286 Kayıt Bulundu.
Bize Muhammed b. Kesir, ona Süfyan, ona el-A'meş, ona İbrahim et-Teymî, ona babası, ona da Hz. Ali (ra) rivayet etmiştir: Biz Rasulullah'tan (sav) sadece Kur'an ile şu sahifede bulunanları yazdık. Rasulullah (sav) şöyle buyurdu: "Medîne, Âir'den Sevr’e kadar haremdir. Kim orada bir bid'at işler veya bid'at işleyen birini himâye ederse, Allah’ın, meleklerin ve bütün insanların laneti onun üzerine olsun! Ondan ne tövbe ne de fidye kabul edilir! Müslümanların zimmeti birdir; Müslümanların en düşüğü de o zimmet hakkına sahiptir. Kim, bir Müslüman’ın verdiği emânı bozarsa, Allah’ın, meleklerin ve bütün insanların laneti onun üzerine olsun! Ondan ne tövbe ne de fidye kabul edilir. Kendisini âzâd edenlerin izni olmaksızın kim bir kavmi kendine veli (efendi) ittihaz ederse, Allah’ın, meleklerin ve bütün insanların laneti onun üzerine olsun! Kıyamet günü ondan ne tövbe ne de fidye kabul edilir!"
Açıklama: Âir dağı, Medîne’nin güzey cihetinde bulunan bir dağ adıdır. Sevr ise, Uhud’un gerisinde bulunan küçük bir tepedir. Medîne haremi, işte bu iki dağ arasında kalan bölgedir. Doğu batı cihetinde ise, her iki tarafta bulunan iki taşlık bölge sınırı oluşturmaktadır. “Müslümanların zimmeti”nden maksat, gayri müslimlere verdikleri emân ve güvencedir. Bu hadîste kölenin velâyet hakkından söz edilmektedir. Velâ hakkı; âzâd edenin, âzâd ettiği köleye mirasçı olma hakkıdır. Bu hak, doğrudan doğruya âzâd edene aittir. Köleye mirasçı olma hakkı anlamına gelen velâ, ancak köleyi âzâd etmek suretiyle kazanılabilir. Bir anlamda köleyi âzâd etmek suretiyle yapılan iyiliğin karşılığı gibidir. Velâ hakkı, alınıp satılan bir şey olmadığı gibi, bizzat kölenin de o hakkı istediği birine devretmesi helâl değildir. Çünkü her şeyden önce bu, kendisine iyilikte bulunan birinin hakkını yemek anlamına gelir. Velâ, bir anlamda nesep gibidir; bir insan nesebini babasından başkasına devredemeyeceği gibi, velâ hakkını da kendisini âzâd edenden başkasına devretmesi helâl olmaz. Hadîste, bir kölenin velâyet hakkını, kendisini âzâd edenlerden başkasına devredemeyeceğini ifâde edilmektedir. Hadîste yer alan “izin almaksızın” ifâdesi, sanki izin alınırsa bunun câiz olduğu anlamını doğurmaktadır. Bazı İslâm hukukçuları da bunu kabul ederler. Ancak İslâm hukukçularının büyük çoğunluğu, izin verilse bile, kölenin velâyet hakkını başkalarına devrini câiz görmezler. Buradaki “izin almaksızın” ifâdesini ihtirazî bir kayıt değil, vukûî bir durum olarak kabul ederler. Yani köleler bu işi ekseriyetle izin almak suretiyle yaptıkları için bu ifâde kullanılmıştır. Dolayısıyla burada mefhûm-u muhâlif geçerli değildir.
Bize Ukbe b. Mükrem, ona Ebu Kuteybe, ona Abdullah b. Ömer, ona Nafi', ona da İbn Ömer'in (ra) rivayet ettiğine göre Rasulullah (sav) şöyle buyurdu: "Köle efendisinin izni olmadan evlenirse, nikahı batıldır." [Ebû Davud dedi ki: Bu hadis zayıftır, mevkûftur ve İbn Ömer'in (ra) kendi sözüdür.]
Açıklama: Bu hadisin ravilerinden Abdullah b. Ömer el-Ömerî zayıf biridir. Ahmed b. Hanbel de bu rivayetin münker olduğunu söylemiştir. İslâm hukukçuları, kölenin evlenirken efendisinin iznini almasını gerekli görürler. Efendisinin iznini almadan evlenecek olsa; efendisi bundan haberdar olduğunda rıza gösterirse nikâh câiz, razı olmazsa nikâh akdi geçersizdir
Bize Ali b. Abdullah, ona Süfyân, ona Yahyâ, ona da Amra’nın rivayet ettiğine göre Aişe şöyle demiştir: Berîre özgürlüğünü kazanmak için yaptığı yazışma bedeli hususunda, kendisine yardım etmesi için gelmişti. Aişe ‘Dilersen senin sahiplerine kalan borcunu ben verebilirim, velilik hakkı da bana ait olur’, dedi. Berîre’nin sahipleri ‘Sen istersen ona (borcunun) kalanını verebilirsin’, dediler. Süfyân bir keresinde ‘Sen istersen onun (Berîre’nin) hürriyetini ona verebilirsin. Bununla birlikte velâ hakkı, bizim olur’ dedi. Rasulullah (sav) gelince, Aişe Ona (sav) bu meseleyi sordu. O (sav) "Sen onu (Berîre’yi) satın alıp ona hürriyetini ver. Şüphesiz velâ hakkı, hürriyeti veren kimseye aittir." buyurdu. Sonra Rasulullah (sav) minberin üzerinde durdu. -Bir defasında Süfyân ‘Rasulullah (sav) minberin üzerine çıktı’ dedi- ve "Bir takım kimselere ne oluyor Allah’ın Kitabında olmayan şartlar öne sürüyorlar! Kim Allah’ın Kitabında bulunmayan bir şart koşarsa, isterse yüz defa şart koşmuş olsun, bundan dolayı onun bir hakkı bulunmaz’ buyurdu." Bize Ali, ona Abdülvehhab ve Yahya, onlara Amra rivayet etti. Cafer b. Avn ise Yahya’dan, o da Amra’dan ‘Ben Aişe’yi dinledim’ dediğini rivayet etti. Bu rivayeti Malik’e Yahya, ona Amra, ona da Berîre nakletmiştir. Ancak ilgili rivayette “Peygamber (sav) minbere çıktı” ifadesi zikredilmemiştir.
Bize Hassân b. Ebu Abbâd, ona Hemmâm, ona Nâfi, ona da Abdullah b. Ömer (r.anhuma) şöyle rivayet etmiştir: Hz. Âişe (r.anhuma), Berîre'yi satın almak için sahipleriyle pazarlığa girişti. Bu esnada Hz. Peygamber (sav) namaza gitti. Namazdan gelince Âişe "Berîre'yi ancak velâyet hakkının kendilerinin kalması şartıyla satıyorlar" dedi. Hz. Peygamber (sav) "Velâyet hakkı, ancak satın alıp özgürlüğe kavuşturana aittir" buyurdu. (Hemmâm der ki): Nâfi'ye, "Berîre'nin kocası hür mü yoksa köle miydi?" diye sordum. Nâfi, "Bunu nereden bileyim?" cevabını verdi.
Bize Ebu Yemân, ona Şuayb, ona Zührî, ona Urve b. Zübeyir, ona da Hz. Âişe (r.anha) şöyle rivayet etmiştir: Rasûlullah (sav) yanıma girdi. Ben de ona (Berîre'yi azat ederken sahiplerinin bana velâyetin kendilerinde kalmasını şart koştuklarını) anlattım. Rasûlullah (sav) bana "Sen Berîre'yi onlardan satın al ve hürriyete kavuştur. Şüphesiz velâyet hakkı köleyi hürriyete kavuşturana aittir" buyurdu. Hz. Peygamber (sav) akşam vakti ayağa kalktı ve Allah'a, ona layık sıfatlarla, hamd ve sena ettikten sonra şöyle buyurdu: "Bir takım insanlara ne oluyor ki Allah'ın Kitabı'nda bulunmayan bir takım şartlar ileri sürüyorlar. Kim Allah'ın Kitabında bulunmayan bir şeyi şart koşarsa o şart boştur, velev ki yüz tane şart koşsun. Allah'ın şartı uyulmaya en layık ve en sağlam şarttır."
Bize Abdullah b. Yusuf, ona Malik, ona Nâfi, ona da Abdullah b. ömer (r.anhuma) şöyle demiştir: Müminlerin annesi Âişe bir cariye satın alıp, onu hürriyete kavuşturmak istedi. Cariyenin sahipleri "Biz bu cariyeyi, velayet hakkı bizde olmak kaydıyla satarız" dediler. Âişe onların bu şartını Rasûlullah'a (sav) bildirdi. Rasûlullah (sav) "Bu şart, senin velâyet hakkına engel olmaz. Çünkü velâyet hakkı azat edene aittir." buyurdu.
Bize Abdullah b. Yusuf, ona Malik, ona Hişâm b. Urve, ona Babası (Urve b. Zübeyir), ona da Âişe (r.anha) şöyle demiştir: Berîre bana geldi ve "ben, hürriyetimi satın almak üzere, sahiplerimle her yıl bir ûkıyye (40 dirhem ödemek) üzere dokuz ûkıyye (360 dirhem) karşılığında anlaşma yaptım, bana yardım eder misin?" dedi. Ben de "eğer sahiplerin sen hürriyetine kavuştuktan sonra velayetini bana verirse, ben bu bedeli (dokuz ûkiyyeyi) onlara bir defada öderim" dedim. Bunun üzerine Berîre bu teklifi sahiplerine götürdü, ancak sahipleri bu teklifi reddetti. Sahiplerinin yanından döndüğünde Hz. Peygamber (sav) Âişe'nin yanında oturuyordu. Berîre Âişe'ye "teklifini onlara sundum, ancak velayetin kendilerine ait olmaları dışındaki teklifi reddettiler." dedi. Hz. Peygamber (sav) Berîre'nin dediğini duydu. Aişe de konuyu Hz. Peygamber'e anlattı. Bunun üzerine Hz. Peygamber (sav) Âişe'ye "Berîre'yi onlardan satın al ve velayet şartından onlar lehine vazgeç. Velayet hiç şüphesiz azat edene aittir" buyurdu. Âişe de Berîre'yi bu şekilde satın alıp hürriyetine kavuşturdu. Sonra Rasûlullah (sav) insanlar içinde ayağa kalkıp Allah'a hamd ve sena etti, ardından "Bundan (Allah'a hamd ettikten) sonra, bazı adamlara ne oluyor ki Allah'ın kitabında bulunmayan şartlar öne sürüyorlar. Allah'ın kitabında bulunmayan herhangi bir şart, yüz kere şart kılınmış olsa da muhakkak surette bâtıldır, Allah'ın hükmü uyulmaya en layık, Allah'ın şartı da en sağlam ve en güvenilecek şarttır. Velayet ancak hürriyete kavuşturan kimseye aittir." buyurdu.
Bize Kuteybe b. Said, ona Malik, ona Nafi', ona da İbn Ömer (ra) rivayet etmiştir: Aişe (r.anha) azat etmek için bir cariye (Berîre'yi) satın almak istedi de onun sahipleri: Biz onu sana, velâsı bize ait olmak şartıyla satarız' dediler. Aişe (r.anha) bunu anlatınca Resulullah (sav) şöyle buyurdu: "Bu (şart geçersiz olup) sana mâni değildir. Zira velâ, azat edene aittir."
Bize Ebu Ma'mer Abdullah b. Amr b. Ebu'l-Haccac, ona Abdulvâris, ona Hüseyin el-Muallim, ona Amr b. Şuayb, ona da babası, dedesi (Abdullah b. Amr b. As)'ın (ra) şöyle dediğini nakletmiştir: Riâb b. Huzeyfe bir kadınla evlendi de kadın ondan üç erkek çocuk doğurdu. Sonra da çocukların annesi vefat etti. Çocuklar da annelerinin emlak ve hürriyetine kavuşturduğu kölelerinin velâ hakkına vâris oldular. Amr b. As (ra) da bu kadının oğullarının (annelerine yakınlığı sebebiyle mirasta onlardan arta kalana ortak olan) asabesi idi. (Amr) o çocukları Şam'a götürdü (çocuklar orada Amvâs taunundan) öldüler. Bunun üzerine Amr b. As (ra) geri geldi ve (o sırada) kadının hürriyetine kavuşturduğu bir kölesi (geriye) bir miktar mal bırakarak öldü. (Amr b. As da hem çocukların hem de bu kölenin mallarına vâris olarak el koydu.) Bunun üzerine (ölen) kadının hayatta bulunan) erkek kardeşleri Amr'ı Ömer b. Hattab'a (ra) şikayet ettiler. Bunun üzerine Ömer (ra); Rasulullah (sav): "Çocuğun yahut da babanın kazandığı mal onun (hayatta) olan asabesinindir" buyurdu’ diyerek (Amr b. As lehine hükmetti). (Hadisi rivayet eden Abdullah b. Amr b. As) dedi ki: Sonra (Hz. Ömer) Amr b. As'a (hitaben bu meseleyle ilgili olarak), içinde Abdurrahman b. Avf ile Zeyd b. Sabit'in ve diğer bir adamın şahitliğinin bulunduğu bir de mektup yazdı. Nihayet Abdülmelik halifelik makamına getirilince (daha sonra Hz. Ömer'in bu hükmüne uyulmadığından ölen kadının erkek kardeşleri bu hükmün hilafına) Hişam b. İsmail -veya İsmail b. Hişam'a- şikâyette bulundular. (Hişam b. İsmail de) onlar(ın davasını) Abdülmelik'e arz etti. (Biz de Abdülmelik'e, Hz. Ömer'in bu mektubunu getirdik. O da onu okuyunca:) (Hz. Ömer'in verdiği) bu hüküm, benim de uygun gördüğüm hükümdür’ dedi ve Ömer b. Hattab'ın (ra) mektubuna göre lehimize hüküm verdi. İşte biz şu ana kadar bu hüküm üzere amel edegeldik.
Açıklama: Şayet o köle vefat ettiğinde kendisine varis olacak bir yakını yoksa, kendisini azat eden kimseyle arasındaki velâdan dolayı onu azat eden o köleye mirasçı olur.