّ صَلَّى اللهُ عَلَيْهِ وَسَلَّمَ فَضُرِبَتْ عُنُقُهُ
Tercemesi:
"Uhud Savaşı’ndan iki yıl sonra Ahzâb Gazvesi meydana geldi. Bu, Hendek Günü idi. Rasulullah (sav) o gün Medine tarafındaydı. Müşriklerin lideri Ebu Süfyân’dı. Rasulullah (sav) ve ashabını on küsur gece kuşattılar. Sıkıntı her birine iyice ulaştı. Öyle ki, Nebî (sav), [İbn Müseyyeb’in rivayetine göre] 'Allah’ım! Sana ahdini ve vaadini hatırlatıyorum. Allah’ım! Eğer dilersen, (yeryüzünde) Sana artık ibadet edilmez' diye dua etti. Bu durum devam ederken, Nebî (sav), o gün Ebu Süfyân'ın yanında saf tutan, Gatafân kabilesinin lideri Uyeyne b. Hısn b. Bedr el-Fazârî’ye haber gönderdi ve 'Ne dersin, sana Ensar hurmalarının üçte birini versem, yanındaki Gatafânlıları alıp dönerek Müşrik ordusu (Ahzâb) arasında çözülme sağlar mısın?' dedi. Uyeyne 'Eğer bana yarısını verirsen yaparım' diye haber gönderdi. Bunun üzerine Nebî (sav), Evs kabilesinin reisi Sa'd b. Muâz ile, Hazrec kabilesinin reisi Sa'd b. Ubâde’yi çağırdı ve onlara 'Uyeyne b. Hısn, hurmalarınızın yarısını benden istedi. Karşılığında yanındaki Gatafânlılarla geri dönecek ve Ahzâb arasında çözülme sağlayacak. Ben ona üçte birini verdim, ama o yarısını istiyor. Siz ne dersiniz?' diye sordu. Onlar da 'Ey Allah’ın Resûlü! Eğer bu konuda sana bir emir gelmişse, Allah’ın emrini uygula' dediler. Rasulullah (sav) 'Eğer bana bu konuda bir emir gelseydi, size danışmazdım. Ama bu, benim kendi görüşüm, size arz ediyorum' buyurdu. Onlar 'Biz ona ancak kılıcı veririz' dediler. Bunun üzerine Hz. Peygamber (sav) 'İyi o zaman öyle olsun' buyurdu. Ma'mer der ki: Bana İbn Ebu Necîh haber verdiğine göre onlar 'Vallahi, ey Allah’ın Rasûlü! Allah bize İslâm’ı getirdiği vakit dahi ona (Uyeyne’ye) böyle bir şey vermezken, şimdi mi vereceğiz?' dediler. Hz. Nebî (sav) de ' iyi o zaman öyle olsun' dedi"
Zuhrî, İbn Müseyyeb’den rivayetinde der ki: "Bu sırada Nuaym b. Mesûd el-Eşcaî geldi. O, hem Müslümanlar hem de karşı taraf tarafından güvenilir biriydi. İkisiyle de anlaşmalıydı. Nuaym Hz. Peygamber'e (sav) şöyle dedi: Ben Uyeyne ve Ebu Süfyân’ın yanında iken, onlara Kurayza oğullarından bir elçi geldi ve 'Dayanın! Biz Müslümanların merkezine saldıracağız' dedi. Hz. Peygamber (sav) 'Belki de onlara bunu biz emretmişizdir' buyurdu. Nuaym, sözü saklamayan biriydi. Nebî'nin (sav) bu sözünü aldı ve gitti. Ömer (ra) geldi ve 'Ey Allah’ın Rasulü! Eğer bu Allah’tan bir emir ise onu uygula, ama eğer kendi görüşünse, Kureyş ve Kurayza oğullarının meselesi senin için o kadar önemsiz ki kimsenin bu konuda sana söz söyleme hakkı yoktur' dedi. Bunun üzerine Nebî (sav) 'O adamı (Nu‘aym’ı) bana getirin' buyurdu. Onu getirdiler. Nebî (sav) ona 'Sana söylediğimiz şeyi kimseye söyleme' dedi. Nuaym gitti, Uyeyne ve Ebu Süfyân’ın yanına vardı ve onlara 'Muhammed’in ağzından işittiğiniz her söz doğru değil miydi?' dedi. Onlar 'Evet' dediler. Nuaym 'Ben ona Kurayza oğulları meselesini söyleyince, bana 'Belki biz onlara bunu emretmişizdir' dedi.' diye aktardı. Ebu Süfyân, 'Eğer bu bir hile ise yakında anlarız' dedi ve Kurayza oğullarına 'Bize, dayanmamızı ve Müslümanların merkezine saldıracağınızı söylediniz; bunun için bize rehin verin' diye haber gönderdi. Onlar da 'Şimdi cumartesi gecesi girdi, biz cumartesi günü hiçbir iş yapmayız' dediler. Bunun üzerine Ebu Süfyân, 'Kurayza oğulları bize tuzak kuruyor, çekilip gidin' dedi. Derken Allah onlara rüzgâr gönderdi, kalplerine korku düşürdü, ateşlerini söndürdü, atlarının bağlarını çözdü ve böylece savaşmadan çekip gittiler. Ravi der ki: Yüce Allah'ın 'Savaşta, inananlara Allah'ın yardımı yetti. Allah kuvvetli olandır, güçlü olandır' [Ahzâb, 33/25] buyruğu buna işarettir."
Ravi der ki: "Hz. Peygamber (sav), ashabını onları takip etmeye çağırdı. Onları, Hamrâü’l-Esed’e kadar takip ettiler, sonra geri döndüler. Nebî (sav) zırhını çıkardı, gusletti ve güzel koku sürdü. Bu sırada Cebrail (as) 'Allah seni sana saldıran düşmanlarından korusun. Görüyorum ki Sen zırhını çıkarmışsın ama biz henüz çıkarmadık' diye Hz. Peygamber'e (sav) seslendi. Bunun üzerine Nebî (sav) hemen kalktı ve ashabına 'Size kesin olarak söylüyorum ki, Kurayza oğulları yurduna varıncaya kadar ikindi namazını kılmayın' buyurdu. Güneş batmadan oraya ulaşamadılar. Müslümanların bir kısmı 'Nebî (sav) namazı terk etmenizi istemedi' diyerek namazını yolda kıldı; bir kısmı ise 'Biz Nebî'nin (sav) kesin emrindeyiz, bunda sakınca yok' dedi. Böylece bir gurup inanarak ve sevabını Allah'tan umarak namazını orada kıldı, bir kısmı da inanarak ve sevabını Allah'tan umarak namazını kılmadı. Hz. Nebî (sav) iki gruptan hiçbirini kınamadı. Nebî (sav) yolda bazı toplulukların yanından geçti ve 'Buradan kim geçti?' diye sordu. Onlar 'Dihye el-Kelbî, beyaz bir katır üzerinde, altında ipekli bir örtü ile geçti' dediler. Nebî (sav) 'O Dihye değildi; o, Cebrâil’di. Kurayza oğullarına gidip, kalelerini sarsmak ve kalplerine korku salmak için gönderilmişti' buyurdu."
"Müslümanlar Kurayza oğullarını kuşattılar. Nebî (sav) yaklaşıp konuşmalarını duyabilmek için sahabeye, kalkanlarıyla, kendisini taşlardan korumalarını emretti. Nebî (sav) onlara 'Ey maymun ve domuzun kardeşleri!' diye seslendi. Onlar: 'Ey Ebu Kâsım! Sen kaba bir insan değildin' dediler. Nebî (sav) onları savaşmadan önce İslâm’a davet etti, ancak onlar kabul etmediler. Hz. Peygamber ve beraberindeki Müslümanlar onlarla savaştı, sonunda, Sa'd b. Muâz’ın hüküm vermesi şartıyla teslim oldular ve Hz. Peygamber'in hakemliğini reddettiler. Böylece onlar kendileri için ağır bir hükme razı oldular. (Müslümanlar) onları getirdiler. Sa'd b. Mu‘âz, bir merkep üzerinde tutunmuş olarak geldi. Nihayet hepsi birlikte Allah’ın Rasulü’nün yanına vardılar. Kurayza oğulları, eski dostluklarını hatırlatarak Sa'd'ı etkilemeye çalıştı. Sa'd b. Muâz, vereceği hüküm konusunda Allah’ın Rasûlü (sav) ile istişare etmek üzere ona yönelmeye başladı. Hükmü açıklamadan önce, Rasulullah’ın (sav) ne diyeceğini bekliyordu. Allah Rasulü de ona 'Devam et, ben de bu hükme razıyım' demek istercesine 'Evet' diyordu. Sa'd 'Savaşçı erkekleri öldürülecek, malları taksim edilecek, kadın ve çocukları esir edilecektir' diye hüküm verdi. Nebî (sav) 'Doğru hüküm verdin' buyurdu. Hendek savaşında Müşrikleri Allah’ın Rasulü’ne (sav) karşı müşrikleri kışkırtan Huyey b. Ahtab, Kurayza oğullarına gelip geceleyin onların kalesinin kapısını çaldı. Onların reisi (Ka‘b b. Esed) 'Bu uğursuz bir adamdır. Sakın Huyey size uğursuzluk getirmesin' dedi. Fakat Huyey onlara seslenerek 'Ey Kurayza oğulları! Bana cevap vermeyecek misiniz? Bana katılmayacak mısınız? Beni misafir etmeyecek misiniz? Ben mağrur bir toplulukla geldim' dedi. Bunun üzerine Kurayza oğulları 'Vallahi ona kapıyı açacağız' dediler ve sonunda ona kapıyı açtılar. Huyey onların kalesine girdiğinde 'Ey Kurayza oğulları! Size zamanın en güçlü döneminde geldim. Size öyle bir soğuk (güçlü) rüzgârın estiği vakitte geldim ki, onun karşısında hiçbir güç duramaz' dedi. Reisleri ona 'Sen bize, gelip geçici ve yakında dağılacak bir soğuk (güçlü) dalgası mı vaat ediyorsun, yoksa bizi hiç ayrılmayan, sürekli bir deniz (gibi) kuşatacak bir tehlikenin karşısında mı bırakıyorsun? Sen bize ancak aldatıcı bir vaat veriyorsun' dedi. Buna rağmen Huyey, onlarla anlaşma yaptı ve 'Eğer Müşrik ordusu (Ahzab) dağılırsa, sizinle birlikte kalenizde kalacağım' dedi. Bunu üzerine onlar Hz. Peygamber’e (sav) ve Müslümanlara ihanet etmeyi kabul ettiler. Allah, Ahzab ordusunu dağıttığında Huyey, Ravhâ denilen yere gelince, onlara verdiği ahdi ve yaptığı sözleşmeyi hatırladı ve geri dönerek onlarla birlikte kaleye girdi. Sonra Kurayza oğulları esir edilince, Huyey b. Ahtab, dizbağı ile bağlı olarak getirildi. Peygamber’e (sav) 'Vallahi, sana düşmanlık etmemde kendimi kınamıyorum, ancak Allah kimi zelil kılarsa, o mutlaka zelil olur' dedi. Bunun üzerine Peygamber (sav) emretti, boynu vuruldu."
Açıklama:
Yazar, Kitap, Bölüm:
Abdürrezzak b. Hemmam, Musannef, Meğâzî 9737, 5/367
Senetler:
()
Konular:
Antlaşma, anlaşmalara dayalı ilişkiler
Hz. Peygamber, Cebraille ilişkisi
Hz. Peygamber, duaları
Kur'an, Ayet Yorumu
Mesh, maymun ve domuz suretine vd. tebdil
Müslüman, Anlaşmalara riayet etmek, ahde vefa
Savaş, esirlere muamele
Savaş, ilan etme ve savaş hukuku
Savaş, ordu komutanlığı, komutanlar
Siyer, Ben-i Kurayza, gazvesi ve diğer şeyler
Siyer, Evs kabilesi
Siyer, Gatafan (Beni Gatafan kabilesi)
Siyer, Hazrec kabilesi
Siyer, Hendek günü
Tebliğ, dine davet ve tebliğde metot
Yardım, Müslümanlara nasip olan ilahi yardımlar
أخبرنا عبد الرزاق عن معمر عن الزهري وقتادة في قوله : (فسلموا على أنفسكم تحية من عند الله) قالا : بيتك إذا دخلته فقل : سلام عليكم.
Açıklama: Açıklanan ayet, Nur Suresi 61. ayet-i kerimesidir.
Öneri Formu
Hadis Id, No:
271273, MA019447-2
Hadis:
أخبرنا عبد الرزاق عن معمر عن الزهري وقتادة في قوله : (فسلموا على أنفسكم تحية من عند الله) قالا : بيتك إذا دخلته فقل : سلام عليكم.
Tercemesi:
Bize Abdürrezzak, ona Ma'mer, Zühri ve Katade'nin; (Allah tarafından kutlu, güzel bir yaşama dileği olarak birbirinize selam verin) buyruğuna dair şunu söylemişlerdir: Evine girdiğin zaman "Selamün aleyküm" de.
Açıklama:
Açıklanan ayet, Nur Suresi 61. ayet-i kerimesidir.
Yazar, Kitap, Bölüm:
Abdürrezzak b. Hemmam, Musannef, Câmi' 19447, 10/388
Senetler:
1. Ebu Bekir Muhammed b. Şihab ez-Zührî (Muhammed b. Müslim b. Ubeydullah b. Abdullah b. Şihab)
2. Ebu Urve Mamer b. Raşid el-Ezdî (Mamer b. Râşid)
3. ُEbu Bekir Abdürrezzak b. Hemmam (Abdürrezzak b. Hemmam b. Nafi)
Konular:
Adab, Selam, selamlaşma adabı
KTB, ADAB
KTB, SELAM
Kur'an, Ayet Yorumu
Selam, eve girerken Selam vermek,
أخبرنا عبد الرزاق عن معمر عن الزهري وقتادة في قوله : (فسلموا على أنفسكم تحية من عند الله) قالا : بيتك إذا دخلته فقل : سلام عليكم.
Öneri Formu
Hadis Id, No:
87392, MA019447
Hadis:
أخبرنا عبد الرزاق عن معمر عن الزهري وقتادة في قوله : (فسلموا على أنفسكم تحية من عند الله) قالا : بيتك إذا دخلته فقل : سلام عليكم.
Tercemesi:
Bize Abdurrezzak, ona Ma’mer, Zühri ve Katade’nin “Evlere girdiğinizde, Allah katından mübarek ve güzel bir selâmlama ile kendinize selâm verin” (en-Nur 24/61) ilahi emrini “Evine girdiğin zaman (evde kimse yoksa kendine) salamun aleyküm de” şeklinde açıkladıklarını rivayet etmiştir.
Açıklama:
Yazar, Kitap, Bölüm:
Abdürrezzak b. Hemmam, Musannef, Câmi' 19447, 10/388
Senetler:
1. Ebu Hattab Katade b. Diame es-Sedusî (Katade b. Diame b. Katade)
2. Ebu Urve Mamer b. Raşid el-Ezdî (Mamer b. Râşid)
3. ُEbu Bekir Abdürrezzak b. Hemmam (Abdürrezzak b. Hemmam b. Nafi)
Konular:
Adab, Selam, selamlaşma adabı
KTB, ADAB
KTB, SELAM
Kur'an, Ayet Yorumu
Selam, eve girerken Selam vermek,
Bize İbn Nümeyr, ona Abdülmelik, ona Atâ, ona da Cabir şöyle demiştir:
Rasulullah’ın (sav) döneminde, oğlu İbrahim’in vefat ettiği gün güneş tutulması oldu. İnsanlar “güneş, İbrahim’in ölümü sebebiyle tutuldu” dediler. Bunun üzerine Peygamber Efendimiz (sav) kalktı ve insanlara altı rüku ve dört secdeden oluşan bir namaz kıldırdı. Tekbir aldı, oldukça uzun okudu, ardından neredeyse kıyamı kadar uzun bir rükû yaptı, Rükudan kalktı, yine uzun bir kıraat yaptı ama bu, ilkinden daha kısaydı, sonra tekrar kıyamı kadar uzun rükûa yaptı, sonra rükudan kalkıp, bir kez daha kıraat yaptı, bu da öncekinden daha kısaydı, Sonra tekrar rükû yaptı, ardından secdeye vardı ve İki secde yaptı. Sonra tekrar kalktı ve yine üç rüku yaptı Bu üç rükuun her biri, kendisinden önceki rükudan daha kısa idi. Ancak rükûları neredeyse kıyamları kadar uzundu. Namaz sırasında, Rasulullah (sav) geri çekildi, cemaat de onunla birlikte geri çekildi. Sonra tekrar öne geçti, saflar da onunla birlikte öne geçti. Namazı tamamladığında güneş yeniden açılmıştı. Sonra şöyle buyurdu:
"Ey insanlar! Güneş ve ay, Allah’ın ayetlerinden iki ayettir. Bunlar, hiçbir insanın ölümü veya doğumundan dolayı tutulmaz. Böyle bir şey gördüğünüzde güneş açılıncaya kadar namaz kılın."
Öneri Formu
Hadis Id, No:
100044, MŞ008390
Hadis:
حَدَّثَنَا ابْنُ نُمَيْرٍ , قَالَ : أَخْبَرَنَا عَبْدُ الْمَلِكِ ، عَنْ عَطَاءٍ ، عَنْ جَابِرٍ ، قَالَ : انْكَسَفَتِ الشَّمْسُ عَلَى عَهْدِ رَسُولِ اللهِ صَلَّى الله عَلَيْهِ وَسَلَّمَ يَوْمَ مَاتَ إبْرَاهِيمُ بْنُ النَّبِيِّ صَلَّى الله عَلَيْهِ وَسَلَّمَ ، فَقَالَ النَّاسُ : إنَّمَا انْكَسَفَتِ الشَّمْسُ لِمَوْتِ إبْرَاهِيمَ ، فَقَامَ النَّبِيُّ صَلَّى الله عَلَيْهِ وَسَلَّمَ فَصَلَّى بِالنَّاسِ سِتَّ رَكَعَاتٍ وَأَرْبَعَ سَجَدَاتٍ ، بَدَأَ فَكَبَّرَ ، ثُمَّ قَرَأَ فَأَطَالَ الْقِرَاءَةَ ، ثُمَّ رَكَعَ نَحْوًا مِمَّا قَامَ ، ثُمَّ رَفَعَ رَأْسَهُ مِنَ الرُّكُوعِ فَقَرَأَ قِرَاءَةً دُونَ القِرَاءَة الأُولى ، ثُمَّ رَكَعَ نَحْوًا مِمَّا قَامَ ، ثُمَّ رَفَعَ رَأْسَهُ مِنَ الرُّكُوعِ ، فَقَرَأَ قِرَاءَةً دُونَ الثَانِية ثُمَّ رَكَعَ نَحْوًا مِمَّا قَامَ ، ثُمَّ رَفَعَ رَأْسَهُ مِنَ الرُّكُوعِ ثُمَّ انْحَدَرَ بِالسُّجُودِ فَسَجَدَ سَجْدَتَيْنِ ، ثُمَّ قَامَ فَرَكَعَ أَيْضًا ثَلاَثَ رَكَعَاتٍ لَيْسَ مِنْهَا رَكْعَةٌ إِلاَّ الَّتِي قَبْلَهَا أَطْوَلُ مِنَ الَّتِي بَعْدَهَا وَرُكُوعُهُ نَحْوًا مِنْ سُجُودِهِ ، ثُمَّ تَأَخَّرَ وَتَأَخَّرَتِ الصُّفُوفُ خَلْفَهُ حَتَّى انْتَهَى إلَى النِّسَاءِ ، ثُمَّ تَقَدَّمَ وَتَقَدَّمَ النَّاسُ مَعَهُ حَتَّى قَامَ فِي مَقَامِهِ فَانْصَرَفَ حِينَ انْصَرَفَ وَقَدْ أَضَاءَتِ الشَّمْسُ ، فَقَالَ : يَا أَيُّهَا النَّاسُ إنَّ الشَّمْسُ وَالْقَمَرُ آيَتَانِ مِنْ آيَاتِ اللهِ لاَ يَنْكَسِفَانِ لِمَوْتِ بَشَرٍ فَإِذَا رَأَيْتُمْ شَيْئًا مِنْ ذَلِكَ فَصَلُّوا حَتَّى تَنْجَلِيَ.
Tercemesi:
Bize İbn Nümeyr, ona Abdülmelik, ona Atâ, ona da Cabir şöyle demiştir:
Rasulullah’ın (sav) döneminde, oğlu İbrahim’in vefat ettiği gün güneş tutulması oldu. İnsanlar “güneş, İbrahim’in ölümü sebebiyle tutuldu” dediler. Bunun üzerine Peygamber Efendimiz (sav) kalktı ve insanlara altı rüku ve dört secdeden oluşan bir namaz kıldırdı. Tekbir aldı, oldukça uzun okudu, ardından neredeyse kıyamı kadar uzun bir rükû yaptı, Rükudan kalktı, yine uzun bir kıraat yaptı ama bu, ilkinden daha kısaydı, sonra tekrar kıyamı kadar uzun rükûa yaptı, sonra rükudan kalkıp, bir kez daha kıraat yaptı, bu da öncekinden daha kısaydı, Sonra tekrar rükû yaptı, ardından secdeye vardı ve İki secde yaptı. Sonra tekrar kalktı ve yine üç rüku yaptı Bu üç rükuun her biri, kendisinden önceki rükudan daha kısa idi. Ancak rükûları neredeyse kıyamları kadar uzundu. Namaz sırasında, Rasulullah (sav) geri çekildi, cemaat de onunla birlikte geri çekildi. Sonra tekrar öne geçti, saflar da onunla birlikte öne geçti. Namazı tamamladığında güneş yeniden açılmıştı. Sonra şöyle buyurdu:
"Ey insanlar! Güneş ve ay, Allah’ın ayetlerinden iki ayettir. Bunlar, hiçbir insanın ölümü veya doğumundan dolayı tutulmaz. Böyle bir şey gördüğünüzde güneş açılıncaya kadar namaz kılın."
Açıklama:
Yazar, Kitap, Bölüm:
İbn Ebî Şeybe, Musannef-i İbn Ebû Şeybe, Salât 8390, 5/420
Senetler:
()
Konular:
Doğa Tasavvuru, Güneş ve Ay Tutulması
Doğa Tasavvuru, Tabiat hadiseleri karşısında gösterilen tavır
Ehl-i Beyt, Hz. Peygamber'in oğlu İbrahim
Güneş Tutulması, Hz. Peygamber'in oğlu İbrahim'in ölümü, güneş tutulması
Hz. Peygamber, duaları
Kur'an, Ayet Yorumu
Namaz, Küsuf Namazı Rekatları, Kılınışı
عبد الرزاق عن معمر عن الحكم بن أبان قال : سألت سالم بن عبد الله عن الرجل يزني بالمرأة ثم ينكحها ، فقال : سئل عن ذلك ابن مسعود ، فقال : (وهو الذي يقبل التوبة عن عباده ويعفو عن السيئات) .
Öneri Formu
Hadis Id, No:
80213, MA012800
Hadis:
عبد الرزاق عن معمر عن الحكم بن أبان قال : سألت سالم بن عبد الله عن الرجل يزني بالمرأة ثم ينكحها ، فقال : سئل عن ذلك ابن مسعود ، فقال : (وهو الذي يقبل التوبة عن عباده ويعفو عن السيئات) .
Tercemesi:
Açıklama:
Yazar, Kitap, Bölüm:
Abdürrezzak b. Hemmam, Musannef, Talak 12800, 7/206
Senetler:
1. Ebu Abdurrahman Abdullah b. Mesud (Abdullah b. Mesud b. Gafil b. Habib b. Şemh)
2. Ebu Ömer Salim b. Abdullah el-Adevî (Salim b. Abdullah b. Ömer b. Hattab)
3. Ebu İsa Hakem b. Eban el-Adeni (Hakem b. Eban)
4. Ebu Urve Mamer b. Raşid el-Ezdî (Mamer b. Râşid)
Konular:
Evlilik, Zina eden kadınla veya zina ettiği kadınla
Kur'an, Ayet Yorumu
أخبرنا عبد الرزاق قال : أخبرنا ابن جريج قال : سمعت نافعا يحدث أن سالم بن عبد الله حدثه أن عائشة زوج النبي صلى الله عليه وسلم أرسلت به إلى أختها أم كلثوم ابنة أبي بكر ، لترضعه عشر رضعات ، ليلج عليها إذا كبر ، فأرضعته ثلاث مرات ، ثم مرضت ، فلم يكن سالم يلج عليها ، قال : زعموا أن عائشة قالت : لقد كان في كتاب الله عزوجل عشر رضعات ، ثم رد ذلك إلى خمس ، ولكن من كتاب الله ما قبض مع النبي صلى الله عليه وسلم .
Öneri Formu
Hadis Id, No:
83593, MA013928
Hadis:
أخبرنا عبد الرزاق قال : أخبرنا ابن جريج قال : سمعت نافعا يحدث أن سالم بن عبد الله حدثه أن عائشة زوج النبي صلى الله عليه وسلم أرسلت به إلى أختها أم كلثوم ابنة أبي بكر ، لترضعه عشر رضعات ، ليلج عليها إذا كبر ، فأرضعته ثلاث مرات ، ثم مرضت ، فلم يكن سالم يلج عليها ، قال : زعموا أن عائشة قالت : لقد كان في كتاب الله عزوجل عشر رضعات ، ثم رد ذلك إلى خمس ، ولكن من كتاب الله ما قبض مع النبي صلى الله عليه وسلم .
Tercemesi:
Açıklama:
Yazar, Kitap, Bölüm:
Abdürrezzak b. Hemmam, Musannef, Talak 13928, 7/469
Senetler:
1. Ümmü Abdullah Aişe bt. Ebu Bekir es-Sıddîk (Aişe bt. Abdullah b. Osman b. Âmir)
2. Ebu Ömer Salim b. Abdullah el-Adevî (Salim b. Abdullah b. Ömer b. Hattab)
3. Nafi' Mevlâ İbn Ömer (Ebu Abdullah Nafi')
4. Ebu Velid İbn Cüreyc el-Mekkî (Abdülmelik b. Abdülaziz b. Cüreyc)
Konular:
Kur'an, Ayet Yorumu
Süt haramlığı, emme sayısı, miktarı
Öneri Formu
Hadis Id, No:
142691, BS005934
Hadis:
وَأَخْبَرَنَا أَبُو سَعِيدِ بْنُ أَبِى عَمْرٍو حَدَّثَنَا أَبُو الْعَبَّاسِ : مُحَمَّدُ بْنُ يَعْقُوبَ أَخْبَرَنَا الرَّبِيعُ بْنُ سُلَيْمَانَ أَخْبَرَنَا الشَّافِعِىُّ أَخْبَرَنَا سُفْيَانُ بْنُ عُيَيْنَةَ فَذَكَرَهُ بِنَحْوِهِ. {ش} قَالَ الشَّافِعِىُّ وَمَعْقُولٌ أَنَّ السَّعْىَ فِى هَذَا الْمَوْضِعِ الْعَمَلُ لاَ السَّعْىُ عَلَى الأَقْدَامِ قَالَ اللَّهُ تَعَالَى (إِنَّ سَعْيَكُمْ لَشَتَّى) وَقَالَ (وَمَن أَرَادَ الآخِرَةَ وَسَعَى لَهَا سَعْيَهَا وَهُوَ مُؤْمِنٌ ) وَقَالَ (وَكَانَ سَعْيُكُمْ مَشْكُورًا) وَقَالَ (وَأَنْ لَيْسَ لِلإِنْسَانِ إِلاَّ مَا سَعَى) وَقَالَ (وَإِذَا تَوَلَّى سَعَى فِى الأَرْضِ لِيُفْسِدَ فِيهَا)قَالَ الشَّيْخُ وَقَدْ رُوِىَ عَنْ أَبِى ذَرٍّ مَا يُؤَكِّدُ هَذَا
Tercemesi:
Açıklama:
Yazar, Kitap, Bölüm:
Beyhakî, Sünen-i Kebir, Cumu'a 5934, 6/383
Senetler:
1. Ebu Hafs Ömer b. Hattab el-Adevî (Ömer b. Hattab b. Nüfeyl b. Abdüluzza)
2. İbn Ömer Abdullah b. Ömer el-Adevî (Abdullah b. Ömer b. Hattab)
3. Ebu Ömer Salim b. Abdullah el-Adevî (Salim b. Abdullah b. Ömer b. Hattab)
4. Ebu Bekir Muhammed b. Şihab ez-Zührî (Muhammed b. Müslim b. Ubeydullah b. Abdullah b. Şihab)
5. Ebu Muhammed Süfyan b. Uyeyne el-Hilâlî (Süfyân b. Uyeyne b. Meymûn)
6. Muhammed b. İdris eş-Şafii (Muhammed b. İdris b. Abbas b. Osman)
7. Rabi' b. Süleyman el-Murâdî (Rabi' b. Süleyman b. Abdülcebbâr b. Kâmil)
8. Muhammed b. Yakub el-Ümevî (Muhammed b. Yakub b. Yusuf b. Ma'kil b. Sinan b. Abdullah)
9. Ebu Said Muhammed b. Musa b. Şazan (Muhammed b. Musa b. Fadl b. Şâzân)
Konular:
Hitabet, Hutbe
Hutbe, Cuma Namazı, cuma namazının hutbesi
KTB, CUMA
Kur'an, Ayet Yorumu
Kur'an, tefsiri, bazı ayetlerin
Namaz, geliş şekli