Giriş

Bize Ebu Abdullah el-Hâfız, ona Ahmed b. Muhammed b. Ubdûs, ona Osman b. Saîd, ona Ebu’l-Yemân, ona Şuayb b. Ebû Hamza, ona Zührî, ona Saîd b. el-Müseyyeb, ona da Ebu Hureyre rivayet etmiştir: Biz Rasulullah’la birlikte Hayber’e katılmıştık. Müslüman olduğunu iddia eden bir kişi hakkında Hz. Peygamber (sav) ‘Bu adam Cehennem ehlindendir’ dedi. Savaş başladığında adam kahramanca savaştı. Bir çok yerinden yaralandı ve hareket edemez hale geldi. Allah Rasulü’nün ashabından biri gelip “Ya Rasulallah! Cehennem ehlinden olduğunu söylediğin kişiyi gördün mü? Vallahi Allah yolunda kahramanca savaştı ve bir çok yerinden de yaralandı" dedi. Bunun üzerine Hz. Peygamber “ Dikkat edin! O Cehennem ehlindendir” buyurdu. İnsanların bir kısmı onun bu durumu karşısında neredeyse şüpheye düştüler. Adam yaranın verdiği ıstırapla karşılaşınca elini ok çantasına attı ve oradan bir ok çıkardı ve onunla intihar etti. Bunun üzerine bir çok Müslüman Rasulullah’a gelip şöyle dediler: “Ey Allah’ın Rasulü! Falan kişi imtihana tabi tutuldu, ancak kendi canına kıydı.” Hz. Peygamber (s.a.v.) de: "Bilal! Kalk ve insanlara şunu duyur: Mümin olandan başkası Cennete giremez; Allah fâcir bir kişiyle de dinini destekler” buyurdular. Bu hadisi Buharî Sahih’inde Ebu’l-Yemân’dan, Müslim ise, Ma’mer, Zuhrî tarikiyle rivayet etmiştir. Şafiî şöyle demiştir: “Hz. Peygamber onun münafık olduğu ve inandığını iddia ederek kanını akıtacağı bilgisi kendisine Allah tarafından verilmiş olmasına rağmen onu engellemedi."


Açıklama: Bazı rivayetlerde olayın geçtiği yer olarak Huneyn (İHS004519) zikredilse de Hayber olması yüksek bir ihtimaldir. Hz. Peygamber adamın cehennemlik olduğunu belirtirken, cennete sadece inananların gideceği vurgusunu yapması önemlidir. Zira adamın cehennemlik olarak nitelenmesinde etkili olan, adamın intihar etmesi değil, münafıklardan olduğu bilgisidir. Nitekim İmam Şafiî de aynı hususa dikkat çekmiştir.

    Öneri Formu
154047 BS16918 Beyhaki, Sünenü'l Kübra, VIII,320

Bize Abdurrezzâk, ona Ma'mer, ona Zührî, ona Atâ b. Yezîd el-Leysî, ona da Ebu Hüreyre şöyle rivayet etmiştir: "İnsanlar Peygamber’e (sav) 'Ey Allah’ın Rasulü! Kıyamet gününde Rabbimizi görecek miyiz?' diye sordular. Peygamber (sav) 'Bulutsuz bir havada güneşi görmekte zorlanır mısınız?' buyurdu. Sahabe 'Hayır, zorlanmıyoruz' dedi. 'Bulutsuz bir gecede dolunayı görmekte zorlanır mısınız?' buyurdu. 'Hayır, zorlanmıyoruz' dediler. Bunun üzerine Hz. Peygamber (sav) şöyle buyurdu: İşte siz de kıyamet gününde Rabbinizi aynı şekilde (açık ve net olarak) göreceksiniz. Allah, insanları bir araya toplar ve 'Her kim bir şeye tapıyorduysa şimdi onu takip etsin' buyurur. Böylece aya tapanlar ayı, güneşe tapanlar güneşi, tağutlara tapanlar da tağutları takip eder. Bu şekilde herkes tapındığı şeye gider. Geriye sadece, içindeki münafıklarıyla birlikte bu ümmet kalır. Allah, onlara tanımadıkları bir surette gelir ve 'Ben Rabbinizim' buyurur. Onlar da 'Senden Allah’a sığınırız. Bu bizim yerimizdir, Aziz ve Celil Rabbimiz bize gelinceye kadar buradan ayrılmayız. O geldiğinde biz onu tanırız' derler. Sonra Allah, bildikleri surette onlara gelir ve 'Ben Rabbinizim' buyurur. Onlar da 'Evet, Sen Rabbimizsin' derler ve O’na tabi olurlar." "Sonra cehennemin üzerine köprü (sırat) kurulur. (Ravi der ki:) Peygamber (sav) 'Ben, köprüden geçenlerin ilki olacağım' buyurdu. O gün peygamberlerin duası da 'Allah’ım selâmet ver, selâmet ver' olur. Köprünün üzerinde sa‘dân dikeni gibi kancalar bulunur. Siz Sa'd'an'ı gördünüz mü? (Ravi der ki:) Ashab 'Evet ey Allah’ın Rasulü' dediler. Hz Peygamber şöyle buyurdu: İşte O kancalar da ona benzer ama onların büyüklüğünü ancak Allah bilir. Bu kancalar, insanların amellerine göre onları kapar. İçlerinden bazıları ameliyle geçip gider bazıları da helak olur. Allah kullar arasında hükmünü verdikten sonra, kendisinden başka ilah olmadığına şehadet edenlerden, rahmet dilediği kimseleri ateşten çıkarmak diler ve meleklerine 'Onları çıkarın' diye emreder. Melekler, onları secde izlerinden tanır. Allah, Âdemoğlunun secde izlerini ateşe haram kılmıştır. Melekler onları, bedenleri yanmış, kömürleşmiş bir halde ateşten çıkarırlar. Üzerlerine hayat suyu dökülür ve tıpkı sel suyuyla taşınan tohumun yeşerdiği gibi yeniden canlanırlar. Sonra yüzü ateşe çevrilmiş bir adam kalır ve 'Ey Rabbim! Ateşin kokusu beni zehirledi, sıcaklığı yaktı. Yüzümü ateşten çevir' diye Allah’a dua eder durur. Allah 'Eğer bunu sana verirsem, başka bir şey istemeyeceğine dair söz verir misin?' buyurur. Adam 'İzzetine yemin ederim ki başka bir şey istemem' der. Allah da onun yüzünü ateşten çevirir. Sonra yine 'Ey Rabbim! Beni cennetin kapısına yaklaştır' der. Allah 'Sen bana daha önce başka bir şey istemeyeceğine söz vermedin mi? Ey Âdemoğlu! Ne çabuk sözünden cayıyorsun' buyurur. Adam dua etmeye devam eder. Allah 'Eğer bunu da sana verirsem, başka bir şey istemeyeceğine dair bana söz verir misin?' buyurur. Adam 'Evet, izzetine yemin ederim, başka bir şey istemem' der. Allah, ondan söz ve yemin alır ve onu cennet kapısına yaklaştırır. Adam cennet kapısına yaklaşınca, cennet ona açılır. İçindekileri görünce, bir süre sessiz kalır. Sonra 'Ey Rabbim! Beni cennete al' der. Allah 'Sen bana başka bir şey istemeyeceğine dair söz vermemiş miydin?’ buyurur. Adam: 'Ey Rabbim! Beni kullarının en bedbahtı kılma' diyerek Aziz ve Celil Allah'a yalvarmaya devam eder. Sonunda Allah Teâlâ ona rahmetiyle güler ve cennete girmesine izin verir. Cennete girdiğinde ona 'Şu nimetleri dile' denir, o da diler. Ona tekrar 'Şu nimetleri de dile' denir. O diledikçe temennileri çoğalır. Sonunda ona 'Bu nimetler ve bir o kadarı da senin olsun' denir" Ebu Hüreyre’nin yanında oturan Ebu Saîd el-Hudrî, Ebu Hüreyre'nin "Bu nimetler senindir ve bir o kadarı da senin olacaktır" sözüne kadar, bu rivayetin hiçbir yerinde ona itiraz etmedi. Burada Ebu Saîd itiraz etti ve “Ben, Peygamber’in (sav) "Bu nimetler senindir ve on misli de senin olacaktır" buyurduğunu işittim” dedi. Ebu Hüreyre de “Ben de "Bir o kadarı da senin olacaktır" kısmını ezberledim.” dedi ve sonra şunu ekledi: "İşte bu adam, cennete en son girecek kimsedir."


    Öneri Formu
47661 HM007703 İbn Hanbel, II, 275

Bize Abdurrezzâk, ona Ma'mer, ona Zührî, ona Atâ b. Yezîd el-Leysî, ona da Ebu Hüreyre "Her ümmet, (dünyada iken yaptıkları) kitabına çağrılacaktıré (el-Câsiye 45/28) ayeti hakkında şöyle rivayet etmiştir: "İnsanlar Peygamber’e (sav) 'Ey Allah’ın Rasulü! Kıyamet gününde Rabbimizi görecek miyiz?' diye sordular. Peygamber (sav) 'Bulutsuz bir havada güneşi görmekte zorlanır mısınız?' buyurdu. Sahabe 'Hayır, zorlanmıyoruz' dedi. 'Bulutsuz bir gecede dolunayı görmekte zorlanır mısınız?' buyurdu. 'Hayır, zorlanmıyoruz' dediler. Bunun üzerine Hz. Peygamber (sav) şöyle buyurdu: İşte siz de kıyamet gününde Rabbinizi aynı şekilde (açık ve net olarak) göreceksiniz. Allah, insanları bir araya toplar ve 'Her kim bir şeye tapıyorduysa şimdi onu takip etsin' buyurur. Böylece aya tapanlar ayı, güneşe tapanlar güneşi, tağutlara tapanlar da tağutları takip eder. Bu şekilde herkes tapındığı şeye gider. Geriye sadece, içindeki münafıklarıyla birlikte bu ümmet kalır. "Allah, onlara tanımadıkları bir surette gelir ve 'Ben Rabbinizim' buyurur. Onlar da 'Senden Allah’a sığınırız. Bu bizim yerimizdir, Aziz ve Celil Rabbimiz bize gelinceye kadar buradan ayrılmayız. O geldiğinde biz onu tanırız' derler. Sonra Allah, bildikleri surette onlara gelir ve 'Ben Rabbinizim' buyurur. Onlar da 'Evet, Sen Rabbimizsin' derler ve O’na tabi olurlar." "Sonra cehennemin üzerine köprü (sırat) kurulur. (Ravi der ki:) Peygamber (sav) 'Ben, köprüden geçenlerin ilki olacağım' buyurdu. O gün peygamberlerin duası da 'Allah’ım selâmet ver, selâmet ver' olur. Köprünün üzerinde sa‘dân dikeni gibi kancalar bulunur. Siz Sa'd'an'ı gördünüz mü? (Ravi der ki:) Ashab 'Evet ey Allah’ın Rasulü' dediler. Hz Peygamber şöyle buyurdu: İşte O kancalar da ona benzer ama onların büyüklüğünü ancak Allah bilir. Bu kancalar, insanların amellerine göre onları kapar. İçlerinden bazıları ameliyle geçip gider bazıları da helak olur. Allah kullar arasında hükmünü verdikten sonra, kendisinden başka ilah olmadığına şehadet edenlerden, rahmet dilediği kimseleri ateşten çıkarmak diler ve meleklerine 'Onları çıkarın' diye emreder. Melekler, onları secde izlerinden tanır. Allah, Âdemoğlunun secde izlerini ateşe haram kılmıştır. Melekler onları, bedenleri yanmış, kömürleşmiş bir halde ateşten çıkarırlar. Üzerlerine hayat suyu dökülür ve tıpkı sel suyuyla taşınan tohumun yeşerdiği gibi yeniden canlanırlar. Sonra yüzü ateşe çevrilmiş bir adam kalır ve 'Ey Rabbim! Ateşin kokusu beni zehirledi, sıcaklığı yaktı. Yüzümü ateşten çevir' diye Allah’a dua eder durur. Allah 'Eğer bunu sana verirsem, başka bir şey istemeyeceğine dair söz verir misin?' buyurur. Adam 'İzzetine yemin ederim ki başka bir şey istemem' der. Allah da onun yüzünü ateşten çevirir. Sonra yine 'Ey Rabbim! Beni cennetin kapısına yaklaştır' der. Allah 'Sen bana daha önce başka bir şey istemeyeceğine söz vermedin mi? Ey Âdemoğlu! Ne çabuk sözünden cayıyorsun' buyurur. Adam dua etmeye devam eder. Allah 'Eğer bunu da sana verirsem, başka bir şey istemeyeceğine dair bana söz verir misin?' buyurur. Adam 'Evet, izzetine yemin ederim, başka bir şey istemem' der. Allah, ondan söz ve yemin alır ve onu cennet kapısına yaklaştırır. Adam cennet kapısına yaklaşınca, cennet ona açılır. İçindekileri görünce, bir süre sessiz kalır. Sonra 'Ey Rabbim! Beni cennete al' der. Allah 'Sen bana başka bir şey istemeyeceğine dair söz vermemiş miydin?’ buyurur. Adam: 'Ey Rabbim! Beni kullarının en bedbahtı kılma' diyerek Aziz ve Celil Allah'a yalvarmaya devam eder. Sonunda Allah Teâlâ ona rahmetiyle güler ve cennete girmesine izin verir. Cennete girdiğinde ona 'Şu nimetleri dile' denir, o da diler. Ona tekrar 'Şu nimetleri de dile' denir. O diledikçe temennileri çoğalır. Sonunda ona 'Bu nimetler ve bir o kadarı da senin olsun' denir" Ebu Hüreyre’nin yanında oturan Ebu Saîd el-Hudrî, Ebu Hüreyre'nin "Bu nimetler senindir ve bir o kadarı da senin olacaktır" sözüne kadar, bu rivayetin hiçbir yerinde ona itiraz etmedi. Burada Ebu Saîd itiraz etti ve “Ben, Peygamber’in (sav) "Bu nimetler senindir ve on misli de senin olacaktır" buyurduğunu işittim” dedi. Ebu Hüreyre de “Ben de "Bir o kadarı da senin olacaktır" kısmını ezberledim.” dedi ve sonra şunu ekledi: "İşte bu adam, cennete en son girecek kimsedir."


    Öneri Formu
51850 HM010919 İbn Hanbel, II, 533

Bize Abdurrezzâk, ona Ma'mer, ona Zührî, ona Atâ b. Yezîd el-Leysî, ona da Ebu Hüreyre şöyle rivayet etmiştir: "İnsanlar Peygamber’e (sav) 'Ey Allah’ın Rasulü! Kıyamet gününde Rabbimizi görecek miyiz?' diye sordular. Peygamber (sav) 'Bulutsuz bir havada güneşi görmekte zorlanır mısınız?' buyurdu. Sahabe 'Hayır, zorlanmıyoruz' dedi. 'Bulutsuz bir gecede dolunayı görmekte zorlanır mısınız?' buyurdu. 'Hayır, zorlanmıyoruz' dediler. Bunun üzerine Hz. Peygamber (sav) şöyle buyurdu: İşte siz de kıyamet gününde Rabbinizi aynı şekilde (açık ve net olarak) göreceksiniz. Allah, insanları bir araya toplar ve 'Her kim bir şeye tapıyorduysa şimdi onu takip etsin' buyurur. Böylece aya tapanlar ayı, güneşe tapanlar güneşi, tağutlara tapanlar da tağutları takip eder. Bu şekilde herkes tapındığı şeye gider. Geriye sadece, içindeki münafıklarıyla birlikte bu ümmet kalır. Allah, onlara tanımadıkları bir surette gelir ve 'Ben Rabbinizim' buyurur. Onlar da 'Senden Allah’a sığınırız. Bu bizim yerimizdir, Aziz ve Celil Rabbimiz bize gelinceye kadar buradan ayrılmayız. O geldiğinde biz onu tanırız' derler. Sonra Allah, bildikleri surette onlara gelir ve 'Ben Rabbinizim' buyurur. Onlar da 'Evet, Sen Rabbimizsin' derler ve O’na tabi olurlar." "Sonra cehennemin üzerine köprü (sırat) kurulur. (Ravi der ki:) Peygamber (sav) 'Ben, köprüden geçenlerin ilki olacağım' buyurdu. O gün peygamberlerin duası da 'Allah’ım selâmet ver, selâmet ver' olur. Köprünün üzerinde sa‘dân dikeni gibi kancalar bulunur. Siz Sa'd'an'ı gördünüz mü? (Ravi der ki:) Ashab 'Evet ey Allah’ın Rasulü' dediler. Hz Peygamber şöyle buyurdu: İşte O kancalar da ona benzer ama onların büyüklüğünü ancak Allah bilir. Bu kancalar, insanların amellerine göre onları kapar. İçlerinden bazıları ameliyle geçip gider bazıları da helak olur. Allah kullar arasında hükmünü verdikten sonra, kendisinden başka ilah olmadığına şehadet edenlerden, rahmet dilediği kimseleri ateşten çıkarmak diler ve meleklerine 'Onları çıkarın' diye emreder. Melekler, onları secde izlerinden tanır. Allah, Âdemoğlunun secde izlerini ateşe haram kılmıştır. Melekler onları, bedenleri yanmış, kömürleşmiş bir halde ateşten çıkarırlar. Üzerlerine hayat suyu dökülür ve tıpkı sel suyuyla taşınan tohumun yeşerdiği gibi yeniden canlanırlar. Sonra yüzü ateşe çevrilmiş bir adam kalır ve 'Ey Rabbim! Ateşin kokusu beni zehirledi, sıcaklığı yaktı. Yüzümü ateşten çevir' diye Allah’a dua eder durur. Allah 'Eğer bunu sana verirsem, başka bir şey istemeyeceğine dair söz verir misin?' buyurur. Adam 'İzzetine yemin ederim ki başka bir şey istemem' der. Allah da onun yüzünü ateşten çevirir. Sonra yine 'Ey Rabbim! Beni cennetin kapısına yaklaştır' der. Allah 'Sen bana daha önce başka bir şey istemeyeceğine söz vermedin mi? Ey Âdemoğlu! Ne çabuk sözünden cayıyorsun' buyurur. Adam dua etmeye devam eder. Allah 'Eğer bunu da sana verirsem, başka bir şey istemeyeceğine dair bana söz verir misin?' buyurur. Adam 'Evet, izzetine yemin ederim, başka bir şey istemem' der. Allah, ondan söz ve yemin alır ve onu cennet kapısına yaklaştırır. Adam cennet kapısına yaklaşınca, cennet ona açılır. İçindekileri görünce, bir süre sessiz kalır. Sonra 'Ey Rabbim! Beni cennete al' der. Allah 'Sen bana başka bir şey istemeyeceğine dair söz vermemiş miydin?’ buyurur. Adam: 'Ey Rabbim! Beni kullarının en bedbahtı kılma' diyerek Aziz ve Celil Allah'a yalvarmaya devam eder. Sonunda Allah Teâlâ ona rahmetiyle güler ve cennete girmesine izin verir. Cennete girdiğinde ona 'Şu nimetleri dile' denir, o da diler. Ona tekrar 'Şu nimetleri de dile' denir. O diledikçe temennileri çoğalır. Sonunda ona 'Bu nimetler ve bir o kadarı da senin olsun' denir" Ebu Hüreyre’nin yanında oturan Ebu Saîd el-Hudrî, Ebu Hüreyre'nin "Bu nimetler senindir ve bir o kadarı da senin olacaktır" sözüne kadar, bu rivayetin hiçbir yerinde ona itiraz etmedi. Burada Ebu Saîd itiraz etti ve “Ben, Peygamber’in (sav) "Bu nimetler senindir ve on misli de senin olacaktır" buyurduğunu işittim” dedi. Ebu Hüreyre de “Ben de "Bir o kadarı da senin olacaktır" kısmını ezberledim.” dedi ve sonra şunu ekledi: "İşte bu adam, cennete en son girecek kimsedir."


    Öneri Formu
288944 HM007703-2 İbn Hanbel, II, 275

Bize Abdurrezzâk, ona Ma'mer, ona Zührî, ona Atâ b. Yezîd el-Leysî, ona da Ebu Hüreyre "Her ümmet, (dünyada iken yaptıkları) kitabına çağrılacaktır." (el-Câsiye 45/28) ayeti hakkında şöyle rivayet etmiştir: "İnsanlar Peygamber’e (sav) 'Ey Allah’ın Rasulü! Kıyamet gününde Rabbimizi görecek miyiz?' diye sordular. Peygamber (sav) 'Bulutsuz bir havada güneşi görmekte zorlanır mısınız?' buyurdu. Sahabe 'Hayır, ya Rasulellah!' dediler. 'Bulutsuz bir gecede dolunayı görmekte zorlanır mısınız?' buyurdu. 'Hayır, ya Rasulellah!' dediler. Bunun üzerine Hz. Peygamber (sav) şöyle buyurdu: İşte siz de kıyamet gününde Rabbinizi aynı şekilde (açık ve net olarak) göreceksiniz. Allah, insanları bir araya toplar ve 'Her kim bir şeye tapıyorduysa şimdi onu takip etsin' buyurur. Böylece aya tapanlar ayı, güneşe tapanlar güneşi, tağutlara tapanlar da tağutları takip eder. Geriye sadece, içindeki münafıklarıyla birlikte bu ümmet kalır. "Allah, onlara tanımadıkları bir surette gelir ve 'Ben Rabbinizim' buyurur. Onlar da 'Senden Allah’a sığınırız. Bu bizim yerimizdir, Aziz ve Celil Rabbimiz bize gelinceye kadar buradan ayrılmayız. O geldiğinde biz onu tanırız' derler. Sonra Allah, bildikleri surette onlara gelir ve 'Ben Rabbinizim' buyurur. Onlar da 'Evet, Sen Rabbimizsin' derler ve O’na tabi olurlar." "Cehennemin üzerine bir köprü (sırat) kurulur. (Ravi der ki:) Peygamber (sav) 'Ben, köprüden geçenlerin ilki olacağım' buyurdu. O gün peygamberlerin duası da 'Allah’ım selâmet ver, selâmet ver' olur. Köprünün üzerinde sa‘dân dikeni gibi kancalar bulunur. Siz Sa'd'an'ı gördünüz mü? (Ravi der ki:) Ashab 'Evet ey Allah’ın Rasulü' dediler. Hz Peygamber şöyle buyurdu: İşte o kancalar da ona benzer ama onların büyüklüğünü ancak Allah bilir. Bu kancalar, insanların amellerine göre onları kapar. İçlerinden bazıları ameliyle geçip gider bazıları da helak olur. Allah kullar arasında hükmünü verdikten sonra, kendisinden başka ilah olmadığına şehadet edenlerden, rahmet dilediği kimseleri ateşten çıkarmak diler ve meleklerine 'Onları çıkarın' diye emreder. Melekler, onları secde izlerinden tanır. Allah, Âdemoğlunun secde izlerini ateşe haram kılmıştır. Melekler onları, bedenleri yanmış, kömürleşmiş bir halde ateşten çıkarırlar. Üzerlerine hayat suyu dökülür ve tıpkı sel suyuyla taşınan tohumun yeşerdiği gibi yeniden canlanırlar. Sonra yüzü ateşe çevrilmiş bir adam kalır ve 'Ey Rabbim! Ateşin kokusu beni zehirledi, sıcaklığı yaktı. Yüzümü ateşten çevir' diye Allah’a dua eder durur. Allah 'Eğer bunu sana verirsem, başka bir şey istemeyeceğine dair söz verir misin?' buyurur. Adam 'İzzetine yemin ederim ki başka bir şey istemem' der. Allah da onun yüzünü ateşten çevirir. Sonra yine 'Ey Rabbim! Beni cennetin kapısına yaklaştır' der. Allah 'Sen bana daha önce başka bir şey istemeyeceğine söz vermedin mi? Ey Âdemoğlu! Ne çabuk sözünden cayıyorsun' buyurur. Adam dua etmeye devam eder. Allah 'Eğer bunu da sana verirsem, başka bir şey istemeyeceğine dair bana söz verir misin?' buyurur. Adam 'Evet, izzetine yemin ederim, başka bir şey istemem' der. Allah, ondan söz ve yemin alır ve onu cennet kapısına yaklaştırır. Adam cennet kapısına yaklaşınca, cennet ona açılır. İçindekileri görünce, bir süre sessiz kalır. Sonra 'Ey Rabbim! Beni cennete al' der. Allah 'Sen bana başka bir şey istemeyeceğine dair söz vermemiş miydin?’ buyurur. Adam: 'Ey Rabbim! Beni kullarının en bedbahtı kılma' diyerek Aziz ve Celil Allah'a yalvarmaya devam eder. Sonunda Allah Teâlâ ona rahmetiyle güler ve cennete girmesine izin verir. Cennete girdiğinde ona 'Şu nimetleri dile' denir, o da diler. Ona tekrar 'Şu nimetleri de dile' denir. O diledikçe temennileri çoğalır. Sonunda ona 'Bu nimetler ve bir o kadarı da senin olsun' denir" Ebu Hureyre’nin yanında oturan Ebu Saîd el-Hudrî, Ebu Hüreyre'nin "Bu nimetler senindir ve bir o kadarı da senin olacaktır" sözüne kadar, bu rivayetin hiçbir yerinde ona itiraz etmedi. Burada Ebu Saîd itiraz etti ve “Ben, Peygamber’in (sav) "Bu nimetler senindir ve on misli de senin olacaktır" buyurduğunu işittim” dedi. Ebu Hureyre de “Ben de "Bir o kadarı da senin olacaktır" kısmını ezberledim.” dedi ve sonra şunu ekledi: "İşte bu adam, cennete en son girecek kimsedir."


    Öneri Formu
288960 HM010919-2 İbn Hanbel, II, 533


    Öneri Formu
13524 M007096 Müslim, Sıfâtu'l-Münâfıkın ve Ahkamuhüm, 61

Bize Haccâc, ona Leys b. Sa'd, ona Ukayl b. Hâlid, ona İbn Şihâb, ona Abdurrahman b. Abdullah b. Ka'b b. Mâlik, ona da Abdullah b. Ka'b b. Mâlik'in haber verdiğine göre Ka'b b. Malik ama olduğunda, oğulları arasında onun hizmetini gören Abdullah b. Ka'b b. Mâlik şöyle demiştir: Ben Ka'b b. Mâlik’i dinledim, Tebük Gazvesi’nden geri kaldığı zamanla ilgili kıssasını anlatırken şöyle demiştir: "Tebük seferine kadar, ben, Bedir gazası dışında, Rasulullah’ın (sav) katıldığı hiçbir gazveden geri kalmadım. Bedir’e katılmayanlardan hiç kimseyi Rasulullah (sav) kınamamıştır. Çünkü Bedir için yola çıktığında asıl hedefi, içinde Ebu Süfyân ve bir gurup Kureyşlinin bulunduğu Kureyş'in kervanıydı... Ka'b der ki: Sonra (Rasulullah (sav) bana) 'Gel' dedi. Ben de yürüyüp geldim ve huzurunda oturdum. Bana 'Seni geri bırakan ne oldu? Sen (sefer için) binek hazırlamamış mıydın?' diye sordu. Ben de 'Evet, ey Allah’ın Rasulü, hazırlamıştım. Vallahi eğer Senin dışında ehli dünyadan birinin yanında olsaydım, onun gazabından bir özür ile kurtulabileceğimi düşünürdüm. Çünkü ben tartışmada kuvvetli bir kimseyim. Fakat (doğruyu söylemekten başka çarem yoktur)' dedim... Ka'b hadisi anlattı ve anlattıkları arasında şunlar da vardı: 'Ben, Allah’ın beni affetmesini umar dururdum.' Ka'b der ki: Ben de eşime 'Allah bu iş hakkında hükmünü verinceye kadar sen ailene dön, onların yanında kal' dedim. Sonra bir gün (Medine’de) Sel dağına çıkmış birinin yüksek sesle 'Ey Ka‘b b. Mâlik, müjdeler olsun!' diye bağırdığını işittim. Bunun üzerine hemen secdeye kapandım. O anda anladım ki bir kurtuluş müjdesi gelmiştir. Gerçekten de Rasulullah (sav) sabah namazını kıldığında, bizim tövbemizin kabul edildiğini halka ilan etti... Ka'b Hadisi aktardı ve şunu da söyledi: Kendi kendime 'Acaba (Rasulullah (sav) benim) selamımı alırken dudaklarını oynattı mı?' derdim."


Açıklama: Hadisin tam metni için HM015882 numaralı rivayete bakınız.

    Öneri Formu
64435 HM015883 İbn Hanbel, III, 460

Bize Abdurrezzâk, ona Maʿmer, ona Zuhrî, ona Abdurrahman b. Kaʿb b. Mâlik, ona da babası (Kaʿb b. Mâlik) şöyle demiştir: "Tebük seferine kadar, ben, Bedir dışında, Rasulullah’ın (sav) katıldığı hiçbir gazveden geri kalmadım. Bedir’e katılmayanlardan hiç kimseyi Rasulullah (sav) kınamamıştır. Çünkü Bedir için yola çıktığında asıl hedefi kervandı. Kureyş de kendi kervanlarına destek için çıkmıştı. Böylece Allah’ın buyurduğu üzere [Enfâl, 8/42], önceden belirlenmiş bir buluşma olmadan, karşı karşıya geldiler. Vallahi, Rasulullah’ın insanlar içindeki en şerefli şahitliklerinden biri Bedir’dir. Buna rağmen ben, İslâm üzerine sözleştiğimiz Akabe gecesindeki biatte bulunmayı, Bedir’de bulunmaya tercih ederim. Daha sonra, Rasulullah’ın (sav) çıktığı son gazve olan Tebûk Gazvesi’ne kadar, hiçbir gazveden geri kalmadım. Rasulullah (sav) insanlara sefere çıkacaklarını haber verdi ve herkesin savaşa hazırlanmasını istedi. Bu (sefer), (sıcaktan dolayı) gölgelerin insana cazip geldiği ve meyveler olgunlaştığı bir vakitteydi. Rasulullah (sav) çoğu zaman gazveye çıkarken maksadını gizler, başka bir yeri hedef gösterirdi. ve 'Harp hiledir' buyururdu. [Yakub'un İbn Şihâb'ın kardeşinin oğlundan rivayetinde (إِلَّا وَرَّى بِغَيْرِهَا) ifadesi kullanılmıştır. Bize Süfyân, ona Ma'mer, Ona Zührî, ona da Abdurrahman b. Abdullah b. Kaʿb b. Mâlik bu hadisi rivayet etti ve rivayetinde (وَرَّى غَيْرَهَا) ifadesini kullanmış, ardından hadisi Abdurrezzâk'ın rivayetine dönmüş, (aynısını rivayet etmiştir).] Rasulullah (sav) çoğu zaman gazveye çıkarken maksadını gizler, başka bir yeri hedef gösterir ve 'Harp hiledir' buyururdu. Ama Tebûk’ta (bizzat nereye gideceğini açıklayarak), herkesin hazırlığını yapmasını arzu etti. Ben, o zamanlar, iki binek toplayacak kadar varlıklı ve cihada çıkabilecek en güçlü dönemimde, çevik ve güçlü idim. Fakat gölgelerin serinliği ve meyvelerin cazibesi beni oyalanmaya sevk etti. Rasulullah (sav) perşembe sabahı sefere çıktı. O, perşembe günleri yola çıkmayı severdi. Ben de kendi kendime 'Yarın pazara gidip hazırlığımı alır, onlara yetişirim' dedim. Ertesi gün pazara gittim ama işlerim biraz ağır geldi. Sonra yine 'Neyse, yarın hazırlar, onlara yetişirim inşallah' dedim. Böyle erteleyerek oyalandım, derken günah bana ağır bastı, üzerime çöktü ve seferden geri kalmış oldum. Mahzun bir şekilde sokaklarda dolaşmaya, Medine çarşılarında gezmeye başladım. Çünkü (savaştan geri kalanların tamamının) münafıklıkla itham edilen kimseler olduğunu görüyordum. Rasulullah’tan (seferden) geri kalan herkes, geri kalmasının fark edilmeyeceğini düşünüyordu. Zira geri kalanlar bir divanda (kayıt defterinde) bir araya getirilmeyecek kadar çoktu; seksen küsur kişiydi." "Tebûk’a varıncaya kadar Rasulullah (sav) benden söz etmedi. Tebûk’a vardığında 'Kaʿb b. Mâlik ne yaptı?' diye sordu. Kavmimden biri 'Ey Allah'ın Rasulü! Elbiseleri ve omuzlarına bakıp böbürlenmesi onu seferden alıkoydu' dedi. [Yakub'un İbn Şihâb'ın kardeşinin oğlundan rivayetinde (بُرْدَاهُ وَالنَّظَرُ فِي عِطْفَيْهِ) ifadesi kullanılmıştır.] Muâz b. Cebel de 'Ne kötü söz söyledin! Vallahi ey Allah'ın Rasulü, onun hakkında hayırdan başka bir şey bilmiyoruz' dedi. Onlar böyle konuşurken, sıcağın serabı içinde, bir adamın yürüyerek geldiğini gördüler. Rasulullah (sav) 'Bu, Ebu Hayseme olmalı' buyurdu, Bir de baktık ki gerçekten de gelen Ebu Hayseme idi. Sonra Tebûk seferini tamamlayan Rasulullah (sav) dönüp Medine’ye yaklaşınca, ben, Rasulullah’ın (sav) öfkesinden kurtulmanın yollarını aramaya ve ailemden, kendisine danışılacak herkesten fikir sormaya başladım. Nihayet 'Rasulullah (sav) yarın sabah Medine’ye girecek' denilince artık içimdeki bütün yanlış düşünceler kayboldu ve kesin olarak anladım ki, ancak doğruyu söyleyerek kurtulabilirim. Rasulullah (sav) kuşluk vakti Medine’ye girdi. Her sefer dönüşü adeti olduğu üzere Mescide girer iki rekât namaz kılar ve otururdu. Bu sefer de öyle yaptı. Ardından seferden geri kalanlar gelmeye başladılar. Onlar yemin edip, özür beyan ediyorlar, Hz. Peygamber (sav) de onların zahirî beyanlarını esas kabul edip, onlar için bağışlanma diliyor ve iç dünyalarını ise Allah’a bırakıyordu. Ben de mescide girdim. Rasulullah (sav) beni görünce öfkeli bir adam gibi tebessüm etti. Yanına varıp oturdum. Bana 'Sen binek hazırlamamış mıydın?' buyurdu. Ben de 'Evet, ey Allah’ın Rasûlü, hazırlamıştım' dedim. 'Peki seni alıkoyan ne oldu?' buyurdu. Ben de 'Vallahi, ey Allah’ın Rasulü! Eğer senden başka herhangi birinin yanında bulunsaydım, mutlaka bir mazeret ileri sürer, onun öfkesinden kurtulurdum. Çünkü ben tartışmada güçlü biriyim. [Yakub'un İbn Şihâb'ın kardeşinin oğlundan rivayetinde 'Onun gazabından bir özürle kurtulabileceğimi gördüm. (Ukayl’in rivayetinde ise 'onun gazabından bir özürle çıkabilirim' şeklinde geçmektedir.) ama belki de Allah seni bana öfkelendirecektir. Eğer sana doğru bir söz söylersem bu konuda bana darılacaksın, fakat ben bu hususta Allah’ın affını umarım’ denilmektedir.] Fakat ben biliyorum ki eğer ben, aleyhime de olsa, sana doğruyu söylersem, sen bana kızabilirsin, ama ben Allah’ın affını umarım. Ama, seni hoşnut edecek bir bir yalan söylersem, Allah, onun hakikati konusunda seni bilgilendirir. Allah’a yemin olsun ki, ey Allah’ın Rasulü, hiçbir zaman, Tebûk’tan geri kaldığım günkü kadar varlıklı ve sefere hazırlıklı bir konumda hiç olmadım' dedim. Rasulullah (sav) 'İşte bu adam size doğruyu söyledi. Haydi kalk, artık Allah senin hakkında hükmünü verinceye kadar bekle' buyurdu. Ben kalktım. Kavmimden bazı kimseler peşimden gelip beni azarladılar ve 'Vallahi, daha önce senin günah işlediğini bilmiyoruz. Keşke Hz. Peygamber'in (sav) hoşnut olacağı bir mazeret bildirseydin, ardından O da senin için istiğfar ederdi, böylece kendini, hakkında ne hüküm verileceğini bilmediğin bir konuma düşürmezdin' dediler. Beni o kadar azarladılar ki, dönüp söylediklerimi inkâr etmeyi düşündüm. Sonra onlara 'Benim gibi konuşan oldu mu?' dedim, 'Evet, Hilâl b. Ümeyye ve Murâre b. Rebî de aynı şekilde konuştu' dediler. Bunlar Bedir’e katılmış, salih kimselerdi. Bunun üzerine ben 'Hayır! Vallahi, asla sözümü geri almayacağım, kendimi yalanlamayacağım' dedim." "Rasulullah (sav), üçümüz hakkında, 'Onlarla kimse konuşmasın' diye emretti. Bundan sonra çarşıya çıktığımda kimse benimle konuşmuyordu. İnsanlar, sanki bizim tanıdığımız insanlar değilmiş gibi bize yabancılaştı. Duvarlar bile sanki tanıdığımız duvarlar değilmiş gibi bize yabancı geliyordu. Hatta yeryüzü bile, sanki tanıdığımız yeryüzü değilmiş gibi, bize yabancı görünüyordu. Ben aslında o iki arkadaşımdan daha güçlüydüm. Çarşıya gidiyor, mescide uğruyor, Rasulullah’a (sav) selam veriyordum. Kendi kendime 'Acaba dudaklarını selamıma karşılık kıpırdattı mı?' diye bakıyordum. Namaz kılmak için direklerden birinin arkasına durduğumda, Rasulullah (sav) göz ucuyla bana bakıyor, ama ben ona bakınca yüzünü çeviriyordu. İki arkadaşım ise tamamen teslimiyet göstermiş, gece gündüz ağlıyor, başlarını bile kaldırmıyorlardı. Bir gün çarşıda dolaşırken, yiyecek satmak için gelen bir Hristiyan adam 'Bana Kaʿb b. Mâlik’i gösterecek kim var?' diye soruyordu. İnsanlar beni işaret ettiler. O da bana geldi ve Gassân melikinden bir mektup getirdi. Mektupta 'Bundan sonra: Arkadaşının seni dışladığı ve sana sırt çevirdiği haberi bana ulaştı. Hâlbuki sen aşağılanacak, zayi edilecek bir yerde değilsin. Bize katıl, seni şereflendirelim' diyordu. Ben mektubu okuyunca 'İşte bu da bir imtihan ve fitne' dedim, hemen tandırı tutuşturdum, mektubu içine atıp yaktım. Kırk gece geçince, Rasulullah’tan (sav) bir elçi geldi ve bana 'Hanımından ayrı dur' dedi. Ben 'Onu boşayacak mıyım?' diye sordum, 'Hayır, ama ona yaklaşma' dedi. Hilâl b. Ümeyye’nin hanımı Rasulullah’a (sav) geldi ve 'Ey Allah’ın Rasulü! Hilâl yaşlı ve güçsüzdür. Ona hizmet etmem için bana izin verir misin?' dedi. Rasulullah (sav) 'Evet, ama sakın sana yaklaşmasın' buyurdu. Kadın 'Vallahi onda böyle bir hal yok! O günden beri gece gündüz ağlıyor, hiç hareket etmiyor' dedi. Kaʿb der ki: İmtihanım uzayınca, amcaoğlum Ebu Katâde’nin bahçesine tırmanıp girdim. Ona selam verdim. Selamımı almadı. 'Ey Ebu Katâde! Allah aşkına söyler misin, ben Allah’ı ve Rasûlünü seviyor muyum?' dedim, sessiz kaldı. Tekrar 'Ey Ebu Katâde! Allah için söyle, ben Allah’ı ve Rasulünü seviyor muyum?' dedim, yine sustu. Üçüncü defa söyledim. Bunun üzerine bana 'Allah ve Rasûlü daha iyi bilir' dedi. Artık kendime hâkim olamadım, ağladım ve bahçeden çıkıp gittim." "Rasulullah’ın (sav) bizimle konuşmayı yasaklamasının üzerinden elli gece geçmişti. Evimizin damında sabah namazını kıldım. Sonra oturdum. Allah'ın 'Bütün genişliğine rağmen yeryüzü onlara dar gelmişti, ve bunalmışlardı' Tevbe, 9/118 ayetinde buyurduğu konumdaydım. İşte o haldeyken, Sel Dağı’nın tepesinden 'Müjde ey Kaʿb b. Mâlik!' diye bir ses duydum, hemen secdeye kapandım. Anladım ki Allah bize ferahlık vermiştir. Bir adam da atla yanıma geldi ve bana müjdeyi verdi. Ama dağın tepesinden gelen ses attan daha hızlı ulaştı. Müjdeciye sevincimin karşılığı olarak üzerimdeki takım elbisemi verdim, ben de başka bir takım elbise giydim. Bizim tövbemiz (ile ilgili ayetler), gecenin üçte ikisi geçtiğinde Rasulullah’a (sav) inmişti. Ümmü Seleme 'Ey Allah'ın Rasulü! Kaʿb b. Mâlik’e hemen müjde versek olmaz mı?' dedi. Rasulullah (sav) 'Evet, ama o zaman insanlar kapınızı aşındırır, gece boyunca uyumanıza engel olurlar' buyurdu. Ümmü Seleme benim hakkımda hayır düşünen ve halime üzülen biriydi. Ben hemen Rasulullah’a (sav) gittim. Mescitte, etrafı Müslümanlarla çevrili halde oturuyordu. Yüzü ay gibi aydınlanmıştı. Zira o, sevindiğinde yüzü parıldardı. Yanına vardım, oturdum. Bana 'Müjde ey Kaʿb b. Mâlik! Annenin seni doğurduğundan beri sana gelen en hayırlı gün budur' buyurdu. Ben 'Ey Allah’ın Rasulü! Bu müjde sana Allah’tan mı geldi, yoksa sizden mi?' dedim, 'Hayır, Allah’tandır' buyurdu. Sonra 'Andolsun ki, Allah, yine peygambere ve en zor gününde ona uyan Muhacirler'le Ensar'a, içlerinden bir kısmının kalbleri az kalsın kayacak gibi olmuşken, tevbe nasip etti de lütfedip tevbelerini kabul buyurdu. Çünkü O, gerçekten çok şefkatli, çok bağışlayıcıdır' Tevbe, 9/117 ayetini okudu ve 'Allah’tan sakının ve sadıklarla beraber olun.' Tevbe, 9/119 ayetinin bizim için de indirildiğini söyledi. Ben 'Ey Allah'ın Rasulü! Tövbemin kabulünün (şükrü olarak) bundan böyle ömrüm boyunca sadece doğruyu söyleyeceğim. Ayrıca bütün malımı sadaka olarak Allah ve Rasûlü’ne vermek istiyorum' dedim. Rasulullah (sav) 'Malının bir kısmını yanında tut, bu senin için daha hayırlıdır' buyurdu. Ben 'Öyleyse Hayber’deki hissemi elimde tutacağım' dedim. Kaʿb der ki: Allah’ın bana İslâm’dan sonra verdiği en büyük nimet, Rasulullah’a doğruyu söylememdir. Eğer o gün yalan söyleseydim, helâk olmuştum. Ben ve iki arkadaşım doğruyu söyledik, Allah da bizi kurtardı. O günden sonra, hiçbir zaman kasten yalan söylemedim ve Allah’ın da ömrüm boyunca beni doğruluk üzere sabit kılmasını ümit ediyorum."


    Öneri Formu
76372 HM027717 İbn Hanbel, VI, 387