Öneri Formu
Hadis Id, No:
2742, M004660
Hadis:
حَدَّثَنِى مُحَمَّدُ بْنُ رَافِعٍ حَدَّثَنَا حُجَيْنٌ - يَعْنِى ابْنَ الْمُثَنَّى - حَدَّثَنَا لَيْثٌ عَنْ عُقَيْلٍ عَنِ ابْنِ شِهَابٍ فِى هَذَا الإِسْنَادِ بِمِثْلِهِ. وَزَادَ وَذَلِكَ قَبْلَ أَنْ يُسْلِمَ عَبْدُ اللَّهِ.
Tercemesi:
Bize Muhammed b. Râfi', ona Huceyn b. Müsenna, ona Leys, ona Ukayl, ona da İbn Şihab bu isnad ile benzeri şekilde nakledip; bu, Abdullah'ın müslüman olmasından önceydi ilavesinde bulunmuştur.
Açıklama:
Yazar, Kitap, Bölüm:
Müslim, Sahîh-i Müslim, Cihâd ve's-Siyer 4660, /767
Senetler:
()
Konular:
Eziyet, münafıkların Hz. Peygamber'e eziyetleri
Hz. Peygamber, kendisine yapılan eziyetler
حَدَّثَنَا مُحَمَّدُ بْنُ عَبْدِ الأَعْلَى الْقَيْسِىُّ حَدَّثَنَا الْمُعْتَمِرُ عَنْ أَبِيهِ عَنْ أَنَسِ بْنِ مَالِكٍ قَالَ قِيلَ لِلنَّبِىِّ صلى الله عليه وسلم لَوْ أَتَيْتَ عَبْدَ اللَّهِ بْنَ أُبَىٍّ قَالَ فَانْطَلَقَ إِلَيْهِ وَرَكِبَ حِمَارًا وَانْطَلَقَ الْمُسْلِمُونَ وَهِىَ أَرْضٌ سَبِخَةٌ فَلَمَّا أَتَاهُ النَّبِىُّ صلى الله عليه وسلم قَالَ إِلَيْكَ عَنِّى فَوَاللَّهِ لَقَدْ آذَانِى نَتْنُ حِمَارِكَ. قَالَ فَقَالَ رَجُلٌ مِنَ الأَنْصَارِ وَاللَّهِ لَحِمَارُ رَسُولِ اللَّهِ صلى الله عليه وسلم أَطْيَبُ رِيحًا مِنْكَ - قَالَ - فَغَضِبَ لِعَبْدِ اللَّهِ رَجُلٌ مِنْ قَوْمِهِ - قَالَ - فَغَضِبَ لِكُلِّ وَاحِدٍ مِنْهُمَا أَصْحَابُهُ - قَالَ - فَكَانَ بَيْنَهُمْ ضَرْبٌ بِالْجَرِيدِ وَبِالأَيْدِى وَبِالنِّعَالِ - قَالَ - فَبَلَغَنَا أَنَّهَا نَزَلَتْ فِيهِمْ "(وَإِنْ طَائِفَتَانِ مِنَ الْمُؤْمِنِينَ اقْتَتَلُوا فَأَصْلِحُوا بَيْنَهُمَا.)"
Öneri Formu
Hadis Id, No:
2744, M004661
Hadis:
حَدَّثَنَا مُحَمَّدُ بْنُ عَبْدِ الأَعْلَى الْقَيْسِىُّ حَدَّثَنَا الْمُعْتَمِرُ عَنْ أَبِيهِ عَنْ أَنَسِ بْنِ مَالِكٍ قَالَ قِيلَ لِلنَّبِىِّ صلى الله عليه وسلم لَوْ أَتَيْتَ عَبْدَ اللَّهِ بْنَ أُبَىٍّ قَالَ فَانْطَلَقَ إِلَيْهِ وَرَكِبَ حِمَارًا وَانْطَلَقَ الْمُسْلِمُونَ وَهِىَ أَرْضٌ سَبِخَةٌ فَلَمَّا أَتَاهُ النَّبِىُّ صلى الله عليه وسلم قَالَ إِلَيْكَ عَنِّى فَوَاللَّهِ لَقَدْ آذَانِى نَتْنُ حِمَارِكَ. قَالَ فَقَالَ رَجُلٌ مِنَ الأَنْصَارِ وَاللَّهِ لَحِمَارُ رَسُولِ اللَّهِ صلى الله عليه وسلم أَطْيَبُ رِيحًا مِنْكَ - قَالَ - فَغَضِبَ لِعَبْدِ اللَّهِ رَجُلٌ مِنْ قَوْمِهِ - قَالَ - فَغَضِبَ لِكُلِّ وَاحِدٍ مِنْهُمَا أَصْحَابُهُ - قَالَ - فَكَانَ بَيْنَهُمْ ضَرْبٌ بِالْجَرِيدِ وَبِالأَيْدِى وَبِالنِّعَالِ - قَالَ - فَبَلَغَنَا أَنَّهَا نَزَلَتْ فِيهِمْ "(وَإِنْ طَائِفَتَانِ مِنَ الْمُؤْمِنِينَ اقْتَتَلُوا فَأَصْلِحُوا بَيْنَهُمَا.)"
Tercemesi:
Bize Muhammed b. Abdula'lâ el-Kaysî, ona Mu'temir, ona babası (Süleyman), ona da Enes b. Malik şöyle rivayet etmiştir: Hz. Peygamber'e (sav), Abdullah b. Übey'e bir gitsen ya denildi. Nebî de (sav) ona git (mek üzere) bir eşeğe bindi. Müslümanlar da (onunla beraber) gittiler. Orası kurak bir araziydi. Rasulullah (sav) onun yanına geldiğinde (Abdullah), benden uzak dur! Vallahi! Eşeğinin kokusu bana eziyet veriyor dedi. Ensardan biri; vallahi! Rasulullah'ın (sav) eşeği, kokusu itibariyle senden muhakkak daha hoştur dedi. (Bu söz üzerine) Abdullah'ın kabilesinden bir adam sinirlendi. (Derken) iki tarafın arkadaşları öfkelendiler. Aralarında dal, eller ve terliklerle arbede meydana geldi. (Enes şöyle) demiştir: Bize ulaştığına göre "Müminlerden iki grup savaşırsa aralarını düzeltin" ayeti onlar hakkında inmiştir.
Açıklama:
Yazar, Kitap, Bölüm:
Müslim, Sahîh-i Müslim, Cihâd ve's-Siyer 4661, /768
Senetler:
()
Konular:
Eziyet, münafıkların Hz. Peygamber'e eziyetleri
Eziyet, müslümanın müslümana
Hz. Peygamber, kendisine yapılan eziyetler
Hz. Peygamber, müşriklerle ilişkileri
Islah, Arabuluculuk, insanların arasını düzeltmek
حَدَّثَنَا أَحْمَدُ بْنُ إِسْحَاقَ السُّرْمَارِىُّ قَالَ حَدَّثَنَا عُبَيْدُ اللَّهِ بْنُ مُوسَى قَالَ حَدَّثَنَا إِسْرَائِيلُ عَنْ أَبِى إِسْحَاقَ عَنْ عَمْرِو بْنِ مَيْمُونٍ عَنْ عَبْدِ اللَّهِ قَالَ:
بَيْنَمَا رَسُولُ اللَّهِ صلى الله عليه وسلم قَائِمٌ يُصَلِّى عِنْدَ الْكَعْبَةِ ، وَجَمْعُ قُرَيْشٍ فِى مَجَالِسِهِمْ إِذْ قَالَ قَائِلٌ مِنْهُمْ أَلاَ تَنْظُرُونَ إِلَى هَذَا الْمُرَائِى أَيُّكُمْ يَقُومُ إِلَى جَزُورِ آلِ فُلاَنٍ ، فَيَعْمِدُ إِلَى فَرْثِهَا وَدَمِهَا وَسَلاَهَا فَيَجِىءُ بِهِ ، ثُمَّ يُمْهِلُهُ حَتَّى إِذَا سَجَدَ وَضَعَهُ بَيْنَ كَتِفَيْهِ فَانْبَعَثَ أَشْقَاهُمْ ، فَلَمَّا سَجَدَ رَسُولُ اللَّهِ صلى الله عليه وسلم وَضَعَهُ بَيْنَ كَتِفَيْهِ ، وَثَبَتَ النَّبِىُّ صلى الله عليه وسلم سَاجِدًا ، فَضَحِكُوا حَتَّى مَالَ بَعْضُهُمْ إِلَى بَعْضٍ مِنَ الضَّحِكِ ، فَانْطَلَقَ مُنْطَلِقٌ إِلَى فَاطِمَةَ - عَلَيْهَا السَّلاَمُ - وَهْىَ جُوَيْرِيَةٌ ، فَأَقْبَلَتْ تَسْعَى وَثَبَتَ النَّبِىُّ صلى الله عليه وسلم سَاجِدًا حَتَّى أَلْقَتْهُ عَنْهُ ، وَأَقْبَلَتْ عَلَيْهِمْ تَسُبُّهُمْ ، فَلَمَّا قَضَى رَسُولُ اللَّهِ صلى الله عليه وسلم الصَّلاَةَ قَالَ "اللَّهُمَّ عَلَيْكَ بِقُرَيْشٍ ، اللَّهُمَّ عَلَيْكَ بِقُرَيْشٍ ، اللَّهُمَّ عَلَيْكَ بِقُرَيْشٍ - ثُمَّ سَمَّى - اللَّهُمَّ عَلَيْكَ بِعَمْرِو بْنِ هِشَامٍ ، وَعُتْبَةَ بْنِ رَبِيعَةَ ، وَشَيْبَةَ بْنِ رَبِيعَةَ ، وَالْوَلِيدِ بْنِ عُتْبَةَ ، وَأُمَيَّةَ بْنِ خَلَفٍ ، وَعُقْبَةَ بْنِ أَبِى مُعَيْطٍ ، وَعُمَارَةَ بْنِ الْوَلِيدِ." قَالَ عَبْدُ اللَّهِ فَوَاللَّهِ لَقَدْ رَأَيْتُهُمْ صَرْعَى يَوْمَ بَدْرٍ ، ثُمَّ سُحِبُوا إِلَى الْقَلِيبِ قَلِيبِ بَدْرٍ ، ثُمَّ قَالَ رَسُولُ اللَّهِ صلى الله عليه وسلم "وَأُتْبِعَ أَصْحَابُ الْقَلِيبِ لَعْنَةً."
Bize Ahmed b. İshak es-Sermârî, ona Ubeydullah b. Musa, ona İsrail, ona Ebu İshak, ona Amr b. Meymûn, ona da Abdullah şöyle rivayet etmiştir:
Rasulullah (sav) Kâbe’nin yakınında namaz kılıyor, Kureyş topluluğu da kendi meclislerinde oturuyorken aralarından birisi “Şu riyakârı görmüyor musunuz? Hanginiz falanca ailenin develerini kestikleri yere gider, onların pisliklerini, kanını, içlerindeki sakatatını alıp getirir, sonra da secde edeceği vakte kadar ona süre tanıdıktan sonra bu aldıklarını onun omuzları arasına koyar?” dedi. Aralarından en bedbaht olan kişi kim ise bu iş için harekete geçti. Rasulullah (sav) secdeye varınca o pislikleri arkadan omuzları arasına yerleştirdi. Nebi (sav) ise secdesinde sebat göstererek devam etti. O kadar çok gülüştüler ki bu gülmeden ötürü biri diğerinin üzerine yıkılmaya başladı. Birisi Fâtıma’ya (as) koşup gitti. Fâtıma henüz küçük bir kızdı, hızlıca gelmeye başladı. Nebi (sav) da secdesini sebatla sürdürdü. Nihayet o, o pislikleri üzerinden atınca Fâtıma onlara dönerek hakaret edip sövmeye başladı. Rasulullah (sav) namazını bitirince şöyle buyurdu:
"Allah’ım Kureyş’i sana havale ediyorum, Allah’ım Kureyş’i sana havale ediyorum, Allah’ım Kureyş’i sana havale ediyorum" –Sonra birtakım isimler zikrederek- "Allah’ım, Amr b. Hişam’ı, Utbe b. Rabia’yı Şeybe b. Rabia’yı, el-Velid b. Utbe’yi, Umeyye b. Halef’i, Ukbe b. Ebu Muayt’ı, ve Umâre b. el-Velid’i sana havale ediyorum" buyurdu.
Abdullah der ki: Vallahi, Bedir gününde bunları ölüp yere yıkılmış olarak gördüm, sonra bunlar o kör kuyuya, Bedir’deki kör kuyuya sürüklendiler. Ardından Rasulullah (sav) "ve o kör kuyuya atılanların peşine lânet takıldı" buyurdu.
Öneri Formu
Hadis Id, No:
2875, B000520
Hadis:
حَدَّثَنَا أَحْمَدُ بْنُ إِسْحَاقَ السُّرْمَارِىُّ قَالَ حَدَّثَنَا عُبَيْدُ اللَّهِ بْنُ مُوسَى قَالَ حَدَّثَنَا إِسْرَائِيلُ عَنْ أَبِى إِسْحَاقَ عَنْ عَمْرِو بْنِ مَيْمُونٍ عَنْ عَبْدِ اللَّهِ قَالَ:
بَيْنَمَا رَسُولُ اللَّهِ صلى الله عليه وسلم قَائِمٌ يُصَلِّى عِنْدَ الْكَعْبَةِ ، وَجَمْعُ قُرَيْشٍ فِى مَجَالِسِهِمْ إِذْ قَالَ قَائِلٌ مِنْهُمْ أَلاَ تَنْظُرُونَ إِلَى هَذَا الْمُرَائِى أَيُّكُمْ يَقُومُ إِلَى جَزُورِ آلِ فُلاَنٍ ، فَيَعْمِدُ إِلَى فَرْثِهَا وَدَمِهَا وَسَلاَهَا فَيَجِىءُ بِهِ ، ثُمَّ يُمْهِلُهُ حَتَّى إِذَا سَجَدَ وَضَعَهُ بَيْنَ كَتِفَيْهِ فَانْبَعَثَ أَشْقَاهُمْ ، فَلَمَّا سَجَدَ رَسُولُ اللَّهِ صلى الله عليه وسلم وَضَعَهُ بَيْنَ كَتِفَيْهِ ، وَثَبَتَ النَّبِىُّ صلى الله عليه وسلم سَاجِدًا ، فَضَحِكُوا حَتَّى مَالَ بَعْضُهُمْ إِلَى بَعْضٍ مِنَ الضَّحِكِ ، فَانْطَلَقَ مُنْطَلِقٌ إِلَى فَاطِمَةَ - عَلَيْهَا السَّلاَمُ - وَهْىَ جُوَيْرِيَةٌ ، فَأَقْبَلَتْ تَسْعَى وَثَبَتَ النَّبِىُّ صلى الله عليه وسلم سَاجِدًا حَتَّى أَلْقَتْهُ عَنْهُ ، وَأَقْبَلَتْ عَلَيْهِمْ تَسُبُّهُمْ ، فَلَمَّا قَضَى رَسُولُ اللَّهِ صلى الله عليه وسلم الصَّلاَةَ قَالَ "اللَّهُمَّ عَلَيْكَ بِقُرَيْشٍ ، اللَّهُمَّ عَلَيْكَ بِقُرَيْشٍ ، اللَّهُمَّ عَلَيْكَ بِقُرَيْشٍ - ثُمَّ سَمَّى - اللَّهُمَّ عَلَيْكَ بِعَمْرِو بْنِ هِشَامٍ ، وَعُتْبَةَ بْنِ رَبِيعَةَ ، وَشَيْبَةَ بْنِ رَبِيعَةَ ، وَالْوَلِيدِ بْنِ عُتْبَةَ ، وَأُمَيَّةَ بْنِ خَلَفٍ ، وَعُقْبَةَ بْنِ أَبِى مُعَيْطٍ ، وَعُمَارَةَ بْنِ الْوَلِيدِ." قَالَ عَبْدُ اللَّهِ فَوَاللَّهِ لَقَدْ رَأَيْتُهُمْ صَرْعَى يَوْمَ بَدْرٍ ، ثُمَّ سُحِبُوا إِلَى الْقَلِيبِ قَلِيبِ بَدْرٍ ، ثُمَّ قَالَ رَسُولُ اللَّهِ صلى الله عليه وسلم "وَأُتْبِعَ أَصْحَابُ الْقَلِيبِ لَعْنَةً."
Tercemesi:
Bize Ahmed b. İshak es-Sermârî, ona Ubeydullah b. Musa, ona İsrail, ona Ebu İshak, ona Amr b. Meymûn, ona da Abdullah şöyle rivayet etmiştir:
Rasulullah (sav) Kâbe’nin yakınında namaz kılıyor, Kureyş topluluğu da kendi meclislerinde oturuyorken aralarından birisi “Şu riyakârı görmüyor musunuz? Hanginiz falanca ailenin develerini kestikleri yere gider, onların pisliklerini, kanını, içlerindeki sakatatını alıp getirir, sonra da secde edeceği vakte kadar ona süre tanıdıktan sonra bu aldıklarını onun omuzları arasına koyar?” dedi. Aralarından en bedbaht olan kişi kim ise bu iş için harekete geçti. Rasulullah (sav) secdeye varınca o pislikleri arkadan omuzları arasına yerleştirdi. Nebi (sav) ise secdesinde sebat göstererek devam etti. O kadar çok gülüştüler ki bu gülmeden ötürü biri diğerinin üzerine yıkılmaya başladı. Birisi Fâtıma’ya (as) koşup gitti. Fâtıma henüz küçük bir kızdı, hızlıca gelmeye başladı. Nebi (sav) da secdesini sebatla sürdürdü. Nihayet o, o pislikleri üzerinden atınca Fâtıma onlara dönerek hakaret edip sövmeye başladı. Rasulullah (sav) namazını bitirince şöyle buyurdu:
"Allah’ım Kureyş’i sana havale ediyorum, Allah’ım Kureyş’i sana havale ediyorum, Allah’ım Kureyş’i sana havale ediyorum" –Sonra birtakım isimler zikrederek- "Allah’ım, Amr b. Hişam’ı, Utbe b. Rabia’yı Şeybe b. Rabia’yı, el-Velid b. Utbe’yi, Umeyye b. Halef’i, Ukbe b. Ebu Muayt’ı, ve Umâre b. el-Velid’i sana havale ediyorum" buyurdu.
Abdullah der ki: Vallahi, Bedir gününde bunları ölüp yere yıkılmış olarak gördüm, sonra bunlar o kör kuyuya, Bedir’deki kör kuyuya sürüklendiler. Ardından Rasulullah (sav) "ve o kör kuyuya atılanların peşine lânet takıldı" buyurdu.
Açıklama:
Yazar, Kitap, Bölüm:
Buhârî, Sahîh-i Buhârî, Salât 109, 1/297
Senetler:
1. Ebu Abdurrahman Abdullah b. Mesud (Abdullah b. Mesud b. Gafil b. Habib b. Şemh)
2. Ebu Abdullah Amr b. Meymun el-Evdî (Amr b. Meymun)
3. Ebu İshak es-Sebiî (Amr b. Abdullah b. Ubeyd)
4. Ebu Yusuf İsrail b. Yunus es-Sebîî (İsrail b. Yunus b. Ebu İshak)
5. Ubeydullah b. Musa el-Absi (Ubeydullah b. Musa b. Bazam)
6. Ebu İshak Ahmed b. İshak es-Sülemî (Ahmed b. İshak b. Husayn b. Cabir)
Konular:
Eziyet, münafıkların Hz. Peygamber'e eziyetleri
Hz. Peygamber, hakaret ve saygısızlık yapılması
Hz. Peygamber, müşriklerle ilişkileri
İbadet, zorlukla yapılan
KTB, NAMAZ,
Öneri Formu
Hadis Id, No:
2750, M004664
Hadis:
حَدَّثَنَا إِسْحَاقُ بْنُ إِبْرَاهِيمَ الْحَنْظَلِىُّ وَعَبْدُ اللَّهِ بْنُ مُحَمَّدِ بْنِ عَبْدِ الرَّحْمَنِ بْنِ الْمِسْوَرِ الزُّهْرِىُّ كِلاَهُمَا عَنِ ابْنِ عُيَيْنَةَ - وَاللَّفْظُ لِلزُّهْرِىِّ - حَدَّثَنَا سُفْيَانُ عَنْ عَمْرٍو سَمِعْتُ جَابِرًا يَقُولُ قَالَ رَسُولُ اللَّهِ صلى الله عليه وسلم
"مَنْ لِكَعْبِ بْنِ الأَشْرَفِ فَإِنَّهُ قَدْ آذَى اللَّهَ وَرَسُولَهُ." فَقَالَ مُحَمَّدُ بْنُ مَسْلَمَةَ يَا رَسُولَ اللَّهِ أَتُحِبُّ أَنْ أَقْتُلَهُ قَالَ:
"نَعَمْ." قَالَ ائْذَنْ لِى فَلأَقُلْ قَالَ:
"قُلْ." فَأَتَاهُ فَقَالَ لَهُ وَذَكَرَ مَا بَيْنَهُمَا وَقَالَ إِنَّ هَذَا الرَّجُلَ قَدْ أَرَادَ صَدَقَةً وَقَدْ عَنَّانَا. فَلَمَّا سَمِعَهُ قَالَ وَأَيْضًا وَاللَّهِ لَتَمَلُّنَّهُ. قَالَ إِنَّا قَدِ اتَّبَعْنَاهُ الآنَ وَنَكْرَهُ أَنْ نَدَعَهُ حَتَّى نَنْظُرَ إِلَى أَىِّ شَىْءٍ يَصِيرُ أَمْرُهُ - قَالَ - وَقَدْ أَرَدْتُ أَنْ تُسْلِفَنِى سَلَفًا قَالَ فَمَا تَرْهَنُنِى قَالَ مَا تُرِيدُ. قَالَ تَرْهَنُنِى نِسَاءَكُمْ قَالَ أَنْتَ أَجْمَلُ الْعَرَبِ أَنَرْهَنُكَ نِسَاءَنَا قَالَ لَهُ تَرْهَنُونِى أَوْلاَدَكُمْ. قَالَ يُسَبُّ ابْنُ أَحَدِنَا فَيُقَالُ رُهِنَ فِى وَسْقَيْنِ مِنْ تَمْرٍ. وَلَكِنْ نَرْهَنُكَ اللأْمَةَ - يَعْنِى السِّلاَحَ - قَالَ فَنَعَمْ. وَوَاعَدَهُ أَنْ يَأْتِيَهُ بِالْحَارِثِ وَأَبِى عَبْسِ بْنِ جَبْرٍ وَعَبَّادِ بْنِ بِشْرٍ قَالَ فَجَاءُوا فَدَعَوْهُ لَيْلاً فَنَزَلَ إِلَيْهِمْ قَالَ سُفْيَانُ قَالَ غَيْرُ عَمْرٍو قَالَتْ لَهُ امْرَأَتُهُ إِنِّى لأَسْمَعُ صَوْتًا كَأَنَّهُ صَوْتُ دَمٍ قَالَ إِنَّمَا هَذَا مُحَمَّدُ بْنُ مَسْلَمَةَ وَرَضِيعُهُ وَأَبُو نَائِلَةَ إِنَّ الْكَرِيمَ لَوْ دُعِىَ إِلَى طَعْنَةٍ لَيْلاً لأَجَابَ. قَالَ مُحَمَّدٌ إِنِّى إِذَا جَاءَ فَسَوْفَ أَمُدُّ يَدِى إِلَى رَأْسِهِ فَإِذَا اسْتَمْكَنْتُ مِنْهُ فَدُونَكُمْ قَالَ فَلَمَّا نَزَلَ نَزَلَ وَهُوَ مُتَوَشِّحٌ فَقَالُوا نَجِدُ مِنْكَ رِيحَ الطِّيبِ قَالَ نَعَمْ تَحْتِى فُلاَنَةُ هِىَ أَعْطَرُ نِسَاءِ الْعَرَبِ. قَالَ فَتَأْذَنُ لِى أَنْ أَشُمَّ مِنْهُ قَالَ نَعَمْ فَشُمَّ. فَتَنَاوَلَ فَشَمَّ ثُمَّ قَالَ أَتَأْذَنُ لِى أَنْ أَعُودَ قَالَ فَاسْتَمْكَنَ مِنْ رَأْسِهِ ثُمَّ قَالَ دُونَكُمْ. قَالَ فَقَتَلُوهُ.
Tercemesi:
Bize İshak b. İbrahim el-Hanzalî ve Abdullah b. Muhammed b. Abdurrahman b. Misver ez-Zührî, onlara İbn Uyeyne, -lafız, ez-Zührî'ye aittir- ona Süfyan, ona Amr, ona da Cabir şöyle rivayet etmiştir: Rasulullah (sav); "kim Kâ'b b. Eşref'in icabına bakar? O, Allah'a ve Rasulüne eziyet etmekte" buyurdu. Muhammed b. Mesleme, ya Rasulullah! Onu öldürmemi ister misin dedi. Nebî (sav); "evet" buyurdu. (Muhammed), (O zaman) bana izin ver de (senin hakkında ileri geri) konuşayım dedi. Rasulullah (sav); "konuş" buyurdu. (Muhammed, Kâ'b'ın) yanına geldi, onunla konuştu ve (peygamberle) aralarındaki (durumdan) bahsetti ve bu adam sadaka istedi, bizi sıkıntıya soktu dedi. (Kâ'b) onu duyunca, vallahi! Ondan daha çok çekeceğiniz var dedi. (Muhammed), Biz şimdi ona tâbi olduk. İşinin (sonunun nereye) varacağını görmeden onu bırakmayı uygun görmüyoruz dedi. (Muhammed sözlerine devam ederek) Bana borç vermeni istiyorum dedi. (Kâ'b), Bana ne rehin vereceksin dedi. (Muhammed), Ne istiyorsun dedi. (Kâ'b), Bana kadınlarınızı rehin ver dedi. (Muhammed), Sen Araplar'ın en yakışıklısısın. Sana kadınlarımızı mı rehin vereceğiz dedi. (Kâ'b), Erkek çocuklarınızı bana rehin verin dedi. (Muhammed), (Sonra) bizden birinin oğluna iki vesak hurmaya rehin verildi diye sövülsün, (öyle mi)? Ama sana silahımızı rehin verelim dedi. (Kâ'b), Olur dedi. (Muhammed, Kâ'b ile), Haris, Ebu Abs b. Cebr ve Abbad b. Bişr'i getireceğine dair sözleşti. (Sonra) ona geldiler ve geceleyin onu çağırdılar. (Kâ'b) yanlarına indi. -Ravi Süfyan, Amr'dan başkasının hanımının, Kâ'b'a; havada kan kokusu var dediğini (Kâ'b'ın da) O Muhammed b. Mesleme, süt kardeşi ve Ebu Nâile'dir. Cömert kimse, geceleyin vurulmaya çağırılsa bile icabet eder karşılığını verdiğini kaydetmiştir- Muhammed, (Kâ'b) geldiğinde elimi başına uzatacağım. Onu yakaladığımda iş size kalmıştır dedi. (Kâ'b) indiğinde, kokulanmış bir hâlde indi. Onlar, senden hoş koku almaktayız dediler. (Kâ'b), evet! Nikahımda falanca kadın var. O Arap kadınlarının en hoş kokulusu dedi. (Muhammed), Bana izin ver de onu koklayayım dedi. (Kâ'b), Tabi kokla dedi. (Muhammed) kalkıp kokladı. Ardından tekrar koklamama izin ver dedi. (Derken) onu yakaladı, sonra da bitirin işini dedi. (Neticede) onu öldürdüler.
Açıklama:
Yazar, Kitap, Bölüm:
Müslim, Sahîh-i Müslim, Cihâd ve's-Siyer 4664, /768
Senetler:
()
Konular:
Eziyet, münafıkların Hz. Peygamber'e eziyetleri
Hz. Peygamber, müşriklerle ilişkileri
Tarihsel şahsiyetler, Ka'b. b. Eşref, öldürülmesi
Öneri Formu
Hadis Id, No:
2785, M004678
Hadis:
حَدَّثَنَا أَبُو بَكْرِ بْنُ أَبِى شَيْبَةَ حَدَّثَنَا هَاشِمُ بْنُ الْقَاسِمِ ح
وَحَدَّثَنَا إِسْحَاقُ بْنُ إِبْرَاهِيمَ أَخْبَرَنَا أَبُو عَامِرٍ الْعَقَدِىُّ كِلاَهُمَا عَنْ عِكْرِمَةَ بْنِ عَمَّارٍ ح
وَحَدَّثَنَا عَبْدُ اللَّهِ بْنُ عَبْدِ الرَّحْمَنِ الدَّارِمِىُّ - وَهَذَا حَدِيثُهُ - أَخْبَرَنَا أَبُو عَلِىٍّ الْحَنَفِىُّ عُبَيْدُ اللَّهِ بْنُ عَبْدِ الْمَجِيدِ حَدَّثَنَا عِكْرِمَةُ - وَهُوَ ابْنُ عَمَّارٍ - حَدَّثَنِى إِيَاسُ بْنُ سَلَمَةَ حَدَّثَنِى أَبِى قَالَ قَدِمْنَا الْحُدَيْبِيَةَ مَعَ رَسُولِ اللَّهِ صلى الله عليه وسلم وَنَحْنُ أَرْبَعَ عَشْرَةَ مِائَةً وَعَلَيْهَا خَمْسُونَ شَاةً لاَ تُرْوِيهَا - قَالَ - فَقَعَدَ رَسُولُ اللَّهِ صلى الله عليه وسلم عَلَى جَبَا الرَّكِيَّةِ فَإِمَّا دَعَا وَإِمَّا بَسَقَ فِيهَا - قَالَ - فَجَاشَتْ فَسَقَيْنَا وَاسْتَقَيْنَا. قَالَ ثُمَّ إِنَّ رَسُولَ اللَّهِ صلى الله عليه وسلم دَعَانَا لِلْبَيْعَةِ فِى أَصْلِ الشَّجَرَةِ. قَالَ فَبَايَعْتُهُ أَوَّلَ النَّاسِ ثُمَّ بَايَعَ وَبَايَعَ حَتَّى إِذَا كَانَ فِى وَسَطٍ مِنَ النَّاسِ قَالَ:
"بَايِعْ يَا سَلَمَةُ." قَالَ قُلْتُ قَدْ بَايَعْتُكَ يَا رَسُولَ اللَّهِ فِى أَوَّلِ النَّاسِ قَالَ:
"وَأَيْضًا." قَالَ وَرَآنِى رَسُولُ اللَّهِ صلى الله عليه وسلم عَزِلاً - يَعْنِى لَيْسَ مَعَهُ سِلاَحٌ - قَالَ فَأَعْطَانِى رَسُولُ اللَّهِ صلى الله عليه وسلم حَجَفَةً أَوْ دَرَقَةً ثُمَّ بَايَعَ حَتَّى إِذَا كَانَ فِى آخِرِ النَّاسِ قَالَ:
"أَلاَ تُبَايِعُنِى يَا سَلَمَةُ." قَالَ قُلْتُ قَدْ بَايَعْتُكَ يَا رَسُولَ اللَّهِ فِى أَوَّلِ النَّاسِ وَفِى أَوْسَطِ النَّاسِ قَالَ:
"وَأَيْضًا." قَالَ فَبَايَعْتُهُ الثَّالِثَةَ ثُمَّ قَالَ لِى "يَا سَلَمَةُ أَيْنَ حَجَفَتُكَ أَوْ دَرَقَتُكَ الَّتِى أَعْطَيْتُكَ." قَالَ قُلْتُ يَا رَسُولَ اللَّهِ لَقِيَنِى عَمِّى عَامِرٌ عَزِلاً فَأَعْطَيْتُهُ إِيَّاهَا - قَالَ - فَضَحِكَ رَسُولُ اللَّهِ صلى الله عليه وسلم وَقَالَ:
"إِنَّكَ كَالَّذِى قَالَ الأَوَّلُ اللَّهُمَّ أَبْغِنِى حَبِيبًا هُوَ أَحَبُّ إِلَىَّ مِنْ نَفْسِى." ثُمَّ إِنَّ الْمُشْرِكِينَ رَاسَلُونَا الصُّلْحَ حَتَّى مَشَى بَعْضُنَا فِى بَعْضٍ وَاصْطَلَحْنَا. قَالَ وَكُنْتُ تَبِيعًا لِطَلْحَةَ بْنِ عُبَيْدِ اللَّهِ أَسْقِى فَرَسَهُ وَأَحُسُّهُ وَأَخْدُمُهُ وَآكُلُ مِنْ طَعَامِهِ وَتَرَكْتُ أَهْلِى وَمَالِى مُهَاجِرًا إِلَى اللَّهِ وَرَسُولِهِ صلى الله عليه وسلم قَالَ فَلَمَّا اصْطَلَحْنَا نَحْنُ وَأَهْلُ مَكَّةَ وَاخْتَلَطَ بَعْضُنَا بِبَعْضٍ أَتَيْتُ شَجَرَةً فَكَسَحْتُ شَوْكَهَا فَاضْطَجَعْتُ فِى أَصْلِهَا - قَالَ - فَأَتَانِى أَرْبَعَةٌ مِنَ الْمُشْرِكِينَ مِنْ أَهْلِ مَكَّةَ فَجَعَلُوا يَقَعُونَ فِى رَسُولِ اللَّهِ صلى الله عليه وسلم فَأَبْغَضْتُهُمْ فَتَحَوَّلْتُ إِلَى شَجَرَةٍ أُخْرَى وَعَلَّقُوا سِلاَحَهُمْ وَاضْطَجَعُوا فَبَيْنَمَا هُمْ كَذَلِكَ إِذْ نَادَى مُنَادٍ مِنْ أَسْفَلِ الْوَادِى يَا لَلْمُهَاجِرِينَ قُتِلَ ابْنُ زُنَيْمٍ. قَالَ فَاخْتَرَطْتُ سَيْفِى ثُمَّ شَدَدْتُ عَلَى أُولَئِكَ الأَرْبَعَةِ وَهُمْ رُقُودٌ فَأَخَذْتُ سِلاَحَهُمْ. فَجَعَلْتُهُ ضِغْثًا فِى يَدِى قَالَ ثُمَّ قُلْتُ وَالَّذِى كَرَّمَ وَجْهَ مُحَمَّدٍ لاَ يَرْفَعُ أَحَدٌ مِنْكُمْ رَأْسَهُ إِلاَّ ضَرَبْتُ الَّذِى فِيهِ عَيْنَاهُ. قَالَ ثُمَّ جِئْتُ بِهِمْ أَسُوقُهُمْ إِلَى رَسُولِ اللَّهِ صلى الله عليه وسلم - قَالَ - وَجَاءَ عَمِّى عَامِرٌ بِرَجُلٍ مِنَ الْعَبَلاَتِ يُقَالُ لَهُ مِكْرَزٌ. يَقُودُهُ إِلَى رَسُولِ اللَّهِ صلى الله عليه وسلم عَلَى فَرَسٍ مُجَفَّفٍ فِى سَبْعِينَ مِنَ الْمُشْرِكِينَ فَنَظَرَ إِلَيْهِمْ رَسُولُ اللَّهِ صلى الله عليه وسلم فَقَالَ:
"دَعُوهُمْ يَكُنْ لَهُمْ بَدْءُ الْفُجُورِ وَثِنَاهُ" فَعَفَا عَنْهُمْ رَسُولُ اللَّهِ صلى الله عليه وسلم وَأَنْزَلَ اللَّهُ "(وَهُوَ الَّذِى كَفَّ أَيْدِيَهُمْ عَنْكُمْ وَأَيْدِيَكُمْ عَنْهُمْ بِبَطْنِ مَكَّةَ مِنْ بَعْدِ أَنْ أَظْفَرَكُمْ عَلَيْهِمْ)" الآيَةَ كُلَّهَا. قَالَ ثُمَّ خَرَجْنَا رَاجِعِينَ إِلَى الْمَدِينَةِ فَنَزَلْنَا مَنْزِلاً بَيْنَنَا وَبَيْنَ بَنِى لَحْيَانَ جَبَلٌ وَهُمُ الْمُشْرِكُونَ فَاسْتَغْفَرَ رَسُولُ اللَّهِ صلى الله عليه وسلم لِمَنْ رَقِىَ هَذَا الْجَبَلَ اللَّيْلَةَ كَأَنَّهُ طَلِيعَةٌ لِلنَّبِىِّ صلى الله عليه وسلم وَأَصْحَابِهِ - قَالَ سَلَمَةُ - فَرَقِيتُ تِلْكَ اللَّيْلَةَ مَرَّتَيْنِ أَوْ ثَلاَثًا ثُمَّ قَدِمْنَا الْمَدِينَةَ فَبَعَثَ رَسُولُ اللَّهِ صلى الله عليه وسلم بِظَهْرِهِ مَعَ رَبَاحٍ غُلاَمِ رَسُولِ اللَّهِ صلى الله عليه وسلم وَأَنَا مَعَهُ وَخَرَجْتُ مَعَهُ بِفَرَسِ طَلْحَةَ أُنَدِّيهِ مَعَ الظَّهْرِ فَلَمَّا أَصْبَحْنَا إِذَا عَبْدُ الرَّحْمَنِ الْفَزَارِىُّ قَدْ أَغَارَ عَلَى ظَهْرِ رَسُولِ اللَّهِ صلى الله عليه وسلم فَاسْتَاقَهُ أَجْمَعَ وَقَتَلَ رَاعِيَهُ قَالَ فَقُلْتُ يَا رَبَاحُ خُذْ هَذَا الْفَرَسَ فَأَبْلِغْهُ طَلْحَةَ بْنَ عُبَيْدِ اللَّهِ وَأَخْبِرْ رَسُولَ اللَّهِ صلى الله عليه وسلم أَنَّ الْمُشْرِكِينَ قَدْ أَغَارُوا عَلَى سَرْحِهِ - قَالَ - ثُمَّ قُمْتُ عَلَى أَكَمَةٍ فَاسْتَقْبَلْتُ الْمَدِينَةَ فَنَادَيْتُ ثَلاَثًا يَا صَبَاحَاهْ. ثُمَّ خَرَجْتُ فِى آثَارِ الْقَوْمِ أَرْمِيهِمْ بِالنَّبْلِ وَأَرْتَجِزُ أَقُولُ أَنَا ابْنُ الأَكْوَعِ وَالْيَوْمَ يَوْمُ الرُّضَّعِ فَأَلْحَقُ رَجُلاً مِنْهُمْ فَأَصُكُّ سَهْمًا فِى رَحْلِهِ حَتَّى خَلَصَ نَصْلُ السَّهْمِ إِلَى كَتِفِهِ - قَالَ - قُلْتُ خُذْهَا وَأَنَا ابْنُ الأَكْوَعِ وَالْيَوْمُ يَوْمُ الرُّضَّعِ قَالَ فَوَاللَّهِ مَا زِلْتُ أَرْمِيهِمْ وَأَعْقِرُ بِهِمْ فَإِذَا رَجَعَ إِلَىَّ فَارِسٌ أَتَيْتُ شَجَرَةً فَجَلَسْتُ فِى أَصْلِهَا ثُمَّ رَمَيْتُهُ فَعَقَرْتُ بِهِ حَتَّى إِذَا تَضَايَقَ الْجَبَلُ فَدَخَلُوا فِى تَضَايُقِهِ عَلَوْتُ الْجَبَلَ فَجَعَلْتُ أُرَدِّيهِمْ بِالْحِجَارَةِ - قَالَ - فَمَا زِلْتُ كَذَلِكَ أَتْبَعُهُمْ حَتَّى مَا خَلَقَ اللَّهُ مِنْ بَعِيرٍ مِنْ ظَهْرِ رَسُولِ اللَّهِ صلى الله عليه وسلم إِلاَّ خَلَّفْتُهُ وَرَاءَ ظَهْرِى وَخَلَّوْا بَيْنِى وَبَيْنَهُ ثُمَّ اتَّبَعْتُهُمْ أَرْمِيهِمْ حَتَّى أَلْقَوْا أَكْثَرَ مِنْ ثَلاَثِينَ بُرْدَةً وَثَلاَثِينَ رُمْحًا يَسْتَخِفُّونَ وَلاَ يَطْرَحُونَ شَيْئًا إِلاَّ جَعَلْتُ عَلَيْهِ آرَامًا مِنَ الْحِجَارَةِ يَعْرِفُهَا رَسُولُ اللَّهِ صلى الله عليه وسلم وَأَصْحَابُهُ حَتَّى أَتَوْا مُتَضَايِقًا مِنْ ثَنِيَّةٍ فَإِذَا هُمْ قَدْ أَتَاهُمْ فُلاَنُ بْنُ بَدْرٍ الْفَزَارِىُّ فَجَلَسُوا يَتَضَحَّوْنَ - يَعْنِى يَتَغَدَّوْنَ - وَجَلَسْتُ عَلَى رَأْسِ قَرْنٍ قَالَ الْفَزَارِىُّ مَا هَذَا الَّذِى أَرَى قَالُوا لَقِينَا مِنْ هَذَا الْبَرْحَ وَاللَّهِ مَا فَارَقَنَا مُنْذُ غَلَسٍ يَرْمِينَا حَتَّى انْتَزَعَ كُلَّ شَىْءٍ فِى أَيْدِينَا. قَالَ فَلْيَقُمْ إِلَيْهِ نَفَرٌ مِنْكُمْ أَرْبَعَةٌ. قَالَ فَصَعِدَ إِلَىَّ مِنْهُمْ أَرْبَعَةٌ فِى الْجَبَلِ - قَالَ - فَلَمَّا أَمْكَنُونِى مِنَ الْكَلاَمِ - قَالَ - قُلْتُ هَلْ تَعْرِفُونِى قَالُوا لاَ وَمَنْ أَنْتَ قَالَ قُلْتُ أَنَا سَلَمَةُ بْنُ الأَكْوَعِ وَالَّذِى كَرَّمَ وَجْهَ مُحَمَّدٍ صلى الله عليه وسلم لاَ أَطْلُبُ رَجُلاً مِنْكُمْ إِلاَّ أَدْرَكْتُهُ وَلاَ يَطْلُبُنِى رَجُلٌ مِنْكُمْ. فَيُدْرِكَنِى قَالَ أَحَدُهُمْ أَنَا أَظُنُّ. قَالَ فَرَجَعُوا فَمَا بَرِحْتُ مَكَانِى حَتَّى رَأَيْتُ فَوَارِسَ رَسُولِ اللَّهِ صلى الله عليه وسلم يَتَخَلَّلُونَ الشَّجَرَ - قَالَ - فَإِذَا أَوَّلُهُمُ الأَخْرَمُ الأَسَدِىُّ عَلَى إِثْرِهِ أَبُو قَتَادَةَ الأَنْصَارِىُّ وَعَلَى إِثْرِهِ الْمِقْدَادُ بْنُ الأَسْوَدِ الْكِنْدِىُّ - قَالَ - فَأَخَذْتُ بِعِنَانِ الأَخْرَمِ - قَالَ - فَوَلَّوْا مُدْبِرِينَ قُلْتُ يَا أَخْرَمُ احْذَرْهُمْ لاَ يَقْتَطِعُوكَ حَتَّى يَلْحَقَ رَسُولُ اللَّهِ صلى الله عليه وسلم وَأَصْحَابُهُ. قَالَ يَا سَلَمَةُ إِنْ كُنْتَ تُؤْمِنُ بِاللَّهِ وَالْيَوْمِ الآخِرِ وَتَعْلَمُ أَنَّ الْجَنَّةَ حَقٌّ وَالنَّارَ حَقٌّ فَلاَ تَحُلْ بَيْنِى وَبَيْنَ الشَّهَادَةِ. قَالَ فَخَلَّيْتُهُ فَالْتَقَى هُوَ وَعَبْدُ الرَّحْمَنِ - قَالَ - فَعَقَرَ بِعَبْدِ الرَّحْمَنِ فَرَسَهُ وَطَعَنَهُ عَبْدُ الرَّحْمَنِ فَقَتَلَهُ وَتَحَوَّلَ عَلَى فَرَسِهِ وَلَحِقَ أَبُو قَتَادَةَ فَارِسُ رَسُولِ اللَّهِ صلى الله عليه وسلم بِعَبْدِ الرَّحْمَنِ فَطَعَنَهُ فَقَتَلَهُ فَوَالَّذِى كَرَّمَ وَجْهَ مُحَمَّدٍ صلى الله عليه وسلم لَتَبِعْتُهُمْ أَعْدُو عَلَى رِجْلَىَّ حَتَّى مَا أَرَى وَرَائِى مِنْ أَصْحَابِ مُحَمَّدٍ صلى الله عليه وسلم وَلاَ غُبَارِهِمْ شَيْئًا حَتَّى يَعْدِلُوا قَبْلَ غُرُوبِ الشَّمْسِ إِلَى شِعْبٍ فِيهِ مَاءٌ يُقَالُ لَهُ ذُو قَرَدٍ لِيَشْرَبُوا مِنْهُ وَهُمْ عِطَاشٌ - قَالَ - فَنَظَرُوا إِلَىَّ أَعْدُو وَرَاءَهُمْ فَحَلَّيْتُهُمْ عَنْهُ - يَعْنِى أَجْلَيْتُهُمْ عَنْهُ - فَمَا ذَاقُوا مِنْهُ قَطْرَةً - قَالَ - وَيَخْرُجُونَ فَيَشْتَدُّونَ فِى ثَنِيَّةٍ - قَالَ - فَأَعْدُو فَأَلْحَقُ رَجُلاً مِنْهُمْ فَأَصُكُّهُ بِسَهْمٍ فِى نُغْضِ كَتِفِهِ. قَالَ قُلْتُ خُذْهَا وَأَنَا ابْنُ الأَكْوَعِ وَالْيَوْمَ يَوْمُ الرُّضَّعِ قَالَ يَا ثَكِلَتْهُ أُمُّهُ أَكْوَعُهُ بُكْرَةَ قَالَ قُلْتُ نَعَمْ يَا عَدُوَّ نَفْسِهِ أَكْوَعُكَ بُكْرَةَ - قَالَ - وَأَرْدَوْا فَرَسَيْنِ عَلَى ثَنِيَّةٍ قَالَ فَجِئْتُ بِهِمَا أَسُوقُهُمَا إِلَى رَسُولِ اللَّهِ صلى الله عليه وسلم - قَالَ - وَلَحِقَنِى عَامِرٌ بِسَطِيحَةٍ فِيهَا مَذْقَةٌ مِنْ لَبَنٍ وَسَطِيحَةٍ فِيهَا مَاءٌ فَتَوَضَّأْتُ وَشَرِبْتُ ثُمَّ أَتَيْتُ رَسُولَ اللَّهِ صلى الله عليه وسلم وَهُوَ عَلَى الْمَاءِ الَّذِى حَلَّيْتُهُمْ عَنْهُ فَإِذَا رَسُولُ اللَّهِ صلى الله عليه وسلم قَدْ أَخَذَ تِلْكَ الإِبِلَ وَكُلَّ شَىْءٍ اسْتَنْقَذْتُهُ مِنَ الْمُشْرِكِينَ وَكُلَّ رُمْحٍ وَبُرْدَةٍ وَإِذَا بِلاَلٌ نَحَرَ نَاقَةً مِنَ الإِبِلِ الَّذِى اسْتَنْقَذْتُ مِنَ الْقَوْمِ وَإِذَا هُوَ يَشْوِى لِرَسُولِ اللَّهِ صلى الله عليه وسلم مِنْ كَبِدِهَا وَسَنَامِهَا - قَالَ - قُلْتُ يَا رَسُولَ اللَّهِ خَلِّنِى فَأَنْتَخِبُ مِنَ الْقَوْمِ مِائَةَ رَجُلٍ فَأَتَّبِعُ الْقَوْمَ فَلاَ يَبْقَى مِنْهُمْ مُخْبِرٌ إِلاَّ قَتَلْتُهُ - قَالَ - فَضَحِكَ رَسُولُ اللَّهِ صلى الله عليه وسلم حَتَّى بَدَتْ نَوَاجِذُهُ فِى ضَوْءِ النَّارِ فَقَالَ:
"يَا سَلَمَةُ أَتُرَاكَ كُنْتَ فَاعِلاً." قُلْتُ نَعَمْ وَالَّذِى أَكْرَمَكَ. فَقَالَ:
"إِنَّهُمُ الآنَ لَيُقْرَوْنَ فِى أَرْضِ غَطَفَانَ." قَالَ فَجَاءَ رَجُلٌ مِنْ غَطَفَانَ فَقَالَ نَحَرَ لَهُمْ فُلاَنٌ جَزُورًا فَلَمَّا كَشَفُوا جِلْدَهَا رَأَوْا غُبَارًا فَقَالُوا أَتَاكُمُ الْقَوْمُ فَخَرَجُوا هَارِبِينَ. فَلَمَّا أَصْبَحْنَا قَالَ رَسُولُ اللَّهِ صلى الله عليه وسلم
"كَانَ خَيْرَ فُرْسَانِنَا الْيَوْمَ أَبُو قَتَادَةَ وَخَيْرَ رَجَّالَتِنَا سَلَمَةُ." قَالَ ثُمَّ أَعْطَانِى رَسُولُ اللَّهِ صلى الله عليه وسلم سَهْمَيْنِ سَهْمُ الْفَارِسِ وَسَهْمُ الرَّاجِلِ فَجَمَعَهُمَا لِى جَمِيعًا ثُمَّ أَرْدَفَنِى رَسُولُ اللَّهِ صلى الله عليه وسلم وَرَاءَهُ عَلَى الْعَضْبَاءِ رَاجِعِينَ إِلَى الْمَدِينَةِ - قَالَ - فَبَيْنَمَا نَحْنُ نَسِيرُ قَالَ وَكَانَ رَجُلٌ مِنَ الأَنْصَارِ لاَ يُسْبَقُ شَدًّا - قَالَ - فَجَعَلَ يَقُولُ أَلاَ مُسَابِقٌ إِلَى الْمَدِينَةِ هَلْ مِنْ مُسَابِقٍ فَجَعَلَ يُعِيدُ ذَلِكَ - قَالَ - فَلَمَّا سَمِعْتُ كَلاَمَهُ قُلْتُ أَمَا تُكْرِمُ كَرِيمًا وَلاَ تَهَابُ شَرِيفًا قَالَ لاَ إِلاَّ أَنْ يَكُونَ رَسُولُ اللَّهِ صلى الله عليه وسلم قَالَ قُلْتُ يَا رَسُولَ اللَّهِ بِأَبِى وَأُمِّى ذَرْنِى فَلأُسَابِقَ الرَّجُلَ قَالَ:
"إِنْ شِئْتَ." قَالَ قُلْتُ اذْهَبْ إِلَيْكَ وَثَنَيْتُ رِجْلَىَّ فَطَفَرْتُ فَعَدَوْتُ - قَالَ - فَرَبَطْتُ عَلَيْهِ شَرَفًا أَوْ شَرَفَيْنِ أَسْتَبْقِى نَفَسِى ثُمَّ عَدَوْتُ فِى إِثْرِهِ فَرَبَطْتُ عَلَيْهِ شَرَفًا أَوْ شَرَفَيْنِ ثُمَّ إِنِّى رَفَعْتُ حَتَّى أَلْحَقَهُ - قَالَ - فَأَصُكُّهُ بَيْنَ كَتِفَيْهِ - قَالَ - قُلْتُ قَدْ سُبِقْتَ وَاللَّهِ قَالَ أَنَا أَظُنُّ. قَالَ فَسَبَقْتُهُ إِلَى الْمَدِينَةِ قَالَ فَوَاللَّهِ مَا لَبِثْنَا إِلاَّ ثَلاَثَ لَيَالٍ حَتَّى خَرَجْنَا إِلَى خَيْبَرَ مَعَ رَسُولِ اللَّهِ صلى الله عليه وسلم قَالَ فَجَعَلَ عَمِّى عَامِرٌ يَرْتَجِزُ بِالْقَوْمِ تَاللَّهِ لَوْلاَ اللَّهُ مَا اهْتَدَيْنَا وَلاَ تَصَدَّقْنَا وَلاَ صَلَّيْنَا وَنَحْنُ عَنْ فَضْلِكَ مَا اسْتَغْنَيْنَا فَثَبِّتِ الأَقْدَامَ إِنْ لاَقَيْنَا وَأَنْزِلَنْ سَكِينَةً عَلَيْنَا فَقَالَ رَسُولُ اللَّهِ صلى الله عليه وسلم
"مَنْ هَذَا." قَالَ أَنَا عَامِرٌ. قَالَ:
"غَفَرَ لَكَ رَبُّكَ." قَالَ وَمَا اسْتَغْفَرَ رَسُولُ اللَّهِ صلى الله عليه وسلم لإِنْسَانٍ يَخُصُّهُ إِلاَّ اسْتُشْهِدَ. قَالَ فَنَادَى عُمَرُ بْنُ الْخَطَّابِ وَهُوَ عَلَى جَمَلٍ لَهُ يَا نَبِىَّ اللَّهِ لَوْلاَ مَا مَتَّعْتَنَا بِعَامِرٍ. قَالَ فَلَمَّا قَدِمْنَا خَيْبَرَ قَالَ خَرَجَ مَلِكُهُمْ مَرْحَبٌ يَخْطِرُ بِسَيْفِهِ وَيَقُولُ قَدْ عَلِمَتْ خَيْبَرُ أَنِّى مَرْحَبُ شَاكِى السِّلاَحِ بَطَلٌ مُجَرَّبُ إِذَا الْحُرُوبُ أَقْبَلَتْ تَلَهَّبُ قَالَ وَبَرَزَ لَهُ عَمِّى عَامِرٌ فَقَالَ قَدْ عَلِمَتْ خَيْبَرُ أَنِّى عَامِرٌ شَاكِى السِّلاَحِ بَطَلٌ مُغَامِرٌ قَالَ فَاخْتَلَفَا ضَرْبَتَيْنِ فَوَقَعَ سَيْفُ مَرْحَبٍ فِى تُرْسِ عَامِرٍ وَذَهَبَ عَامِرٌ يَسْفُلُ لَهُ فَرَجَعَ سَيْفُهُ عَلَى نَفْسِهِ فَقَطَعَ أَكْحَلَهُ فَكَانَتْ فِيهَا نَفْسُهُ. قَالَ سَلَمَةُ فَخَرَجْتُ فَإِذَا نَفَرٌ مِنْ أَصْحَابِ النَّبِىِّ صلى الله عليه وسلم يَقُولُونَ بَطَلَ عَمَلُ عَامِرٍ قَتَلَ نَفْسَهُ قَالَ فَأَتَيْتُ النَّبِىَّ صلى الله عليه وسلم وَأَنَا أَبْكِى فَقُلْتُ يَا رَسُولَ اللَّهِ بَطَلَ عَمَلُ عَامِرٍ قَالَ رَسُولُ اللَّهِ صلى الله عليه وسلم
"مَنْ قَالَ ذَلِكَ." قَالَ قُلْتُ نَاسٌ مِنْ أَصْحَابِكَ. قَالَ:
"كَذَبَ مَنْ قَالَ ذَلِكَ بَلْ لَهُ أَجْرُهُ مَرَّتَيْنِ." ثُمَّ أَرْسَلَنِى إِلَى عَلِىٍّ وَهُوَ أَرْمَدُ فَقَالَ
"لأُعْطِيَنَّ الرَّايَةَ رَجُلاً يُحِبُّ اللَّهَ وَرَسُولَهُ أَوْ يُحِبُّهُ اللَّهُ وَرَسُولُهُ." قَالَ فَأَتَيْتُ عَلِيًّا فَجِئْتُ بِهِ أَقُودُهُ وَهُوَ أَرْمَدُ حَتَّى أَتَيْتُ بِهِ رَسُولَ اللَّهِ صلى الله عليه وسلم فَبَسَقَ فِى عَيْنَيْهِ فَبَرَأَ وَأَعْطَاهُ الرَّايَةَ وَخَرَجَ مَرْحَبٌ فَقَالَ قَدْ عَلِمَتْ خَيْبَرُ أَنِّى مَرْحَبُ شَاكِى السِّلاَحِ بَطَلٌ مُجَرَّبُ إِذَا الْحُرُوبُ أَقْبَلَتْ تَلَهَّبُ فَقَالَ عَلِىٌّ أَنَا الَّذِى سَمَّتْنِى أُمِّى حَيْدَرَهْ كَلَيْثِ غَابَاتٍ كَرِيهِ الْمَنْظَرَهْ أُوفِيهِمُ بِالصَّاعِ كَيْلَ السَّنْدَرَهْ قَالَ فَضَرَبَ رَأْسَ مَرْحَبٍ فَقَتَلَهُ ثُمَّ كَانَ الْفَتْحُ عَلَى يَدَيْهِ. قَالَ إِبْرَاهِيمُ حَدَّثَنَا مُحَمَّدُ بْنُ يَحْيَى حَدَّثَنَا عَبْدُ الصَّمَدِ بْنُ عَبْدِ الْوَارِثِ عَنْ عِكْرِمَةَ بْنِ عَمَّارٍ بِهَذَا الْحَدِيثِ بِطُولِهِ.
[وَحَدَّثَنَا أَحْمَدُ بْنُ يُوسُفَ الأَزْدِىُّ السُّلَمِىُّ حَدَّثَنَا النَّضْرُ بْنُ مُحَمَّدٍ عَنْ عِكْرِمَةَ بْنِ عَمَّارٍ بِهَذَا.]
Tercemesi:
Bize Ebu Bekir b. Ebu Şeybe, ona Haşim b. Kasım; (T)
Bize İshak b. İbrahim, ona Ebu Amir el-Akadî, onlara İkrime b. Ammâr; (T)
Bize Abdullah b. Abdurrahman ed-Dârimî, -bu, onun hadisidir- ona Ebu Ali Ubeydullah b. Abdülmecîd el-Hanefî, ona İkrime b. Ammar, ona İyas b. Seleme, ona da babası (Seleme b. Ekva') şöyle rivayet etmiştir: Bin dört yüz kişi olduğumuz hâlde Rasulullah (sav) ile Hudeybiye'ye geldik. (Hudeybiye) üzerinde elli koyunu (bile) sulayamayacak (bir kuyu) da vardı. Hz. Peygamber (sav) kuyunun kenarına oturdu ve ya dua etti ya da içine tükürdü. (Derken, kuyunun suyu) coştu, ondan su içtik ve sularımızı doldurduk. Ardından Nebî (sav), bizleri ağacın altında biat etmeye çağırdı. Ona ilk biat eden bendim. Sonra (biri) biat etti, daha sonra (başkası) biat etti. Nihayet biatleşmenin ortasında Rasulullah (sav);"ey Seleme! Biat et" buyurdu. Ben, ya Rasulullah! İnsanlar içinde sana ilk biati ben sundum dedim. Nebî (sav); "yine (et)" buyurdu. Hz. Peygamber (sav) beni silahsız görüp bana deri bir kalkan verdi. -Ravilerden biri şüpheye düşüp küçük bir kalkan demiştir- Ardından biat ettim. Biatin sonuna doğru geldiğimizde; "ey Seleme! Sen bana biat etmiyor musun" buyurdu. Ben, ya Rasulullah! Başlangıçta ve ortada sana biat ettim ya dedim. Nebî (sav); "yine (et)" buyurdu. (Böylece) üçüncü kez ona biat ettim. Ardından bana; "ey Seleme! Sana verdiğim deri kalkanın -ravilerden biri şüpheye düşüp küçük kalkan demiştir- nerede" buyurdu. Ben, amcam Amir bana silahsız olarak rast geldi de onu kendisine verdim dedim. (Bunun üzerine) Rasulullah (sav) gülüverdi ve "sen, eski zamanlarda yaşamış bir adamın dediği gibisin! Allah'ım! Bana öyle bir arkadaş nasip et ki, bana kendimden daha sevimli gelsin" buyurdu. Daha sonra müşrikler, sulh için gelip gitmeye başladılar. Neticede barış için mekik dokuduk ve antlaşmaya vardık. Ben Talha b. Ubeydullah'a tabi idim; atını sular, onu tımarlar, kendisinin hizmetini görür ve yemeğinden yerdim. Ailemi ve malımı Allah'a ve rasulüne hicret etmek suretiyle terk et(miş)tim. Biz ve Mekkeliler antlaşma yapınca birbirimize karıştık. Ben de bir ağacın yanına gelip dikenini temizledim ve gövdesine yasladım. (Derken), Mekkeliler'den olup müşriklerden dört kişi bana gelip Rasulullah (sav) hakkında ileri geri konuşmaya başladılar. Ben de onlara öfkelenip başka bir ağaca geçtim. Onlar silahlarını (ağaca) asıp yaslandılar. Onlar bu hâl üzere iken vâdinin aşağısından bir münâdi, ey Muhacirler! İbn Züneym katledildi diye bağırıverdi! (Hemen) kılıcımı çektim, ardından, oturmakta olan o dört kişiye yönelip silahlarını aldım! (Silahlarını) elimde demet yaptım. Sonra, Muhammed'in yüzünü şereflendiren (Allah'a) yemin olsun ki, sizden başını kaldıran olursa onun başını alırım dedim. Ardından onları sürüyerek Rasulullah'a (sav) getirdim. Amcam Amir de Abalât (topluluğundan) olup kendisine Mikrez denilen bir adamı getirdi. Onu, savaş için giydirilmiş bir at üzerinde (ve) yetmiş müşrik içinde Rasulullah'a (sav) getiriyor(du)! Hz. Peygamber (sav) onlara bakıp; "onları bırakın! Günahın başı da sonu da onların olsun" buyurdu. (Böylece) Rasulullah (sav) onları affetti ve Allah, "O Allah ki, Mekke'nin ortasında sizi onlara karşı üstün kıldıktan sonra onların ellerini sizden, sizin ellerinizi de onlardan çekmiştir" ayetinin hepsini indirdi. Sonra Medine'ye dönmek üzere (yola) çıktık. Bir yerde konakladık. Bizimle Lahyân oğulları arasında bir dağ vardı ve onlar müşrik idiler. Rasulullah (sav) bu gece o dağa tırmanan için istiğfarda bulundu. Sanki o (sav), Nebî ve ashâbı için öncü olacaktı. O gece iki ya da üç defa (dağa) tırmandım. Daha sonra Medine'ye geldik. Hz. Peygamber (sav), kölesi Rebâh ile develerini (önden) gönderdi. Ben de onunla beraberdim ve onun beraberinde Talha'nın atı üzerinde (yola) çıktım. Develerle beraber vakit geçiyordum. Sabaha erdiğimizde Abdurrahman el-Fezârî, Rasulullah'ın (sav) develerine baskın verip hepsini alıp götürdü ve Nebî'nin (sav) çobanını da öldürdü. Ben, ey Rebâh! Şu atı al ve onu Talha b. Ubeydullah'a ulaştır. Rasulullah'a da (sav) müşriklerin, develerine baskın verdiğini haber et dedim. Akabinde bir tepeliğe çıkıp Medine'ye yöneldim. Üç kere baskın var diye nidâ ettim. Ardından düşmanın arkasından onları oklayarak yola koyuldum. (O esnada) şiir okuyup; ben Ekva'nın oğluyum! Bugün pişman olacağınız gündür diyordum. Onlardan birine yetişip onu bineğinden vuruyordum. Netice okun demiri omuzuna isabet ediyordu. (Yine o anda) Al bakalım! Ben Ekva'nın oğluyum! Bugün pişman olacağınız gündür diyordum. Vallahi! Onları sürekli oklayıp (bineklerini) telef ettim! Bir süvari bana döndüğünde ağaca gelip gövdesi yanına çömeliyor, sonra onu okluyor ve (bineğini) vuruyordum! Sonunda dağ (yolu) daralınca onun dar yerlerine giriverdiler. Dağa tırmandım, onlara taş atmaya başladım! Onları böylece izlemeye devam ettim. Öyle ki, Allah'ın Rasulullah (sav) için yarattığı develerin (hepsini) arkamda emniyete aldım ve (develer), benimle Hz. Peygamber (sav) arasında kalmış oldular. Akabinde onları oklayarak takipte kaldım. Neticede otuzdan fazla elbise ve mızrağı hafiflemek için attılar. Attıkları her şeye Rasulullah (sav) ve ashabı bilsinler diye taşlardan işaret koyuyordum. Sonunda tepenin dar bir yerine geldiler. Onlar bu hâlde iken Fulan b. Bedr el-Fezâri yanlarına geldi. Kahvaltı yapmak üzere oturuverdiler. Ben de küçük bir dağın tepesine oturdum. Fezârî, o gördüğüm de nedir dedi. Onlar, pek çetin çıktı! Vallahi! Sabahın karanlığından beri bizden ayrılmadı. Oklayıp durdu. Sonunda elimizdeki her şey gitti dediler. O, sizden dört kişi ona karşı çıksın dedi. Onlardan dört kişi dağda bana doğru geldiler. Benimle konuşma fırsatı bulduklarında beni biliyor musunuz dedim. Onlar, hayır! Kimsin sen dediler. Ben, Seleme b. Ekva'yım! Muhammed'in yüzünü şereflendirene and olsun ki, sizden kimi istersem alaşağı ederim. Siz ise bana yetişip de güç yetiremezsiniz dedim. Onlardan biri, zannedersem (doğru söylüyor) dedi. (Böylece) dönüp (gittiler). Ben ise konumumu terk etmedim. Sonunda ağaçların arasına dalan Rasulullah'ın (sav) süvarilerini gördüm! Öncüleri Ehram el-Esedî, arkasında Ebu Katade el-Ensârî, onun arkasında da Mikdâd b. Esved el-Kindî vardı. Ehram'ın (bineğinin) yularını tuttum (ve) (zaten) kaçıp gittiler dedim. (Ayrıca), Ey Ehram! Onlardan sakın! Rasulullah (sav) ve ashabı yetişene dek sana bir fenalık etmesinler dedim. O, ya Seleme! Allah'a, Ahiret Günü'ne inanıyor ve cennet ile cehennemin hak olduğunu biliyorsan benimle şehadet arasına girme dedi. Ben de onu bıraktım. O ve Abdurrahman karşılaştılar. O, Abdurrahman'ın atını heder etti, Abdurrahman da ona darbe indirip onu öldürdü ve onun atına atladı. (Sonra) Rasulullah'ın (sav) süvarisi Ebu Katade, Abdurrahman'a yetişip ona darbe indirdi (ve) onu öldürdü. Muhammed'in yüzünü şereflendirene and olsun ki, onları yaya olarak izledim. Öyle ki, arkamda ne Muhammed'in (sav) ashabını ne de onların (kaldırdığı) tozlardan bir şey gördüm. Nihayet güneşin batmasından önce içinde su bulunan bir tepeye ondan su içmek için sığındılar. Oraya Zü Kurad denilirdi. Zira onlar susuzdular! Baktılar ki ben arkalarında takipteyim (ve) onları kovalıyorum, sudan bir damla bile içemediler! Çıkıp bir tepeye tırmanmaya başladılar. Ben de peşlerine düştüm ve onlardan birine yetişip omuz başından okladım! Al bakalım! Ben Ekva'nın oğluyum! Bugün, pişman olacağınız gündür dedim. (Onlardan biri), Hay anası kaybedesice! Sabahki Ekva mı dedi. Ben, ey nefsinin düşmanı! Evet! Sabahki Ekva dedim. Tepenin üzerinde iki at bıraktılar. Ben de onları sürüyerek Rasulullah'a (sav) getirdim. Amir bana, içinde süt ve su bulunan iki kap getirdi. Ben de abdest alıp (onlardan) içtim. Ardından Rasulullah'ın (sav) yanına geldim. Kendisi onları engellediğim suyun başında bulunmaktaydı. Hz. Peygamber (sav), o develeri, müşriklerden aldığım her şeyi, tüm mızrak ve elbiseyi de ele geçirmişti. (Hatta) Bilal, düşmandan aldığım develerden birini kesmiş de Rasulullah'a (sav) böbreğinden ve pirzolasından kızartıyordu! Ben, ya Rasulullah! Beni bırak da topluluktan yüz adam seçip düşmanı takip edeyim. Onlardan haberci kalmayana dek hepsini öldüreyim dedim. Nebî (sav), ateşin aydınlığında dişleri gözükene dek gülüverdi! Hz. Peygamber (sav); "ey Seleme! Bunu yapabileceğini sanıyor musun" buyurdu. Ben, seni şereflendirene yemin olsun ki evet dedim. Rasulullah (sav); "onlar şimdi Gatafan toprağında konuk ediliyorlar" buyurdu. (Derken) Gatafan'dan bir adam gelip; falanca onlar için bir deve kesti. Onun derisini açtıklarında toz gördüler! Size düşman rast gelmiş' deyip kaçarak gittiler dedi. Sabaha erdiğimizde Hz. Peygamber (sav); "bugün en hayırlı süvarimiz Ebu Katade, en hayırlı piyademiz de Seleme'dir" buyurdu. Ardından Rasulullah (sav), bir süvari payı bir de piyade payı olmak üzere bana iki pay verdi. O payları benim için birleştirdi. Ardından Nebî (sav), Medine'ye dönmek üzere Adbâ (denilen katırının) üzerinde beni terkisine aldı. Bizler yol alırken koşuda geçilmeyen Ensardan bir adam; Medine'ye dek yarışacak yok mu? Yarışan yok mu dedi. Bunu tekrarlamaya başladı. Onun sözünü işitince; sen, şerefli birine hürmet etmez ve ondan çekinmez misin dedim. O, hayır! Sadece Rasulullah (sav) söz konusu olursa dedi. Ben, ya Rasulullah! Beni bırak da şununla yarışayım dedim. O; "dilersen, (yarış)" buyurdu. Ben, (Az öte) git dedim. Ayaklarımı yere sağlam bastım, sabitledim ve koşmaya başladım. Kendimi yormamak adına bir ya da iki yüksek yerde hızımı düşürdüm. Ardından onun peşinden koştum. (Yine) bir ya da iki tepede hızımı düşürdüm. Sonra hızımı arttırdım ve nihayet ona yetiştim. İki omuzu arasına vurup; vallahi! Geçildin dedim. O, (Öyle) zannediyorum dedi. Medine'ye dek onla yarışıp (onu geçtim). Vallahi! Medine'de üç gün kalmadık ki Rasulullah (sav) ile beraber Hayber'e (sefere) çıktık. Amcam Amir, topluluk içinde şiir okumaya başlayıp; vallahi! Allah olmasaydı ne hidayet bulur, ne infak eder ne de namaz kılardık! Fazlına muhtaç iken senden müstağni kalamayız! (Düşmanla) karşılaşırsak ayakları(mızı) sabit kıl! Üzerimize huzuru (sekinet) indir dedi. Rasulullah (sav); "kim o" buyurdu. O, ben Amir dedi. Hz. Peygamber (sav); "Rabbin seni bağışlasın" buyurdu. Rasulullah (sav) biri için özellikle istiğfarda bulundu mu o, şehit düşerdi! (O esnada) devesi üzerinde bulunan Ömer b. Hattab; ya Rasulullah! Bizi Amir'den (az daha) faydalandıramaz mıydın dedi. Hayber'e geldiğimizde reisleri Merhab, kılıcını sallaya sallaya çıktı. Hayber, savaş çanları çaldığında benim silahşörlüğümü , kahramanlığımı ve cevvalliğimi bilir diyordu. Amcam Âmir onunla düello yapmaya çıkıp Hayber, benim de silahşörlüğümü, kahramanlığımı ve savaşın tehlikesine atılganlığımı bilir dedi. Karşılaşıp iki(şer) darbe indirdiler. Merhab'ın kılıcı, Amir'in kalkanına isabet etti. Âmir de ona alttan hamle yaptı (ama) kılıcı kendine dönüverip hayalarını kesti. Kendisini öldürmüş oldu! (Bulunduğum yerden) çıktım. Baktım ki Nebî'nin (sav) ashabından bir grup, Amir'in ameli boşa gitti; kendisini öldürdü diyorlar! Ağlayarak Nebî'ye gelip; ya Rasulullah! Amir'in ameli boşa gitmiş dedim. Hz. Peygamber (sav); "kim dedi bunu" buyurdu. Ben, ashabından insanlar dedim. O; "bunu diyen yanılmıştır! Aksine ona iki sevap vardır" buyurdu. (Sonra) beni, gözünden derdi olan Ali'ye yolladı. Hz. Peygamber (sav); "sancağı, Allah'ı ve Rasulünü seven -ravilerden biri şüpheye düşüp "Allah'ın ve Rasulünün kendisini sevdiği" demiştir- "birine vereceğim" buyurdu. Ali'nin yanına geldim. Gözünden derdi olduğu halde onu Rasulullah'a (sav) getirdim. Nebî (sav) onun gözüne tükürdü ve (gözü) iyileşti. Sancağı kendisine verdi. Merhab (yine meydana) çıkıp Hayber, savaş çanları çaldığında benim silahşörlüğümü , kahramanlığımı ve cevvalliğimi bilir dedi. Ali de ben, anamın Haydar diye isimlendirdiği kişiyim! Ormanda yaşayan aslan gibiyim! Düşmanın dehşetle baktığı biri gibiyim! Düşmanı hallaç pamuğu gibi serer de geçerim dedi. (Çok geçmeden) Merhab'ın başına bir darbe indirdi de onu öldürdü. Ardından fetih, onun eliyle müyesser oldu.
[İbrahim şöyle demiştir: Bize Muhammed b. Yahya, ona Abdussamed b. Abdülvaris, ona da İkrime b. Ammâr bu hadisi uzunca nakletmiştir.
Bize Ahmed b. Yusuf el-Ezdî es-Sülemî, ona Nadr b. Muhammed, ona da İkrime b. Ammar bu isnad ile rivayette bulunmuştur.]
Açıklama:
Yazar, Kitap, Bölüm:
Müslim, Sahîh-i Müslim, Cihâd ve's-Siyer 4678, /772
Senetler:
()
Konular:
Biat, Hz. Peygambere biat etmek
Eziyet, inanmayana
Eziyet, insana
Eziyet, münafıkların Hz. Peygamber'e eziyetleri
Eziyet, müslümanın müslümana
Hitabet, Edebiyat, Şiir, Hiciv
Hz. Peygamber, hakaret ve saygısızlık yapılması
Hz. Peygamber, kendisine yapılan eziyetler
Siyer, Hayber günü
Siyer, Hudeybiye Günü
Öneri Formu
Hadis Id, No:
2740, M004659
Hadis:
حَدَّثَنَا إِسْحَاقُ بْنُ إِبْرَاهِيمَ الْحَنْظَلِىُّ وَمُحَمَّدُ بْنُ رَافِعٍ وَعَبْدُ بْنُ حُمَيْدٍ - وَاللَّفْظُ لاِبْنِ رَافِعٍ - قَالَ ابْنُ رَافِعٍ حَدَّثَنَا وَقَالَ الآخَرَانِ أَخْبَرَنَا عَبْدُ الرَّزَّاقِ أَخْبَرَنَا مَعْمَرٌ عَنِ الزُّهْرِىِّ عَنْ عُرْوَةَ أَنَّ أُسَامَةَ بْنَ زَيْدٍ أَخْبَرَهُ أَنَّ النَّبِىَّ صلى الله عليه وسلم رَكِبَ حِمَارًا عَلَيْهِ إِكَافٌ تَحْتَهُ قَطِيفَةٌ فَدَكِيَّةٌ وَأَرْدَفَ وَرَاءَهُ أُسَامَةَ وَهُوَ يَعُودُ سَعْدَ بْنَ عُبَادَةَ فِى بَنِى الْحَارِثِ بْنِ الْخَزْرَجِ وَذَاكَ قَبْلَ وَقْعَةِ بَدْرٍ حَتَّى مَرَّ بِمَجْلِسٍ فِيهِ أَخْلاَطٌ مِنَ الْمُسْلِمِينَ وَالْمُشْرِكِينَ عَبَدَةِ الأَوْثَانِ وَالْيَهُودِ فِيهِمْ عَبْدُ اللَّهِ بْنُ أُبَىٍّ وَفِى الْمَجْلِسِ عَبْدُ اللَّهِ بْنُ رَوَاحَةَ فَلَمَّا غَشِيَتِ الْمَجْلِسَ عَجَاجَةُ الدَّابَّةِ خَمَّرَ عَبْدُ اللَّهِ بْنُ أُبَىٍّ أَنْفَهُ بِرِدَائِهِ ثُمَّ قَالَ لاَ تُغَبِّرُوا عَلَيْنَا. فَسَلَّمَ عَلَيْهِمُ النَّبِىُّ صلى الله عليه وسلم ثُمَّ وَقَفَ فَنَزَلَ فَدَعَاهُمْ إِلَى اللَّهِ وَقَرَأَ عَلَيْهِمُ الْقُرْآنَ فَقَالَ عَبْدُ اللَّهِ بْنُ أُبَىٍّ أَيُّهَا الْمَرْءُ لاَ أَحْسَنَ مِنْ هَذَا إِنْ كَانَ مَا تَقُولُ حَقًّا فَلاَ تُؤْذِنَا فِى مَجَالِسِنَا وَارْجِعْ إِلَى رَحْلِكَ فَمَنْ جَاءَكَ مِنَّا فَاقْصُصْ عَلَيْهِ. فَقَالَ عَبْدُ اللَّهِ بْنُ رَوَاحَةَ اغْشَنَا فِى مَجَالِسِنَا فَإِنَّا نُحِبُّ ذَلِكَ. قَالَ فَاسْتَبَّ الْمُسْلِمُونَ وَالْمُشْرِكُونَ وَالْيَهُودُ حَتَّى هَمُّوا أَنْ يَتَوَاثَبُوا فَلَمْ يَزَلِ النَّبِىُّ صلى الله عليه وسلم يُخَفِّضُهُمْ ثُمَّ رَكِبَ دَابَّتَهُ حَتَّى دَخَلَ عَلَى سَعْدِ بْنِ عُبَادَةَ فَقَالَ:
"أَىْ سَعْدُ أَلَمْ تَسْمَعْ إِلَى مَا قَالَ أَبُو حُبَابٍ - يُرِيدُ عَبْدَ اللَّهِ بْنَ أُبَىٍّ - قَالَ كَذَا وَكَذَا." قَالَ اعْفُ عَنْهُ يَا رَسُولَ اللَّهِ وَاصْفَحْ فَوَاللَّهِ لَقَدْ أَعْطَاكَ اللَّهُ الَّذِى أَعْطَاكَ وَلَقَدِ اصْطَلَحَ أَهْلُ هَذِهِ الْبُحَيْرَةِ أَنْ يُتَوِّجُوهُ فَيُعَصِّبُوهُ بِالْعِصَابَةِ فَلَمَّا رَدَّ اللَّهُ ذَلِكَ بِالْحَقِّ الَّذِى أَعْطَاكَهُ شَرِقَ بِذَلِكَ فَذَلِكَ فَعَلَ بِهِ مَا رَأَيْتَ. فَعَفَا عَنْهُ النَّبِىُّ صلى الله عليه وسلم.
Tercemesi:
Bize İshak b. İbrahim el-Hanzalî, ona Muhammed b. Râfi' ve Abd b. Humeyd, -lafız, İbn Râfi'ye aittir- onlara Abdürrezzak, onlara Ma'mer, ona ez-Zührî, ona Urve, ona da Üsame b. Zeyd şöyle rivayet etmiştir: Nebî (sav), üzerinde semer, (semerin) altında da Fedek işi kadife (bir kumaş) olan eşeğe binip terkisine de Üsame'yi aldı. (O esnada) Hâris b. Hazrec oğullarındaki Sa'd b. Ubade'yi ziyaret etmek istiyordu. Bu (olay), Bedir Savaşı'ndan önce idi. Nihayet müslümanlardan, puta tapan müşriklerden ve yahudilerden oluşan bir meclise uğradı. Mecliste Abdullah b. Übey ve Abdullah b. Revâha da vardı. Bineğin çıkardığı toz meclisi kaplayınca Abdullah b. Übey, elbisesi ile burnunu kapattı. Ardından; üzerimize toz kaldırma dedi. Hz. Peygamber (sav) onlara selma verdi. Sonra durup indi. Onları Allah'a davet edip onlara Kur'ân okudu. Abdullah b. Übey; adam! Eğer dediğin hakikat ise bundan daha güzeli yoktur! Bizi meclislerimizde sıkboğaz etme! Evine dön! (Ne anlatacaksan) bizden sana gelenlere anlat dedi. Abdullah b. Revâha (söze girip); meclislerimize gel! Biz bunu seviyoruz dedi. (Derken) müslümanlar, müşrikler ve yahudiler ağız dalaşına tutuştular. Öyle ki, birbirlerine saldırmaya yeltendiler. Nebî (sav) ise onları sakinleştirmeye çalıştı. Akabinde bineğine atladı. Nihayet Sa'd b. Ubade'nin yanına girdi. Nebî (sav); "ey Sa'd! Ebu Hubâb Abdullah b. Übey'in dediğini işitmedin mi? Şöyle şöyle dedi" buyurdu. (Sa'd), ya Rasulullah! Onu bağışla ve hoş gör! Vallahi! Allah sana verdiği verdi (ama) bu belde ahalisi ona iltifat edip onu lider edinmekte ittifak etmişlerdi. Allah sana vermiş olduğu hak ile bunu engellediğinde bu onun zoruna gitti. Gördüğünü de bundan dolayı yaptı. Hz. Peygamber de (sav) onu affetti.
Açıklama:
Yazar, Kitap, Bölüm:
Müslim, Sahîh-i Müslim, Cihâd ve's-Siyer 4659, /767
Senetler:
()
Konular:
Eziyet, münafıkların Hz. Peygamber'e eziyetleri
Hz. Peygamber, müşriklerle ilişkileri
Teşvik edilenler, Bağışlayıcı olmak