148 Kayıt Bulundu.
Bize Abdurrezzâk, ona Ma'mer, ona Zuhrî, ona Urve b. Zübeyir, ona da Hz. Âişe şöyle demiştir: "Ben kendimi bildim bileli, annem ve babam Müslümandı. Hiçbir gün geçmezdi ki, Rasulullah (sav) bize iki vakit —sabah ve akşam— uğramamış olsun. Müslümanlar imtihan ve baskıya uğrayınca, Ebu Bekir Habeşistan tarafına hicret etmek üzere yola çıktı. Birkü’l-Gımâd denilen yere ulaştığında, Kârre kabilesinin reisi olan İbn Duğunne ile karşılaştı. İbn Duğunne ona 'Ey Ebu Bekir! Nereye gidiyorsun?' diye sordu. Ebu Bekir, 'Kavmim beni (yurdumdan) çıkardı' dedi. (...) Ravi hadisin devamını anlattı, sonra da şöyle dedi: Rasulullah (sav) Müslümanlara 'Ben, sizin hicret edeceğiniz yeri gördüm. Bana, iki siyah taşlık (harre) arasında, Hurma ağaçlarının bulunduğu tuzlu/çorak düzlük (sebha) gösterildi' buyurdu. Bunun üzerine Medine’ye hicret edecek olanlar yola çıktı. Daha önce Habeşistan’a hicret etmiş bazı Müslümanlar da Medine’ye döndü. Ebu Bekir de hicret hazırlığına başladı. Ancak Rasulullah (sav) ona 'Acele etme, çünkü bana izin verilmesini umuyorum' buyurdu. Ebu Bekir 'Babam ve anam sana feda olsun, bunu umuyor musun?' diye sordu. Rasulullah (sav) ona 'Evet' dedi. Bunun üzerine Ebu Bekir, Rasulullah'a (sav) arkadaşlık edebilmek için beklemeye başladı ve dört ay boyunca, elinde bulunan iki bineğini (devesini), semur ağacının yapraklarıyla besledi." Zuhrî der ki: Urve’nin aktardığına gör Hz. Âişe şöyle demiştir: "Bir gün öğle sıcağında evimizde oturuyorduk. Ebu Bekir’e iki kişi gelerek 'İşte Rasulullah (sav) başını örtmüş (tekkanni etmiş) olarak, üstelik alışık olmadığımız bir vakitte bize geliyor' dediler. Ebu Bekir 'Babam ve anam Ona feda olsun! Eğer bu saatte gelmişse mutlaka önemli bir iş vardır' dedi. Rasulullah (sav) geldi, izin istedi, ona izin verildi. İçeri girince Ebu Bekir’e 'Yanındakileri dışarı çıkar' buyurdu. Ebu Bekir 'Babam ve anam sana feda olsun ey Allah’ın Rasulü! (Yabancı yok.) Onlar ancak senin ailendir' dedi. Bunun üzerine Rasulullah (sav) 'Bana (hicret için) çıkmama izin verildi' buyurdu. Ebu Bekir 'Babam sana feda olsun ey Allah’ın Rasulü! (Bu yolculukta) sana arkadaşlık (edecek miyim?)' dedi. Rasulullah (sav) 'Evet' buyurdu. Ebu Bekir 'Babam sana feda olsun ey Allah’ın Rasulü! Şu iki deveden birini al' dedi. Rasulullah (sav) 'Bedelini ödeyerek (alırım)' buyurdu. Âişe der ki: Biz onlara en iyi şekilde yol azığı hazırladık. Bir azık torbasına yiyecek koyduk. Ebu Bekir’in kızı Esmâ, kuşağını ikiye ayırdı, bir parçasıyla torbayı bağladı. Bu sebeple ona 'Zâtü’n-Nitâkeyn' (iki kuşak sahibi) lakabı verildi. Sonra Rasulullah (sav) ile Ebu Bekir, Sevr adlı dağdaki bir mağaraya ulaştılar ve orada üç gece kaldılar."
İman edip de hicret edenler, Allah yolunda mallarıyla, canlarıyla cihad edenler ve (muhacirleri) barındırıp yardım edenler var ya, işte onların bir kısmı diğer bir kısmının dostlarıdır. İman edip de hicret etmeyenlere gelince, onlar hicret edinceye kadar size onların mirasından hiçbir pay yoktur. Eğer onlar din hususunda sizden yardım isterlerse, sizinle aralarında sözleşme bulunan bir kavim aleyhine olmaksızın (o müslümanlara) yardım etmek üzerinize borçtur. Allah yapacaklarınızı hakkıyla görmektedir.
İbn Şihâb der ki: Bana Surâka b. Mâlik b. Cu'şum'un erkek kardeşi Abdurrahman b. Malik el-Mudlicî ona da babası Mâlik, Surâka b. Cu'şum şöyle demiştir: Kureyş kâfirlerinin etrafa saldıkları elçiler bize geldi. Mekkeliler Rasulullah ile Ebu Bekir'den her birini öldüren veya esir eden kimse için ayrı ayrı mükâfat vadediyorlardı. Ben, kavmim Mudlic oğullarının meclisinde oturuyorken Kureyşli bir adam çıkageldi, yanı başımızda dikildi ve “ey Surâka, biraz önce sahile doğru yol alan karaltılar gördüm. Öyle sanırım, onlar Muhammed ve ashabıdır” dedi. Surâka der ki: Ben derhâl bu adamın anlattığı yolcuların Muhammed ile sahâbîleri olduğunu anladım, ama ona “gördüğün onlar değildir. Sen muhtemelen, az önce gözlerimizin önünden geçip giden falanca ve filânca kişileri görmüş olacaksın. Onlar kendilerine ait bir kayıp arıyorlar” dedim ve mecliste bir süre daha oyalandıktan sonra kalkıp evime girdim, hizmetçime, atımı alıp çıkarmasını ve yüksek tepenin arkasında beni beklemesini emrettim. Ben de kargımı alarak evimin arka tarafından çıktım ve (parıltısını gizlemek için) kargımın alt tarafını yerde sürükleyip, üst tarafını da aşağıya doğru tutarak atımın yanına geldim, üstüne bindim ve beni gayeme yaklaştırması için hayvanı dört nala kaldırdım. Sonunda Rasulullah (sav) ve Ashabına yetişip yaklaştım. Bu sırada atım sürçüp kapaklandı. Ben de atımdan düştüm. Hemen toparlanıp kalktım ve elimi ok sadağıma uzatıp, fal oklarını çıkardım. Muhammed ve ashabına zarar verir miyim, yoksa vermez miyim? diye fal baktım. Fal neticesinde hoşlanmadığım şey çıktı. Bunun üzerine ben yine atıma bindim. Fal oklarının aykırı çıkmasına rağmen, ben onlara isyan edip, atımı yine dört nala kaldırdım. Rasulullah'ın okuyuşunu işitecek kadar yaklaştım. Rasulullah (sav) arkasına dönüp bakmıyor, Ebu Bekir ise arkasına çok dönüp bakıyordu. Rasulullah'ın okuduğunu işittiğim sırada atımın iki ön ayağı, dizlerine kadar yere battı, ben de attan düştüm. Sonra ben hayvanı kalkmağa zorladım. O da kalkmağa çalıştı. Fakat bir türlü ayaklarını çıkarmaya gücü yetmedi. Hayvan kalkıp doğrulunca da hemen iki ayağının gömülen izinden göğe doğru ateş dumanı gibi bir duman yükselip dağıldı. Bunun üzerine ben fal oklarıyla tekrar fal baktım. Yine hoşlanmadığım şekilde çıktı. Sonra ben Muhammed ve ashabına “amân” diye haykırdım. Bunun üzerine durdular. Ben de atıma binerek yanlarına vardım. Rasulullah (sav) ve ashabına saldırmama engel olan bu kadar şeyle karşı karşıya kalınca, gönlümde, Rasulullah'ın davasının zafere ulaşacağına dair kesin bir kanaat oluştu. Bu kanaat üzerine O'na “kavmin Kureyş, senin öldürülmen veya esir alınman için mükâfat vadetmiştir” dedim ve Kureyş'in, kendisine ve ashabına karşı ne kadar fenalık yapmak istediklerini birer birer onlara haber verdim, kendilerine yol azığı ve malzemesi arz ettim. Fakat benden bir şey almadılar ve hiçbir şey de almak istemediler. Yalnız Rasulullah (sav) bana "bizim yolculuğumuzu gizle" dedi. Bunun üzerine ben Rasulullah'tan hakkımda bir amanname yazmasını istedim. Rasulullah (sav) da Âmir b. Fuheyre'ye emretti. Âmir de bir deri parçasına yazıp verdi. Bundan sonra Rasulullah yoluna devam etti. İbn Şihâb der ki: Bana Urve b. Zübeyir şöyle rivayet etmiştir: Rasulullah (sav) yolda, Şam'dan gelen Müslüman tüccarların kervanında bulunan Zübeyir ile karşılaştı. Zübeyir, Rasulullah ile Ebu Bekir'e beyaz maşlahlar giydirdi. Medine'de Müslümanlar, Rasulullah'ın Mekke'den yola çıktığını işitmişler ve karşılamak için her sabah kuşluk vakti Harre mevkiine çıkarak öğle sıcağı basıncaya kadar Rasulullah'ın gelmesini bekliyorlardı. Yine bir gün Müslümanların beklemeleri uzadıktan sonra dönmüşlerdi. Evlerine girdikleri sırada Yahudilerden bir kişi, kendisine ait bir işe bakmak üzere Yahudi kulelerinden bir kulenin üstüne çıkıp yüksekten uzaklara bakmakta iken, Rasulullah (sav) ile Ashabını, beyazlar giymiş oldukları hâlde -sıcaktan meydana gelen serap ve sis manzaralarını yararak geldiklerini gördü. Artık Yahudi bu muhteşem gelişi saklamaya muktedir olamayarak, yüksek sesiyle “ey Arap topluluğu! Beklemekte olduğunuz nasibiniz ve devletliniz işte geliyor” diye haykırdı. Bu sesi işiten bütün Müslümanlar, silâhlarına sarılarak evlerinden fırlayıp Rasulullah'ı karşılamaya koştular. Ve Harre denilen kara taşlık yolunda Rasulullah'a kavuştular. Rasulullah (sav) şimdi maiyeti ve karşılayanlarıyla birlikte Medine'nin sağ tarafına (Kubâ yönüne) doğru yönelip yola devam etti ve Harise oğullarından Amr b. Avf ailesinin yurduna inip onlara misafir oldu. Küba'ya varış rabiu'l-evvel ayının bir pazartesi gününe tesadüf etmişti. Karşılayanlarla Ebu Bekir ilgilenip konuşuyor, Rasulullah (sav) ise sessiz bir şekilde oturuyordu. Öyle ki Ensâr'dan Rasulullah'ı önceden görmemiş olanlar Ebu Bekir'i selâmlamaya başlamışlardı. Rasulullah'a güneş vurduğunda hemen Ebu Bekir varıp, cübbesiyle gölgelik yapınca, o zaman insanlar Rasulullah'ı tanıdı. Rasulullah (sav), Amr b. Avf oğulları'nda on küsur gece misafir kaldı. Bu müddet zarfında takva üzerine kurulan mescit inşa edildi ve Rasulullah (sav) orada namaz kıldı. Sonra Rasulullah (sav) beraberinde insanlar olduğu halde devesine binip yola koyuldu. Devesi, Müslümanların, o sırada namazgah olarak kullandıkları, Rasulullah'ın mescidinin yerinde çöktü. Burası daha önce Sa'd b. Zurâre'nin himayesinde bulunan Süheyl ve Sehl adlı iki yetim çocuğa ait, hurma kurutmak üzere kullanılan harman yeri idi. Rasulullah'ın devesi bu arsaya gelip çökünce, Rasulullah "inşallah bizim menzilimiz burası" buyurdu. Daha sonra Rasulullah (sav), bu iki genci davet edip, burasını mescit yapmak üzere bedelini ödeyerek onlardan satın almak istedi. Gençler “ey Allah'ın Rasulü, burasını biz sana bağışlayalım” dediler. Sonra mescidi inşa etti. Mescidin inşası sırasında Rasulullah (sav), ashabı ile beraber mescit duvarlarına kerpiç taşımaya başladı ve taşırken de "Ey Rabbimiz, yüklenip taşıdığımız şu balçıktan düzülmüş ham kerpiç yükü, Hayber'in hurma hamulesi değildir. Bu ondan daha hayırlı ve daha temizdir" beytini okuyup "şüphesiz ki hayırlı ücret, ahiret ücretidir. Ya Rab, sen Ensâr'a ve Muhacirlere merhamet eyle" diye dua ediyordu. Rasulullah (sav) Müslümanlardan ismi bize bildirilmeyen bir şairin şiirine nazire yapmıştı. İbn Şihâb der ki: Rasulullah'ın bu beyitten başka, bir şiire tam olarak nazire yaptığı bir beyti bize ulaşmadı.
Bize İbrahim b. Musa, ona Hişâm, ona Ma'mer, ona Zührî, ona da Urve'nin bildird,iğine göre Aişe (ra) şöyle anlatmıştır: "Müslümanlardan birçok kişi Habeşistan'a muhacir olarak gittiler. Ebu Bekir de muhacir olmak üzere hazırlık yapmıştı. Bu sırada Peygamber (sav) ona 'Sabret, çünkü ben, bana da (hicret için) izin verileceğini ümit etmekteyim' buyurdu. Bunun üzerine Ebu Bekir 'Babam anam Sana feda olsun! Böyle bir izin gelmesini umuyor musunuz?' diye sordu. Rasulullah (sav) da 'Evet' diye cevap verdi. Bunun üzerine Ebu Bekir de Hz. Peygamber'e (sav) hicrette yoldaşlık etmek üzere beklemeye koyuldu. Bu arada Ebu Bekir, evinde bulunan kuvvetli iki binek devesini, dört ay boyunca ağaç yapraklarıyla besledi." Urve'nin rivayetine göre Âişe şöyle demiştir: "Bir gün biz güneşin en sıcak anında Ebu Bekir'in evinde oturuyorduk. Ev halkından biri Ebu Bekir'e 'İşte Rasulullah, bize gelmesine alışık olmadığımız bir saatte, başına bir sargı sarıp yüzünü örtmüş olarak geliyor' dedi. Ebu Bekir de 'Babam anam O'na feda olsun! Vallahi O'nu bu saatte buraya muhakkak mühim bir iş getirmiştir' dedi. Ardından Peygamber (sav) geldi, içeri girmeye izin istedi, Ebu Bekir içeriye buyur etti, Hz. Peygamber (sav) içeriye girdi de Ebu Bekir'e 'Yanında kim varsa dışarı çıkar' buyurdu, Ebu Bekir 'Babam Sana feda olsun ey Allah'ın Rasulü! Onlar ancak Senin ehlin ve mahremindir (yabancı yoktur)' dedi. Rasulullah (sav) 'Bana Mekke'den çıkmak hususunda izin verilmiştir' buyurdu. Ebu Bekir de 'Ey Allah'ın Rasulü! Babam Sana feda olsun! Ben de sana refakat etmek, seninle birlikte bulunmak isterim' dedi. Rasulullah (sav) 'Evet (sen de benimle birlikte olacaksın)' buyurdu. Ebu Bekir 'Babam sana feda olsun, ey Allah'ın Rasulü! Şu iki binitten birini al' dedi. Hz. Peygamber (sav) 'Ancak bedeliyle alırım' buyurdu." Âişe der ki: "Biz Rasulullah (sav) ile Ebu Bekir'in sefer malzemelerini çabucak hazırladık. Her ikisi için bir dağarcık içinde bir miktar azık hazırlayıp bir sofra olarak koyduk. Ağzı bağlanacağı sıra Ebu Bekir'in kızı, kardeşim Esma, belinin kuşağından bir parça kesip ayırdı ve onunla dağarcığın ağzını bağladı. İşte bundan dolayı Esmâ'ya "Zâtu'n-Nitâkayn (İki Kuşaklı)" diye isim verildi. Sonra Rasulullah (sav) ile Ebu Bekir, Sevr denilen dağdaki bir mağaraya ulaştılar. Ve orada üç gece kaldılar. Her gece yanlarında Ebu Bekr'in oğlu Abdullah gecelerdi. Abdullah kıvrak zekâlı ve becerikli bir gençti. Seher vakti onların yanlarından ayrılır, Mekke'de Kureyş ile geceyi geçirmiş gibi sabaha uyanırdı. Abdullah, Rasulullah ile Ebu Bekir hakkında Kureyş müşriklerinin hilelerinden duyduğu şeyleri akılında tutar, sonunda karanlık basınca gelir, Rasulullah ile babası Ebu Bekir'e gelip olup bitenleri haber verirdi. Ebu Bekir'in kölesi Âmir b. Fuheyre (o civarda) bol sütlü sağmal koyun otlatır ve akşam bir süre geçince Rasulullah (sav) ile Ebu Bekir'e getirirdi. Onlar da taze süt içerek gecelerlerdi. Nihayet gecenin sonunda Âmir b. Fuheyre (mağaranın önüne gelir) sağmal koyuna seslenirdi (ve alır, otlatmaya götürürdü). Rasulullah (sav) ile Ebu Bekir'in mağarada bulundukları üç gecenin hepsinde Âmir bu şekilde davranırdı."
İman edip de Allah yolunda hicret ve cihad edenler, (muhacirleri) barındıran ve yardım edenler var ya, işte gerçek müminler onlardır. Onlar için mağfiret ve bol rızık vardır.
Sonradan iman eden ve hicret edip de sizinle beraber cihad edenler de sizdendir. Allah'ın kitabına göre yakın akrabalar birbirlerine (vâris olmağa) daha uygundur. Şüphesiz ki Allah her şeyi bilendir.