Bize Ebu Abdurrahman Abdülmelik b. Süleyman el-Antakî'nin naklettiğine göre Ebu Utbe Abbad b. Abbad el-Havvas eş-Şamî şöyle demiştir:
"Aklınızı kullanınız; çünkü akıl büyük bir nimettir. Fakat nice akıllı insan var ki, asıl muhtaç olduğu ilimleri bırakmış, zararlı konulara dalmıştır. Bu yüzden de kalbi gaflet içinde kalmıştır. Halbuki bir kimsenin, üzerinde düşünülüp fikir beyan edilemeyecek (birtakım teorik-kelamî) konulara kafa yormayı terk etmesi onun üstün bir akla sahip olduğunu gösterir. İnsan böyle konularla ilgilenmeyi bırakmalı ki, salih ameller konusunda diğer insanlarla yarışmayı sürdürsün; sahip olduğu akıl üstünlüğü, böyle bir yarışı terk etmesinden dolayı onun için bir vebale dönüşmesin.Niceleri var ki, kalbi bidatle meşguldür. Dinî konularda Rasulullah'ın (sav) ashabını bırakmış, birtakım bidatçilerin peşine düşmüştür. Ya da kendi görüşüyle yetinmektedir; kendi görüşünün tek doğru yol, ona karşı çıkmanın da sapıklık olduğuna inanmaktadır. Kur'an'dan uzaklaşmaya çağırdığı hâlde, görüşlerini Kur'an'dan aldığını iddia etmektedir. Acaba ondan ve yandaşlarından önce Kur'an'ın muhkemiyle amel eden, müteşabihine iman eden ve Kur'an'ın aydınlık yolunda yürüyen hiç mi Kur'an muhafızı yoktu? Kur'an, Rasullah'ın (sav) önderi oldu. Rasulullah (sav), ashabına önderlik etti. Onun ashabı da, kendilerinden sonra gelen kimselere öncülük ettiler. (Ashabın önderliğinde yetişenler) bölgelerinde tanınmış, takipçileri bulunan ve aralarındaki görüş ayrılıklarına rağmen ehl-i ehvâyı eleştirme konusunda birlik olabilen kimselerdi. Ehl-i ehvâ ise, kendi görüşlerine uyarak doğru yoldan sapmış, doğru yolu terk ederek çeşitli sapık yollara girmişlerdi. Sonunda kendi delilleri onları en sapa çöllere savurdu da, ıssız çöllerde, sonuçlanması imkansız konulara daldılar. Şeytan, onların sapıklıklarıyla ilgili yeni bidatler ürettikçe, onlar da bir bidatten diğerine savruldular. Çünkü onlar ne selefin izini takip ettiler ne de (günahları terk eden) muhacirlere uydular.
Anlatıldığına göre Ömer, Ziyad’a şöyle demiştir: 'İslam’ı ne yıkacak, biliyor musun? Alimin hatası, münafığın Kur’an üzerinden tartışması ve saptırıcı önderler.' Kur’an’ı iyi bilen alimlerinizin ve mescitlere devam eden dindar cemaatinizin arasında ortaya çıkacak gıybet, söz taşıyıcılık, insanlar arasında iki yüzlü davranma ve birine farklı diğerine farklı dille konuşma gibi konularda Allah’tan korkunuz! Nitekim bir rivayette, 'Dünyada ikiyüzlü olan, cehennemde de ikiyüzlü olacaktır' denilmiştir. Gıybet yapan kimse senin yanına gelir, hakkında kötü konuşulmasından hoşlanacağını düşündüğü bir kimsenin gıybetini yapar. Sonra da arkadaşına gider, senin gıybetini yapar. Bir de bakarsın gıybetçi, her birinizle ilgili hedefine ulaşmış; onun birinize söyledikleri diğerinize gizli kalmıştır! Artık her iki taraf, arkadaşının yanında kardeş, gıyabında ise düşman gibidir. Biri diğerinin yanına gidiyorsa, mutlaka şahsi bir menfaati vardır. Ondan uzak duruyor ve yanına uğramıyorsa, bunun sebebi de, içinde ona karşı beslediği saygı ve sevgiyi kaybetmiş olmasıdır. Böylece gıybetçi, yanına gelen arkadaşı (yüzüne karşı söylediği) övücü sözlerle büyüler, diğerinin ise arkasından konuşarak gıybetini yapar. Yetişin, ey Allah’ın kulları! Bu insanların arasında, böyle bir gıybetçinin hilesine engel olacak, Müslüman kardeşinin şeref ve namusunu koruyacak aklı başında bir yiğit ya da bir ıslahçı yok mu? Yok, laf taşıma konusundaki zaaf ve düşkünlüklerini bildiği için, tam tersine insanlara o gıybetçi hakim oldu. İnsanlar da ona hedefini gerçekleştirme fırsatı verdiler. Böylece onların dinleriyle birlikte kendi dini karşılığında (türlü türlü haramlar) yedi."
Ey insanlar! Allah’tan korkun, Allah’tan! Yanınızda bulunmayan Müslümanların mahremlerini koruyun. Hayırlı sözler dışında, dillerinizi o kardeşlerinizden uzak tutun. İslam ümmetine karşı samimi olun. Çünkü siz Kur’an ve Sünnet’i ve onlardaki uygulamaları sonraki nesillere taşıyacak kimselersiniz. Unutmayın ki Kur’an, kendisiyle konuşulmadan konuşamaz. Sünnet de kendisiyle amel edilmedikçe işlevsel hale gelemez. Öyleyse alim susar da, ortaya çıkan kötülüklere engel olmaz, terk edilen iyilikleri emretmezse cahil ne zaman öğrenecek? Halbuki Allah kendilerine kitap verilenlerden, vahyi gizlemeyeceklerine ve onu insanlara açıklayacaklarına dair kesin söz almıştır. Allah’tan korkun! Şüphesiz siz takvanın zayıfladığı, huşuun (yani korku ve sevgi ile Allah’a boyun eğmenin) azaldığı, fesatçıların ilim sahibi olduğu bir zamanda yaşıyorsunuz. O bozguncular ilmi yitirmiş kişiler olarak değil, ilim sahibi olarak tanınmak istediler. Bunun sonucunda, ilme sokuşturdukları hatalı bilgiler vasıtasıyla kendi arzu ve isteklerine uygun ilmî görüşler ileri sürdüler. Kelimeleri bozarak, terk ettikleri hakkın yerine amel ettikleri batılı koydular. Bu yüzden onların günahları bağışlanmayacak kadar büyük günahlardır. Kusurları da itiraf edilemeyecek büyük kusurlardır. Rehber yolu şaşırmışsa, hak yolcusu doğru yolu nasıl bulsun? Onlar dünyayı sevdiler ama sırf dünyalık peşinden koşan ehl-i dünyanın makamını beğenmediler. Konuşmalarında ehl-i dünyadan uzak olduklarını söylediler ama yaşayışta onlar gibi davrandılar. Davranışlarıyla ön plana çıkmamak için de kendilerini sözleriyle savundular. Sonunda, ne alakalarının olmadığını söyledikleri suçlamalardan kurtulabildiler ne de içinde yer almak istedikleri statüye kavuşabildiler. Çünkü hakka uygun davranan kimse, sustuğunda bile hal diliyle konuşur.
Rivayet edilir ki, Yüce Allah (cc) şöyle buyurmuştur: "Ben hikmetli sözler söyleyen kimsenin her sözünü kabul etmem. Önce onun gaye ve arzusuna bakarım; şayet hedef ve arzusu benim rızamı kazanmaksa, konuşmasa bile, ben onun susmasını bana yapılmış bir şükür ve saygı sayarım." Yüce Allah (cc) bir ayette şöyle buyurmuştur: "Tevrat’la yükümlü tutulup da onunla amel etmeyenlerin durumu, ciltlerle kitap taşıyan eşeğin durumu gibidir." (Cuma 61/5) Bir başka ayette de şöyle buyurmuştur: "Size verdiklerimizi kuvvetlice tutun." (Bakara 2/93) Yani Kur’an’ın hükümleriyle amel edin. Sünneti de, hükümleriyle amel etmeksizin, sadece sözlü olarak benimsemekle yetinmeyin. Zira sünnetle ilgili böyle bir benimseme iddiası, ilmi zayi etmenin yanı sıra aynı zamanda sözlü bir yalandır.
Bidatları, kusurlarınızı örten bir süs malzemesi yapmak için ayıplamayın. Çünkü bidatçıların kötülüğü sizi daha iyi insanlar haline getirmez. Bidatları, sırf bidatçılara saldırmak için de ayıplamayın. Zira böyle bir saldırı, kendi nefislerinizdeki bozukluktan kaynaklanır. Bir doktorun, hastalarını tedavi edip de kendisini hasta etmesi uygun olmaz. Çünkü doktor hastalanırsa, kendi hastalığıyla uğraşmaktan hastalarını tedavi etmeye vakti kalmaz. Fakat o, kendi sağlığını korumalı ki, hastalarını tedavi etme imkanı bulsun. İşte kardeşlerinizi eleştirirken sizin tavrınız da böyle olsun. Önce kendinize bakın ve Rabbinize karşı samimi, kardeşlerinize karşı merhametli olun. Bununla birlikte, başkalarının ayıp ve kusurlarıyla ilgilenmekten çok, kendi ayıp ve kusurlarınızla ilgilenin. Birbirinizden nasihat alın. Size nasihat eden de, sizden nasihat alan da yanınızda saygın ve değerli olsun. Ömer b. Hattab (ra) bu konuda, "Bana ayıp ve kusurlarımı gösteren kimseye Allah merhamet etsin!" demiştir. Hâlbuki siz, birisine bir şey söylediğinizde sözlerinize tahammül edilsin istiyorsunuz, ama aynısı size söylendiğinde öfkeleniyorsunuz. Yine aynı şekilde, kendiniz yadırganacak işler yaptığınızda size öfkelenilmesinden hoşlanmıyorsunuz, ama başkalarında böyle bir durum gördüğünüzde siz onlara öfkeleniyorsunuz.
Kendi görüşünüzü ve sizinle çağdaş olanların görüşünü suçlayın. Konuşmadan önce iyice araştırın. Bir şeyi yapmadan önce bilgi sahibi olun. Çünkü öyle bir zaman gelecek ki, hakla batıl birbirine karışacak. İyilik kötülüğe, kötülük iyiliğe dönüşecek. Bunun sonucunda, niceleri Allah’tan uzaklaştıracak şeylerle O’na yaklaşmaya çalışacak, niceleri de Allah’ın nefretine sebep olacak şeylerle O’nun sevgisini kazanmaya çalışacak. Nitekim Yüce Allah (cc) şöyle buyurmuştur: "Kötü ameli kendisine süslü gösterilip de onu güzel gören kimse, ameli iyi olan kimse gibi mi olacaktır?..." (Fâtır 35/8) Binaenaleyh hakikat, delilleriyle ortaya çıkıncaya kadar, şüpheler üzerinde iyice durun, onları iyice araştırın. Zira bilmediği bir işe bilgisizce dalan kimse günahkâr olur. Kim Allah'ın hoşnutluğunu gözetirse Allah da onu gözetir. Kur’an’a sarılın; ona uyun ve ondaki hükümlerin uygulanmasına öncü olun. Kur’an’ın hükümlerini hakkiyle uygulayanların izini takip edin. Şayet hahamlar ve rahipler Allah’ın kitabını uyguladıklarında ve doğru açıkladıklarında makam ve mevkilerinin gitmesinden korkmasalardı, onu ne değiştirirler ne de gizlerlerdi. Fakat onlar Kitab’a aykırı davrandıklarında makamlarının gitmesinden ve yaptıkları kötülüğün insanlar tarafından anlaşılmasından korktukları için insanları kandırmaya, yaptıklarını onlara farklı göstermeye çalıştılar. Bunun için Kitab’ı yanlış yorumlayarak tahrif ettiler. Tahrif etmeyi başaramadıkları hükümleri de gizlediler. Sonra da makamlarını korumak için kendi yaptıkları iş hakkında sessiz kaldılar. Kavimlerinin onlarla hoş geçinmek için yaptıklarına ses çıkarmadılar. Halbuki Allah, kendilerine kitap verilenlerden , onu insanlara açıklayacaklarına ve gizlemeyeceklerine dair kesin söz almıştı. Ama onlar Allah’ın Kitab’ını gizleme konusunda birbirleriyle yardımlaştılar ve onu tahrif etmelerine göz yumdular.
Açıklama: Süfyan es-Sevrî, öğrencilerine ve dostlarına zühd ve takva konularında bazı mektup ve vasiyetnameler yazmıştır. Darimî tarafından nakledilen bu metin de, onun Abbad b. Abbad'a yazdığı bir risaledir. (DİA, "Süfyân es-Sevrî" md., XXXVIII, 24)
Öneri Formu
Hadis Id, No:
38760, DM000675
Hadis:
أَخْبَرَنَا عَبْدُ الْمَلِكِ بْنُ سُلَيْمَانَ أَبُو عَبْدِ الرَّحْمَنِ الأَنْطَاكِىُّ عَنْ عَبَّادِ بْنِ عَبَّادٍ الْخَوَّاصِ الشَّامِىِّ أَبِى عُتْبَةَ قَالَ :
أَمَّا بَعْدُ ، اعْقِلُوا وَالْعَقْلُ نِعْمَةٌ ، فَرُبَّ ذِى عَقْلٍ قَدْ شُغِلَ قَلْبُهُ بِالتَّعَمُّقِ عَمَّا هُوَ عَلَيْهِ ضَرَرٌ عَنْ الاِنْتِفَاعِ بِمَا يَحْتَاجُ إِلَيْهِ حَتَّى صَارَ عَنْ ذَلِكَ سَاهِياً ، وَمِنْ فَضْلِ عَقْلِ الْمَرْءِ تَرْكُ النَّظَرِ فِيمَا لاَ نَظَرَ فِيهِ حَتَّى لاَ يَكُونَ فَضْلُ عَقْلِهِ وَبَالاً عَلَيْهِ فِى تَرْكِ مُنَافَسَةِ مَنْ هُوَ دُونَهُ فِى الأَعْمَالِ الصَّالِحَةِ ، أَوْ رَجُلٍ شُغِلَ قَلْبُهُ بِبِدْعَةٍ قَلَّدَ فِيهَا دِينَهُ رِجَالاً دُونَ أَصْحَابِ رَسُولِ اللَّهِ -صلى الله عليه وسلم- أَوِ اكْتَفَى بِرَأْيِهِ فِيمَا لاَ يَرَى الْهُدَى إِلاَّ فِيهَا ، وَلاَ يَرَى الضَّلاَلَةَ إِلاَّ بِتَرْكِهَا يَزْعُمُ أَنَّهُ أَخَذَهَا مِنَ الْقُرْآنِ وَهُوَ يَدْعُو إِلَى فِرَاقِ الْقُرْآنِ ، أَفَمَا كَانَ لِلْقُرْآنِ حَمَلَةٌ قَبْلَهُ وَقَبْلَ أَصْحَابِهِ يَعْمَلُونَ بِمُحْكَمِهِ وَيُؤْمِنُونَ بِمُتَشَابِهِهِ؟ وَكَانُوا مِنْهُ عَلَى مَنَارٍ كَوَضَحِ الطَّرِيقِ ، فَكَانَ الْقُرْآنُ إِمَامَ رَسُولِ اللَّهِ -صلى الله عليه وسلم- وَكَانَ رَسُولُ اللَّهِ -صلى الله عليه وسلم- إِمَاماً لأَصْحَابِهِ ، وَكَانَ أَصْحَابُهُ أَئِمَّةً لِمَنْ بَعْدَهُمْ رِجَالٌ مَعْرُوفُونَ مَنْسُوبُونَ فِى الْبُلْدَانِ مُتَّفِقُونَ فِى الرَّدِّ عَلَى أَصْحَابِ الأَهْوَاءِ مَعَ مَا كَانَ بَيْنَهُمْ مِنَ الاِخْتِلاَفِ ، وَتَسَكَّعَ أَصْحَابُ الأَهْوَاءِ بِرَأْيِهِمْ فِى سُبُلٍ مُخْتَلِفَةٍ جَائِرَةٍ عَنِ الْقَصْدِ مُفَارِقَةٍ لِلصِّرَاطِ الْمُسْتَقِيمِ ، فَتَوَّهَتْ بِهِمْ أَدِلاَّؤُهُمْ فِى مَهَامِهَ مُضِلَّةٍ ، فَأَمْعَنُوا فِيهَا مُتَعَسِّفِينَ فِى تِيهِهِمْ ، كُلَّمَا أَحْدَثَ لَهُمُ الشَّيْطَانُ بِدْعَةً فِى ضَلاَلَتِهِمُ انْتَقَلُوا مِنْهَا إِلَى غَيْرِهَا ، لأَنَّهُمْ لَمْ يَطْلُبُوا أَثَرَ السَّابِقِينَ وَلَمْ يَقْتَدُوا بِالْمُهَاجِرِينَ ، وَقَدْ ذُكِرَ عَنْ عُمَرَ أَنَّهُ قَالَ لِزِيَادٍ : هَلْ تَدْرِى مَا يَهْدِمُ الإِسْلاَمَ؟ زَلَّةُ عَالِمٍ وَجِدَالُ مُنَافِقٍ بِالْقُرْآنِ وَأَئِمَّةٌ مُضِلُّونَ ، اتَّقُوا اللَّهَ وَمَا حَدَثَ فِى قُرَّائِكُمْ وَأَهْلِ مَسَاجِدِكُمْ مِنَ الْغِيبَةِ وَالنَّمِيمَةِ وَالْمَشْىِ بَيْنَ النَّاسِ بِوَجْهَيْنِ وَلِسَانَيْنِ ، وَقَدْ ذُكِرَ أَنَّ مَنْ كَانَ ذَا وَجْهَيْنِ فِى الدُّنْيَا كَانَ ذَا وَجْهَيْنِ فِى النَّارِ ، يَلْقَاكَ صَاحِبُ الْغِيبَةِ فَيَغْتَابُ عِنْدَكَ مَنْ يَرَى أَنَّكَ تُحِبُّ غِيبَتَهُ ، وَيُخَالِفُكَ إِلَى صَاحِبِكَ فَيَأْتِيهِ عَنْكَ بِمِثْلِهِ ، فَإِذَا هُوَ قَدْ أَصَابَ عِنْدَ كُلِّ وَاحِدٍ مِنْكُمَا حَاجَتَهُ وَخَفِىَ عَلَى كُلِّ وَاحِدٍ مِنْكُمَا مَا أُتِىَ بِهِ عِنْدَ صَاحِبِهِ ، حُضُورُهُ عِنْدَ مَنْ حَضَرَهُ حُضُورُ الإِخْوَانِ وَغَيْبَتُهُ عَلَى مَنْ غَابَ عَنْهُ غَيْبَةُ الأَعْدَاءِ ، مَنْ حَضَرَ مِنْهُمْ كَانَتْ لَهُ الأَثَرَةُ ، وَمَنْ غَابَ مِنْهُمْ لَمْ تَكُنْ لَهُ حُرْمَةٌ ، يَفْتِنُ مَنْ حَضَرَهُ بِالتَّزْكِيَةِ ، وَيَغْتَابُ مَنْ غَابَ عَنْهُ بِالْغِيبَةِ ، فَيَا لِعِبَادَ اللَّهِ أَمَا فِى الْقَوْمِ مِنْ رَشِيدٍ وَلاَ مُصْلِحٍ يَقْمَعُ هَذَا عَنْ مَكِيدَتِهِ وَيَرُدُّهُ عَنْ عِرْضِ أَخِيهِ الْمُسْلِمِ؟ بَلْ عَرَفَ هَوَاهُمْ فِيمَا مَشَىَ بِهِ إِلَيْهِمْ فَاسْتَمْكَنَ مِنْهُمْ وَأَمْكَنُوهُ مِنْ حَاجَتِهِ ، فَأَكَلَ بِدِينِهِ مَعَ أَدْيَانِهِمْ ، فَاللَّهَ اللَّهَ ذُبُّوا عَنْ حُرَمِ غُيَّابِكُمْ ، وَكُفُّوا أَلْسِنَتَكُمْ عَنْهُمْ إِلاَّ مِنْ خَيْرٍ وَنَاصِحُوا اللَّهَ فِى أُمَّتِكُمْ إِذْ كُنْتُمْ حَمَلَةَ الْكِتَابِ وَالسُّنَّةِ ، فَإِنَّ الْكِتَابَ لاَ يَنْطِقُ حَتَّى يُنْطَقَ بِهِ ، وَإِنَّ السُّنَّةَ لاَ تَعْمَلُ حَتَّى يُعْمَلَ بِهَا ، فَمَتَى يَتَعَلَّمُ الْجَاهِلُ إِذَا سَكَتَ الْعَالِمُ فَلَمْ يُنْكِرْ مَا ظَهَرَ وَلَمْ يَأْمُرْ بِمَا تُرِكَ ، وَقَدْ أَخَذَ اللَّهُ مِيثَاقَ الَّذِينَ أُوتُوا الْكِتَابَ لِيُبَيِّنُنَّهُ لِلنَّاسِ وَلاَ يَكْتُمُونَهُ ، اتَّقُوا اللَّهَ فَإِنَّكُمْ فِى زَمَانٍ رَقَّ فِيهِ الْوَرَعُ وَقَلَّ فِيهِ الْخُشُوعُ ، وَحَمَلَ الْعِلْمَ مُفْسِدُوهُ فَأَحَبُّوا أَنْ يُعْرَفُوا بِحَمْلِهِ ، وَكَرِهُوا أَنْ يُعْرَفُوا بِإِضَاعَتِهِ ، فَنَطَقُوا فِيهِ بِالْهَوَى لِمَّا أَدْخَلُوا فِيهِ مِنَ الْخَطَإِ وَحَرَّفُوا الْكَلِمَ عَمَّا تَرَكُوا مِنَ الْحَقِّ إِلَى مَا عَمِلُوا بِهِ مِنْ بَاطِلٍ ، فَذُنُوبُهُمْ ذُنُوبٌ لاَ يُسْتَغْفَرُ مِنْهَا وَتَقْصِيرُهُمْ تَقْصِيرٌ لاَ يُعْتَرَفُ بِهِ ، كَيْفَ يَهْتَدِى الْمُسْتَدِلُّ الْمُسْتَرْشِدُ إِذَا كَانَ الدَّلِيلُ حَائِراً؟ أَحَبُّوا الدُّنْيَا وَكَرِهُوا مَنْزِلَةَ أَهْلِهَا فَشَارَكُوهُمْ فِى الْعَيْشِ ، وَزَايَلُوهُمْ بِالْقَوْلِ وَدَافَعُوا بِالْقَوْلِ عَنْ أَنْفُسِهِمْ أَنْ يُنْسَبُوا إِلَى عَمَلِهِمْ ، فَلَمْ يَتَبَرَّءُوا مِمَّا انْتَفَوْا مِنْهُ وَلَمْ يَدْخُلُوا فِيمَا نَسَبُوا إِلَيْهِ أَنْفُسَهُمْ لأَنَّ الْعَامِلَ بِالْحَقِّ مُتَكَلِّمٌ وَإِنْ سَكَتَ ، وَقَدْ ذُكِرَ أَنَّ اللَّهَ تَعَالَى يَقُولُ : إِنِّى لَسْتُ كُلَّ كَلاَمِ الْحَكِيمِ أَتَقَبَّلُ وَلَكِنِّى أَنْظُرُ إِلَى هَمِّهِ وَهَوَاهُ ، فَإِنْ كَانَ هَمُّهُ وَهَوَاهُ لِى جَعَلْتُ صَمْتَهُ حَمْداً وَوَقَاراً لِى وَإِنْ لَمْ يَتَكَلَّمْ. وَقَالَ اللَّهُ تَعَالَى {مَثَلُ الَّذِينَ حُمِّلُوا التَّوْرَاةَ ثُمَّ لَمْ يَحْمِلُوهَا كَمَثَلِ الْحِمَارِ يَحْمِلُ أَسْفَاراً)وَقَالَ {خُذُوا مَا آتَيْنَاكُمْ بِقُوَّةٍ} قَالَ الْعَمَلُ بِمَا فِيهِ وَلاَ تَكْتَفُوا مِنَ السُّنَّةِ بِانْتِحَالِهَا بِالْقَوْلِ دُونَ الْعَمَلِ بِهَا ، فَإِنَّ انْتِحَالَ السُّنَّةِ دُونَ الْعَمَلِ بِهَا كَذِبٌ بِالْقَوْلِ مَعَ إِضَاعَةِ الْعِلْمِ ، وَلاَ تَعِيبُوا بِالْبِدَعِ تَزَيُّناً بِعَيْبِهَا ، فَإِنَّ فَسَادَ أَهْلِ الْبِدَعِ لَيْسَ بِزَائِدٍ فِى صَلاَحِكُمْ ، وَلاَ تَعِيبُوهَا بَغْياً عَلَى أَهْلِهَا ، فَإِنَّ الْبَغْىَ مِنْ فَسَادِ أَنْفُسِكُمْ وَلَيْسَ يَنْبَغِى لِلطَّبِيبِ أَنْ يُدَاوِىَ الْمَرْضَى بِمَا يُبْرِئُهُمْ وَيُمْرِضُهُ ، فَإِنَّهُ إِذَا مَرِضَ اشْتَغَلَ بِمَرَضِهِ عَنْ مُدَاوَاتِهِمْ ، وَلَكِنْ يَنْبَغِى أَنْ يَلْتَمِسَ لِنَفْسِهِ الصِّحَّةَ لِيَقْوَى بِهِ عَلَى عِلاَجِ الْمَرْضِى ، فَلْيَكُنْ أَمْرُكُمْ فِيمَا تُنْكِرُونَ عَلَى إِخْوَانِكُمْ نَظَراً مِنْكُمْ لأَنْفُسِكُمْ وَنَصِيحَةً مِنْكُمْ لِرَبِّكُمْ وَشَفَقَةً مِنْكُمْ عَلَى إِخْوَانِكُمْ ، وَأَنْ تَكُونُوا مَعَ ذَلِكَ بِعُيُوبِ أَنْفُسِكُمْ أَعْنَى مِنْكُمْ بِعُيُوبِ غَيْرِكُمْ وَأَنْ يَسْتَفْطِمَ بَعْضُكُمْ بَعْضاً النَّصِيحَةَ ، وَأَنْ يَحْظَى عِنْدَكُمْ مَنْ بَذَلَهَا لَكُمْ وَقَبِلَهَا مِنْكُمْ ، وَقَدْ قَالَ عُمَرُ بْنُ الْخَطَّابِ رَضِىَ اللَّهُ تَعَالَى عَنْهُ : رَحِمَ اللَّهُ مَنْ أَهْدَى إِلَىَّ عُيُوبِى. تُحِبُّونَ أَنْ تَقُولُوا فَيُحْتَمَلَ لَكُمْ ، وَإِنْ قِيلَ لَكُمْ مِثْلُ الَّذِى قُلْتُمْ غَضِبْتُمْ ، تَجِدُونَ عَلَى النَّاسِ فِيمَا تُنْكِرُونَ مِنْ أُمُورِهِمْ وَتَأْتُونَ مِثْلَ ذَلِكَ ، فَلاَ تُحِبُّونَ أَنْ يَؤْخَذَ عَلَيْكُمْ ، اتَّهِمُوا رَأْيَكُمْ وَرَأْىَ أَهْلِ زَمَانِكُمْ وَتَثَبَّتُوا قَبْلَ أَنْ تَكَلَّمُوا ، وَتَعَلَّمُوا قَبْلَ أَنْ تَعْمَلُوا ، فَإِنَّهُ يَأْتِى زَمَانٌ يَشْتَبِهُ فِيهِ الْحَقُّ وَالْبَاطِلُ ، وَيَكُونُ الْمَعْرُوفُ فِيهِ مُنْكَراً وَالْمُنْكَرُ فِيهِ مَعْرُوفاً ، فَكَمْ مِنْ مُتَقَرِّبٍ إِلَى اللَّهِ بِمَا يُبَاعِدُهُ وَمُتَحَبِّبٍ إِلَيْهِ بِمَا يُبَغِّضُهُ عَلَيْهِ ، قَالَ اللَّهُ تَعَالَى {أَفَمَنْ زُيِّنَ لَهُ سُوءُ عَمَلِهِ فَرَآهُ حَسَناً} الآيَةَ ، فَعَلَيْكُمْ بِالْوُقُوفِ عِنْدَ الشُّبُهَاتِ حَتَّى يَبْرُزَ لَكُمْ وَاضِحُ الْحَقِّ بِالْبَيِّنَةِ ، فَإِنَّ الدَّاخِلَ فِيمَا لاَ يَعْلَمُ بِغَيْرِ عِلْمٍ آثِمٌ ، وَمَنْ نَظَرَ لِلَّهِ نَظَرَ اللَّهُ لَهُ ، عَلَيْكُمْ بِالْقُرْآنِ فَأْتَمُّوا بِهِ وَأُمُّوا بِهِ ، وَعَلَيْكُمْ بِطَلَبِ أَثَرِ الْمَاضِينَ فِيهِ ، وَلَوْ أَنَّ الأَحْبَارَ وَالرُّهْبَانَ لَمْ يَتَّقُوا زَوَالَ مَرَاتِبِهِمْ وَفَسَادَ مَنْزِلَتِهِمْ بِإِقَامَةِ الْكِتَابِ وَتِبْيَانِهِ مَا حَرَّفُوهُ وَلاَ كَتَمُوهُ ، وَلَكِنَّهُمْ لَمَّا خَالَفُوا الْكِتَابَ بِأَعْمَالِهِمُ الْتَمَسُوا أَنْ يَخْدَعُوا قَوْمَهُمْ عَمَّا صَنَعُوا مَخَافَةَ أَنْ تَفْسُدَ مَنَازِلُهُمْ وَأَنْ يَتَبَيَّنَ لِلنَّاسِ فَسَادُهُمْ فَحَرَّفُوا الْكِتَابَ بِالتَّفْسِيرِ ، وَمَا لَمْ يَسْتَطِيعُوا تَحْرِيفَهُ كَتَمُوهُ ، فَسَكَتُوا عَنْ صَنِيعِ أَنْفُسِهِمْ إِبْقَاءً عَلَى مَنَازِلِهِمْ ، وَسَكَتُوا عَمَّا صَنَعَ قَوْمُهُمْ مُصَانَعَةً لَهُمْ ، وَقَدْ أَخَذَ اللَّهُ مِيثَاقَ الَّذِينَ أُوتُوا الْكِتَابَ لِيُبَيِّنُنَّهُ لِلنَّاسِ وَلاَ يَكْتُمُونَهُ ، بَلْ مَالَئُوا عَلَيْهِ وَرَقَّقُوا لَهُمْ فِيهِ.
Tercemesi:
Bize Ebu Abdurrahman Abdülmelik b. Süleyman el-Antakî'nin naklettiğine göre Ebu Utbe Abbad b. Abbad el-Havvas eş-Şamî şöyle demiştir:
"Aklınızı kullanınız; çünkü akıl büyük bir nimettir. Fakat nice akıllı insan var ki, asıl muhtaç olduğu ilimleri bırakmış, zararlı konulara dalmıştır. Bu yüzden de kalbi gaflet içinde kalmıştır. Halbuki bir kimsenin, üzerinde düşünülüp fikir beyan edilemeyecek (birtakım teorik-kelamî) konulara kafa yormayı terk etmesi onun üstün bir akla sahip olduğunu gösterir. İnsan böyle konularla ilgilenmeyi bırakmalı ki, salih ameller konusunda diğer insanlarla yarışmayı sürdürsün; sahip olduğu akıl üstünlüğü, böyle bir yarışı terk etmesinden dolayı onun için bir vebale dönüşmesin.Niceleri var ki, kalbi bidatle meşguldür. Dinî konularda Rasulullah'ın (sav) ashabını bırakmış, birtakım bidatçilerin peşine düşmüştür. Ya da kendi görüşüyle yetinmektedir; kendi görüşünün tek doğru yol, ona karşı çıkmanın da sapıklık olduğuna inanmaktadır. Kur'an'dan uzaklaşmaya çağırdığı hâlde, görüşlerini Kur'an'dan aldığını iddia etmektedir. Acaba ondan ve yandaşlarından önce Kur'an'ın muhkemiyle amel eden, müteşabihine iman eden ve Kur'an'ın aydınlık yolunda yürüyen hiç mi Kur'an muhafızı yoktu? Kur'an, Rasullah'ın (sav) önderi oldu. Rasulullah (sav), ashabına önderlik etti. Onun ashabı da, kendilerinden sonra gelen kimselere öncülük ettiler. (Ashabın önderliğinde yetişenler) bölgelerinde tanınmış, takipçileri bulunan ve aralarındaki görüş ayrılıklarına rağmen ehl-i ehvâyı eleştirme konusunda birlik olabilen kimselerdi. Ehl-i ehvâ ise, kendi görüşlerine uyarak doğru yoldan sapmış, doğru yolu terk ederek çeşitli sapık yollara girmişlerdi. Sonunda kendi delilleri onları en sapa çöllere savurdu da, ıssız çöllerde, sonuçlanması imkansız konulara daldılar. Şeytan, onların sapıklıklarıyla ilgili yeni bidatler ürettikçe, onlar da bir bidatten diğerine savruldular. Çünkü onlar ne selefin izini takip ettiler ne de (günahları terk eden) muhacirlere uydular.
Anlatıldığına göre Ömer, Ziyad’a şöyle demiştir: 'İslam’ı ne yıkacak, biliyor musun? Alimin hatası, münafığın Kur’an üzerinden tartışması ve saptırıcı önderler.' Kur’an’ı iyi bilen alimlerinizin ve mescitlere devam eden dindar cemaatinizin arasında ortaya çıkacak gıybet, söz taşıyıcılık, insanlar arasında iki yüzlü davranma ve birine farklı diğerine farklı dille konuşma gibi konularda Allah’tan korkunuz! Nitekim bir rivayette, 'Dünyada ikiyüzlü olan, cehennemde de ikiyüzlü olacaktır' denilmiştir. Gıybet yapan kimse senin yanına gelir, hakkında kötü konuşulmasından hoşlanacağını düşündüğü bir kimsenin gıybetini yapar. Sonra da arkadaşına gider, senin gıybetini yapar. Bir de bakarsın gıybetçi, her birinizle ilgili hedefine ulaşmış; onun birinize söyledikleri diğerinize gizli kalmıştır! Artık her iki taraf, arkadaşının yanında kardeş, gıyabında ise düşman gibidir. Biri diğerinin yanına gidiyorsa, mutlaka şahsi bir menfaati vardır. Ondan uzak duruyor ve yanına uğramıyorsa, bunun sebebi de, içinde ona karşı beslediği saygı ve sevgiyi kaybetmiş olmasıdır. Böylece gıybetçi, yanına gelen arkadaşı (yüzüne karşı söylediği) övücü sözlerle büyüler, diğerinin ise arkasından konuşarak gıybetini yapar. Yetişin, ey Allah’ın kulları! Bu insanların arasında, böyle bir gıybetçinin hilesine engel olacak, Müslüman kardeşinin şeref ve namusunu koruyacak aklı başında bir yiğit ya da bir ıslahçı yok mu? Yok, laf taşıma konusundaki zaaf ve düşkünlüklerini bildiği için, tam tersine insanlara o gıybetçi hakim oldu. İnsanlar da ona hedefini gerçekleştirme fırsatı verdiler. Böylece onların dinleriyle birlikte kendi dini karşılığında (türlü türlü haramlar) yedi."
Ey insanlar! Allah’tan korkun, Allah’tan! Yanınızda bulunmayan Müslümanların mahremlerini koruyun. Hayırlı sözler dışında, dillerinizi o kardeşlerinizden uzak tutun. İslam ümmetine karşı samimi olun. Çünkü siz Kur’an ve Sünnet’i ve onlardaki uygulamaları sonraki nesillere taşıyacak kimselersiniz. Unutmayın ki Kur’an, kendisiyle konuşulmadan konuşamaz. Sünnet de kendisiyle amel edilmedikçe işlevsel hale gelemez. Öyleyse alim susar da, ortaya çıkan kötülüklere engel olmaz, terk edilen iyilikleri emretmezse cahil ne zaman öğrenecek? Halbuki Allah kendilerine kitap verilenlerden, vahyi gizlemeyeceklerine ve onu insanlara açıklayacaklarına dair kesin söz almıştır. Allah’tan korkun! Şüphesiz siz takvanın zayıfladığı, huşuun (yani korku ve sevgi ile Allah’a boyun eğmenin) azaldığı, fesatçıların ilim sahibi olduğu bir zamanda yaşıyorsunuz. O bozguncular ilmi yitirmiş kişiler olarak değil, ilim sahibi olarak tanınmak istediler. Bunun sonucunda, ilme sokuşturdukları hatalı bilgiler vasıtasıyla kendi arzu ve isteklerine uygun ilmî görüşler ileri sürdüler. Kelimeleri bozarak, terk ettikleri hakkın yerine amel ettikleri batılı koydular. Bu yüzden onların günahları bağışlanmayacak kadar büyük günahlardır. Kusurları da itiraf edilemeyecek büyük kusurlardır. Rehber yolu şaşırmışsa, hak yolcusu doğru yolu nasıl bulsun? Onlar dünyayı sevdiler ama sırf dünyalık peşinden koşan ehl-i dünyanın makamını beğenmediler. Konuşmalarında ehl-i dünyadan uzak olduklarını söylediler ama yaşayışta onlar gibi davrandılar. Davranışlarıyla ön plana çıkmamak için de kendilerini sözleriyle savundular. Sonunda, ne alakalarının olmadığını söyledikleri suçlamalardan kurtulabildiler ne de içinde yer almak istedikleri statüye kavuşabildiler. Çünkü hakka uygun davranan kimse, sustuğunda bile hal diliyle konuşur.
Rivayet edilir ki, Yüce Allah (cc) şöyle buyurmuştur: "Ben hikmetli sözler söyleyen kimsenin her sözünü kabul etmem. Önce onun gaye ve arzusuna bakarım; şayet hedef ve arzusu benim rızamı kazanmaksa, konuşmasa bile, ben onun susmasını bana yapılmış bir şükür ve saygı sayarım." Yüce Allah (cc) bir ayette şöyle buyurmuştur: "Tevrat’la yükümlü tutulup da onunla amel etmeyenlerin durumu, ciltlerle kitap taşıyan eşeğin durumu gibidir." (Cuma 61/5) Bir başka ayette de şöyle buyurmuştur: "Size verdiklerimizi kuvvetlice tutun." (Bakara 2/93) Yani Kur’an’ın hükümleriyle amel edin. Sünneti de, hükümleriyle amel etmeksizin, sadece sözlü olarak benimsemekle yetinmeyin. Zira sünnetle ilgili böyle bir benimseme iddiası, ilmi zayi etmenin yanı sıra aynı zamanda sözlü bir yalandır.
Bidatları, kusurlarınızı örten bir süs malzemesi yapmak için ayıplamayın. Çünkü bidatçıların kötülüğü sizi daha iyi insanlar haline getirmez. Bidatları, sırf bidatçılara saldırmak için de ayıplamayın. Zira böyle bir saldırı, kendi nefislerinizdeki bozukluktan kaynaklanır. Bir doktorun, hastalarını tedavi edip de kendisini hasta etmesi uygun olmaz. Çünkü doktor hastalanırsa, kendi hastalığıyla uğraşmaktan hastalarını tedavi etmeye vakti kalmaz. Fakat o, kendi sağlığını korumalı ki, hastalarını tedavi etme imkanı bulsun. İşte kardeşlerinizi eleştirirken sizin tavrınız da böyle olsun. Önce kendinize bakın ve Rabbinize karşı samimi, kardeşlerinize karşı merhametli olun. Bununla birlikte, başkalarının ayıp ve kusurlarıyla ilgilenmekten çok, kendi ayıp ve kusurlarınızla ilgilenin. Birbirinizden nasihat alın. Size nasihat eden de, sizden nasihat alan da yanınızda saygın ve değerli olsun. Ömer b. Hattab (ra) bu konuda, "Bana ayıp ve kusurlarımı gösteren kimseye Allah merhamet etsin!" demiştir. Hâlbuki siz, birisine bir şey söylediğinizde sözlerinize tahammül edilsin istiyorsunuz, ama aynısı size söylendiğinde öfkeleniyorsunuz. Yine aynı şekilde, kendiniz yadırganacak işler yaptığınızda size öfkelenilmesinden hoşlanmıyorsunuz, ama başkalarında böyle bir durum gördüğünüzde siz onlara öfkeleniyorsunuz.
Kendi görüşünüzü ve sizinle çağdaş olanların görüşünü suçlayın. Konuşmadan önce iyice araştırın. Bir şeyi yapmadan önce bilgi sahibi olun. Çünkü öyle bir zaman gelecek ki, hakla batıl birbirine karışacak. İyilik kötülüğe, kötülük iyiliğe dönüşecek. Bunun sonucunda, niceleri Allah’tan uzaklaştıracak şeylerle O’na yaklaşmaya çalışacak, niceleri de Allah’ın nefretine sebep olacak şeylerle O’nun sevgisini kazanmaya çalışacak. Nitekim Yüce Allah (cc) şöyle buyurmuştur: "Kötü ameli kendisine süslü gösterilip de onu güzel gören kimse, ameli iyi olan kimse gibi mi olacaktır?..." (Fâtır 35/8) Binaenaleyh hakikat, delilleriyle ortaya çıkıncaya kadar, şüpheler üzerinde iyice durun, onları iyice araştırın. Zira bilmediği bir işe bilgisizce dalan kimse günahkâr olur. Kim Allah'ın hoşnutluğunu gözetirse Allah da onu gözetir. Kur’an’a sarılın; ona uyun ve ondaki hükümlerin uygulanmasına öncü olun. Kur’an’ın hükümlerini hakkiyle uygulayanların izini takip edin. Şayet hahamlar ve rahipler Allah’ın kitabını uyguladıklarında ve doğru açıkladıklarında makam ve mevkilerinin gitmesinden korkmasalardı, onu ne değiştirirler ne de gizlerlerdi. Fakat onlar Kitab’a aykırı davrandıklarında makamlarının gitmesinden ve yaptıkları kötülüğün insanlar tarafından anlaşılmasından korktukları için insanları kandırmaya, yaptıklarını onlara farklı göstermeye çalıştılar. Bunun için Kitab’ı yanlış yorumlayarak tahrif ettiler. Tahrif etmeyi başaramadıkları hükümleri de gizlediler. Sonra da makamlarını korumak için kendi yaptıkları iş hakkında sessiz kaldılar. Kavimlerinin onlarla hoş geçinmek için yaptıklarına ses çıkarmadılar. Halbuki Allah, kendilerine kitap verilenlerden , onu insanlara açıklayacaklarına ve gizlemeyeceklerine dair kesin söz almıştı. Ama onlar Allah’ın Kitab’ını gizleme konusunda birbirleriyle yardımlaştılar ve onu tahrif etmelerine göz yumdular.
Açıklama:
Süfyan es-Sevrî, öğrencilerine ve dostlarına zühd ve takva konularında bazı mektup ve vasiyetnameler yazmıştır. Darimî tarafından nakledilen bu metin de, onun Abbad b. Abbad'a yazdığı bir risaledir. (DİA, "Süfyân es-Sevrî" md., XXXVIII, 24)
Yazar, Kitap, Bölüm:
Dârimî, Sünen-i Dârimî, Mukaddime 57, 1/506
Senetler:
1. Ebu Utbe Abbad b. Abbad el-Havvas (Abbad b. Abbad)
2. Ebu Abdurrahman Abdülmelik b. Süleyman el-Antakî (Abdülmelik b. Süleyman)
Konular:
Bilgi, alimin/ilmin önemi
Bilgi, bilgi ile amel arasındaki ilişki
Bilgi, bilgiye ulaşmak için akıl yürütme
Bilgi, Kur'an ve Sünnet bilgisi
Bilgi, Öğrenilmesi, Öğretilmesi
Dünya, aldatıcılığı
Gıybet, gıybet etmek, dedi kodu yapmak
İmtihan, Allah'ın imtihan etmesi
Koğuculuk, koğuculuk yapmak
Tergib, niyet
Bize Muhammed b. Yahya b. Faris, ona el-Firyabî, ona İsrail (b. Yunus), ona Velid (b. Ebu Hişam), - Ebû Davud şöyle dedi: Züheyr b. Harb -Velid'i babası Ebu Hişam'a nisbet ederdi-, ona Hüseyin b. Muhammed, İsrail (b. Yunus),- bu hadis Velid'in ismini şöyle verdi- ona Velid b. Ebu Hişam, ona Zeyd b. Zâide, ona da Abdullah b. Mesud, Rasulullah'ın (sav) şöyle buyurduğunu rivayet etti:
"Ashabımdan hiç kimse başkası hakkında bana bir şey iletmesin. Zira ben size uğramak için çıktığımda gönül huzuru ile sizin yanınıza çıkmak istiyorum."
Öneri Formu
Hadis Id, No:
33894, D004860
Hadis:
حَدَّثَنَا مُحَمَّدُ بْنُ يَحْيَى بْنِ فَارِسٍ حَدَّثَنَا الْفِرْيَابِىُّ عَنْ إِسْرَائِيلَ عَنِ الْوَلِيدِ - قَالَ أَبُو دَاوُدَ وَنَسَبَهُ لَنَا زُهَيْرُ بْنُ حَرْبٍ - عَنْ حُسَيْنِ بْنِ مُحَمَّدٍ عَنْ إِسْرَائِيلَ فِى هَذَا الْحَدِيثِ - قَالَ الْوَلِيدُ بْنُ أَبِى هِشَامٍ - عَنْ زَيْدِ بْنِ زَائِدٍ عَنْ عَبْدِ اللَّهِ بْنِ مَسْعُودٍ قَالَ قَالَ رَسُولُ اللَّهِ صلى الله عليه وسلم
"لاَ يُبَلِّغْنِى أَحَدٌ مِنْ أَصْحَابِى عَنْ أَحَدٍ شَيْئًا فَإِنِّى أُحِبُّ أَنْ أَخْرُجَ إِلَيْكُمْ وَأَنَا سَلِيمُ الصَّدْرِ."
Tercemesi:
Bize Muhammed b. Yahya b. Faris, ona el-Firyabî, ona İsrail (b. Yunus), ona Velid (b. Ebu Hişam), - Ebû Davud şöyle dedi: Züheyr b. Harb -Velid'i babası Ebu Hişam'a nisbet ederdi-, ona Hüseyin b. Muhammed, İsrail (b. Yunus),- bu hadis Velid'in ismini şöyle verdi- ona Velid b. Ebu Hişam, ona Zeyd b. Zâide, ona da Abdullah b. Mesud, Rasulullah'ın (sav) şöyle buyurduğunu rivayet etti:
"Ashabımdan hiç kimse başkası hakkında bana bir şey iletmesin. Zira ben size uğramak için çıktığımda gönül huzuru ile sizin yanınıza çıkmak istiyorum."
Açıklama:
Yazar, Kitap, Bölüm:
Ebû Davud, Sünen-i Ebu Davud, Edeb 33, /1105
Senetler:
1. Ebu Abdurrahman Abdullah b. Mesud (Abdullah b. Mesud b. Gafil b. Habib b. Şemh)
2. Zeyd b. Zaide (Zeyd b. Zaide)
3. Velid b. Hişam el-Hamedani (Velid b. Hişam)
4. Ebu Yusuf İsrail b. Yunus es-Sebîî (İsrail b. Yunus b. Ebu İshak)
5. Ebu Abdullah Muhammed b. Yusuf el-Firyabî (Muhammed b. Yusuf b. Vakıd b. Osman)
6. Muhammed b. Yahya ez-Zühli (Muhammed b. Yahya b. Abdullah b. Halid)
Konular:
Hz. Peygamber, sahabeyle iletişimi
Koğuculuk, koğuculuk yapmak
Zan, Ön Yargı, insanlar hakkında ön yargı oluşturacak bilgilerden uzak durmak gerekir
Bize Muhammed b. Yahya b. Faris, ona el-Firyabî, ona İsrail (b. Yunus), ona Velid (b. Ebu Hişam), - Ebû Davud şöyle dedi: Züheyr b. Harb -Velid'i babası Ebu Hişam'a nisbet ederdi-, ona Hüseyin b. Muhammed, İsrail (b. Yunus),- bu hadis Velid'in ismini şöyle verdi- ona Velid b. Ebu Hişam, ona Zeyd b. Zâide, ona da Abdullah b. Mesud, Rasulullah'ın (sav) şöyle buyurduğunu rivayet etti:
"Ashabımdan hiç kimse başkası hakkında bana bir şey iletmesin. Zira ben size uğramak için çıktığımda gönül huzuru ile sizin yanınıza çıkmak istiyorum."
Öneri Formu
Hadis Id, No:
279073, D004860-2
Hadis:
حَدَّثَنَا مُحَمَّدُ بْنُ يَحْيَى بْنِ فَارِسٍ حَدَّثَنَا الْفِرْيَابِىُّ عَنْ إِسْرَائِيلَ عَنِ الْوَلِيدِ - قَالَ أَبُو دَاوُدَ وَنَسَبَهُ لَنَا زُهَيْرُ بْنُ حَرْبٍ - عَنْ حُسَيْنِ بْنِ مُحَمَّدٍ عَنْ إِسْرَائِيلَ فِى هَذَا الْحَدِيثِ - قَالَ الْوَلِيدُ بْنُ أَبِى هِشَامٍ - عَنْ زَيْدِ بْنِ زَائِدٍ عَنْ عَبْدِ اللَّهِ بْنِ مَسْعُودٍ قَالَ قَالَ رَسُولُ اللَّهِ صلى الله عليه وسلم:
"لاَ يُبَلِّغْنِى أَحَدٌ مِنْ أَصْحَابِى عَنْ أَحَدٍ شَيْئًا فَإِنِّى أُحِبُّ أَنْ أَخْرُجَ إِلَيْكُمْ وَأَنَا سَلِيمُ الصَّدْرِ."
Tercemesi:
Bize Muhammed b. Yahya b. Faris, ona el-Firyabî, ona İsrail (b. Yunus), ona Velid (b. Ebu Hişam), - Ebû Davud şöyle dedi: Züheyr b. Harb -Velid'i babası Ebu Hişam'a nisbet ederdi-, ona Hüseyin b. Muhammed, İsrail (b. Yunus),- bu hadis Velid'in ismini şöyle verdi- ona Velid b. Ebu Hişam, ona Zeyd b. Zâide, ona da Abdullah b. Mesud, Rasulullah'ın (sav) şöyle buyurduğunu rivayet etti:
"Ashabımdan hiç kimse başkası hakkında bana bir şey iletmesin. Zira ben size uğramak için çıktığımda gönül huzuru ile sizin yanınıza çıkmak istiyorum."
Açıklama:
Yazar, Kitap, Bölüm:
Ebû Davud, Sünen-i Ebu Davud, Edeb 33, /1105
Senetler:
1. Ebu Abdurrahman Abdullah b. Mesud (Abdullah b. Mesud b. Gafil b. Habib b. Şemh)
2. Zeyd b. Zaide (Zeyd b. Zaide)
3. Velid b. Hişam el-Hamedani (Velid b. Hişam)
4. Ebu Yusuf İsrail b. Yunus es-Sebîî (İsrail b. Yunus b. Ebu İshak)
5. Ebu Ahmed Hüseyin b. Muhammed et-Temimî (Hüseyin b. Muhammed b. Behram)
6. Ebu Hayseme Züheyr b. Harb el-Haraşî (Züheyr b. Harb b. Eştâl)
Konular:
Hz. Peygamber, sahabeyle iletişimi
Koğuculuk, koğuculuk yapmak
Zan, Ön Yargı, insanlar hakkında ön yargı oluşturacak bilgilerden uzak durmak gerekir
Bize Nisabur'da Ebû Abdullah el-Hafız ve Kûfe'de Ebû'l-Kasım Zeyd b. Cafer b. Muhammed b. Ali el-Alevî, onlara Ebû Cafer Muhammed b. Ali b. Duhaym eş-Şeybânî, ona İbrahim b. Abdullah el-Absî, ona Vekî', ona el-A'meş ona Mücahid, ona Tavus ve ona da İbn Abbas şunu rivâyet etti:
Rasûlullah (sav) iki mezarın yanından geçiyorken şöyle demişti: "Bu ikisi azap görüyorlar, ancak büyük bir günahtan dolayı azap görmüyorlar; bunlardan biri insanlar arasında laf taşırdı, diğeri ise küçük abdestinden sakınmıyordu."
Vekî', burada sakınmıyordu anlamına gelen "Lâ yestenzihu" kelimesi yerine, yine aynı manaya gelen "Lâ yetevekka" lafzını kullandı.
İbn Abbas dedi ki: Sonra Hz. Peygamber taze bir hurma dalı istedi, onu ikiye böldü, sonra bu parçalardan birini mezarın birine diğerini de ötekine dikti. Sonra da, "Umulur ki, bunlar kurumadığı müddetçe onların azapları hafifletilir."
Öneri Formu
Hadis Id, No:
137232, BS000513
Hadis:
أَخْبَرَنَا أَبُو عَبْدِ اللَّهِ الْحَافِظُ بِنَيْسَابُورَ وَأَبُو الْقَاسِمِ : زَيْدُ بْنُ جَعْفَرِ بْنِ مُحَمَّدِ بْنِ عَلِىٍّ الْعَلَوِىُّ بِالْكُوفَةِ قَالاَ أَخْبَرَنَا أَبُو جَعْفَرٍ مُحَمَّدُ بْنُ عَلِىِّ بْنِ دُحَيْمٍ الشَّيْبَانِىُّ حَدَّثَنَا إِبْرَاهِيمُ بْنُ عَبْدِ اللَّهِ الْعَبْسِىُّ حَدَّثَنَا وَكِيعٌ عَنِ الأَعْمَشِ قَالَ سَمِعْتُ مُجَاهِدًا يُحَدِّثُ عَنْ طَاوُسٍ عَنِ ابْنِ عَبَّاسٍ قَالَ :
مَرَّ رَسُولُ اللَّهِ -صلى الله عليه وسلم- عَلَى قَبْرَيْنِ فَقَالَ : " إِنَّهُمَا لَيُعَذَّبَانِ وَمَا يُعَذَّبَانِ فِى كَبِيرٍ ، أَمَّا أَحَدُهُمَا فَكَانَ يَمْشِى بِالنَّمِيمَةِ ، وَأَمَّا الآخَرُ فَكَانَ لاَ يَسْتَنْزِهُ مِنْ بَوْلِهِ " وَقَالَ وَكِيعٌ :' لاَ يَتَوَقَّى '. قَالَ : فَدَعَا بِعَسِيبٍ رَطْبٍ فَشَقَّهُ بِاثْنَيْنِ ، ثُمَّ غَرَسَ عَلَى هَذَا وَاحِدًا وَعَلَى هَذَا وَاحِدًا ، ثُمَّ قَالَ :" لَعَلَّهُ أَنْ يُخَفَّفَ عَنْهُمَا مَا لَمْ يَيْبَسَا "
[ رَوَاهُ الْبُخَارِىُّ فِى الصَّحِيحِ عَنْ أَبِى مُوسَى وَغَيْرِهِ ، وَرَوَاهُ مُسْلِمٌ عَنْ أَبِى كُرَيْبٍ وَغَيْرِهِ كُلّهمْ عَنْ وَكِيعٍ.]
Tercemesi:
Bize Nisabur'da Ebû Abdullah el-Hafız ve Kûfe'de Ebû'l-Kasım Zeyd b. Cafer b. Muhammed b. Ali el-Alevî, onlara Ebû Cafer Muhammed b. Ali b. Duhaym eş-Şeybânî, ona İbrahim b. Abdullah el-Absî, ona Vekî', ona el-A'meş ona Mücahid, ona Tavus ve ona da İbn Abbas şunu rivâyet etti:
Rasûlullah (sav) iki mezarın yanından geçiyorken şöyle demişti: "Bu ikisi azap görüyorlar, ancak büyük bir günahtan dolayı azap görmüyorlar; bunlardan biri insanlar arasında laf taşırdı, diğeri ise küçük abdestinden sakınmıyordu."
Vekî', burada sakınmıyordu anlamına gelen "Lâ yestenzihu" kelimesi yerine, yine aynı manaya gelen "Lâ yetevekka" lafzını kullandı.
İbn Abbas dedi ki: Sonra Hz. Peygamber taze bir hurma dalı istedi, onu ikiye böldü, sonra bu parçalardan birini mezarın birine diğerini de ötekine dikti. Sonra da, "Umulur ki, bunlar kurumadığı müddetçe onların azapları hafifletilir."
Açıklama:
Yazar, Kitap, Bölüm:
Beyhakî, Sünen-i Kebir, Tahâret 513, 1/318
Senetler:
1. İbn Abbas Abdullah b. Abbas el-Kuraşî (Abdullah b. Abbas b. Abdülmuttalib b. Haşim b. Abdümenaf)
2. Ebu Abdurrahman Tâvus b. Keysan el-Yemanî (Tâvus b. Keysan)
3. Ebu Haccac Mücahid b. Cebr el-Kuraşî (Mücahid b. Cebr)
4. Ebu Muhammed Süleyman b. Mihran el-A'meş (Süleyman b. Mihran)
5. Ebu Süfyan Veki' b. Cerrah er-Ruâsî (Veki' b. Cerrah b. Melih b. Adî)
6. İbrahim b. Abdullah el-Absi (İbrahim b. Abdullah b. Ömer b. Bekr b. Haris)
7. Ebu Cafer Muhammed b. Ali eş-Şeybanî (Muhammed b. Ali b. Duhaym b. Keysan)
8. Zeyd b. Cafer el-Alevi (Zeyd b. Cafer b. Muhammed b. Ali b. Muhammed b. Cafer b. İsa)
9. Hakim en-Nîsâbûrî (Muhammed b. Abdullah b. Hamdûye b. Nu'aym b. el-Hakem)
Konular:
Adab, sohbet adabı
Kabir Hayatı, ağaç dikmenin azabı hafifleteceği
Kabir Hayatı, Kabir Azabı, idrar serpintileri nedeniyle
Koğuculuk, koğuculuk yapmak
Açıklama: Kültürümüzde Hadisler projesini ilgilendiren kısım:
لا يدخل الجنة قتات
Öneri Formu
Hadis Id, No:
850, M000291
Hadis:
حَدَّثَنَا عَلِىُّ بْنُ حُجْرٍ السَّعْدِىُّ وَإِسْحَاقُ بْنُ إِبْرَاهِيمَ قَالَ إِسْحَاقُ أَخْبَرَنَا جَرِيرٌ عَنْ مَنْصُورٍ عَنْ إِبْرَاهِيمَ عَنْ هَمَّامِ بْنِ الْحَارِثِ قَالَ كَانَ رَجُلٌ يَنْقُلُ الْحَدِيثَ إِلَى الأَمِيرِ فَكُنَّا جُلُوسًا فِى الْمَسْجِدِ فَقَالَ الْقَوْمُ هَذَا مِمَّنْ يَنْقُلُ الْحَدِيثَ إِلَى الأَمِيرِ. قَالَ فَجَاءَ حَتَّى جَلَسَ إِلَيْنَا. فَقَالَ حُذَيْفَةُ سَمِعْتُ رَسُولَ اللَّهِ صلى الله عليه وسلم يَقُولُ
"لاَ يَدْخُلُ الْجَنَّةَ قَتَّاتٌ."
Tercemesi:
Bize Ali b. Hucr es-Sa'dî ve İshak b. İbrahim rivayet etti. İshak şöyle demiştir: Bize Cerir, ona Mansur, ona İbrahim, ona Hemmam b. el-Haris rivayet etmiştir: Emire laf taşıyan bir adam vardı. Bir gün mescitte oturuyorduk. Oradakiler; işte emire laf taşıyan adam bu dediler. Gelip yanımıza oturdu. Huzeyfe şöyle dedi: Rasulullah'ı (sav) şöyle derken işittim:
"İnsanlar arasında laf taşıyan cennete giremez."
Açıklama:
Kültürümüzde Hadisler projesini ilgilendiren kısım:
لا يدخل الجنة قتات
Yazar, Kitap, Bölüm:
Müslim, Sahîh-i Müslim, İmân 291, /65
Senetler:
1. Ebu Abdullah Huzeyfe b. Yeman el-Absî (Huzeyfe b. Huseyl b. Cabir)
2. Hemmam b. Haris en-Nehai (Hemmam b. Haris b. Kays b. Amr b. Harise)
3. Ebu İmran İbrahim en-Nehaî (İbrahim b. Yezid b. Kays b. Esved b. Amr)
4. Ebu Attab Mansur b. Mu'temir es-Sülemî (Mansur b. Mu'temir b. Abdullah)
5. Ebu Abdullah Cerir b. Abdulhamid ed-Dabbî (Cerir b. Abdülhamid b. Cerir b. Kurt b. Hilal b. Ekyes)
6. Ebu Hasan Ali b. Hucr es-Sa'dî (Ali b. Hucr b. İyas b. Mukatil)
Konular:
Koğuculuk, koğuculuk yapmak
Öneri Formu
Hadis Id, No:
851, M000292
Hadis:
حَدَّثَنَا أَبُو بَكْرِ بْنُ أَبِى شَيْبَةَ حَدَّثَنَا أَبُو مُعَاوِيَةَ وَوَكِيعٌ عَنِ الأَعْمَشِ ح
وَحَدَّثَنَا مِنْجَابُ بْنُ الْحَارِثِ التَّمِيمِىُّ - وَاللَّفْظُ لَهُ - أَخْبَرَنَا ابْنُ مُسْهِرٍ عَنِ الأَعْمَشِ عَنْ إِبْرَاهِيمَ عَنْ هَمَّامِ بْنِ الْحَارِثِ قَالَ كُنَّا جُلُوسًا مَعَ حُذَيْفَةَ فِى الْمَسْجِدِ فَجَاءَ رَجُلٌ حَتَّى جَلَسَ إِلَيْنَا فَقِيلَ لِحُذَيْفَةَ إِنَّ هَذَا يَرْفَعُ إِلَى السُّلْطَانِ أَشْيَاءَ. فَقَالَ حُذَيْفَةُ - إِرَادَةَ أَنْ يُسْمِعَهُ - سَمِعْتُ رَسُولَ اللَّهِ صلى الله عليه وسلم يَقُولُ
"لاَ يَدْخُلُ الْجَنَّةَ قَتَّاتٌ."
Tercemesi:
Bize Ebu Bekir b. Ebu Şeybe, ona Ebu Muaviye ve Veki', onlara A'meş; (T)
Bize Mincâb b. el-Haris et-Temîmî -lafız ona aittir-, ona İbn Müshir, ona el-A'meş, ona İbrahim, ona Hemmam b. el-Haris şöyle nakletmiştir: Mescitte Huzeyfe ile oturuyorduk. Bir adam gelip yanımıza oturdu. Huzeyfe'ye bu kişi sultana haber götürüyor denildi. Bunun üzerine Huzeyfe -ona işittirmek isteyerek şöyle dedi: Rasulullah'ı (sav) şöyle derken duydum:
"İnsanlar arasında laf taşıyan kişi cennete giremez."
Açıklama:
Yazar, Kitap, Bölüm:
Müslim, Sahîh-i Müslim, İmân 292, /65
Senetler:
1. Ebu Abdullah Huzeyfe b. Yeman el-Absî (Huzeyfe b. Huseyl b. Cabir)
2. Hemmam b. Haris en-Nehai (Hemmam b. Haris b. Kays b. Amr b. Harise)
3. Ebu İmran İbrahim en-Nehaî (İbrahim b. Yezid b. Kays b. Esved b. Amr)
4. Ebu Muhammed Süleyman b. Mihran el-A'meş (Süleyman b. Mihran)
5. Ebu Hasan Ali b. Müshir el-Kuraşî (Ali b. Müshir b. Ali b. Umeyr)
6. Ebu Muhammed Mincâb b. Haris et-Temîmî (Mincâb b. Haris b. Abdurrahman)
Konular:
Ahlak, kötü ahlak
Koğuculuk, koğuculuk yapmak
Öneri Formu
Hadis Id, No:
8003, M006454
Hadis:
حَدَّثَنِى حَرْمَلَةُ بْنُ يَحْيَى أَخْبَرَنَا ابْنُ وَهْبٍ أَخْبَرَنِى يُونُسُ عَنِ ابْنِ شِهَابٍ حَدَّثَنِى سَعِيدُ بْنُ الْمُسَيَّبِ عَنْ أَبِى هُرَيْرَةَ أَنَّ رَسُولَ اللَّهِ صلى الله عليه وسلم قَالَ:
"تَجِدُونَ النَّاسَ مَعَادِنَ فَخِيَارُهُمْ فِى الْجَاهِلِيَّةِ خِيَارُهُمْ فِى الإِسْلاَمِ إِذَا فَقُهُوا وَتَجِدُونَ مِنْ خَيْرِ النَّاسِ فِى هَذَا الأَمْرِ أَكْرَهُهُمْ لَهُ قَبْلَ أَنْ يَقَعَ فِيهِ وَتَجِدُونَ مِنْ شِرَارِ النَّاسِ ذَا الْوَجْهَيْنِ الَّذِى يَأْتِى هَؤُلاَءِ بِوَجْهٍ وَهَؤُلاَءِ بِوَجْهٍ."
Tercemesi:
Bana Ebu Hafs Harmele b. Yahya, ona Abdullah b. Vehb, ona Yunus b. Yezid el-Eyli, ona Muhammed b. Şihab ez-Zührî, ona Said b. Müseyyeb, ona da Ebu Hureyre (ra), Rasulullah'ın (sav) şöyle buyurduğunu rivayet etti:
"İnsanları maden (asıl) olarak bulursunuz. Onların câhiliyyet devrinde hayırlı olanları anlayış göstermek şartıyla İslâm'da da hayırlılardır. Bu işte insanların en hayırlılarından bazılarını içine girmeden (İslam'a) önce, ondan en ziyâde hoşlanmayanlar olduğunu bulursunuz. İnsanların en kötülerinden bazılarını bir yüzle onlara, bir yüzle de bunlara gelen iki yüzlüyü bulursunuz."
Açıklama:
Yazar, Kitap, Bölüm:
Müslim, Sahîh-i Müslim, Fedâilü's-sahâbe 6454, /1050
Senetler:
1. Ebu Hureyre ed-Devsî (Abdurrahman b. Sahr)
2. Said b. Müseyyeb el-Kuraşî (Said b. Müseyyeb b. Hazn b. Ebu Vehb)
3. Ebu Bekir Muhammed b. Şihab ez-Zührî (Muhammed b. Müslim b. Ubeydullah b. Abdullah b. Şihab)
4. Yunus b. Yezid el-Eyli (Yunus b. Yezid b. Mişkan)
5. Abdullah b. Vehb el-Kuraşî (Abdullah b. Vehb b. Müslim)
6. Ebu Hafs Harmele b. Yahya et-Tücibi (Harmele b. Yahya b. Abdullah)
Konular:
Koğuculuk, koğuculuk yapmak
Münafık, iki yüzlülük
Münafık, Nifak / Münafık
Bize Ebu Said el-Eşec ve Ebu Küreyb Muhammed b. Alâ ve İshak b. İbrahim; -İshak bize haber verdi dedi, diğerleri ise bize tahdis etti dediler-, onlara Veki', ona el-A'meş, ona Mücahid, ona Tâvus, ona da İbn Abbâs'ın (ra) rivayet ettiğine göre; Rasulullah (sav) iki mezarın yanından geçmiş ve şöyle buyurmuştu:
"Bunlara azap ediliyor, ama büyük bir günahtan dolayı azap edilmiyorlar. Bunlardan biri insanlar arasında söz taşırdı, diğeri ise küçük abdest sırasında örtünmüyordu." Sonra Hz. Peygamber yaş bir hurma dalı isteyip onu iki parçaya ayırmış ve bu mezarlara dikerek şöyle buyurmuştu:
"Umulur ki bu dallar kurumadıkça bu kimselerin azabı hafifletilir."
Öneri Formu
Hadis Id, No:
2060, M000677
Hadis:
وَحَدَّثَنَا أَبُو سَعِيدٍ الأَشَجُّ وَأَبُو كُرَيْبٍ مُحَمَّدُ بْنُ الْعَلاَءِ وَإِسْحَاقُ بْنُ إِبْرَاهِيمَ قَالَ إِسْحَاقُ أَخْبَرَنَا وَقَالَ الآخَرَانِ حَدَّثَنَا وَكِيعٌ حَدَّثَنَا الأَعْمَشُ قَالَ سَمِعْتُ مُجَاهِدًا يُحَدِّثُ عَنْ طَاوُسٍ عَنِ ابْنِ عَبَّاسٍ قَالَ مَرَّ رَسُولُ اللَّهِ صلى الله عليه وسلم عَلَى قَبْرَيْنِ فَقَالَ
"أَمَا إِنَّهُمَا لَيُعَذَّبَانِ وَمَا يُعَذَّبَانِ فِى كَبِيرٍ أَمَّا أَحَدُهُمَا فَكَانَ يَمْشِى بِالنَّمِيمَةِ وَأَمَّا الآخَرُ فَكَانَ لاَ يَسْتَتِرُ مِنْ بَوْلِهِ." قَالَ فَدَعَا بِعَسِيبٍ رَطْبٍ فَشَقَّهُ بِاثْنَيْنِ ثُمَّ غَرَسَ عَلَى هَذَا وَاحِدًا وَعَلَى هَذَا وَاحِدًا ثُمَّ قَالَ
"لَعَلَّهُ أَنْ يُخَفَّفَ عَنْهُمَا مَا لَمْ يَيْبَسَا."
Tercemesi:
Bize Ebu Said el-Eşec ve Ebu Küreyb Muhammed b. Alâ ve İshak b. İbrahim; -İshak bize haber verdi dedi, diğerleri ise bize tahdis etti dediler-, onlara Veki', ona el-A'meş, ona Mücahid, ona Tâvus, ona da İbn Abbâs'ın (ra) rivayet ettiğine göre; Rasulullah (sav) iki mezarın yanından geçmiş ve şöyle buyurmuştu:
"Bunlara azap ediliyor, ama büyük bir günahtan dolayı azap edilmiyorlar. Bunlardan biri insanlar arasında söz taşırdı, diğeri ise küçük abdest sırasında örtünmüyordu." Sonra Hz. Peygamber yaş bir hurma dalı isteyip onu iki parçaya ayırmış ve bu mezarlara dikerek şöyle buyurmuştu:
"Umulur ki bu dallar kurumadıkça bu kimselerin azabı hafifletilir."
Açıklama:
Yazar, Kitap, Bölüm:
Müslim, Sahîh-i Müslim, Tahâret 677, /136
Senetler:
1. İbn Abbas Abdullah b. Abbas el-Kuraşî (Abdullah b. Abbas b. Abdülmuttalib b. Haşim b. Abdümenaf)
2. Ebu Abdurrahman Tâvus b. Keysan el-Yemanî (Tâvus b. Keysan)
3. Ebu Haccac Mücahid b. Cebr el-Kuraşî (Mücahid b. Cebr)
4. Ebu Muhammed Süleyman b. Mihran el-A'meş (Süleyman b. Mihran)
5. Ebu Süfyan Veki' b. Cerrah er-Ruâsî (Veki' b. Cerrah b. Melih b. Adî)
6. Ebu Said Abdullah b. Saîd el-Kindî (Abdullah b. Saîd b. Husayn b. Adî)
Konular:
Adab, sohbet adabı
Ağaçlandırma, ağaç dikmek veya kesmek
Kabir Hayatı, Kabir Azabı
Koğuculuk, koğuculuk yapmak
KTB, TAHARET
Temizlik, temizliğe dikkat etmemenin cezası
حدثنا عبد الله بن يوسف قال أخبرنا مالك عن سهيل بن أبى صالح عن أبيه عن أبى هريرة أن رسول الله صلى الله عليه وسلم قال : ان الله يرضى لكم ثلاثا ويسخط لكم ثلاثا يرضى لكم أن تعبدوه ولا تشركوا به شيئا وأن تعتصموا بحبل الله جميعا وأن تناصحوا من ولاه الله أمركم ويكره لكم قيل وقال وكثرة السؤال وإضاعة المال
Öneri Formu
Hadis Id, No:
164508, EM000442
Hadis:
حدثنا عبد الله بن يوسف قال أخبرنا مالك عن سهيل بن أبى صالح عن أبيه عن أبى هريرة أن رسول الله صلى الله عليه وسلم قال : ان الله يرضى لكم ثلاثا ويسخط لكم ثلاثا يرضى لكم أن تعبدوه ولا تشركوا به شيئا وأن تعتصموا بحبل الله جميعا وأن تناصحوا من ولاه الله أمركم ويكره لكم قيل وقال وكثرة السؤال وإضاعة المال
Tercemesi:
— Ebû Hüreyre'den rivayet edildiğine göre, Resûlüllah (Sallallahü Aleyhi ve Selîem) şöyle buyurdu:
«— Allah sizin üç şeyinize razı olur ve üç şeyinize razı olmaz. Sizin O'na ibadet edip de kendisine ortak koşmamanıza, topluca Allah'ın dinine sarılmanıza ve Allah'ın işleriniz için idareci tayin ettiği kimselerle iyi idare etmenize razı olur. Sizin dedikodu etmenizi, çok soru sormanızı ve malı israf etmenizi kerih görür, (bu üç şeyden de hoşnud olmaz).»[864]
Allah Tealâ'nın razı olduğu işler yalnız öç şeyden ibaret olmayıp, sayısız denecek kadar fazladır. Ancak bu zikredilen üç şey dinin ve dindeki gayenin esasını teşkil ederler Bunların önemine ve esas oluşlarına binaen açıklanmışlardır.
1— Allah'a ibadet etmek ve ona hiç bir şeyi ortak koşmamak imanın esası* ve tevhidin bİnasıdır. Böyle bir inanç olmaksızın yapılan ibadetler makbul olmaz ve iman da sahih olmaz.
2— Topluca Allah'ın dinine sarılmak, dinin yaşamasını sağlamak ve saadet nimetlerinden faydalanmak nimetini kazandırır. Allah'ın emirleri ve nizamı, ancak toplu olarak dînine bağlanmak ve ona sarılmak sureti ile uygulanır. Bu birlik ve beraberlik kurulmadıkça İslâm dini yaşamış olmaz ve müslömanlar da ondan faydalanamaz.
3— Müslümanların işlerini görmek ve onları idare etmek için Allah Tealâ'nın başa geçirdiği âmirlere ve idarecilere itaat etmek ve onlara yardımcı olup İyi geçinmek, devlet idaresinin ve millet asayişinin en önemli rüknüdür. İdareciler İslâm dininden çıkmadıkça ve Allah'ın emirleri dışına taşmadıkça, onlara itaat etmek şarttır. Bu yapılmadığı takdirde, o memlekette anarşi ve isyanlar daima mevcut olur. Huzur ve güven kalkarak onun yerini dehşet ve vahşet kaplar. İnsanca yaşama, hayvanı yaşama haline döner. Onun İcm müslümnlartn, müslüman idarecilerine bağlanıp onlara itaat etmeleri, Allah'ın emrettiği büyük bir vazifedir.
Allah'ın razı olmadığı ve kerih gördüğü şeyler de çoktur. Bununla beraber, önemlerine binoen hadîs-i şerifte üç şey olarak gösterilmişlerdir:
1— Dedi-kodu, Allah'ın razı olmadığı şeylerden biridir. Müslümanları birbirine düşürmeye ve kardeşlik bağlarını koparmaya sebep olan en korkunç bir hastalıktır. Cemiyeti kemirir ve ferdleri birbirine düşürerek yıkar. Manen yıkılan cemiyette de din kalmaz.
2— Lüzum olmaksızın fazla soru sorup irdelemek yine zararlı bir hastalıktır. İnsanı şüpheye ve şüphe de imansızlığa götürür. Boşuna zaman kaybettirir, münakaşa ve mücadelelere yol açar. Bunların sonucu da ayrılıklara, ihtilâflara varır.
3— Malı israf etmek, zayi etmek yine yıkıcı bir davranıştır. Bir milletin ayakta durması için iki unsura ihtiyacı vardır. Bunlardan bîri manevîdir, diğeri de maddîdir. Manevî olan, sahih imanın getireceği güzel ahlâktır. Maddî unsur ise, malî kuvvettir. Malî ve iktisadî güce ulaşabilmek için israf kapılarını kapamak şarttır. Malı zayi etmeksizin tasarruf edenler, iktisadî güce sahip olurlar. Bu güce sahip olanlar da esaretten ve kölelikten, sömürülmekten kurtulurlar. İsrafa ve rasgele harcamalara gidildiği zaman da boıç altına girilir. Borçlanan milletler de, alacaklı devletlere karşı ikti-saden ve kültür yönünden esir olurlar, benliklerini kaybederler.[865]
Açıklama:
Yazar, Kitap, Bölüm:
Buhârî, el-Edebü'l-Müfred, 442, /355
Senetler:
1. Ebu Hureyre ed-Devsî (Abdurrahman b. Sahr)
2. Ebû Salih es-Semmân (Ebû Sâlih Zekvân b. Abdillâh et-Teymî)
3. Ebu Yezid Süheyl b. Ebu Salih es-Semmân (Süheyl b. Zekvan)
4. Ebu Abdullah Malik b. Enes el-Esbahî (Malik b. Enes b. Malik b. Ebu Amir)
5. Ebu Muhammed Abdullah b. Yusuf el-Kila'î (Abdullah b. Yusuf)
Konular:
Adab, soru sorma adabı
Allah İnancı, Allah'ın sevdiği / buğz ettiği insan
Gıybet, gıybet etmek, dedi kodu yapmak
İbadet, kulluk göstergesi
İtaat, Allah'a ve Rasûlüne itaat
Koğuculuk, koğuculuk yapmak
KTB, ADAB
Şirk, şirk koşmak
Yargı, mallara ait zararlar
Yönetici, fiillerine karşı tavrın nasıl olacağı
Yönetim, İtaat, emir sahiplerine