295 Kayıt Bulundu.
Bize Ebu Yeman, ona Şuayb, ona Zührî; (T) Bize İsmail, ona kardeşi (Abdülhamid b. Abdullah), ona Süleyman, ona Muhammed b. Ebu Atik, ona İbn Şihab, ona Urve b. Zübeyir, ona da Usame b. Zeyd (ra) şöyle rivayet etmiştir: Bedir'den (savaşından) önce, Rasulullah (sav) üzerinde fedek dokuması saçaklı bir kadife örtü bulunan bir merkebe binip, arkasına da Usame'yi alarak Haris b. Hazrec oğulları mahallesinde bulunan Sad b. Ubade'ye hasta ziyaretine gitti. Yoldayken aralarında Abdullah b. Übey b. Selül'ün de bulunduğu bir meclisin yanından geçtiler. Bu olay Abdullah b. Selül'ün Müslüman olmasından önceydi. Bu mecliste Müslümanlar, müşrikler, puta tapanlar ve Yahudiler karışık halde bulunuyorlardı. Müslümanlardan Abdullah b. Revaha'da orada bulunuyordu. Merkebin kaldırdığı toz bulutu etrafı kaplayınca Abdullah b. Übey kaftanıyla burnunu kapattı ve “Bizim üzerimizi toza bulamayın” dedi. Rasulullah (sav) onlara selam verdi sonra da orada durdu ve merkebinden indi. Onları Allah'a inanmaya davet etti ve onlara Kur'ân okudu. Bunun üzerine Abdullah b. Übey b. Selül “ey kişi! Eğer bu söylediklerin doğruysa bunlardan daha güzel bir söz yoktur. (Ama) Bizim meclislerimizde bunlarla bizi rahatsız etme. Her kim sana gelirse sen bunları ona anlat” dedi. Abdullah b. Revaha da “Aksine ey Allah'ın Rasulü! Sen bizim meclisimizi Kur'an'la kapla. Zira biz bunu çok seviyoruz” dedi. Bunun üzerine Müslümanlar, müşrikler ve Yahudiler birbirlerine hakaret etmeye başladı, hatta ayaklanıp neredeyse kavgaya tutuşacaklardı. Rasulullah da (sav) onları yatıştırmaya çalışıyordu nihayet sakinleşip sustular. Ardından Rasulullah (sav) merkebine binerek yola koyulup Sad b. Ubade'nin evine ulaştı. Rasulullah (sav) ona "Ey Sad! -Abdullah b. Übey'i kastederek- Ebu Hubab'ın neler söylediğini duymadın mı? O şöyle şöyle şeyler söyledi" diyerek olan biteni anlattı. Bunun üzerine Sad b. Ubade “Ey Allah'ın Rasulü! (sav), babam sana feda olsun. Sen onu affet, bağışla. Sana Kitâb'ı indirene and olsun ki, Allah, sana indirilenle hakkı getirmiştir. Şu Medine halkı, İbn Übey'e yönelmiş ona taç giydirmeye, üzerine de krallara layık olan sarığı sarmaya ittifak etmişlerdi. Allah onların bu işlerini sana vermiş olduğu peygamberlikle reddedince, bu iş onların kursaklarında kaldı. Böylece İbn Übey de bu gördüğün işi yaptı” dedi. Bunun üzerine Rasulullah (sav) onu affetti. Zaten Rasulullah (sav) ve ashabı, Allah'ın emrettiği üzere müşriklerin ve ehl-i kitabın kusurlarını affediyor, eziyetlerine de sabrediyorlardı. Allah şöyle buyurmuştur: "...Ehl-i kitaptan sözler duyacaksınız..." (Ali İmran-186). Yine Allah şöyle buyurmuştur: "Ehl-i kitaptan bir çoğu isterler ki..." (Bakara-109). Rasulullah (sav), onları affetme hususunda Allah'ın emirlerini uyguluyor, onların kusurlarını affediyordu. Nihayet Rasulullah'a cihad izni verildi. Böylece Rasulullah (sav) Bedir savaşına girdi. Allah, Bedir savaşında kafirlerin yiğitlerinden ve Kureyş'in ileri gelenlerinden bir kısmını öldürdü. Rasulullah (sav) ve ashabı zafer elde ederek yanlarında kafirlerin yiğitlerinden ve Kureyş'in ileri gelenlerinden esirlerle birlikte Medine'ye döndüklerinde İbn Übey b. Selül ve beraberindeki müşrikler, puta tapanlar “Bu iş, Müslümanlar için açık bir zaferdir. Hadi İslam'a girmek üzere, Rasulullah'a (sav)biat ediniz” deyip Müslüman oldular.
Açıklama: Hadiste geçen ayetler şunlardır: "Andolsun ki, mallarınız ve canlarınız konusunda imtihana çekileceksiniz; sizden önce kendilerine kitap verilenlerden ve müşriklerden birçok üzücü sözler işiteceksiniz. Eğer sabreder ve takvâ gösterirseniz, muhakkak ki bu, (yapılacak) işlerin en değerlisidir." (Ali İmran-186) "Ehl-i kitaptan çoğu, hakikat kendilerine apaçık belli olduktan sonra, sırf içlerindeki kıskançlıktan ötürü, sizi imanınızdan vazgeçirip küfre döndürmek istediler. Yine de siz, Allah onlar hakkındaki emrini getirinceye kadar affedip bağışlayın. Şüphesiz Allah her şeye kadirdir." (Bakara-109)
Bize Yahya b. Bükeyr, ona Leys, ona Ukayl, ona İbn Şihâb, ona Abdurrahman b. Abdullah b. Ka'b, ona Abdullah b. Ka'b, ona da Ka'b b. Malik (ra) şöyle demiştir: Tebûk gazası dışında Rasulullah'ın (sav) yaptığı gazaların hiçbirinden geri kalmadım. Bir tek Bedir gazasına katılmadım. Zaten ona katılmayanlar da ayıplanmadı. Çünkü Rasulullah bu sefere Kureyş kervanına baskın yapma niyetiyle çıkmıştı. Ama Allah, bir sözleşme olmaksızın, Müslümanlarla onların düşmanlarını, savaşmak üzere karşı karşıya getirdi.
Bize Abdülaziz b. Abdullah, ona Yusuf b. Mâcişûn, ona Salih b. İbrahim b. Abdurrahman b. Avf, ona babası (İbrahim b. Abdurrahman), ona da dedesi Abdurrahman şöyle demiştir: Ben Ümeyye b. Halef'e bir mektup yazıp karşılıklı birbirimizi himaye etme antlaşması yaptık. Nihayet Bedir günü olunca, -Abdurrahman burada Ümeyye'nin ve oğlunun öldürülüşünü anlattı- Bilal “eğer Ümeyye kurtulursa benim için hiç kurtuluş yoktur” dedi.
Bana İbrahim b. Musa, ona Hişâm b. Yusuf, ona Ma'mer b. Râşid, ona Hişâm, ona da Urve şöyle demiştir: Zübeyir'in bedeninde, biri omuz kökünde olmak üzere üç kılıç yarası vardı. Ben bu kılıç darbelerinin çukuruna parmaklarımı sokup oynardım. Bu yaraların ikisini Bedir gününde, birisini de Yermûk gününde almıştı. Urve der ki: Kardeşim Abdullah b. Zübeyir şehit edildiği zaman Abdulmelik b. Mervân bana “ey Urve, Zübeyir'in kılıcını tanıyor musun?” dedi. Ben de “evet” dedim. Abdülmelik “o kılıçta ne vardı?” dedi. Ben de “kılıcın ağzında bir kırık vardı ki, bu, Bedir günü kırılmıştı” dedim. Abdulmelik “sen doğru söyledin” dedi ve Nâbiğâ'nın “bihinne fulûlun min kırâ'ı'l-ketâibi -onların kılıçlarında, düşmana kılıç çalmaktan dolayı kırıklar vardı” beytini okudu sonra o kılıcı Urve'ye geri verdi. Hişâm der ki: Biz o kılıca aramızda üçbin (dirhem) kıymet takdir ettik. Onu vârislerimizden biri aldı. Ben onu almış olmayı çok arzu ederdim.
Bana Muhammed b. Alâ, ona Ebu Usame, ona Büreyd, ona dedesi Ebu Bürde, ona da Ebu Musa'nın -zannediyorum ki- Hz. Peygamber'den (sav) rivayet ettiğine göre Hz. peygamber (sav) şöyle buyurmuştur: "Sonra gördük ki, hayır, Uhud gününden sonra (Hayber ve Mekke'nin fethi gibi), Allah'ın bize lütfettiği hayır, ve Bedir gününden sonra, samimiyetimizden dolayı Allah'ın bize verdiği sevapmış."
Bize Abdân, ona Ebu Hamza, ona Osman b. Mevheb, şöyle demiştir: Bir adam gelip Beytullah'da hac yaparken orada oturan bir topluluk gördü ve “bu oturanlar kimdir?” dedi. Oradakiler “bunlar Kureyş'tir” dedi. O zât bu sefer “bunların içinde sözü dinlenen kimdir?” dedi. Onlar “Abdullah b. Ömer'dir” diye cevap verdiler. O zât “ben senden bir şey soracağım, Bu beytin hürmetine bana söyle; Osman b. Affan'ın Uhud günü harpte bulunmadığını bilir misin?” diye sordu. İbn Ömer “evet” dedi. Adam “Bedir gününde de kaybolup harbe katılmadığını bilir misin?” dedi. İbn Ömer yine “evet” dedi. Adam “Osman'ın Rıdvan Biatında ortadan kaybolup Hudeybiye'de hazır bulunmadığını biliyor musun?” dedi. İbn Ömer “evet” dedi. (Bu cevapları alan) adam “Allâhu Ekber” dedi. Bunun üzerine İbn Ömer şöyle dedi: Gel, sana sorduklarının iç yüzünü açıklayayım. Uhud günü Osman'ın bulunmayışına gelince, ben inanıyorum ki Allah onu affedip bağışlamıştır. Bedir'de katılamayışının sebebi nikahı altında bulunan Rasulullah'ın kızının bu sırada ağır hasta olmasıdır. Rasulullah (sav) ona "senin için Bedir'de hazır bulunan bir gazinin sevabı ve ganimet payı vardır" buyurmuştur. Rıdvan Biatı'nda olmayışına gelince Eğer Mekke vadisinde Osman'dan daha fazla şeref ve nüfuz sahibi bir kimse bulunsaydı, muhakkak Rasulullah (sav) Osman'ın yerine onu (Mekke'ye elçi) gönderirdi. Rıdvân Biati, Rasulullah'ın (sav) Osman'ı göndermesinden ve onun da Mekke'ye gitmesinden sonra olmuştur. Osman'ın bu şerefli biattan mahrum olmaması için, Rasulullah (sav) sağ eline işaret ederek "İşte bu, Osman'ın elidir" buyurup onunla sol eli üzerine vurup "İşte bu da Osman'ın biatı" buyurmuştur. Abdullah ibn Ömer, adama “hadi şimdi, sana verdiğim bilgilerle var git” dedi.
Bize İshak, ona Halid (b. Abdullah), ona Hâlid (b. Mihrân), ona İkrime, ona da İbn Abbâs (ra) şöyle rivayet etmiştir: Nebî (sav), Bedir günü, çadırda iken "Allah'ım! Ahdini ve vaadini yerine getirmeni istiyorum. Allah'ım! (Müminlerin hezimetini) dilersen bugünden sonra sana ibadet edilmeyecek." buyurdu. Ebu Bekir, Nebî'nin (sav) elinden tutup "Yâ Rasulullah! Yeter! Rabbine yeterince yakardın" dedi. Hz. Peygamber (sav) zırh kuşanmış bir şekilde "Topluluk hezimete uğrayacak ve arkalarını dönüp kaçacaklar. Hayır, kıyamet, onların (görecekleri asıl azabın) vaktidir. Kıyamet (azabı) ise daha müthiş ve daha acıdır" ayetini okuyarak (savaş alanına) çıktı.
Bu söylenenler, onların Allah'a ve Resûlüne karşı gelmelerinden ötürüdür. Kim Allah ve Resûlüne karşı gelirse, bilsin ki Allah, azabı şiddetli olandır.