139 Kayıt Bulundu.
Bize Ebu Bekir b. Ebu Şeybe ve Muhammed b. Ala el-Hemdânî, o ikisine İbn Nümeyr, ona İbn Ala, ona Hişam, ona da babası (Urve b. Zübeyr) Hz. Aişe'den şu rivayette bulunmuştur: Sa'd Hendek günü Kureyş'ten İbnü'l-Arika denilen bir adamın attığı okla kolundaki atar damarından (sefalik damar) yaralanmıştı. Bunun üzerine Rasulullah (sav) mescidde onu yakından takip etmek için bir çadır kurdurdu. Hz. Peygamber, Hendek Savaşından döndüğünde silahını bırakıp gusül abdesti alınca Cebrail başındaki tozları silkeleyerek Hz. Peygamber'in yanına gelip şöyle dedi: Sen silahı bıraktın ama vallahi biz bırakmadık! Onların karşısına çık! Hz. Peygamber; "nereye" diye sorunca da Cebrail, Kureyza oğullarını işaret etti. Bunun üzerine Rasulullah (sav) Kureyza oğullarıyla savaştı. Savaşın sonunda Kureyzalılar Allah Rasulü’nün hükmüne teslim oldular. Hz. Peygamber de onlar hakkındaki hükmü vermek üzere Sa'd'ı görevlendirdi. Sa'd; ben onlardan eli silah tutanların öldürülmesine, çocuk ve kadınlarının esir edilmesine ve mallarının taksimine hükmediyorum dedi.
Açıklama: Hz. Peygamber’in hüküm vermek için Sa’dı seçmesinde Benî Kurayza kabilesinin muhasaranın ardından İslâm’dan önceki dönemde müttefikleri olan Sa'd b. Muâz’ın kendileri hakkında vereceği hükme razı olacaklarını beyan etmeleri de etkili olmuştur. Sa‘d ise Benî Kurayza’dan ve Hz. Peygamber’den söz aldıktan sonra kararını açıklamıştır. Sa’dın verdiği bu kararın Tevrat’a uygun olduğu (Tesniye, XX/10-15), Kur’an’da da Allah ve Resulüne savaş açan ve yeryüzünde bozgunculuk yapanlara verilecek cezalar arasında böyle bir hükmün bulunduğu (el-Mâide 5/33-34) görülmektedir. (konuyla ilgili bazı açıklamalar için bkz. TDV İslam Ansiklopedisi, KURAYZA (Benî Kurayza) md. )
Hasan b. Ali ve Muhammed b. Yahya b. Faris -mana olarak-, o ikisine Bişr b. Ömer ez-Zehranî, ona Malik b. Enes ona da İbn Şihab, Malik b. Evs b. el-Hadesân'ın şöyle dediğini nakletmiştir: "Hz. Ömer bir gün güneşin yükseldiği bir sırada bana haber gönderip çağırdı. Bunun üzerine yanına vardım ve kendisini doğrudan doğruya bir karyolanın ağaç kısmı üzerine oturmuş halde buldum. Yanına girince bana 'ey Malik, kavminden birkaç aile koşarak geldi. Ben de onlara (ganimet mallarından) bir şeyler verilmesini emrettim, bunları onlara sen bölüştürüver' dedi. Ben de 'bunu sen başka birisine emretseydin keşke' dedim. O sırada (Hz. Ömer'in hizmetçisi) Yerfa çıkageldi ve 'ey Müminlerin Emiri Osman b. Affan, Abdurrahman b. Avf, Zübeyir b. Avvam ve Sa'd b. Ebu Vakkas'ın yanınıza girmelerine izin verir misiniz?' dedi. Hz. Ömer de 'evet' deyip onlara izin verdi, onlar da girdiler. Sonra Yerfa tekrar geldi ve 'ey Müminlerin Emiri yanına Abbas ile Ali'nin girmelerine de izin verir misin?' dedi. Hz. Ömer 'evet' deyip onlara da izin verdi, onlar da girdiler." "Biraz sonra Hz. Abbas 'ey Müminlerin Emiri benimle şu Ali arasında bir hüküm ver' dedi. Orada bulunanlardan biri de 'evet ey Müminlerin Emiri onlar arasında bir hüküm ver ve ikisine de merhametli ol' dedi. Malik b. Evs der ki: Bana öyle geldi ki Hz. Abbas'la Ali kendilerine şefaatçi olsunlar diye bunları (Osman, Abdurrahman, Zübeyir ve Sa'd'ı) önden göndermişlerdi. Hz. Ömer de 'acele etmeyin' dedi. Sonra o topluluğa dönüp şöyle dedi: Göğün ve yerin izniyle durduğu Allah aşkına size soruyorum; Rasulullah'ın (sav) 'biz miras bırakmayız, bizim bıraktığımız sadakadır' buyurduğunu biliyor musunuz? Onlar da 'evet' dediler. Sonra Hz. Ali ile Abbas'a dönüp aynı şekilde sordu: Göğün ve yerin izniyle durduğu Allah aşkına (söyleyiniz) siz, Rasulullah'ın (sav) 'biz miras bırakmayız. Bizim bıraktığımız sadakadır' buyurduğunu biliyor musunuz? dedi. Onlar da 'evet' cevabını verdiler. Bunun üzerine Hz. Ömer şöyle dedi:" "Şüphesiz ki Allah, Rasulüne, hiçbir kimseye vermediği bir özellik tahsis etti ve 'Allah’ın savaşsız olarak onlardan alıp Peygamberi’ne ganimet olarak verdiği mallara gelince, siz o malları elde etmek için ne at koşturdunuz, ne de deve! Fakat Allah peygamberlerini dilediği kimselerin üzerine gönderir de, zâlimlerin kalplerine korku salarak savaşa gerek kalmadan onları yenilgiye uğratır. Allah’ın her şeye gücü yeter' buyurdu. Allah Nadiroğullarının (mallarını) Rasulü'ne fey olarak verdi. Allah'a yemin olsun ki Hz. Peygamber (sav) bu malların paylaştırılmasında, kendini size tercih etmedi. Kendisi onları alıp da size vermemezlik de etmedi. Rasulullah (sav) bu mallardan bir senelik nafaka -yahut nafakasını ya da ailesinin bir senelik nafakasını- tereddüt raviye aittir.- alır, kalanı da (hazinedeki) mallar arasına koyardı. Sonra Hz. Ömer bu cemaate dönüp 'göğün ve yerin izniyle durduğu Allah aşkına size soruyorum. Bunu biliyor musunuz?' dedi. Onlar da 'evet' dediler. Sonra Hz. Abbas ile Ali'ye (ra) yönelip 'göğün ve yerin kendi izniyle durduğu Allah aşkına size soruyorum bunu biliyor musunuz?' dedi. Onlar da 'evet' cevabını verdiler. (Sonra Hz. Ömer konuşmasına şöyle devam etti:)" "Rasulullah (sav) vefat edince Ebu Bekir (ra)'ben Rasulullah'ın halifesiyim' dedi. Bunun üzerine sen (ey Abbas) şu Ali ile birlikte Ebu Bekir'in huzuruna varıp kardeşinin oğlunun (yani Hz. Peygamber'den hissene düşecek olan) mirasını istedin. Bu da karısının (Fatıma'nın) mirasını babasından istiyordu. Hz. Ebu Bekir (ra) de size şöyle dedi: Rasulullah (sav) 'biz miras bırakmayız. Bizim bıraktığımız sadakadır' buyurdu. Allah bilir ya Ebu Bekir doğru sözlüdür. Allah'ın emirlerine hakkıyla uyucudur. Doğru yoldadır ve hakka tabidir. Hz. Peygamberden kalan bu malların tasarrufu Ebu Bekir'e verildi. Ebu Bekir vefat edince de ben 'Rasulullah (sav) ve Ebu Bekir'in halifesi benim' dedim ve Allah'ın dilediği ana kadar bu malların tasarrufuna yetkili oldum. Derken sen ve şu (Ali), ikinizin de işi bir olduğu halde beraberce gelip benden bu malları istediniz. Ben de 'eğer bu malları size vermemi istiyorsanız O malları Rasulullah'ın (sav) sarf ettiği yerlere sarf edeceğinize dair Allah'a söz vermeniz şartıyla (onları size verebilirim)' dedim. Bu şartlar altında bu malı benden aldınız. Sonra aranızda bunun dışında bir hüküm vermem için (kalkıp tekrar) bana geldiniz. Allah'a yemin olsun ki: Kıyamet kopuncaya kadar aranızda bundan başka bir hüküm vermem, eğer bu şartları yerine getirmekken aciz kalırsanız. Onları bana geri veriniz." [Ebu Davud der ki: (Hz. Abbas'la Hz. Ali, Hz. Ömer'den) O malları ikisi arasında yarıya bölmesini (ve idare ve tasarruf hakkının kendilerine verilmesini) istediler. Yoksa onlar Peygamber'in (sav) "biz miras bırakmayız. Bizim bıraktığımız sadakadır" dediğini bilmiyor değillerdi. Onlar doğru olandan başka bir şey istemiyorlardı. Nitekim Hz. Ömer de 'ben bu mala taksim ismini koydurmam onu olduğu gibi bırakırım' (demek suretiyle bu duruma işaret etmiştir).]
Hasan b. Ali ve Muhammed b. Yahya b. Faris -(lafzı farklı) manası aynı olmak üzere (rivayet etti)- o ikisine Bişr b. Ömer ez-Zehraî ona Malik b. Enes ona da İbn Şihab, Malik b. Evs b. el-Hadesân'ın şöyle dediğini nakletmiştir: Ömer (b. el-Hattab bir gün) güneşin yükseldiği bir sırada bana (bir haber) gönderdi. Bunun üzerine yanına vardım ve kendisini (mindersiz olarak) doğrudan doğruya bir karyolanın ağaç kısmı üzerine oturmuş halde buldum. Yanına girince bana Ey Malik (senin) kavminden birkaç aile koşarak geldi. Ben de onlara (ganimet mallarından) bir şeyler verilmesini emrettim, (bu atiyyeleri) onlara sen bölüştürüver dedi. Ben de bunu sen başka birisine emretsen (daha iyi olurdu) dedim. O sırada (Hz. Ömer'in hizmetçisi) Yerfa' (çıkıp) geldi ve Ey mü'minlerin emiri Osman b. Affan'la Abdurrahman b. Avf, Zübeyr b. el-Avvam ve Sa'd b. Ebu Vakkas'ın yanınıza girmelerine izin verir misiniz? dedi. (Hz. Ömer de) evet cevabını verdi, (ve yanına girmeleri için) onlara izin verdi (onlarda) girdiler. Sonra Yerfa' (tekrar) geldi ve Ey Mü'minlerin emiri yanına Abbas ile Ali'nin girmelerini de izin verir misin? dedi. (o da) evet dedi (ve yanına girmeleri için) onlara da izin verdi, (onlar da) girdiler. Biraz sonra Hz. Abbas (söz aldı ve) Ey mü'minlerin emiri benimle şu Ali arasında bir hüküm ver dedi. Orada bulunanlardan biri de evet ey mü'minlerin emiri onlar arasında bir hüküm ver ve ikisine de merhametli ol dedi. Malik b. Evs (sözlerine devamla şöyle) dedi: Bana öyle geldi ki (Hz. Abbas'la Ali, Hz. Osman'la Hz. Abdurrahman, ez-Zübeyr ve Sa'd'dan oluşan) bu cemaati bir iş için (şefaatçi olmaları gayesiyle) önden göndermişlerdi. Hz. Ömer de acele etmeyin dedi. Sonra o topluluğa dönüp göğün ve yerin izniyle durduğu Allah aşkına size soruyorum Rasulullah (sav)- "biz miras bırakmayız, bizim bıraktığımız sadakadır- " buyurduğunu biliyor musunuz? dedi. (Onlar da) evet dediler. Sonra Hz. Ali ile Abbas'a dönüp göğün ve yerin izniyle durduğu Allah aşkına (söyleyiniz) siz, Rasulullah'ın (sav)- "biz miras bırakmayız. Bizim (arkamızda) bıraktığımız (mal) sadakadır"- buyurduğunu biliyor musunuz? dedi (onlar da) evet cevabını verdiler. (Bunun üzerine Hz. Ömer şöyle) dedi. Şüphesiz ki Allah Rasul'ünü hiçbir kimseye vermediği bir özellikle tahsis etti (Kur'ân-ı Kerîm'inde şöyle) buyurdu: "Allah'ın onlardan Peygamberine verdiği ganimetlere gelince söz (onu elde etmek için) onun üzerine ne at ne de deve sürdünüz fakat Allah Peygamber'lerini dilediği kimselerin üzerine salar (onlara üstün getirir) Allah her-şeye kadirdir." Allah Nadiroğullarının (mallarını) Rasulü'ne fey olarak verdi. Allah'a yemin olsun ki: (Hz. Peygamber) bu mallar (ın paylaştırılmasın)da (kendini) size (asla) tercih etmedi. Kendisi onları alıp da size vermemezlik de etmedi. Rasulullah (sav) (Nadiroğullarından fey olarak ele geçen) bu mallardan bir senelik nafaka -yahut nafakasını ya da ailesinin bir senelik nafakasını- alırdı. (Bu ifadedeki tereddüt raviye aittir.) Kalanı da (hazinedeki) mallar arasına koyardı. Sonra (Hz. Ömer) bu cemaate yönelip: Göğün ve yerin izniyle durduğu Allah aşkına size soruyorum. Bunu biliyor musunuz? dedi. (Onlar da): Evet dediler. Sonra Hz. Abbas ile Ali'ye (ra) yönelip: Göğün ve yerin kendi izniyle durduğu Allah aşkına size soruyorum bunu biliyor musunuz? dedi. (Onlar da): Evet cevabını verdiler, (sonra Hz. Ömer konuşmasına şöyle devam etti.) Rasulullah (sav) vefat edince Ebu Bekir (ra): Ben Rasulullah'ın halifesiyim dedi. (Hz. Ömer konuşmasına şöyle devam etti.) Bunun üzerine sen (ey Abbas) şu (karşımda duran) Ali ile Ebu Bekir'e varıp kardeşinin oğlundan (yani Hz. Peygamber'den hissene düşecek olan) mirasını istedin. Bu da karısı (Fatıma) nın mirasını babası (Hz. Muhammed'in malı) ndan istiyordu. Hz. Ebu Bekir (ra) de size (şöyle) cevap verdi: Rasulullah (sav); "biz miras bırakmayız. Bizim bıraktığımız sadakadır." buyurdu. Allah bilir ya Ebu Bekir doğru sözlüdür. Allah'ın emirlerine hakkıyla uyucudur. Doğru yoldadır ve hakka tabidir. (Bu yüzden de) Hz. Peygamberden kalan bu mallar (ın idaresi) Ebu Bekir'e verildi. Ebu Bekir vefat edince de ben Rasulullah (sav) ve Ebu Bekir'in halifesi benim dedim ve Allah'ın mütevelli olmamı dilediği ana kadar bu mallara mütevelli oldu. Derken sen ve şu (Ali) ikinizin de işi bir olduğu halde beraberce (karşıma) gelip benden bu malları istediniz. Ben de (size) eğer bu mallan size vermemi istiyorsanız O malları Rasulullah'ın (sav) sarf ettiği yerlere sarf edeceğinize dair Allah'a söz vermeniz şartıyla (onları size verebilirim) dedim. Bu şartlar altında bu malı benden aldınız. Sonra aranızda bunun dışında bir hüküm vermem için (kalkıp tekrar) bana geldiniz. Allah'a yemin olsun ki: Kıyamet kopuncaya kadar aranızda bundan başka bir hüküm vermem, eğer bu şartlar (ı yerine getirmekken aciz kalırsanız. Onları bana geri veriniz. [Ebû Davud der ki: (Hz. Abbas'la Hz. Ali, Hz. Ömer'den) O malları ikisi arasında yarıya bölmesini (ve idare ve tasarruf hakkının kendilerine verilmesini) istediler. Yoksa onlar Peygamber'in (sav); "biz miras bırakmayız. Bizim bıraktığımız sadakadır" dediğini bilmiyor değillerdi. Onlar doğru olandan başka bir şey istemiyorlardı. Nitekim Hz. Ömer de ben bu mala taksim ismini koydurmam onu olduğu gibi bırakırım (demek suretiyle bu duruma işaret etmiştir).]
Hasan b. Ali ve Muhammed b. Yahya b. Faris -mana olarak-, o ikisine Bişr b. Ömer ez-Zehranî, ona Malik b. Enes ona da İbn Şihab, Malik b. Evs b. el-Hadesân'ın şöyle dediğini nakletmiştir: "Hz. Ömer bir gün güneşin yükseldiği bir sırada bana haber gönderip çağırdı. Bunun üzerine yanına vardım ve kendisini doğrudan doğruya bir karyolanın ağaç kısmı üzerine oturmuş halde buldum. Yanına girince bana 'ey Malik, kavminden birkaç aile koşarak geldi. Ben de onlara (ganimet mallarından) bir şeyler verilmesini emrettim, bunları onlara sen bölüştürüver' dedi. Ben de 'bunu sen başka birisine emretseydin keşke' dedim. O sırada (Hz. Ömer'in hizmetçisi) Yerfa çıkageldi ve 'ey Müminlerin Emiri Osman b. Affan, Abdurrahman b. Avf, Zübeyir b. Avvam ve Sa'd b. Ebu Vakkas'ın yanınıza girmelerine izin verir misiniz?' dedi. Hz. Ömer de 'evet' deyip onlara izin verdi, onlar da girdiler. Sonra Yerfa tekrar geldi ve 'ey Müminlerin Emiri yanına Abbas ile Ali'nin girmelerine de izin verir misin?' dedi. Hz. Ömer 'evet' deyip onlara da izin verdi, onlar da girdiler." "Biraz sonra Hz. Abbas 'ey Müminlerin Emiri benimle şu Ali arasında bir hüküm ver' dedi. Orada bulunanlardan biri de 'evet ey Müminlerin Emiri onlar arasında bir hüküm ver ve ikisine de merhametli ol' dedi. Malik b. Evs der ki: Bana öyle geldi ki Hz. Abbas'la Ali kendilerine şefaatçi olsunlar diye bunları (Osman, Abdurrahman, Zübeyir ve Sa'd'ı) önden göndermişlerdi. Hz. Ömer de 'acele etmeyin' dedi. Sonra o topluluğa dönüp şöyle dedi: Göğün ve yerin izniyle durduğu Allah aşkına size soruyorum; Rasulullah'ın (sav) 'biz miras bırakmayız, bizim bıraktığımız sadakadır' buyurduğunu biliyor musunuz? Onlar da 'evet' dediler. Sonra Hz. Ali ile Abbas'a dönüp aynı şekilde sordu: Göğün ve yerin izniyle durduğu Allah aşkına (söyleyiniz) siz, Rasulullah'ın (sav) 'biz miras bırakmayız. Bizim bıraktığımız sadakadır' buyurduğunu biliyor musunuz? dedi. Onlar da 'evet' cevabını verdiler. Bunun üzerine Hz. Ömer şöyle dedi:" "Şüphesiz ki Allah, Rasulüne, hiçbir kimseye vermediği bir özellik tahsis etti ve 'Allah’ın savaşsız olarak onlardan alıp Peygamberi’ne ganimet olarak verdiği mallara gelince, siz o malları elde etmek için ne at koşturdunuz, ne de deve! Fakat Allah peygamberlerini dilediği kimselerin üzerine gönderir de, zâlimlerin kalplerine korku salarak savaşa gerek kalmadan onları yenilgiye uğratır. Allah’ın her şeye gücü yeter' buyurdu. Allah Nadiroğullarının (mallarını) Rasulü'ne fey olarak verdi. Allah'a yemin olsun ki Hz. Peygamber (sav) bu malların paylaştırılmasında, kendini size tercih etmedi. Kendisi onları alıp da size vermemezlik de etmedi. Rasulullah (sav) bu mallardan bir senelik nafaka -yahut nafakasını ya da ailesinin bir senelik nafakasını- tereddüt raviye aittir.- alır, kalanı da (hazinedeki) mallar arasına koyardı. Sonra Hz. Ömer bu cemaate dönüp 'göğün ve yerin izniyle durduğu Allah aşkına size soruyorum. Bunu biliyor musunuz?' dedi. Onlar da 'evet' dediler. Sonra Hz. Abbas ile Ali'ye (ra) yönelip 'göğün ve yerin kendi izniyle durduğu Allah aşkına size soruyorum bunu biliyor musunuz?' dedi. Onlar da 'evet' cevabını verdiler. (Sonra Hz. Ömer konuşmasına şöyle devam etti:)" "Rasulullah (sav) vefat edince Ebu Bekir (ra)'ben Rasulullah'ın halifesiyim' dedi. Bunun üzerine sen (ey Abbas) şu Ali ile birlikte Ebu Bekir'in huzuruna varıp kardeşinin oğlunun (yani Hz. Peygamber'den hissene düşecek olan) mirasını istedin. Bu da karısının (Fatıma'nın) mirasını babasından istiyordu. Hz. Ebu Bekir (ra) de size şöyle dedi: Rasulullah (sav) 'biz miras bırakmayız. Bizim bıraktığımız sadakadır' buyurdu. Allah bilir ya Ebu Bekir doğru sözlüdür. Allah'ın emirlerine hakkıyla uyucudur. Doğru yoldadır ve hakka tabidir. Hz. Peygamberden kalan bu malların tasarrufu Ebu Bekir'e verildi. Ebu Bekir vefat edince de ben 'Rasulullah (sav) ve Ebu Bekir'in halifesi benim' dedim ve Allah'ın dilediği ana kadar bu malların tasarrufuna yetkili oldum. Derken sen ve şu (Ali), ikinizin de işi bir olduğu halde beraberce gelip benden bu malları istediniz. Ben de 'eğer bu malları size vermemi istiyorsanız O malları Rasulullah'ın (sav) sarf ettiği yerlere sarf edeceğinize dair Allah'a söz vermeniz şartıyla (onları size verebilirim)' dedim. Bu şartlar altında bu malı benden aldınız. Sonra aranızda bunun dışında bir hüküm vermem için (kalkıp tekrar) bana geldiniz. Allah'a yemin olsun ki: Kıyamet kopuncaya kadar aranızda bundan başka bir hüküm vermem, eğer bu şartları yerine getirmekken aciz kalırsanız. Onları bana geri veriniz." [Ebu Davud der ki: (Hz. Abbas'la Hz. Ali, Hz. Ömer'den) O malları ikisi arasında yarıya bölmesini (ve idare ve tasarruf hakkının kendilerine verilmesini) istediler. Yoksa onlar Peygamber'in (sav) "biz miras bırakmayız. Bizim bıraktığımız sadakadır" dediğini bilmiyor değillerdi. Onlar doğru olandan başka bir şey istemiyorlardı. Nitekim Hz. Ömer de 'ben bu mala taksim ismini koydurmam onu olduğu gibi bırakırım' (demek suretiyle bu duruma işaret etmiştir).]
Bana İbrahim b. Musa, ona Hişâm, ona Ma'mer, ona Zührî, ona Salim, ona da İbn Ömer (r.anhuma) şöyle demiştir: Kardeşim Hafsa'nın yanına girdim, (yıkandığı için hala) saç örgülerinden su damlıyordu. Ona "İnsanların sorunu (Ali ile Muaviye'nin arasındaki hilafet kavgası) gördüğün gibi. Benimse idarecilikten nasibim yok. (bu yüzden hakem toplantısına katılmayacağım)" dedim. Hafsa "toplantılara katıl. Çünkü insanlar senin tavrını izliyorlar. katılmamanı muhalefet olarak algılamalarından çekiniyorum" dedi ve kardeşi İbn Ömer'i toplantıya gitmeye razı edene kadar ısrar etti. Toplantı bitip insanlar dağılınca Muaviye (kendisini halife varsayarak) kürsüye çıkıp insanlara hitap etti ve (Abdullah b. Ömer'i kast ederek) "bu (halife seçimi) konusunda bir diyeceği olan ve ortaya çıksın. Zira biz hilafete hem ondan hem de babasından daha fazla hak sahibiyiz" dedi. Habib b. Mesleme, İbn Ömer'e "Muaviye'ye cevap vermedin mi?" dedi. İbn Ömer "Hemen maşlahımın bağını çözüp ona 'sana ve babana karşı savaşan (Ali) halifelik işine senden daha lâyıktır' diyeyim istedim ama toplumu ayrılığa düşürecek, kan dökmeye yol açacak ve amacı dışında yorumlanacak bir söz söylemekten çekindim ve Allah'ın sabreden kuluna hazırladığı mükâfatını düşündüm ( de Muaviye'ye karşılık vermedim)." dedi. Bunun üzerine Habib "sen bir fitneden uzak durmuş ve fenalıktan korunmuşsun" dedi. Mahmud, Abdurrazzak'tan yaptığı rivayetinde "nesvâtuha" kelimesi "nevsâtuha" şeklinde söylemiştir.
Bana İbrahim b. Musa, ona Hişâm, ona Ma'mer, ona Zührî, ona Salim, ona da İbn Ömer (r.anhuma) şöyle demiştir: Kardeşim Hafsa'nın yanına girdim, (yıkandığı için hala) saç örgülerinden su damlıyordu. Ona "İnsanların sorunu (Ali ile Muaviye'nin arasındaki hilafet kavgası) gördüğün gibi. Benimse idarecilikten nasibim yok. (bu yüzden hakem toplantısına katılmayacağım)" dedim. Hafsa "toplantılara katıl. Çünkü insanlar senin tavrını izliyorlar. katılmamanı muhalefet olarak algılamalarından çekiniyorum" dedi ve kardeşi İbn Ömer'i toplantıya gitmeye razı edene kadar ısrar etti. Toplantı bitip insanlar dağılınca Muaviye (kendisini halife varsayarak) kürsüye çıkıp insanlara hitap etti ve (Abdullah b. Ömer'i kast ederek) "bu (halife seçimi) konusunda bir diyeceği olan ve ortaya çıksın. Zira biz hilafete hem ondan hem de babasından daha fazla hak sahibiyiz" dedi. Habib b. Mesleme, İbn Ömer'e "Muaviye'ye cevap vermedin mi?" dedi. İbn Ömer "Hemen maşlahımın bağını çözüp ona 'sana ve babana karşı savaşan (Ali) halifelik işine senden daha lâyıktır' diyeyim istedim ama toplumu ayrılığa düşürecek, kan dökmeye yol açacak ve amacı dışında yorumlanacak bir söz söylemekten çekindim ve Allah'ın sabreden kuluna hazırladığı mükâfatını düşündüm ( de Muaviye'ye karşılık vermedim)." dedi. Bunun üzerine Habib "sen bir fitneden uzak durmuş ve fenalıktan korunmuşsun" dedi. Mahmud, Abdurrazzak'tan yaptığı rivayetinde "nesvâtuha" kelimesi "nevsâtuha" şeklinde söylemiştir.
Bana İbrahim b. Musa, ona Hişâm, ona Ma'mer, ona Zührî, ona Salim, ona da İbn Ömer (r.anhuma) şöyle demiştir: Kardeşim Hafsa'nın yanına girdim, (yıkandığı için hala) saç örgülerinden su damlıyordu. Ona "İnsanların sorunu (Ali ile Muaviye'nin arasındaki hilafet kavgası) gördüğün gibi. Benimse idarecilikten nasibim yok. (bu yüzden hakem toplantısına katılmayacağım)" dedim. Hafsa "toplantılara katıl. Çünkü insanlar senin tavrını izliyorlar. katılmamanı muhalefet olarak algılamalarından çekiniyorum" dedi ve kardeşi İbn Ömer'i toplantıya gitmeye razı edene kadar ısrar etti. Toplantı bitip insanlar dağılınca Muaviye (kendisini halife varsayarak) kürsüye çıkıp insanlara hitap etti ve (Abdullah b. Ömer'i kast ederek) "bu (halife seçimi) konusunda bir diyeceği olan ve ortaya çıksın. Zira biz hilafete hem ondan hem de babasından daha fazla hak sahibiyiz" dedi. Habib b. Mesleme, İbn Ömer'e "Muaviye'ye cevap vermedin mi?" dedi. İbn Ömer "Hemen maşlahımın bağını çözüp ona 'sana ve babana karşı savaşan (Ali) halifelik işine senden daha lâyıktır' diyeyim istedim ama toplumu ayrılığa düşürecek, kan dökmeye yol açacak ve amacı dışında yorumlanacak bir söz söylemekten çekindim ve Allah'ın sabreden kuluna hazırladığı mükâfatını düşündüm ( de Muaviye'ye karşılık vermedim)." dedi. Bunun üzerine Habib "sen bir fitneden uzak durmuş ve fenalıktan korunmuşsun" dedi. Mahmud, Abdurrazzak'tan yaptığı rivayetinde "nesvâtuha" kelimesi "nevsâtuha" şeklinde söylemiştir.
Bana İbrahim b. Musa, ona Hişâm, ona Ma'mer, ona Zührî, ona Salim, ona da İbn Ömer (r.anhuma) şöyle demiştir: Kardeşim Hafsa'nın yanına girdim, (yıkandığı için hala) saç örgülerinden su damlıyordu. Ona "İnsanların sorunu (Ali ile Muaviye'nin arasındaki hilafet kavgası) gördüğün gibi. Benimse idarecilikten nasibim yok. (bu yüzden hakem toplantısına katılmayacağım)" dedim. Hafsa "toplantılara katıl. Çünkü insanlar senin tavrını izliyorlar. katılmamanı muhalefet olarak algılamalarından çekiniyorum" dedi ve kardeşi İbn Ömer'i toplantıya gitmeye razı edene kadar ısrar etti. Toplantı bitip insanlar dağılınca Muaviye (kendisini halife varsayarak) kürsüye çıkıp insanlara hitap etti ve (Abdullah b. Ömer'i kast ederek) "bu (halife seçimi) konusunda bir diyeceği olan ve ortaya çıksın. Zira biz hilafete hem ondan hem de babasından daha fazla hak sahibiyiz" dedi. Habib b. Mesleme, İbn Ömer'e "Muaviye'ye cevap vermedin mi?" dedi. İbn Ömer "Hemen maşlahımın bağını çözüp ona 'sana ve babana karşı savaşan (Ali) halifelik işine senden daha lâyıktır' diyeyim istedim ama toplumu ayrılığa düşürecek, kan dökmeye yol açacak ve amacı dışında yorumlanacak bir söz söylemekten çekindim ve Allah'ın sabreden kuluna hazırladığı mükâfatını düşündüm ( de Muaviye'ye karşılık vermedim)." dedi. Bunun üzerine Habib "sen bir fitneden uzak durmuş ve fenalıktan korunmuşsun" dedi. Mahmud, Abdurrazzak'tan yaptığı rivayetinde "nesvâtuha" kelimesi "nevsâtuha" şeklinde söylemiştir.