Giriş

Bize Abdülaziz b. Abdullah, ona İbrahim b. Sa'd, ona Salih, ona İbn Şihâb, ona Übeydullah b. Abdullah b. Utbe b. Mesud, ona İbn Abbas şöyle demiştir: İçlerinde Abdurrahman b. Avf'ın da bulunduğu bir grup muhacir erkeğe Kur'an okutuyordum. Ben, Ömer'in yaptığı son haccında, Mina'da Abdurrahman'ın evinde iken, Abdurrahman da, Ömer b. Hattâb'ın yanındaymış. Oradan döndüğünde şöyle dedi: Keşke bugün Müminlerin Emirinin yanına gelen adamı bir görseydin. Adam “ey Müminlerin Emiri, 'eğer Ömer ölürse, ben muhakkak Filanca kimseye biat ederim. Vallahi Ebu Bekir'e yapılan biat istişare yapılmadan, ansızın oldu bitti' diyen falanca kişi hakkında ne düşünürsün” dedi. Ömer bu sözü işitince çok öfkelendi ve “ben inşallah bu akşam üzeri insanların arasında ayağa kalkıp bir konuşma yapacağım ve milletin mukadderatını gasp etmek is­teyen bu adamları teşhir ederek, insanları sa­kındıracağım” dedi. Abdurrahman der ki: Ben “ey Müminlerin Emiri, böyle yapma. Çünkü hac mevsimi, insanların her türlüsünü ve şerli işlerde süratli olanlarını bir araya toplar. Sen konuşmaya kalktığında, bu kimseler sana yakın yerleri tutarlar. Sonra ben, bu insanların, sen kalkıp konuşma yaptığında, her haber uçuranın bu konuşmayı alıp etrafa uçurmasından, onu iyice kavramayıp, manasını iyice anlamadan konuşmanı, yakışmayacak bir­takım yerlere koymalarından endişe ederim. Onun için Medine'ye dönünceye kadar bekle. Çünkü Medine hicret ve sünnet yurdudur. Orada Suffe ehli ve insanların eşrafı ile birlikte toplanıp söyle­mek istediğin şeyleri o topluluğa sağlam olarak söylersin, ilim ehli olanlar senin konuşmanı iyi belleyip anlar ve onu uygun konuma koyarlar” dedim. Ömer teklifimi kabul edip “Vallahi, inşallah Medine'ye vardığımda ilk hutbemde bu meseleyi konuşacağım” dedi, İbn Abbâs der ki: Zilhicce ayının sonunda Medine'ye geldik. Cuma günü, güneş batıya meyledip, zeval vakti girdiğinde acele ile mescide gittik. Ben, Saîd b. Zeyd b. Amr b. Nufeyl'i, minberin köşesinde oturmuş olarak buldum ve yanına oturdum. Benim dizim onun dizine dokunuyordu. Çok geçmeden Ömer b. Hattâb çıkageldi. Onun geldiğini gö­rünce Saîd b. Zeyd b. Amr b. Nufeyl'e “Ömer bu öğleden sonra halife olduğu günden beri yapmadığı, en önemli konuşmayı yapacak” dedim. Saîd b. Zeyd benim sözümü yadırgayarak “Ömer'in şimdiye kadar yapmadığı bir konuş­ma yapacağı beklentisine nereden girdin” dedi. Ömer minber üzerine oturdu, müezzinler de ezanları okuyup bitirdikten sonra ayağa kalktı, Allah'a hamd ve lâyık olduğu yüce sı­fatlarla övdükten sonra “Amma ba'du” deyip şunları söyledi: Ben sizlere, Allah'ın benim konuşmamı takdir etmiş olduğu bir konuşma yapacağım. Bilmiyorum, belki bu konuşmam, benim ecelimin hemen öncesidir. Her kim bu konuş­mamı kavrayıp iyi ezberler ise bineğinin ulaştırdığı her yerde bunu söyleyip yaysın. Kavramayacağından endişe eden kimseye gelince, ben hiçbir kimseye benim üzerime yalan söylemesi­ni helal etmiyorum. Şüphesiz, Allah, Muhammed'i hak peygamber olarak gönderdi ve O'na kitap indirdi. Allah'ın indirdiği şeyler içinde Recim Ayeti de var­dı. Bizler o ayeti okuduk, kavrayıp anladık ve iyice ezberledik. Rasulullah (sav) recmetti, O'ndan sonra biz de recmettik. İnsanların üzerinden bir zaman geçtikten sonra birinin çıkıp “Biz Allah'ın Kitabında recim ayetini bulmuyoruz” demesinden ve Allah'ın indirmiş ol­duğu bir farizayı terk ederek insanların sapıklığa düşmelerin­den endişe ediyorum. Recim, Allah'ın Kitabında sabit bir haktır. Bu hüküm, zina eden, zina ettiği de delil veya gebelik, ya da itiraf ile sabit olan muhsan (evli, başından evlilik geçmiş) kadın ve erkeğe uygulanır. Sonra bizler Allah'ın Kitabında okuduğumuz şeyler arasında "Babalarınızı reddetmeyin. onların babalığını reddetmeniz sizin için küfürdür" yahut "babalarınızdan yüz çevirmeniz, muhakkak sizin için bir küfürdür" sözleri de vardı. Sonra dikkatinizi çekerim, Rasulullah (sav) "Siz­ler beni, Meryem oğlu İsa'nın aşırı övüldüğü gibi aşırı şekilde övmeyiniz. Sizler bana 'Allah'ın kulu ve Rasulü' deyiniz!" buyurmuştur. Sonra içinizden birinin çıkıp “Vallahi Ömer ölür­se, ben falancaya biat ederim" dediği benim kulağıma geldi. Sakın hiçbir kim­se, onun “Ebu Bekir'e yapılan biat istişare olmadan, çarçabuk oldu bitti” demesine aldanmasın. Evet iş hakika­ten böyle çabuk olmuştur, ama Allah, o işin şerrinden ümmeti korumuştur. Sizden hiç birinizin konumu, (fazilet ve değer bakımından) kendisine süratle gidilmesinden dolayı de­velerin boynunun koptuğu, Ebu Bekir'in konumu gibi değildir.(Kimse Ebu Bekir'e yapılan biat gibi bir biat beklentisi içinde olmasın.) Bundan sonra her kim milletin istişaresi ve re'yi olmaksızın Müslümanlardan bir adama biat ederse, onun biati kabul olunmaz. O biat eden de, biat edilen de kendilerini öldürülme tehlikesine atmış olurlar. Allah, Peygamberini (sav) vefat ettirdiği za­man bizim (halife seçimi ile ilgili) hadisemiz şöyle oldu: Ensâr topluluğu bize muhalefet edip Sâide oğulları gölgeliğinde toplandılar. Ali ile Zubeyir ve onların beraberinde olanlar da bize muhalefet ettiler. Muhacirler, Ebu Bekir'in yanında toplandılar. Ben Ebu Bekir'e “ey Ebu Bekir, hadi Ensâr kardeşlerimizin yanına gidelim” de­dim. Ardından onların yanına varmak arzusu ile yola koyulduk. Onlara yaklaştığımız zaman, bizleri onlardan iki sâlih adam karşıladı ve topluluğun üzerinde ittifak ettikleri görüşü bize aktardı ve “ey Muhacirler topluluğu, siz nereye gitmek istiyorsunuz?” dediler. Biz de onlara “Ensâr kardeşlerimizin yanına gitmek istiyoruz” dedik. Onlar da bize “Ensâr topluluğuna yaklaşmayınız, siz kendi işinizin hükmü­nü veriniz” dediler. Ben de onlara “Vallahi bizler muhakkak onların yanına gideceğiz” dedim. Ve yürüyüp nihayet Sâide oğullarının istişare ettikleri gölgelikte Ensâr topluluğunun yanına vardık. Bir de baktık ki, onların ara­sında bir örtüye bürünüp sarınmış bir adam var. “Bu kimdir?” dedim. “Sa'd b. Ubâde” dediler. “Onun nesi var?” dedim. “Sıtma ateşi var” dediler. Biz birazcık oturduğumuzda onların hatibi şehadet kelimelerini söyledi ve Allah'a lâyık olduğu yüce sıfatlarıyla hamd-u sena etti. Sonra “bizler Allah'ın Ensârı ve İslâm'ın büyük ordusuyuz. Siz Mu­hacirler topluluğu ise Mekke'deki kavminizden bize yürüyüp gelmiş olan bir azınlıksınız. Böyle iken şimdi bu azınlık bizi aslımızdan kopar­mak ve bizleri emirlik işinden dışarıya çıkarmak istiyorlar” dedi. Ömer der ki: Ensâr'ın hatibi susunca ben konuşmak istedim. Ben daha önce oldukça beğendiğim bir konuşma hazırlamıştım. bu konuşmayı Ebu Bekir'in önünde sunmak ve bazı keskin çıkışları yumuşatmak istiyordum. Konuşmak istediğim zaman, Ebu Bekir ba­na “sükunet ve teenni içinde ol” dedi. Ben Ebu Bekir'i öfkelendirmek istemedim. Ebu Bekir kendisi ko­nuşmaya başladı. Ebu Bekir benden daha yumuşak ve ve daha vakarlı idi. Vallahi, Ebu Bekir benim hoşuma giden ne sözüm varsa, hepsinin bir benzerini ya da daha iyisini konuşması içerisinde ifade etti ve sonunda konuşmasını bitirdi. Bu konuşmasında “Sizler anlattığınız faziletlerin hepsine layıksınız. Fakat şu ha­lifelik işi Kureyş'ten olan şu Muhacirler topluluğundan başkasında asla kabul görmeyecektir. Bu Kureyş topluluğu nesep ve yurt bakımla­rından Arapların tam ortasındadır. Ben size şu iki adamdan birine biat etmenizi teklif ediyor ve rıza gösteriyorum. Şimdi bu ikisinden istediğinize biat ediniz” dedi. Ömer der ki: Bundan sonra Ebu Bekir, aramızda oturarak benim ve Ebu Ubeyde b. Cerrâh'ın elini tuttu. Onun söyledikleri içinde bundan başka yadırgadığım bir şey olmadı. Vallahi, bir günah işlemiş olmaksızın, öne atılıp boynumun vurulması, içlerinde Ebu Bekir'in bulunduğu bulunduğu bir topluluğa emirlik yapmaktan bana daha sevimliydi. Ancak, şu an hissetmediğim böyle bir duyguyu, ölümüm sırasında, nefsimin bunu bana süsleyip güzel göstermesi hâli hariçtir. Bu sırada Ensâr'dan bir sözcü “bizler, uyuz develerin bağlandığı ve sürtünerek şifa bulduğu kazık, (emirliğin bağlanacağı kazık) ve dalları meyve dolu, yüksek ağacın kırılmasın ve meyveleri dökülmesin diye bağlandığı dayanağız (emirlik konusundaki ihtilaf bizimle çözülür). Bir emir Ensâr'dan bir emir de sizden olsun ey Kureyş topluluğu” dedi. Bunun üzerine ihtilaflı sözler çoğaldı ve sesler yükseldi, hatta ben bir ihtilâf çıkmasından korktum ve hemen “uzat elini ey Ebu Bekir” dedim. O da elini uzattı. Ben de ona biat ettim. Benden sonra Muha­cirler ve sonra Ensâr Ebu Bekir'e biat ettiler. Biz böylece çabuk davranıp Sa'd b. Ubâde'ye karşı üstünlük sağlamış olduk. Onlardan bir sözcü “sizler Sa'd b. Ubâde'yi öldürdünüz” dedi. Ben “Allah Sa'd b. Ubâ­de'yi kahretsin” dedim. Bundan sonra Ömer o cuma hutbesindeki konuşmasının sonun­da şunları tekrar olarak söyledi: Vallahi biz o gün içinde bulunduğumuz seçim işinde, Ebu Bekir'e biat etmekten daha güçlü bir çözüm yolu bulamadık. Biz, Ensâr topluluğunun, biat etmeden, bizden ayrılıp sonra kendilerinden bir adama biat etmelerinden korktuk. Çünkü o zaman biz ya razı olmadığımız bir adama biat edecektik, ya da karşı çıkacaktık bu sefer de fitne ve bozgunculuk olacaktı. Artık bundan böyle Müslümanların istişaresi ve rızaları olmaksızın her kim bir adama bi­at edecek olursa, hem biat edenin hem de kendisine biat edilenin öldürülme korkusu olacağı için onlara kimse tabi olmayacaktır.


    Öneri Formu
27143 B006830 Buhari, Hudûd, 31


Açıklama: Sakīfetü Benî Sâide: Sözlükte “gölgelik, çardak” anlamına gelen sakīfe kelimesi, Medine’de İslâm öncesinden beri kabile mensuplarının hurma kurutmak gibi işlerde ortaklaşa kullandıkları ve toplantılar için bir araya geldikleri mekânları ifade eder. bk. https://islamansiklopedisi.org.tr/sakifetu-beni-saide

    Öneri Formu
18324 B002462 Buhari, Mezalim, 19


    Öneri Formu
32900 D004290 Ebu Davud, Mehdi, 1