حَدَّثَنَا حَفْصُ بْنُ عُمَرَ حَدَّثَنَا شُعْبَةُ أَخْبَرَنِى سُلَيْمَانُ عَنْ أَبِى وَائِلٍ عَنْ عَبْدِ اللَّهِ قَالَ قَسَمَ النَّبِىُّ صلى الله عليه وسلم قَسْمًا فَقَالَ رَجُلٌ إِنَّ هَذِهِ لَقِسْمَةٌ مَا أُرِيدَ بِهَا وَجْهُ اللَّهِ . فَأَخْبَرْتُ النَّبِىَّ صلى الله عليه وسلم فَغَضِبَ حَتَّى رَأَيْتُ الْغَضَبَ فِى وَجْهِهِ وَقَالَ: " يَرْحَمُ اللَّهُ مُوسَى ، لَقَدْ أُوذِىَ بِأَكْثَرَ مِنْ هَذَا فَصَبَرَ " .
Bize Hafs b. Ömer, ona Şu'be, ona Süleyman, ona Ebu Vâil, ona da Abdullah (b. Mesud) şöyle söylemiştir:
Rasulullah (sav) ganimet mallarını taksim etti. Bunun üzerine bir adam 'yapılan bu ganimet taksiminde Allah'ın rızası gözetilmedi' dedi. Ben de Rasulullah'a (sav) geldim ve durumu ilettim. Rasulullah o kadar kızdı ki öfkesini yüzünde gördüm. Sonra da şöyle buyurdu:
"Allah, Musa'ya rahmet eylesin. Ona bundan daha fazla eziyet edildi de yine de sabretti."
Öneri Formu
Hadis Id, No:
23050, B006336
Hadis:
حَدَّثَنَا حَفْصُ بْنُ عُمَرَ حَدَّثَنَا شُعْبَةُ أَخْبَرَنِى سُلَيْمَانُ عَنْ أَبِى وَائِلٍ عَنْ عَبْدِ اللَّهِ قَالَ قَسَمَ النَّبِىُّ صلى الله عليه وسلم قَسْمًا فَقَالَ رَجُلٌ إِنَّ هَذِهِ لَقِسْمَةٌ مَا أُرِيدَ بِهَا وَجْهُ اللَّهِ . فَأَخْبَرْتُ النَّبِىَّ صلى الله عليه وسلم فَغَضِبَ حَتَّى رَأَيْتُ الْغَضَبَ فِى وَجْهِهِ وَقَالَ: " يَرْحَمُ اللَّهُ مُوسَى ، لَقَدْ أُوذِىَ بِأَكْثَرَ مِنْ هَذَا فَصَبَرَ " .
Tercemesi:
Bize Hafs b. Ömer, ona Şu'be, ona Süleyman, ona Ebu Vâil, ona da Abdullah (b. Mesud) şöyle söylemiştir:
Rasulullah (sav) ganimet mallarını taksim etti. Bunun üzerine bir adam 'yapılan bu ganimet taksiminde Allah'ın rızası gözetilmedi' dedi. Ben de Rasulullah'a (sav) geldim ve durumu ilettim. Rasulullah o kadar kızdı ki öfkesini yüzünde gördüm. Sonra da şöyle buyurdu:
"Allah, Musa'ya rahmet eylesin. Ona bundan daha fazla eziyet edildi de yine de sabretti."
Açıklama:
Yazar, Kitap, Bölüm:
Buhârî, Sahîh-i Buhârî, Da'vât 19, 2/550
Senetler:
1. Ebu Abdurrahman Abdullah b. Mesud (Abdullah b. Mesud b. Gafil b. Habib b. Şemh)
2. Ebu Vâil Şakik b. Seleme el-Esedî (Şakik b. Seleme)
3. Ebu Muhammed Süleyman b. Mihran el-A'meş (Süleyman b. Mihran)
4. Ebu Bekir b. Ayyaş el-Esedî (Ebu Bekir b. Ayyaş b. Salim)
5. Ebu Ömer Hafs b. Ömer el-Ezdî (Hafs b. Ömer b. Hâris b. Sehbera)
Konular:
Ganimet, taksim edilmesi, miktarları
Hz. Peygamber, kızması
Sabır, sabretmek
Siyer, Huneyn gazvesi
Bize Muhammed b. Müsennâ, ona Abdülvehhâb b. Abdülmecid, ona Cafer b. Muhammed, ona babası (Muhammed b. Ali b. Hüseyin b. Ali b. Ebu Talib), ona da Câbir b. Abdullah şöyle rivayet etmiştir:
"Rasulullah (sav) hutbe irat ettiği vakit, (bazen) gözleri kıpkırmızı olur, sesi yükselir ve öfkesi artardı. Öyle ki 'Düşman, sabah ya da akşam basın yapacak!' diyerek orduya uyarıda bulunan biri gibi olurdu. Şehadet parmağı ile orta parmağını yan yana getirerek 'Ben, kıyamet vakti şu ikisi gibi birbirine yakın bir zamanda gönderildim' buyurur, sonra da şöyle derdi: Şüphesiz sözlerin en hayırlısı, Allah'ın kitabı; yolların en hayırlısı, Muhammed'in (sav) yoludur. Dinde işlerin en kötüsü de sonradan ortaya atılmış olanlardır (bidatler). Her bidat de dalalettir (sapkınlıktır). Ben, her bir mümine kendi canından daha yakınımdır. Her kim geriye bir mal bırakırsa, o mal ailesinindir. Her kim de bir borç ya da bir yük bırakırsa, onların sorumluluğu bana aittir."
Öneri Formu
Hadis Id, No:
1685, M002005
Hadis:
وَحَدَّثَنِى مُحَمَّدُ بْنُ الْمُثَنَّى حَدَّثَنَا عَبْدُ الْوَهَّابِ بْنُ عَبْدِ الْمَجِيدِ عَنْ جَعْفَرِ بْنِ مُحَمَّدٍ عَنْ أَبِيهِ عَنْ جَابِرِ بْنِ عَبْدِ اللَّهِ قَالَ:
"كَانَ رَسُولُ اللَّهِ صلى الله عليه وسلم إِذَا خَطَبَ احْمَرَّتْ عَيْنَاهُ وَعَلاَ صَوْتُهُ وَاشْتَدَّ غَضَبُهُ، حَتَّى كَأَنَّهُ مُنْذِرُ جَيْشٍ. يَقُولُ صَبَّحَكُمْ وَمَسَّاكُمْ. وَيَقُولُ بُعِثْتُ أَنَا وَالسَّاعَةَ كَهَاتَيْنِ، وَيَقْرُنُ بَيْنَ إِصْبَعَيْهِ السَّبَّابَةِ وَالْوُسْطَى. وَيَقُولُ أَمَّا بَعْدُ فَإِنَّ خَيْرَ الْحَدِيثِ كِتَابُ اللَّهِ، وَخَيْرُ الْهُدَى هُدَى مُحَمَّدٍ، وَشَرُّ الأُمُورِ مُحْدَثَاتُهَا، وَكُلُّ بِدْعَةٍ ضَلاَلَةٌ. ثُمَّ يَقُولُ أَنَا أَوْلَى بِكُلِّ مُؤْمِنٍ مِنْ نَفْسِهِ، مَنْ تَرَكَ مَالاً فَلأَهْلِهِ، وَمَنْ تَرَكَ دَيْنًا أَوْ ضَيَاعًا فَإِلَىَّ وَعَلَىَّ."
Tercemesi:
Bize Muhammed b. Müsennâ, ona Abdülvehhâb b. Abdülmecid, ona Cafer b. Muhammed, ona babası (Muhammed b. Ali b. Hüseyin b. Ali b. Ebu Talib), ona da Câbir b. Abdullah şöyle rivayet etmiştir:
"Rasulullah (sav) hutbe irat ettiği vakit, (bazen) gözleri kıpkırmızı olur, sesi yükselir ve öfkesi artardı. Öyle ki 'Düşman, sabah ya da akşam basın yapacak!' diyerek orduya uyarıda bulunan biri gibi olurdu. Şehadet parmağı ile orta parmağını yan yana getirerek 'Ben, kıyamet vakti şu ikisi gibi birbirine yakın bir zamanda gönderildim' buyurur, sonra da şöyle derdi: Şüphesiz sözlerin en hayırlısı, Allah'ın kitabı; yolların en hayırlısı, Muhammed'in (sav) yoludur. Dinde işlerin en kötüsü de sonradan ortaya atılmış olanlardır (bidatler). Her bidat de dalalettir (sapkınlıktır). Ben, her bir mümine kendi canından daha yakınımdır. Her kim geriye bir mal bırakırsa, o mal ailesinindir. Her kim de bir borç ya da bir yük bırakırsa, onların sorumluluğu bana aittir."
Açıklama:
Kültürümüzde Hadisler projesini ilgilendiren kısım:
شَرُّ الأُمُورِ مُحْدَثَاتُهَا
Yazar, Kitap, Bölüm:
Müslim, Sahîh-i Müslim, Cumu'a 2005, /335
Senetler:
1. Cabir b. Abdullah el-Ensârî (Cabir b. Abdullah b. Amr b. Haram b. Salebe)
2. Muhammed el-Bakır (Muhammed b. Ali b. Hüseyin b. Ali)
3. Ebu Abdullah Cafer es-Sâdık (Cafer b. Muhammed b. Ali b. Hüseyin b. Ali b. Ebu Talib)
4. Ebu Muhammed Abdülvehhab b. Abdülmecid es-Sakafî (Abdulvehhab b. Abdulmecid b. Salt)
5. Muhammed b. Müsenna el-Anezî (Muhammed b. Müsenna b. Ubeyd b. Kays b. Dinar)
Konular:
Borç, Hz. Peygamber'in ölenin borcunu üstlenmesi
Hitabet, Hutbe
Hutbe, Cuma Namazı, cuma namazının hutbesi
Hz. Peygamber, hitabeti
Hz. Peygamber, kızması
Hz. Peygamber, Müminlerin Velisi, babası
Hz. Peygamber, ümmetine merhamet
Hz. Peygamber, vasıfları, şemaili, hasaisi
Kıyamet, zamanı
KTB, BORÇ, BORÇLANMA
KTB, CUMA
Yargı, miras Hukuku
Bize Haccâc, ona Leys, ona Said el-Makbûrî, ona Şerik b. Abdullah b. Ebu Nemir, ona Enes b. Malik şöyle rivayet etmiştir:
"Hz. Peygamber (sav) kalktı ve insanları uyardı. O sırada bir adam kalkıp 'Ey Allah'ın Raslulü! Kıyamet ne zaman?' diye sordu. Bunun üzerine Rasulullah'ın (sav) hoşnutsuzluğu yüzüne yansıdı. Biz adama, 'Otur yerine, Hz. Peygamber'in hoşlanmadığı bir soru sordun' dedik. Sonra adam ikinci defa kalktı ve 'Ey Allah'ın Raslulü! Kıyamet ne zaman?' diye sordu. Rasulullah'ın (sav) hoşnutsuzluğu yüzüne daha fazla yansıdı. Biz adamı yerine oturttuk. Sonra Adam üçüncü defa 'Ey Allah'ın Raslulü! Kıyamet ne zaman?' diye sordu. Rasulullah'ın (sav) 'Yazıklar olsun sana! Kıyamet için ne hazırladın?' buyurdu. Adam 'Hazırladığım şey Allah ve Rasulü’nün sevgisidir' dedi. Rasulullah (sav) ona 'otur, sen sevdiğinle berabersin' dedi."
Açıklama: isnadı kavidir.
Öneri Formu
Hadis Id, No:
61153, HM012733
Hadis:
حَدَّثَنَا حَجَّاجٌ حَدَّثَنَا لَيْثٌ قَالَ حَدَّثَنِي سَعِيدٌ يَعْنِي الْمَقْبُرِيَّ عَنْ شَرِيكِ بْنِ عَبْدِ اللَّهِ بْنِ أَبِي نَمِرٍ عَنْ أَنَسِ بْنِ مَالِكٍ أَنَّ رَسُولَ اللَّهِ صَلَّى اللَّهُ عَلَيْهِ وَسَلَّمَ قَامَ فَحَذَّرَ النَّاسَ فَقَامَ رَجُلٌ فَقَالَ مَتَى السَّاعَةُ يَا رَسُولَ اللَّهِ فَبَسَرَ رَسُولُ اللَّهِ صَلَّى اللَّهُ عَلَيْهِ وَسَلَّمَ فِي وَجْهِهِ فَقُلْنَا لَهُ اقْعُدْ فَإِنَّكَ قَدْ سَأَلْتَ رَسُولَ اللَّهِ صَلَّى اللَّهُ عَلَيْهِ وَسَلَّمَ مَا يَكْرَهُ قَالَ ثُمَّ قَامَ الثَّانِيَةَ فَقَالَ يَا رَسُولَ اللَّهِ مَتَى السَّاعَةُ قَالَ فَبَسَرَ رَسُولُ اللَّهِ صَلَّى اللَّهُ عَلَيْهِ وَسَلَّمَ فِي وَجْهِهِ أَشَدَّ مِنْ الْأُولَى فَأَجْلَسْنَاهُ قَالَ ثُمَّ قَامَ الثَّالِثَةَ فَقَالَ يَا رَسُولَ اللَّهِ مَتَى السَّاعَةُ فَقَالَ لَهُ رَسُولُ اللَّهِ صَلَّى اللَّهُ عَلَيْهِ وَسَلَّمَ وَيْحَكَ وَمَا أَعْدَدْتَ لَهَا قَالَ أَعْدَدْتُ لَهَا حُبَّ اللَّهِ وَرَسُولِهِ فَقَالَ لَهُ رَسُولُ اللَّهِ صَلَّى اللَّهُ عَلَيْهِ وَسَلَّمَ اجْلِسْ فَإِنَّكَ مَعَ مَنْ أَحْبَبْتَ
Tercemesi:
Bize Haccâc, ona Leys, ona Said el-Makbûrî, ona Şerik b. Abdullah b. Ebu Nemir, ona Enes b. Malik şöyle rivayet etmiştir:
"Hz. Peygamber (sav) kalktı ve insanları uyardı. O sırada bir adam kalkıp 'Ey Allah'ın Raslulü! Kıyamet ne zaman?' diye sordu. Bunun üzerine Rasulullah'ın (sav) hoşnutsuzluğu yüzüne yansıdı. Biz adama, 'Otur yerine, Hz. Peygamber'in hoşlanmadığı bir soru sordun' dedik. Sonra adam ikinci defa kalktı ve 'Ey Allah'ın Raslulü! Kıyamet ne zaman?' diye sordu. Rasulullah'ın (sav) hoşnutsuzluğu yüzüne daha fazla yansıdı. Biz adamı yerine oturttuk. Sonra Adam üçüncü defa 'Ey Allah'ın Raslulü! Kıyamet ne zaman?' diye sordu. Rasulullah'ın (sav) 'Yazıklar olsun sana! Kıyamet için ne hazırladın?' buyurdu. Adam 'Hazırladığım şey Allah ve Rasulü’nün sevgisidir' dedi. Rasulullah (sav) ona 'otur, sen sevdiğinle berabersin' dedi."
Açıklama:
isnadı kavidir.
Yazar, Kitap, Bölüm:
Ahmed b. Hanbel, Müsned-i Ahmed, Enes b. Malik 12733, 4/430
Senetler:
1. Enes b. Malik el-Ensarî (Enes b. Malik b. Nadr b. Damdam b. Zeyd b. Haram)
2. Ebu Abdullah Şerik b. Abdullah el-Leysi (Şerik b. Abdullah b. Ebu Nemr)
3. Ebu Sa'd Said b. Ebu Said el-Makburî (Said b. Keysan)
4. Ebu Haris Leys b. Sa'd el-Fehmî (Leys b. Sa'd b. Abdurrahman)
5. Ebu Muhammed Haccac b. Muhammed el-Mesîsî (Haccac b. Muhammed)
Konular:
Adab, soru sorma adabı
Hz. Peygamber, kızması
Hz. Peygamber, sahabeyle iletişimi
Kıyamet, zamanı
KTB, ADAB
KTB, TEBERRÜK
Sevgi, Allah ve Peygamber sevgisi
Sevgi, kişi sevdiğiyle beraberdir
وَحَدَّثَنَا عَبْدُ اللَّهِ بْنُ عُمَرَ بْنِ مُحَمَّدِ بْنِ أَبَانَ الْجُعْفِىُّ حَدَّثَنَا عَبْدُ الرَّحِيمِ - يَعْنِى ابْنَ سُلَيْمَانَ - عَنْ زَكَرِيَّاءَ عَنْ أَبِى إِسْحَاقَ عَنْ عَمْرِو بْنِ مَيْمُونٍ الأَوْدِىِّ عَنِ ابْنِ مَسْعُودٍ قَالَ:
"بَيْنَمَا رَسُولُ اللَّهِ صلى الله عليه وسلم يُصَلِّى عِنْدَ الْبَيْتِ وَأَبُو جَهْلٍ وَأَصْحَابٌ لَهُ جُلُوسٌ. وَقَدْ نُحِرَتْ جَزُورٌ بِالأَمْسِ، فَقَالَ أَبُو جَهْلٍ أَيُّكُمْ يَقُومُ إِلَى سَلاَ جَزُورِ بَنِى فُلاَنٍ فَيَأْخُذُهُ فَيَضَعُهُ فِى كَتِفَىْ مُحَمَّدٍ إِذَا سَجَدَ؟ فَانْبَعَثَ أَشْقَى الْقَوْمِ فَأَخَذَهُ، فَلَمَّا سَجَدَ النَّبِىُّ صلى الله عليه وسلم وَضَعَهُ بَيْنَ كَتِفَيْهِ. قَالَ فَاسْتَضْحَكُوا وَجَعَلَ بَعْضُهُمْ يَمِيلُ عَلَى بَعْضٍ وَأَنَا قَائِمٌ أَنْظُرُ. لَوْ كَانَتْ لِى مَنَعَةٌ طَرَحْتُهُ عَنْ ظَهْرِ رَسُولِ اللَّهِ صلى الله عليه وسلم،. وَالنَّبِىُّ صلى الله عليه وسلم سَاجِدٌ مَا يَرْفَعُ رَأْسَهُ حَتَّى انْطَلَقَ إِنْسَانٌ فَأَخْبَرَ فَاطِمَةَ فَجَاءَتْ، وَهِىَ جُوَيْرِيَةُ فَطَرَحَتْهُ عَنْهُ. ثُمَّ أَقْبَلَتْ عَلَيْهِمْ تَشْتِمُهُمْ. فَلَمَّا قَضَى النَّبِىُّ صلى الله عليه وسلم صَلاَتَهُ رَفَعَ صَوْتَهُ، ثُمَّ دَعَا عَلَيْهِمْ. وَكَانَ إِذَا دَعَا دَعَا ثَلاَثًا، وَإِذَا سَأَلَ سَأَلَ ثَلاَثًا. ثُمَّ قَالَ اللَّهُمَّ عَلَيْكَ بِقُرَيْشٍ ثَلاَثَ مَرَّاتٍ. فَلَمَّا سَمِعُوا صَوْتَهُ ذَهَبَ عَنْهُمُ الضِّحْكُ، وَخَافُوا دَعْوَتَهُ. ثُمَّ قَالَ اللَّهُمَّ عَلَيْكَ بِأَبِى جَهْلِ بْنِ هِشَامٍ وَعُتْبَةَ بْنِ رَبِيعَةَ وَشَيْبَةَ بْنِ رَبِيعَةَ وَالْوَلِيدِ بْنِ عُقْبَةَ وَأُمَيَّةَ بْنِ خَلَفٍ وَعُقْبَةَ بْنِ أَبِى مُعَيْطٍ. وَذَكَرَ السَّابِعَ وَلَمْ أَحْفَظْهُ. فَوَالَّذِى بَعَثَ مُحَمَّدًا صلى الله عليه وسلم بِالْحَقِّ لَقَدْ رَأَيْتُ الَّذِينَ سَمَّى صَرْعَى يَوْمَ بَدْرٍ، ثُمَّ سُحِبُوا إِلَى الْقَلِيبِ قَلِيبِ بَدْرٍ."
[قَالَ أَبُو إِسْحَاقَ الْوَلِيدُ بْنُ عُقْبَةَ غَلَطٌ فِى هَذَا الْحَدِيثِ.]
Bize Abdullah b. Ömer b. Muhammed b. Ebân el-Cu'fî, ona Abdurrahim b. Süleyman, ona Zekeriyya, ona Ebu İshak, ona da Amr b. Meymûn el-Evdî, İbn Mesud'un şöyle dediğini rivayet etmiştir:
"Rasulullah (sav) Kâbe'nin yanında namaz kılıyorken, Ebu Cehil ve arkadaşları da oturuyorlardı. Bir önceki gün bir deve kesilmişti. Ebu Cehil 'Hanginiz falanca oğullarının (devesinin) derisini alıp secdeye gittiğinde Muhammed'in (sav) omuzlarına koyar?' dedi. Orada bulunanların en şerlisi atılıp deriyi aldı ve Nebî (sav) secdeye vardığında omuzları arasına koydu. Müşrikler kahkaha atıp birbirlerine bu durumu eğlenerek işaret etmeye başladılar. Ben de ayakta olanları izliyordum. Eğer gücüm olsaydı onu Rasulullah'ın (sav) sırtından kaldırıp atardım. O esnada Hz. Peygamber (sav) secdede idi ve başını kaldırmadı. Nihayet biri gidip Fatıma'ya haber etti de o çıkageldi. O da genç bir kızdı. Deriyi kaldırıp attı. Ardından oradakilere dönüp sert sözler söyledi. Nebî (sav) namazını bitirince sesini yükseltti, sonra da onlara beddua etti. Hz. Peygamber (sav) dua ettiğinde üç kere eder, (Allah'tan) istekte bulunduğunda da üç kere bulunurdu. Sonra üç kere 'Allah'ım! Kureyş'i sana havale ediyorum' buyurdu. Nebî'nin (sav) sesini işittiklerinde gülme hali onlardan gidiverdi ve duasından korktular. Daha sonra 'Allah'ım! Ebu Cehil b. Hişam'ı, Utbe b. Rebîa'yı, Şeybe b. Rebîa'yı, Velid b. Ukbe'yi, Ümeyye b. Halef'i ve Ukbe b. Ebu Mu'ayt'ı sana havale ediyorum' dedi. Yedinci bir isim daha zikretti ama onu ezberleyemedim. Muhammed'i (sav) hak ile gönderene yemin olsun ki, Hz. Peygamber'in (sav) isim vererek zikrettiği kimselerin bedenlerini Bedir günü yere serilmiş vaziyette gördüm. Akabinde de Bedir kuyusuna atıldılar."
[Hadisin ravilerinden Ebu İshak, Velid b. Ukbe'nin bu hadiste zikredilmesinin hatalı olduğunu söylemiştir.]
Öneri Formu
Hadis Id, No:
2693, M004649
Hadis:
وَحَدَّثَنَا عَبْدُ اللَّهِ بْنُ عُمَرَ بْنِ مُحَمَّدِ بْنِ أَبَانَ الْجُعْفِىُّ حَدَّثَنَا عَبْدُ الرَّحِيمِ - يَعْنِى ابْنَ سُلَيْمَانَ - عَنْ زَكَرِيَّاءَ عَنْ أَبِى إِسْحَاقَ عَنْ عَمْرِو بْنِ مَيْمُونٍ الأَوْدِىِّ عَنِ ابْنِ مَسْعُودٍ قَالَ:
"بَيْنَمَا رَسُولُ اللَّهِ صلى الله عليه وسلم يُصَلِّى عِنْدَ الْبَيْتِ وَأَبُو جَهْلٍ وَأَصْحَابٌ لَهُ جُلُوسٌ. وَقَدْ نُحِرَتْ جَزُورٌ بِالأَمْسِ، فَقَالَ أَبُو جَهْلٍ أَيُّكُمْ يَقُومُ إِلَى سَلاَ جَزُورِ بَنِى فُلاَنٍ فَيَأْخُذُهُ فَيَضَعُهُ فِى كَتِفَىْ مُحَمَّدٍ إِذَا سَجَدَ؟ فَانْبَعَثَ أَشْقَى الْقَوْمِ فَأَخَذَهُ، فَلَمَّا سَجَدَ النَّبِىُّ صلى الله عليه وسلم وَضَعَهُ بَيْنَ كَتِفَيْهِ. قَالَ فَاسْتَضْحَكُوا وَجَعَلَ بَعْضُهُمْ يَمِيلُ عَلَى بَعْضٍ وَأَنَا قَائِمٌ أَنْظُرُ. لَوْ كَانَتْ لِى مَنَعَةٌ طَرَحْتُهُ عَنْ ظَهْرِ رَسُولِ اللَّهِ صلى الله عليه وسلم،. وَالنَّبِىُّ صلى الله عليه وسلم سَاجِدٌ مَا يَرْفَعُ رَأْسَهُ حَتَّى انْطَلَقَ إِنْسَانٌ فَأَخْبَرَ فَاطِمَةَ فَجَاءَتْ، وَهِىَ جُوَيْرِيَةُ فَطَرَحَتْهُ عَنْهُ. ثُمَّ أَقْبَلَتْ عَلَيْهِمْ تَشْتِمُهُمْ. فَلَمَّا قَضَى النَّبِىُّ صلى الله عليه وسلم صَلاَتَهُ رَفَعَ صَوْتَهُ، ثُمَّ دَعَا عَلَيْهِمْ. وَكَانَ إِذَا دَعَا دَعَا ثَلاَثًا، وَإِذَا سَأَلَ سَأَلَ ثَلاَثًا. ثُمَّ قَالَ اللَّهُمَّ عَلَيْكَ بِقُرَيْشٍ ثَلاَثَ مَرَّاتٍ. فَلَمَّا سَمِعُوا صَوْتَهُ ذَهَبَ عَنْهُمُ الضِّحْكُ، وَخَافُوا دَعْوَتَهُ. ثُمَّ قَالَ اللَّهُمَّ عَلَيْكَ بِأَبِى جَهْلِ بْنِ هِشَامٍ وَعُتْبَةَ بْنِ رَبِيعَةَ وَشَيْبَةَ بْنِ رَبِيعَةَ وَالْوَلِيدِ بْنِ عُقْبَةَ وَأُمَيَّةَ بْنِ خَلَفٍ وَعُقْبَةَ بْنِ أَبِى مُعَيْطٍ. وَذَكَرَ السَّابِعَ وَلَمْ أَحْفَظْهُ. فَوَالَّذِى بَعَثَ مُحَمَّدًا صلى الله عليه وسلم بِالْحَقِّ لَقَدْ رَأَيْتُ الَّذِينَ سَمَّى صَرْعَى يَوْمَ بَدْرٍ، ثُمَّ سُحِبُوا إِلَى الْقَلِيبِ قَلِيبِ بَدْرٍ."
[قَالَ أَبُو إِسْحَاقَ الْوَلِيدُ بْنُ عُقْبَةَ غَلَطٌ فِى هَذَا الْحَدِيثِ.]
Tercemesi:
Bize Abdullah b. Ömer b. Muhammed b. Ebân el-Cu'fî, ona Abdurrahim b. Süleyman, ona Zekeriyya, ona Ebu İshak, ona da Amr b. Meymûn el-Evdî, İbn Mesud'un şöyle dediğini rivayet etmiştir:
"Rasulullah (sav) Kâbe'nin yanında namaz kılıyorken, Ebu Cehil ve arkadaşları da oturuyorlardı. Bir önceki gün bir deve kesilmişti. Ebu Cehil 'Hanginiz falanca oğullarının (devesinin) derisini alıp secdeye gittiğinde Muhammed'in (sav) omuzlarına koyar?' dedi. Orada bulunanların en şerlisi atılıp deriyi aldı ve Nebî (sav) secdeye vardığında omuzları arasına koydu. Müşrikler kahkaha atıp birbirlerine bu durumu eğlenerek işaret etmeye başladılar. Ben de ayakta olanları izliyordum. Eğer gücüm olsaydı onu Rasulullah'ın (sav) sırtından kaldırıp atardım. O esnada Hz. Peygamber (sav) secdede idi ve başını kaldırmadı. Nihayet biri gidip Fatıma'ya haber etti de o çıkageldi. O da genç bir kızdı. Deriyi kaldırıp attı. Ardından oradakilere dönüp sert sözler söyledi. Nebî (sav) namazını bitirince sesini yükseltti, sonra da onlara beddua etti. Hz. Peygamber (sav) dua ettiğinde üç kere eder, (Allah'tan) istekte bulunduğunda da üç kere bulunurdu. Sonra üç kere 'Allah'ım! Kureyş'i sana havale ediyorum' buyurdu. Nebî'nin (sav) sesini işittiklerinde gülme hali onlardan gidiverdi ve duasından korktular. Daha sonra 'Allah'ım! Ebu Cehil b. Hişam'ı, Utbe b. Rebîa'yı, Şeybe b. Rebîa'yı, Velid b. Ukbe'yi, Ümeyye b. Halef'i ve Ukbe b. Ebu Mu'ayt'ı sana havale ediyorum' dedi. Yedinci bir isim daha zikretti ama onu ezberleyemedim. Muhammed'i (sav) hak ile gönderene yemin olsun ki, Hz. Peygamber'in (sav) isim vererek zikrettiği kimselerin bedenlerini Bedir günü yere serilmiş vaziyette gördüm. Akabinde de Bedir kuyusuna atıldılar."
[Hadisin ravilerinden Ebu İshak, Velid b. Ukbe'nin bu hadiste zikredilmesinin hatalı olduğunu söylemiştir.]
Açıklama:
Yazar, Kitap, Bölüm:
Müslim, Sahîh-i Müslim, Cihâd ve's-Siyer 4649, /765
Senetler:
1. Ebu Abdurrahman Abdullah b. Mesud (Abdullah b. Mesud b. Gafil b. Habib b. Şemh)
2. Ebu Abdullah Amr b. Meymun el-Evdî (Amr b. Meymun)
3. Ebu İshak es-Sebiî (Amr b. Abdullah b. Ubeyd)
4. Zekeriyya b. Ebu Zâide el-Vâdiî (Zekeriyya b. Halid b. Meymun b. Fîruz)
5. Ebu Ali Abdurrahim b. Süleyman el-Kinânî er-Razi (Abdurrahim b. Süleyman)
6. Abdullah b. Ömer el-Kuraşi (Abdullah b. Ömer b. Muhammed b. Eban)
Konular:
Hz. Peygamber, beddua ettiği kimseler
Hz. Peygamber, hakaret ve saygısızlık yapılması
Hz. Peygamber, kızması
Hz. Peygamber, korunmuşluğu
Hz. Peygamber, Kureyş'e Bedduası,
KTB, DUA
Bize Abdurrezzâk, ona Maʿmer, ona Zuhrî, ona Abdurrahman b. Kaʿb b. Mâlik, ona da babası (Kaʿb b. Mâlik) şöyle demiştir:
"Tebük seferine kadar, ben, Bedir dışında, Rasulullah’ın (sav) katıldığı hiçbir gazveden geri kalmadım. Bedir’e katılmayanlardan hiç kimseyi Rasulullah (sav) kınamamıştır. Çünkü Bedir için yola çıktığında asıl hedefi kervandı. Kureyş de kendi kervanlarına destek için çıkmıştı. Böylece Allah’ın buyurduğu üzere [Enfâl, 8/42], önceden belirlenmiş bir buluşma olmadan, karşı karşıya geldiler. Vallahi, Rasulullah’ın insanlar içindeki en şerefli şahitliklerinden biri Bedir’dir. Buna rağmen ben, İslâm üzerine sözleştiğimiz Akabe gecesindeki biatte bulunmayı, Bedir’de bulunmaya tercih ederim. Daha sonra, Rasulullah’ın (sav) çıktığı son gazve olan Tebûk Gazvesi’ne kadar, hiçbir gazveden geri kalmadım. Rasulullah (sav) insanlara sefere çıkacaklarını haber verdi ve herkesin savaşa hazırlanmasını istedi. Bu (sefer), (sıcaktan dolayı) gölgelerin insana cazip geldiği ve meyveler olgunlaştığı bir vakitteydi. Rasulullah (sav) çoğu zaman gazveye çıkarken maksadını gizler, başka bir yeri hedef gösterirdi. ve 'Harp hiledir' buyururdu. [Yakub'un İbn Şihâb'ın kardeşinin oğlundan rivayetinde (إِلَّا وَرَّى بِغَيْرِهَا) ifadesi kullanılmıştır. Bize Süfyân, ona Ma'mer, Ona Zührî, ona da Abdurrahman b. Abdullah b. Kaʿb b. Mâlik bu hadisi rivayet etti ve rivayetinde (وَرَّى غَيْرَهَا) ifadesini kullanmış, ardından hadisi Abdurrezzâk'ın rivayetine dönmüş, (aynısını rivayet etmiştir).] Rasulullah (sav) çoğu zaman gazveye çıkarken maksadını gizler, başka bir yeri hedef gösterir ve 'Harp hiledir' buyururdu. Ama Tebûk’ta (bizzat nereye gideceğini açıklayarak), herkesin hazırlığını yapmasını arzu etti. Ben, o zamanlar, iki binek toplayacak kadar varlıklı ve cihada çıkabilecek en güçlü dönemimde, çevik ve güçlü idim. Fakat gölgelerin serinliği ve meyvelerin cazibesi beni oyalanmaya sevk etti. Rasulullah (sav) perşembe sabahı sefere çıktı. O, perşembe günleri yola çıkmayı severdi. Ben de kendi kendime 'Yarın pazara gidip hazırlığımı alır, onlara yetişirim' dedim. Ertesi gün pazara gittim ama işlerim biraz ağır geldi. Sonra yine 'Neyse, yarın hazırlar, onlara yetişirim inşallah' dedim. Böyle erteleyerek oyalandım, derken günah bana ağır bastı, üzerime çöktü ve seferden geri kalmış oldum. Mahzun bir şekilde sokaklarda dolaşmaya, Medine çarşılarında gezmeye başladım. Çünkü (savaştan geri kalanların tamamının) münafıklıkla itham edilen kimseler olduğunu görüyordum. Rasulullah’tan (seferden) geri kalan herkes, geri kalmasının fark edilmeyeceğini düşünüyordu. Zira geri kalanlar bir divanda (kayıt defterinde) bir araya getirilmeyecek kadar çoktu; seksen küsur kişiydi."
"Tebûk’a varıncaya kadar Rasulullah (sav) benden söz etmedi. Tebûk’a vardığında 'Kaʿb b. Mâlik ne yaptı?' diye sordu. Kavmimden biri 'Ey Allah'ın Rasulü! Elbiseleri ve omuzlarına bakıp böbürlenmesi onu seferden alıkoydu' dedi. [Yakub'un İbn Şihâb'ın kardeşinin oğlundan rivayetinde (بُرْدَاهُ وَالنَّظَرُ فِي عِطْفَيْهِ) ifadesi kullanılmıştır.] Muâz b. Cebel de 'Ne kötü söz söyledin! Vallahi ey Allah'ın Rasulü, onun hakkında hayırdan başka bir şey bilmiyoruz' dedi. Onlar böyle konuşurken, sıcağın serabı içinde, bir adamın yürüyerek geldiğini gördüler. Rasulullah (sav) 'Bu, Ebu Hayseme olmalı' buyurdu, Bir de baktık ki gerçekten de gelen Ebu Hayseme idi. Sonra Tebûk seferini tamamlayan Rasulullah (sav) dönüp Medine’ye yaklaşınca, ben, Rasulullah’ın (sav) öfkesinden kurtulmanın yollarını aramaya ve ailemden, kendisine danışılacak herkesten fikir sormaya başladım. Nihayet 'Rasulullah (sav) yarın sabah Medine’ye girecek' denilince artık içimdeki bütün yanlış düşünceler kayboldu ve kesin olarak anladım ki, ancak doğruyu söyleyerek kurtulabilirim. Rasulullah (sav) kuşluk vakti Medine’ye girdi. Her sefer dönüşü adeti olduğu üzere Mescide girer iki rekât namaz kılar ve otururdu. Bu sefer de öyle yaptı. Ardından seferden geri kalanlar gelmeye başladılar. Onlar yemin edip, özür beyan ediyorlar, Hz. Peygamber (sav) de onların zahirî beyanlarını esas kabul edip, onlar için bağışlanma diliyor ve iç dünyalarını ise Allah’a bırakıyordu. Ben de mescide girdim. Rasulullah (sav) beni görünce öfkeli bir adam gibi tebessüm etti. Yanına varıp oturdum. Bana 'Sen binek hazırlamamış mıydın?' buyurdu. Ben de 'Evet, ey Allah’ın Rasûlü, hazırlamıştım' dedim. 'Peki seni alıkoyan ne oldu?' buyurdu. Ben de 'Vallahi, ey Allah’ın Rasulü! Eğer senden başka herhangi birinin yanında bulunsaydım, mutlaka bir mazeret ileri sürer, onun öfkesinden kurtulurdum. Çünkü ben tartışmada güçlü biriyim. [Yakub'un İbn Şihâb'ın kardeşinin oğlundan rivayetinde 'Onun gazabından bir özürle kurtulabileceğimi gördüm. (Ukayl’in rivayetinde ise 'onun gazabından bir özürle çıkabilirim' şeklinde geçmektedir.) ama belki de Allah seni bana öfkelendirecektir. Eğer sana doğru bir söz söylersem bu konuda bana darılacaksın, fakat ben bu hususta Allah’ın affını umarım’ denilmektedir.] Fakat ben biliyorum ki eğer ben, aleyhime de olsa, sana doğruyu söylersem, sen bana kızabilirsin, ama ben Allah’ın affını umarım. Ama, seni hoşnut edecek bir bir yalan söylersem, Allah, onun hakikati konusunda seni bilgilendirir. Allah’a yemin olsun ki, ey Allah’ın Rasulü, hiçbir zaman, Tebûk’tan geri kaldığım günkü kadar varlıklı ve sefere hazırlıklı bir konumda hiç olmadım' dedim. Rasulullah (sav) 'İşte bu adam size doğruyu söyledi. Haydi kalk, artık Allah senin hakkında hükmünü verinceye kadar bekle' buyurdu. Ben kalktım. Kavmimden bazı kimseler peşimden gelip beni azarladılar ve 'Vallahi, daha önce senin günah işlediğini bilmiyoruz. Keşke Hz. Peygamber'in (sav) hoşnut olacağı bir mazeret bildirseydin, ardından O da senin için istiğfar ederdi, böylece kendini, hakkında ne hüküm verileceğini bilmediğin bir konuma düşürmezdin' dediler. Beni o kadar azarladılar ki, dönüp söylediklerimi inkâr etmeyi düşündüm. Sonra onlara 'Benim gibi konuşan oldu mu?' dedim, 'Evet, Hilâl b. Ümeyye ve Murâre b. Rebî de aynı şekilde konuştu' dediler. Bunlar Bedir’e katılmış, salih kimselerdi. Bunun üzerine ben 'Hayır! Vallahi, asla sözümü geri almayacağım, kendimi yalanlamayacağım' dedim."
"Rasulullah (sav), üçümüz hakkında, 'Onlarla kimse konuşmasın' diye emretti. Bundan sonra çarşıya çıktığımda kimse benimle konuşmuyordu. İnsanlar, sanki bizim tanıdığımız insanlar değilmiş gibi bize yabancılaştı. Duvarlar bile sanki tanıdığımız duvarlar değilmiş gibi bize yabancı geliyordu. Hatta yeryüzü bile, sanki tanıdığımız yeryüzü değilmiş gibi, bize yabancı görünüyordu. Ben aslında o iki arkadaşımdan daha güçlüydüm. Çarşıya gidiyor, mescide uğruyor, Rasulullah’a (sav) selam veriyordum. Kendi kendime 'Acaba dudaklarını selamıma karşılık kıpırdattı mı?' diye bakıyordum. Namaz kılmak için direklerden birinin arkasına durduğumda, Rasulullah (sav) göz ucuyla bana bakıyor, ama ben ona bakınca yüzünü çeviriyordu. İki arkadaşım ise tamamen teslimiyet göstermiş, gece gündüz ağlıyor, başlarını bile kaldırmıyorlardı. Bir gün çarşıda dolaşırken, yiyecek satmak için gelen bir Hristiyan adam 'Bana Kaʿb b. Mâlik’i gösterecek kim var?' diye soruyordu. İnsanlar beni işaret ettiler. O da bana geldi ve Gassân melikinden bir mektup getirdi. Mektupta 'Bundan sonra: Arkadaşının seni dışladığı ve sana sırt çevirdiği haberi bana ulaştı. Hâlbuki sen aşağılanacak, zayi edilecek bir yerde değilsin. Bize katıl, seni şereflendirelim' diyordu. Ben mektubu okuyunca 'İşte bu da bir imtihan ve fitne' dedim, hemen tandırı tutuşturdum, mektubu içine atıp yaktım. Kırk gece geçince, Rasulullah’tan (sav) bir elçi geldi ve bana 'Hanımından ayrı dur' dedi. Ben 'Onu boşayacak mıyım?' diye sordum, 'Hayır, ama ona yaklaşma' dedi. Hilâl b. Ümeyye’nin hanımı Rasulullah’a (sav) geldi ve 'Ey Allah’ın Rasulü! Hilâl yaşlı ve güçsüzdür. Ona hizmet etmem için bana izin verir misin?' dedi. Rasulullah (sav) 'Evet, ama sakın sana yaklaşmasın' buyurdu. Kadın 'Vallahi onda böyle bir hal yok! O günden beri gece gündüz ağlıyor, hiç hareket etmiyor' dedi. Kaʿb der ki: İmtihanım uzayınca, amcaoğlum Ebu Katâde’nin bahçesine tırmanıp girdim. Ona selam verdim. Selamımı almadı. 'Ey Ebu Katâde! Allah aşkına söyler misin, ben Allah’ı ve Rasûlünü seviyor muyum?' dedim, sessiz kaldı. Tekrar 'Ey Ebu Katâde! Allah için söyle, ben Allah’ı ve Rasulünü seviyor muyum?' dedim, yine sustu. Üçüncü defa söyledim. Bunun üzerine bana 'Allah ve Rasûlü daha iyi bilir' dedi. Artık kendime hâkim olamadım, ağladım ve bahçeden çıkıp gittim."
"Rasulullah’ın (sav) bizimle konuşmayı yasaklamasının üzerinden elli gece geçmişti. Evimizin damında sabah namazını kıldım. Sonra oturdum. Allah'ın 'Bütün genişliğine rağmen yeryüzü onlara dar gelmişti, ve bunalmışlardı' Tevbe, 9/118 ayetinde buyurduğu konumdaydım. İşte o haldeyken, Sel Dağı’nın tepesinden 'Müjde ey Kaʿb b. Mâlik!' diye bir ses duydum, hemen secdeye kapandım. Anladım ki Allah bize ferahlık vermiştir. Bir adam da atla yanıma geldi ve bana müjdeyi verdi. Ama dağın tepesinden gelen ses attan daha hızlı ulaştı. Müjdeciye sevincimin karşılığı olarak üzerimdeki takım elbisemi verdim, ben de başka bir takım elbise giydim. Bizim tövbemiz (ile ilgili ayetler), gecenin üçte ikisi geçtiğinde Rasulullah’a (sav) inmişti. Ümmü Seleme 'Ey Allah'ın Rasulü! Kaʿb b. Mâlik’e hemen müjde versek olmaz mı?' dedi. Rasulullah (sav) 'Evet, ama o zaman insanlar kapınızı aşındırır, gece boyunca uyumanıza engel olurlar' buyurdu. Ümmü Seleme benim hakkımda hayır düşünen ve halime üzülen biriydi. Ben hemen Rasulullah’a (sav) gittim. Mescitte, etrafı Müslümanlarla çevrili halde oturuyordu. Yüzü ay gibi aydınlanmıştı. Zira o, sevindiğinde yüzü parıldardı. Yanına vardım, oturdum. Bana 'Müjde ey Kaʿb b. Mâlik! Annenin seni doğurduğundan beri sana gelen en hayırlı gün budur' buyurdu. Ben 'Ey Allah’ın Rasulü! Bu müjde sana Allah’tan mı geldi, yoksa sizden mi?' dedim, 'Hayır, Allah’tandır' buyurdu. Sonra 'Andolsun ki, Allah, yine peygambere ve en zor gününde ona uyan Muhacirler'le Ensar'a, içlerinden bir kısmının kalbleri az kalsın kayacak gibi olmuşken, tevbe nasip etti de lütfedip tevbelerini kabul buyurdu. Çünkü O, gerçekten çok şefkatli, çok bağışlayıcıdır' Tevbe, 9/117 ayetini okudu ve 'Allah’tan sakının ve sadıklarla beraber olun.' Tevbe, 9/119 ayetinin bizim için de indirildiğini söyledi. Ben 'Ey Allah'ın Rasulü! Tövbemin kabulünün (şükrü olarak) bundan böyle ömrüm boyunca sadece doğruyu söyleyeceğim. Ayrıca bütün malımı sadaka olarak Allah ve Rasûlü’ne vermek istiyorum' dedim. Rasulullah (sav) 'Malının bir kısmını yanında tut, bu senin için daha hayırlıdır' buyurdu. Ben 'Öyleyse Hayber’deki hissemi elimde tutacağım' dedim. Kaʿb der ki: Allah’ın bana İslâm’dan sonra verdiği en büyük nimet, Rasulullah’a doğruyu söylememdir. Eğer o gün yalan söyleseydim, helâk olmuştum. Ben ve iki arkadaşım doğruyu söyledik, Allah da bizi kurtardı. O günden sonra, hiçbir zaman kasten yalan söylemedim ve Allah’ın da ömrüm boyunca beni doğruluk üzere sabit kılmasını ümit ediyorum."
Öneri Formu
Hadis Id, No:
76372, HM027717
Hadis:
حَدَّثَنَا عَبْدُ الرَّزَّاقِ قَالَ حَدَّثَنَا مَعْمَرٌ عَنِ الزُّهْرِيِّ عَنْ عَبْدِ الرَّحْمَنِ بْنِ كَعْبِ بْنِ مَالِكٍ عَنْ أَبِيهِ قَالَ
لَمْ أَتَخَلَّفْ عَنْ النَّبِيِّ صَلَّى اللَّهُ عَلَيْهِ وَسَلَّمَ فِي غَزَاةٍ غَزَاهَا حَتَّى كَانَتْ غَزْوَةُ تَبُوكَ إِلَّا بَدْرًا وَلَمْ يُعَاتِبْ النَّبِيُّ صَلَّى اللَّهُ عَلَيْهِ وَسَلَّمَ أَحَدًا تَخَلَّفَ عَنْ بَدْرٍ إِنَّمَا خَرَجَ يُرِيدُ الْعِيرَ فَخَرَجَتْ قُرَيْشٌ مُغَوِّثِينَ لِعِيرِهِمْ فَالْتَقَوْا عَنْ غَيْرِ مَوْعِدٍ كَمَا قَالَ اللَّهُ عَزَّ وَجَلَّ وَلَعَمْرِي إِنَّ أَشْرَفَ مَشَاهِدِ رَسُولِ اللَّهِ صَلَّى اللَّهُ عَلَيْهِ وَسَلَّمَ فِي النَّاسِ لَبَدْرٌ وَمَا أُحِبُّ أَنِّي كُنْتُ شَهِدْتُهَا مَكَانَ بَيْعَتِي لَيْلَةَ الْعَقَبَةِ حَيْثُ تَوَافَقْنَا عَلَى الْإِسْلَامِ وَلَمْ أَتَخَلَّفْ بَعْدُ عَنْ النَّبِيِّ صَلَّى اللَّهُ عَلَيْهِ وَسَلَّمَ فِي غَزْوَةٍ غَزَاهَا حَتَّى كَانَتْ غَزْوَةُ تَبُوكَ وَهِيَ آخِرُ غَزْوَةٍ غَزَاهَا فَأَذِنَ رَسُولُ اللَّهِ صَلَّى اللَّهُ عَلَيْهِ وَسَلَّمَ لِلنَّاسِ بِالرَّحِيلِ وَأَرَادَ أَنْ يَتَأَهَّبُوا أُهْبَةَ غَزْوِهِمْ وَذَلِكَ حِينَ طَابَ الظِّلَالُ وَطَابَتْ الثِّمَارُ فَكَانَ قَلَّمَا أَرَادَ غَزْوَةً إِلَّا وَرَّى غَيْرَهَا وَقَالَ يَعْقُوبُ عَنِ ابْنِ أَخِي ابْنِ شِهَابٍ إِلَّا وَرَّى بِغَيْرِهَا حَدَّثَنَاهُ سُفْيَانَ عَنْ مَعْمَرٍ عَنِ الزُّهْرِيِّ عَنْ عَبْدِ الرَّحْمَنِ بْنِ عَبْدِ اللَّهِ بْنِ كَعْبِ بْنِ مَالِكٍ وَقَالَ فِيهِ وَرَّى غَيْرَهَا ثُمَّ رَجَعَ إِلَى حَدِيثِ عَبْدِ الرَّزَّاقِ وَكَانَ يَقُولُ الْحَرْبُ خَدْعَةٌ فَأَرَادَ النَّبِيُّ صَلَّى اللَّهُ عَلَيْهِ وَسَلَّمَ فِي غَزْوَةِ تَبُوكَ أَنْ يَتَأَهَّبَ النَّاسُ أُهْبَةً وَأَنَا أَيْسَرُ مَا كُنْتُ قَدْ جَمَعْتُ رَاحِلَتَيْنِ وَأَنَا أَقْدَرُ شَيْءٍ فِي نَفْسِي عَلَى الْجِهَادِ وَخِفَّةِ الْحَاذِ وَأَنَا فِي ذَلِكَ أَصْغُو إِلَى الظِّلَالِ وَطِيبِ الثِّمَارِ فَلَمْ أَزَلْ كَذَلِكَ حَتَّى قَامَ النَّبِيُّ صَلَّى اللَّهُ عَلَيْهِ وَسَلَّمَ غَادِيًا بِالْغَدَاةِ وَذَلِكَ يَوْمَ الْخَمِيسِ وَكَانَ يُحِبُّ أَنْ يَخْرُجَ يَوْمَ الْخَمِيسِ فَأَصْبَحَ غَادِيًا فَقُلْتُ أَنْطَلِقُ غَدًا إِلَى السُّوقِ فَأَشْتَرِي جَهَازِي ثُمَّ أَلْحَقُ بِهِمْ فَانْطَلَقْتُ إِلَى السُّوقِ مِنْ الْغَدِ فَعَسُرَ عَلَيَّ بَعْضُ شَأْنِي فَرَجَعْتُ فَقُلْتُ أَرْجِعُ غَدًا إِنْ شَاءَ اللَّهُ فَأَلْحَقُ بِهِمْ فَعَسُرَ عَلَيَّ بَعْضُ شَأْنِي فَلَمْ أَزَلْ كَذَلِكَ حَتَّى الْتَبَسَ بِي الذَّنْبُ وَتَخَلَّفْتُ عَنْ رَسُولِ اللَّهِ صَلَّى اللَّهُ عَلَيْهِ وَسَلَّمَ فَجَعَلْتُ أَمْشِي فِي الْأَسْوَاقِ وَأَطُوفُ بِالْمَدِينَةِ فَيُحْزِنُنِي أَنِّي لَا أَرَى أَحَدًا تَخَلَّفَ إِلَّا رَجُلًا مَغْمُوصًا عَلَيْهِ فِي النِّفَاقِ وَكَانَ لَيْسَ أَحَدٌ تَخَلَّفَ إِلَّا رَأَى أَنَّ ذَلِكَ سَيُخْفَى لَهُ وَكَانَ النَّاسُ كَثِيرًا لَا يَجْمَعُهُمْ دِيوَانٌ وَكَانَ جَمِيعُ مَنْ تَخَلَّفَ عَنْ النَّبِيِّ صَلَّى اللَّهُ عَلَيْهِ وَسَلَّمَ بِضْعَةً وَثَمَانِينَ رَجُلًا
وَلَمْ يَذْكُرْنِي النَّبِيُّ صَلَّى اللَّهُ عَلَيْهِ وَسَلَّمَ حَتَّى بَلَغَ تَبُوكًا فَلَمَّا بَلَغَ تَبُوكًا قَالَ مَا فَعَلَ كَعْبُ بْنُ مَالِكٍ فَقَالَ رَجُلٌ مِنْ قَوْمِي خَلَّفَهُ يَا رَسُولَ اللَّهِ بُرْدَيْهِ وَالنَّظَرُ فِي عِطْفَيْهِ وَقَالَ يَعْقُوبُ عَنِ ابْنِ أَخِي ابْنِ شِهَابٍ بُرْدَاهُ وَالنَّظَرُ فِي عِطْفَيْهِ فَقَالَ مُعَاذُ بْنُ جَبَلٍ بِئْسَمَا قُلْتَ وَاللَّهِ يَا نَبِيَّ اللَّهِ مَا نَعْلَمُ إِلَّا خَيْرًا فَبَيْنَا هُمْ كَذَلِكَ إِذَا هُمْ بِرَجُلٍ يَزُولُ بِهِ السَّرَابُ فَقَالَ النَّبِيُّ صَلَّى اللَّهُ عَلَيْهِ وَسَلَّمَ كُنْ أَبَا خَيْثَمَةَ فَإِذَا هُوَ أَبُو خَيْثَمَةَ فَلَمَّا قَضَى رَسُولُ اللَّهِ صَلَّى اللَّهُ عَلَيْهِ وَسَلَّمَ غَزْوَةَ تَبُوكَ وَقَفَلَ وَدَنَا مِنْ الْمَدِينَةِ جَعَلْتُ أَتَذَكَّرُ بِمَاذَا أَخْرُجُ مِنْ سَخْطَةِ النَّبِيِّ صَلَّى اللَّهُ عَلَيْهِ وَسَلَّمَ وَأَسْتَعِينُ عَلَى ذَلِكَ كُلَّ ذِي رَأْيٍ مِنْ أَهْلِي حَتَّى إِذَا قِيلَ النَّبِيُّ هُوَ مُصْبِحُكُمْ بِالْغَدَاةِ زَاحَ عَنِّي الْبَاطِلُ وَعَرَفْتُ أَنِّي لَا أَنْجُو إِلَّا بِالصِّدْقِ وَدَخَلَ النَّبِيُّ صَلَّى اللَّهُ عَلَيْهِ وَسَلَّمَ ضُحًى فَصَلَّى فِي الْمَسْجِدِ رَكْعَتَيْنِ وَكَانَ إِذَا جَاءَ مِنْ سَفَرٍ فَعَلَ ذَلِكَ وَدَخَلَ الْمَسْجِدَ فَصَلَّى رَكْعَتَيْنِ ثُمَّ جَلَسَ فَجَعَلَ يَأْتِيهِ مَنْ تَخَلَّفَ فَيَحْلِفُونَ لَهُ وَيَعْتَذِرُونَ إِلَيْهِ فَيَسْتَغْفِرُ لَهُمْ وَيَقْبَلُ عَلَانِيَتَهُمْ وَيَكِلُ سَرَائِرَهُمْ إِلَى اللَّهِ عَزَّ وَجَلَّ فَدَخَلْتُ الْمَسْجِدَ فَإِذَا هُوَ جَالِسٌ فَلَمَّا رَآنِي تَبَسَّمَ تَبَسُّمَ الْمُغْضَبِ فَجِئْتُ فَجَلَسْتُ بَيْنَ يَدَيْهِ فَقَالَ أَلَمْ تَكُنْ ابْتَعْتَ ظَهْرَكَ قُلْتُ بَلَى يَا نَبِيَّ اللَّهِ قَالَ فَمَا خَلَّفَكَ قُلْتُ وَاللَّهِ لَوْ بَيْنَ يَدَيْ أَحَدٍ مِنْ النَّاسِ غَيْرَكَ جَلَسْتُ لَخَرَجْتُ مِنْ سَخْطَتِهِ بِعُذْرٍ لَقَدْ أُوتِيتُ جَدَلًا وَقَالَ يَعْقُوبُ عَنِ ابْنِ أَخِي ابْنِ شِهَابٍ لَرَأَيْتُ أَنْ أَخْرُجَ مِنْ سَخْطَتِهِ بِعُذْرٍ وَفِي حَدِيثِ عُقَيْلٍ أَخْرُجُ مِنْ سَخْطَتِهِ بِعُذْرٍ وَفِيهِ لَيُوشِكَنَّ أَنَّ اللَّهَ يُسْخِطُكَ عَلَيَّ وَلَئِنْ حَدَّثْتُكَ حَدِيثَ صِدْقٍ تَجِدُ عَلَيَّ فِيهِ إِنِّي لَأَرْجُو فِيهِ عَفْوَ اللَّهِ ثُمَّ رَجَعَ إِلَى حَدِيثِ عَبْدِ الرَّزَّاقِ وَلَكِنْ قَدْ عَلِمْتُ يَا نَبِيَّ اللَّهِ أَنِّي إِنْ أَخْبَرْتُكَ الْيَوْمَ بِقَوْلٍ تَجِدُ عَلَيَّ فِيهِ وَهُوَ حَقٌّ فَإِنِّي أَرْجُو فِيهِ عَفْوَ اللَّهِ وَإِنْ حَدَّثْتُكَ الْيَوْمَ حَدِيثًا تَرْضَى عَنِّي فِيهِ وَهُوَ كَذِبٌ أُوشِكُ أَنْ يُطْلِعَكَ اللَّهُ عَلَيَّ وَاللَّهِ يَا نَبِيَّ اللَّهِ مَا كُنْتُ قَطُّ أَيْسَرَ وَلَا أَخَفَّ حَاذًا مِنِّي حِينَ تَخَلَّفْتُ عَنْكَ فَقَالَ أَمَّا هَذَا فَقَدْ صَدَقَكُمْ الْحَدِيثَ قُمْ حَتَّى يَقْضِيَ اللَّهُ فِيكَ فَقُمْتُ فَثَارَ عَلَى أَثَرِي نَاسٌ مِنْ قَوْمِي يُؤَنِّبُونَنِي فَقَالُوا وَاللَّهِ مَا نَعْلَمُكَ أَذْنَبْتَ ذَنْبًا قَطُّ قَبْلَ هَذَا فَهَلَّا اعْتَذَرْتَ إِلَى النَّبِيِّ صَلَّى اللَّهُ عَلَيْهِ وَسَلَّمَ بِعُذْرٍ يَرْضَى عَنْكَ فِيهِ فَكَانَ اسْتِغْفَارُ رَسُولِ اللَّهِ صَلَّى اللَّهُ عَلَيْهِ وَسَلَّمَ سَيَأْتِي مِنْ وَرَاءِ ذَنْبِكَ وَلَمْ تُقِفْ نَفْسَكَ مَوْقِفًا لَا تَدْرِي مَاذَا يُقْضَى لَكَ فِيهِ فَلَمْ يَزَالُوا يُؤَنِّبُونَنِي حَتَّى هَمَمْتُ أَنْ أَرْجِعَ فَأُكَذِّبَ نَفْسِي فَقُلْتُ هَلْ قَالَ هَذَا الْقَوْلَ أَحَدٌ غَيْرِي قَالُوا نَعَمْ هِلَالُ بْنُ أُمَيَّةَ وَمَرَارَةُ يَعْنِي ابْنَ رَبِيعَةَ فَذَكَرُوا رَجُلَيْنِ صَالِحَيْنِ قَدْ شَهِدَا بَدْرًا لِي فِيهِمَا يَعْنِي أُسْوَةً فَقُلْتُ وَاللَّهِ لَا أَرْجِعُ إِلَيْهِ فِي هَذَا أَبَدًا وَلَا أُكَذِّبُ نَفْسِي
وَنَهَى النَّبِيُّ صَلَّى اللَّهُ عَلَيْهِ وَسَلَّمَ النَّاسَ عَنْ كَلَامِنَا أَيُّهَا الثَّلَاثَةُ قَالَ فَجَعَلْتُ أَخْرُجُ إِلَى السُّوقِ فَلَا يُكَلِّمُنِي أَحَدٌ وَتَنَكَّرَ لَنَا النَّاسُ حَتَّى مَا هُمْ بِالَّذِينَ نَعْرِفُ وَتَنَكَّرَتْ لَنَا الْحِيطَانُ الَّتِي نَعْرِفُ حَتَّى مَا هِيَ الْحِيطَانُ الَّتِي نَعْرِفُ وَتَنَكَّرَتْ لَنَا الْأَرْضُ حَتَّى مَا هِيَ الْأَرْضُ الَّتِي نَعْرِفُ وَكُنْتُ أَقْوَى أَصْحَابِي فَكُنْتُ أَخْرُجُ فَأَطُوفُ بِالْأَسْوَاقِ وَآتِي الْمَسْجِدَ فَأَدْخُلُ وَآتِي النَّبِيَّ صَلَّى اللَّهُ عَلَيْهِ وَسَلَّمَ فَأُسَلِّمُ عَلَيْهِ فَأَقُولُ هَلْ حَرَّكَ شَفَتَيْهِ بِالسَّلَامِ فَإِذَا قُمْتُ أُصَلِّي إِلَى سَارِيَةٍ فَأَقْبَلْتُ قِبَلَ صَلَاتِي نَظَرَ إِلَيَّ بِمُؤَخَّرِ عَيْنَيْهِ وَإِذَا نَظَرْتُ إِلَيْهِ أَعْرَضَ عَنِّي وَاسْتَكَانَ صَاحِبَايَ فَجَعَلَا يَبْكِيَانِ اللَّيْلَ وَالنَّهَارَ لَا يُطْلِعَانِ رُءُوسَهُمَا فَبَيْنَا أَنَا أَطُوفُ السُّوقَ إِذَا رَجُلٌ نَصْرَانِيٌّ جَاءَ بِطَعَامٍ يَبِيعُهُ يَقُولُ مَنْ يَدُلُّ عَلَى كَعْبِ بْنِ مَالِكٍ فَطَفِقَ النَّاسُ يُشِيرُونَ لَهُ إِلَيَّ فَأَتَانِي وَأَتَانِي بِصَحِيفَةٍ مِنْ مَلِكِ غَسَّانَ فَإِذَا فِيهَا أَمَّا بَعْدُ فَإِنَّهُ بَلَغَنِي أَنَّ صَاحِبَكَ قَدْ جَفَاكَ وَأَقْصَاكَ وَلَسْتَ بِدَارِ مَضْيَعَةٍ وَلَا هَوَانٍ فَالْحَقْ بِنَا نُوَاسِيكَ فَقُلْتُ هَذَا أَيْضًا مِنْ الْبَلَاءِ وَالشَّرِّ فَسَجَرْتُ لَهَا التَّنُّورَ وَأَحْرَقْتُهَا فِيهِ فَلَمَّا مَضَتْ أَرْبَعُونَ لَيْلَةً إِذَا رَسُولٌ مِنْ النَّبِيِّ صَلَّى اللَّهُ عَلَيْهِ وَسَلَّمَ قَدْ أَتَانِي فَقَالَ اعْتَزِلْ امْرَأَتَكَ فَقُلْتُ أُطَلِّقُهَا قَالَ لَا وَلَكِنْ لَا تَقْرَبَنَّهَا فَجَاءَتْ امْرَأَةُ هِلَالٍ فَقَالَتْ يَا رَسُولَ اللَّهِ إِنَّ هِلَالَ بْنَ أُمَيَّةَ شَيْخٌ ضَعِيفٌ فَهَلْ تَأْذَنُ لِي أَنْ أَخْدُمَهُ قَالَ نَعَمْ وَلَكِنْ لَا يَقْرَبَنَّكِ قَالَتْ يَا نَبِيَّ اللَّهِ مَا بِهِ حَرَكَةٌ لِشَيْءٍ مَا زَالَ مُكِبًّا يَبْكِي اللَّيْلَ وَالنَّهَارَ مُنْذُ كَانَ مِنْ أَمْرِهِ مَا كَانَ قَالَ كَعْبٌ فَلَمَّا طَالَ عَلَيَّ الْبَلَاءُ اقْتَحَمْتُ عَلَى أَبِي قَتَادَةَ حَائِطَهُ وَهُوَ ابْنُ عَمِّي فَسَلَّمْتُ عَلَيْهِ فَلَمْ يَرُدَّ عَلَيَّ فَقُلْتُ أَنْشُدُكَ اللَّهَ يَا أَبَا قَتَادَةَ أَتَعْلَمُ أَنِّي أُحِبُّ اللَّهَ وَرَسُولَهُ فَسَكَتَ ثُمَّ قُلْتُ أَنْشُدُكَ اللَّهَ يَا أَبَا قَتَادَةَ أَتَعْلَمُ أَنِّي أُحِبُّ اللَّهَ وَرَسُولَهُ قَالَ اللَّهُ وَرَسُولُهُ أَعْلَمُ قَالَ فَلَمْ أَمْلِكْ نَفْسِي أَنْ بَكَيْتُ ثُمَّ اقْتَحَمْتُ الْحَائِطَ خَارِجًا
حَتَّى إِذَا مَضَتْ خَمْسُونَ لَيْلَةً مِنْ حِينِ نَهَى النَّبِيُّ صَلَّى اللَّهُ عَلَيْهِ وَسَلَّمَ النَّاسَ عَنْ كَلَامِنَا صَلَّيْتُ عَلَى ظَهْرِ بَيْتٍ لَنَا صَلَاةَ الْفَجْرِ ثُمَّ جَلَسْتُ وَأَنَا فِي الْمَنْزِلَةِ الَّتِي قَالَ اللَّهُ عَزَّ وَجَلَّ قَدْ ضَاقَتْ عَلَيْنَا الْأَرْضُ بِمَا رَحُبَتْ وَضَاقَتْ عَلَيْنَا أَنْفُسُنَا إِذْ سَمِعْتُ نِدَاءً مِنْ ذُرْوَةِ سَلْعٍ أَنْ أَبْشِرْ يَا كَعْبُ بْنَ مَالِكٍ فَخَرَرْتُ سَاجِدًا وَعَرَفْتُ أَنَّ اللَّهَ قَدْ جَاءَنَا بِالْفَرَجِ ثُمَّ جَاءَ رَجُلٌ يَرْكُضُ عَلَى فَرَسٍ يُبَشِّرُنِي فَكَانَ الصَّوْتُ أَسْرَعَ مِنْ فَرَسِهِ فَأَعْطَيْتُهُ ثَوْبَيَّ بِشَارَةً وَلَبِسْتُ ثَوْبَيْنِ آخَرَيْنِ وَكَانَتْ تَوْبَتُنَا نَزَلَتْ عَلَى النَّبِيِّ صَلَّى اللَّهُ عَلَيْهِ وَسَلَّمَ ثُلُثَ اللَّيْلِ فَقَالَتْ أُمُّ سَلَمَةَ عَشِيَّتَئِذٍ يَا نَبِيَّ اللَّهِ أَلَا نُبَشِّرُ كَعْبَ بْنَ مَالِكٍ قَالَ إِذًا يَحْطِمَنَّكُمْ النَّاسُ وَيَمْنَعُونَكُمْ النَّوْمَ سَائِرَ اللَّيْلَةِ وَكَانَتْ أُمُّ سَلَمَةَ مُحْسِنَةً مُحْتَسِبَةً فِي شَأْنِي تَحْزَنُ بِأَمْرِي فَانْطَلَقْتُ إِلَى النَّبِيِّ صَلَّى اللَّهُ عَلَيْهِ وَسَلَّمَ فَإِذَا هُوَ جَالِسٌ فِي الْمَسْجِدِ وَحَوْلَهُ الْمُسْلِمُونَ وَهُوَ يَسْتَنِيرُ كَاسْتِنَارَةِ الْقَمَرِ وَكَانَ إِذَا سُرَّ بِالْأَمْرِ اسْتَنَارَ فَجِئْتُ فَجَلَسْتُ بَيْنَ يَدَيْهِ فَقَالَ أَبْشِرْ يَا كَعْبُ بْنَ مَالِكٍ بِخَيْرِ يَوْمٍ أَتَى عَلَيْكَ مُنْذُ يَوْمِ وَلَدَتْكَ أُمُّكَ قُلْتُ يَا نَبِيَّ اللَّهِ أَمِنْ عِنْدِ اللَّهِ أَوْ مِنْ عِنْدِكَ قَالَ بَلْ مِنْ عِنْدِ اللَّهِ عَزَّ وَجَلَّ ثُمَّ تَلَا عَلَيْهِمْ { لَقَدْ تَابَ اللَّهُ عَلَى النَّبِيِّ وَالْمُهَاجِرِينَ وَالْأَنْصَارِ حَتَّى إِذَا بَلَغَ إِنَّ اللَّهَ هُوَ التَّوَّابُ الرَّحِيمُ } قَالَ وَفِينَا نَزَلَتْ أَيْضًا { اتَّقُوا اللَّهَ وَكُونُوا مَعَ الصَّادِقِينَ } فَقُلْتُ يَا نَبِيَّ اللَّهِ إِنَّ مِنْ تَوْبَتِي أَنْ لَا أُحَدِّثَ إِلَّا صِدْقًا وَأَنْ أَنْخَلِعَ مِنْ مَالِي كُلِّهِ صَدَقَةً إِلَى اللَّهِ عَزَّ وَجَلَّ وَإِلَى رَسُولِهِ فَقَالَ أَمْسِكْ عَلَيْكَ بَعْضَ مَالِكَ فَهُوَ خَيْرٌ لَكَ قُلْتُ فَإِنِّي أُمْسِكُ سَهْمِي الَّذِي بِخَيْبَرَ قَالَ فَمَا أَنْعَمَ اللَّهُ عَزَّ وَجَلَّ عَلَيَّ نِعْمَةً بَعْدَ الْإِسْلَامِ أَعْظَمَ فِي نَفْسِي مِنْ صِدْقِي رَسُولَ اللَّهِ صَلَّى اللَّهُ عَلَيْهِ وَسَلَّمَ حِينَ صَدَقْتُهُ أَنَا وَصَاحِبَايَ أَنْ لَا نَكُونَ كَذَبْنَا فَهَلَكْنَا كَمَا هَلَكُوا إِنِّي لَأَرْجُو أَنْ لَا يَكُونَ اللَّهُ عَزَّ وَجَلَّ أَبْلَى أَحَدًا فِي الصِّدْقِ مِثْلَ الَّذِي أَبْلَانِي مَا تَعَمَّدْتُ لِكَذْبَةٍ بَعْدُ وَإِنِّي لَأَرْجُو أَنْ يَحْفَظَنِي اللَّهُ فِيمَا بَقِيَ
Tercemesi:
Bize Abdurrezzâk, ona Maʿmer, ona Zuhrî, ona Abdurrahman b. Kaʿb b. Mâlik, ona da babası (Kaʿb b. Mâlik) şöyle demiştir:
"Tebük seferine kadar, ben, Bedir dışında, Rasulullah’ın (sav) katıldığı hiçbir gazveden geri kalmadım. Bedir’e katılmayanlardan hiç kimseyi Rasulullah (sav) kınamamıştır. Çünkü Bedir için yola çıktığında asıl hedefi kervandı. Kureyş de kendi kervanlarına destek için çıkmıştı. Böylece Allah’ın buyurduğu üzere [Enfâl, 8/42], önceden belirlenmiş bir buluşma olmadan, karşı karşıya geldiler. Vallahi, Rasulullah’ın insanlar içindeki en şerefli şahitliklerinden biri Bedir’dir. Buna rağmen ben, İslâm üzerine sözleştiğimiz Akabe gecesindeki biatte bulunmayı, Bedir’de bulunmaya tercih ederim. Daha sonra, Rasulullah’ın (sav) çıktığı son gazve olan Tebûk Gazvesi’ne kadar, hiçbir gazveden geri kalmadım. Rasulullah (sav) insanlara sefere çıkacaklarını haber verdi ve herkesin savaşa hazırlanmasını istedi. Bu (sefer), (sıcaktan dolayı) gölgelerin insana cazip geldiği ve meyveler olgunlaştığı bir vakitteydi. Rasulullah (sav) çoğu zaman gazveye çıkarken maksadını gizler, başka bir yeri hedef gösterirdi. ve 'Harp hiledir' buyururdu. [Yakub'un İbn Şihâb'ın kardeşinin oğlundan rivayetinde (إِلَّا وَرَّى بِغَيْرِهَا) ifadesi kullanılmıştır. Bize Süfyân, ona Ma'mer, Ona Zührî, ona da Abdurrahman b. Abdullah b. Kaʿb b. Mâlik bu hadisi rivayet etti ve rivayetinde (وَرَّى غَيْرَهَا) ifadesini kullanmış, ardından hadisi Abdurrezzâk'ın rivayetine dönmüş, (aynısını rivayet etmiştir).] Rasulullah (sav) çoğu zaman gazveye çıkarken maksadını gizler, başka bir yeri hedef gösterir ve 'Harp hiledir' buyururdu. Ama Tebûk’ta (bizzat nereye gideceğini açıklayarak), herkesin hazırlığını yapmasını arzu etti. Ben, o zamanlar, iki binek toplayacak kadar varlıklı ve cihada çıkabilecek en güçlü dönemimde, çevik ve güçlü idim. Fakat gölgelerin serinliği ve meyvelerin cazibesi beni oyalanmaya sevk etti. Rasulullah (sav) perşembe sabahı sefere çıktı. O, perşembe günleri yola çıkmayı severdi. Ben de kendi kendime 'Yarın pazara gidip hazırlığımı alır, onlara yetişirim' dedim. Ertesi gün pazara gittim ama işlerim biraz ağır geldi. Sonra yine 'Neyse, yarın hazırlar, onlara yetişirim inşallah' dedim. Böyle erteleyerek oyalandım, derken günah bana ağır bastı, üzerime çöktü ve seferden geri kalmış oldum. Mahzun bir şekilde sokaklarda dolaşmaya, Medine çarşılarında gezmeye başladım. Çünkü (savaştan geri kalanların tamamının) münafıklıkla itham edilen kimseler olduğunu görüyordum. Rasulullah’tan (seferden) geri kalan herkes, geri kalmasının fark edilmeyeceğini düşünüyordu. Zira geri kalanlar bir divanda (kayıt defterinde) bir araya getirilmeyecek kadar çoktu; seksen küsur kişiydi."
"Tebûk’a varıncaya kadar Rasulullah (sav) benden söz etmedi. Tebûk’a vardığında 'Kaʿb b. Mâlik ne yaptı?' diye sordu. Kavmimden biri 'Ey Allah'ın Rasulü! Elbiseleri ve omuzlarına bakıp böbürlenmesi onu seferden alıkoydu' dedi. [Yakub'un İbn Şihâb'ın kardeşinin oğlundan rivayetinde (بُرْدَاهُ وَالنَّظَرُ فِي عِطْفَيْهِ) ifadesi kullanılmıştır.] Muâz b. Cebel de 'Ne kötü söz söyledin! Vallahi ey Allah'ın Rasulü, onun hakkında hayırdan başka bir şey bilmiyoruz' dedi. Onlar böyle konuşurken, sıcağın serabı içinde, bir adamın yürüyerek geldiğini gördüler. Rasulullah (sav) 'Bu, Ebu Hayseme olmalı' buyurdu, Bir de baktık ki gerçekten de gelen Ebu Hayseme idi. Sonra Tebûk seferini tamamlayan Rasulullah (sav) dönüp Medine’ye yaklaşınca, ben, Rasulullah’ın (sav) öfkesinden kurtulmanın yollarını aramaya ve ailemden, kendisine danışılacak herkesten fikir sormaya başladım. Nihayet 'Rasulullah (sav) yarın sabah Medine’ye girecek' denilince artık içimdeki bütün yanlış düşünceler kayboldu ve kesin olarak anladım ki, ancak doğruyu söyleyerek kurtulabilirim. Rasulullah (sav) kuşluk vakti Medine’ye girdi. Her sefer dönüşü adeti olduğu üzere Mescide girer iki rekât namaz kılar ve otururdu. Bu sefer de öyle yaptı. Ardından seferden geri kalanlar gelmeye başladılar. Onlar yemin edip, özür beyan ediyorlar, Hz. Peygamber (sav) de onların zahirî beyanlarını esas kabul edip, onlar için bağışlanma diliyor ve iç dünyalarını ise Allah’a bırakıyordu. Ben de mescide girdim. Rasulullah (sav) beni görünce öfkeli bir adam gibi tebessüm etti. Yanına varıp oturdum. Bana 'Sen binek hazırlamamış mıydın?' buyurdu. Ben de 'Evet, ey Allah’ın Rasûlü, hazırlamıştım' dedim. 'Peki seni alıkoyan ne oldu?' buyurdu. Ben de 'Vallahi, ey Allah’ın Rasulü! Eğer senden başka herhangi birinin yanında bulunsaydım, mutlaka bir mazeret ileri sürer, onun öfkesinden kurtulurdum. Çünkü ben tartışmada güçlü biriyim. [Yakub'un İbn Şihâb'ın kardeşinin oğlundan rivayetinde 'Onun gazabından bir özürle kurtulabileceğimi gördüm. (Ukayl’in rivayetinde ise 'onun gazabından bir özürle çıkabilirim' şeklinde geçmektedir.) ama belki de Allah seni bana öfkelendirecektir. Eğer sana doğru bir söz söylersem bu konuda bana darılacaksın, fakat ben bu hususta Allah’ın affını umarım’ denilmektedir.] Fakat ben biliyorum ki eğer ben, aleyhime de olsa, sana doğruyu söylersem, sen bana kızabilirsin, ama ben Allah’ın affını umarım. Ama, seni hoşnut edecek bir bir yalan söylersem, Allah, onun hakikati konusunda seni bilgilendirir. Allah’a yemin olsun ki, ey Allah’ın Rasulü, hiçbir zaman, Tebûk’tan geri kaldığım günkü kadar varlıklı ve sefere hazırlıklı bir konumda hiç olmadım' dedim. Rasulullah (sav) 'İşte bu adam size doğruyu söyledi. Haydi kalk, artık Allah senin hakkında hükmünü verinceye kadar bekle' buyurdu. Ben kalktım. Kavmimden bazı kimseler peşimden gelip beni azarladılar ve 'Vallahi, daha önce senin günah işlediğini bilmiyoruz. Keşke Hz. Peygamber'in (sav) hoşnut olacağı bir mazeret bildirseydin, ardından O da senin için istiğfar ederdi, böylece kendini, hakkında ne hüküm verileceğini bilmediğin bir konuma düşürmezdin' dediler. Beni o kadar azarladılar ki, dönüp söylediklerimi inkâr etmeyi düşündüm. Sonra onlara 'Benim gibi konuşan oldu mu?' dedim, 'Evet, Hilâl b. Ümeyye ve Murâre b. Rebî de aynı şekilde konuştu' dediler. Bunlar Bedir’e katılmış, salih kimselerdi. Bunun üzerine ben 'Hayır! Vallahi, asla sözümü geri almayacağım, kendimi yalanlamayacağım' dedim."
"Rasulullah (sav), üçümüz hakkında, 'Onlarla kimse konuşmasın' diye emretti. Bundan sonra çarşıya çıktığımda kimse benimle konuşmuyordu. İnsanlar, sanki bizim tanıdığımız insanlar değilmiş gibi bize yabancılaştı. Duvarlar bile sanki tanıdığımız duvarlar değilmiş gibi bize yabancı geliyordu. Hatta yeryüzü bile, sanki tanıdığımız yeryüzü değilmiş gibi, bize yabancı görünüyordu. Ben aslında o iki arkadaşımdan daha güçlüydüm. Çarşıya gidiyor, mescide uğruyor, Rasulullah’a (sav) selam veriyordum. Kendi kendime 'Acaba dudaklarını selamıma karşılık kıpırdattı mı?' diye bakıyordum. Namaz kılmak için direklerden birinin arkasına durduğumda, Rasulullah (sav) göz ucuyla bana bakıyor, ama ben ona bakınca yüzünü çeviriyordu. İki arkadaşım ise tamamen teslimiyet göstermiş, gece gündüz ağlıyor, başlarını bile kaldırmıyorlardı. Bir gün çarşıda dolaşırken, yiyecek satmak için gelen bir Hristiyan adam 'Bana Kaʿb b. Mâlik’i gösterecek kim var?' diye soruyordu. İnsanlar beni işaret ettiler. O da bana geldi ve Gassân melikinden bir mektup getirdi. Mektupta 'Bundan sonra: Arkadaşının seni dışladığı ve sana sırt çevirdiği haberi bana ulaştı. Hâlbuki sen aşağılanacak, zayi edilecek bir yerde değilsin. Bize katıl, seni şereflendirelim' diyordu. Ben mektubu okuyunca 'İşte bu da bir imtihan ve fitne' dedim, hemen tandırı tutuşturdum, mektubu içine atıp yaktım. Kırk gece geçince, Rasulullah’tan (sav) bir elçi geldi ve bana 'Hanımından ayrı dur' dedi. Ben 'Onu boşayacak mıyım?' diye sordum, 'Hayır, ama ona yaklaşma' dedi. Hilâl b. Ümeyye’nin hanımı Rasulullah’a (sav) geldi ve 'Ey Allah’ın Rasulü! Hilâl yaşlı ve güçsüzdür. Ona hizmet etmem için bana izin verir misin?' dedi. Rasulullah (sav) 'Evet, ama sakın sana yaklaşmasın' buyurdu. Kadın 'Vallahi onda böyle bir hal yok! O günden beri gece gündüz ağlıyor, hiç hareket etmiyor' dedi. Kaʿb der ki: İmtihanım uzayınca, amcaoğlum Ebu Katâde’nin bahçesine tırmanıp girdim. Ona selam verdim. Selamımı almadı. 'Ey Ebu Katâde! Allah aşkına söyler misin, ben Allah’ı ve Rasûlünü seviyor muyum?' dedim, sessiz kaldı. Tekrar 'Ey Ebu Katâde! Allah için söyle, ben Allah’ı ve Rasulünü seviyor muyum?' dedim, yine sustu. Üçüncü defa söyledim. Bunun üzerine bana 'Allah ve Rasûlü daha iyi bilir' dedi. Artık kendime hâkim olamadım, ağladım ve bahçeden çıkıp gittim."
"Rasulullah’ın (sav) bizimle konuşmayı yasaklamasının üzerinden elli gece geçmişti. Evimizin damında sabah namazını kıldım. Sonra oturdum. Allah'ın 'Bütün genişliğine rağmen yeryüzü onlara dar gelmişti, ve bunalmışlardı' Tevbe, 9/118 ayetinde buyurduğu konumdaydım. İşte o haldeyken, Sel Dağı’nın tepesinden 'Müjde ey Kaʿb b. Mâlik!' diye bir ses duydum, hemen secdeye kapandım. Anladım ki Allah bize ferahlık vermiştir. Bir adam da atla yanıma geldi ve bana müjdeyi verdi. Ama dağın tepesinden gelen ses attan daha hızlı ulaştı. Müjdeciye sevincimin karşılığı olarak üzerimdeki takım elbisemi verdim, ben de başka bir takım elbise giydim. Bizim tövbemiz (ile ilgili ayetler), gecenin üçte ikisi geçtiğinde Rasulullah’a (sav) inmişti. Ümmü Seleme 'Ey Allah'ın Rasulü! Kaʿb b. Mâlik’e hemen müjde versek olmaz mı?' dedi. Rasulullah (sav) 'Evet, ama o zaman insanlar kapınızı aşındırır, gece boyunca uyumanıza engel olurlar' buyurdu. Ümmü Seleme benim hakkımda hayır düşünen ve halime üzülen biriydi. Ben hemen Rasulullah’a (sav) gittim. Mescitte, etrafı Müslümanlarla çevrili halde oturuyordu. Yüzü ay gibi aydınlanmıştı. Zira o, sevindiğinde yüzü parıldardı. Yanına vardım, oturdum. Bana 'Müjde ey Kaʿb b. Mâlik! Annenin seni doğurduğundan beri sana gelen en hayırlı gün budur' buyurdu. Ben 'Ey Allah’ın Rasulü! Bu müjde sana Allah’tan mı geldi, yoksa sizden mi?' dedim, 'Hayır, Allah’tandır' buyurdu. Sonra 'Andolsun ki, Allah, yine peygambere ve en zor gününde ona uyan Muhacirler'le Ensar'a, içlerinden bir kısmının kalbleri az kalsın kayacak gibi olmuşken, tevbe nasip etti de lütfedip tevbelerini kabul buyurdu. Çünkü O, gerçekten çok şefkatli, çok bağışlayıcıdır' Tevbe, 9/117 ayetini okudu ve 'Allah’tan sakının ve sadıklarla beraber olun.' Tevbe, 9/119 ayetinin bizim için de indirildiğini söyledi. Ben 'Ey Allah'ın Rasulü! Tövbemin kabulünün (şükrü olarak) bundan böyle ömrüm boyunca sadece doğruyu söyleyeceğim. Ayrıca bütün malımı sadaka olarak Allah ve Rasûlü’ne vermek istiyorum' dedim. Rasulullah (sav) 'Malının bir kısmını yanında tut, bu senin için daha hayırlıdır' buyurdu. Ben 'Öyleyse Hayber’deki hissemi elimde tutacağım' dedim. Kaʿb der ki: Allah’ın bana İslâm’dan sonra verdiği en büyük nimet, Rasulullah’a doğruyu söylememdir. Eğer o gün yalan söyleseydim, helâk olmuştum. Ben ve iki arkadaşım doğruyu söyledik, Allah da bizi kurtardı. O günden sonra, hiçbir zaman kasten yalan söylemedim ve Allah’ın da ömrüm boyunca beni doğruluk üzere sabit kılmasını ümit ediyorum."
Açıklama:
Yazar, Kitap, Bölüm:
Ahmed b. Hanbel, Müsned-i Ahmed, Ka'b b. Malik el-Ensarî 27717, 8/777
Senetler:
()
Konular:
Biat, Akabe biatı
Dürüstlük, doğruluk
Ehl-i Kitab, Ehl-i kitap ile ilişkiler
Hz. Peygamber, kızması
Hz. Peygamber, tebessüm etmesi
Hz. Peygamber, yolculuğa, sefere perşembe günü çıkması
Kültürel Hayat, hadislerden kültürümüze
Kur'an, âyetlerin, surelerin nüzulundan sonraki durum
Kur'an, Nüzul sebebleri
Münafık, Nifak / Münafık
Namaz, Nafile namazlar, Duha/Kuşluk Namazı
Savaş, hile oluşu
Siyer, Bedir harbine katılan sahabiler
Siyer, Hayber günü
Siyer, Hz. Peygamber'in gazveleri
Siyer, Tebük gazvesi
Tebessüm, kardeşinin yüzüne tebessüm etmek
Teşvik Edilenler, Müjdeleyici olmak
Yalan, yalancılık
Yargı, Zahire göre hükmetmek
Yazı, Yazışma, Hz. Peygamber döneminde yazışma,
حَدَّثَنَا سَعِيدُ بْنُ عُفَيْرٍ حَدَّثَنَا اللَّيْثُ قَالَ حَدَّثَنَا عَبْدُ الرَّحْمَنِ بْنُ خَالِدٍ عَنِ ابْنِ شِهَابٍ عَنْ أَبِى سَلَمَةَ عَنْ أَبِى هُرَيْرَةَ أَنَّ رَسُولَ اللَّهِ صلى الله عليه وسلم قَضَى فِى امْرَأَتَيْنِ مِنْ هُذَيْلٍ اقْتَتَلَتَا ، فَرَمَتْ إِحْدَاهُمَا الأُخْرَى بِحَجَرٍ ، فَأَصَابَ بَطْنَهَا وَهْىَ حَامِلٌ ، فَقَتَلَتْ وَلَدَهَا الَّذِى فِى بَطْنِهَا فَاخْتَصَمُوا إِلَى النَّبِىِّ صلى الله عليه وسلم فَقَضَى أَنَّ دِيَةَ مَا فِى بَطْنِهَا غُرَّةٌ عَبْدٌ أَوْ أَمَةٌ ، فَقَالَ وَلِىُّ الْمَرْأَةِ الَّتِى غَرِمَتْ كَيْفَ أَغْرَمُ يَا رَسُولَ اللَّهِ مَنْ لاَ شَرِبَ ، وَلاَ أَكَلَ ، وَلاَ نَطَقَ ، وَلاَ اسْتَهَلَّ ، فَمِثْلُ ذَلِكَ يُطَلّ فَقَالَ النَّبِىُّ صلى الله عليه وسلم "إِنَّمَا هَذَا مِنْ إِخْوَانِ الْكُهَّانِ"
Öneri Formu
Hadis Id, No:
17883, B005758
Hadis:
حَدَّثَنَا سَعِيدُ بْنُ عُفَيْرٍ حَدَّثَنَا اللَّيْثُ قَالَ حَدَّثَنَا عَبْدُ الرَّحْمَنِ بْنُ خَالِدٍ عَنِ ابْنِ شِهَابٍ عَنْ أَبِى سَلَمَةَ عَنْ أَبِى هُرَيْرَةَ أَنَّ رَسُولَ اللَّهِ صلى الله عليه وسلم قَضَى فِى امْرَأَتَيْنِ مِنْ هُذَيْلٍ اقْتَتَلَتَا ، فَرَمَتْ إِحْدَاهُمَا الأُخْرَى بِحَجَرٍ ، فَأَصَابَ بَطْنَهَا وَهْىَ حَامِلٌ ، فَقَتَلَتْ وَلَدَهَا الَّذِى فِى بَطْنِهَا فَاخْتَصَمُوا إِلَى النَّبِىِّ صلى الله عليه وسلم فَقَضَى أَنَّ دِيَةَ مَا فِى بَطْنِهَا غُرَّةٌ عَبْدٌ أَوْ أَمَةٌ ، فَقَالَ وَلِىُّ الْمَرْأَةِ الَّتِى غَرِمَتْ كَيْفَ أَغْرَمُ يَا رَسُولَ اللَّهِ مَنْ لاَ شَرِبَ ، وَلاَ أَكَلَ ، وَلاَ نَطَقَ ، وَلاَ اسْتَهَلَّ ، فَمِثْلُ ذَلِكَ يُطَلّ فَقَالَ النَّبِىُّ صلى الله عليه وسلم "إِنَّمَا هَذَا مِنْ إِخْوَانِ الْكُهَّانِ"
Tercemesi:
Bize Said b. Ufeyr, ona Leys, ona Abdurrahman b. Halid, ona İbn Şihab, ona Ebu Seleme, ona da Ebu Hureyre (ra) şöyle demiştir:
Rasulullah (sav), Hüzeyl kabilesinden iki kadının kavga ettiği bir olayda hüküm verdi. Bu kadınlardan biri diğerine taş attı. Taş, hamile olan kadının karnına isabet etti ve karnındaki çocuğunu öldürdü. Bunun üzerine ihtilafa düştüler ve meseleyi Rasulullah’a götürdüler. Rasulullah karnındaki çocuğun diyeti olarak bir köle veya bir cariye verilmesine hükmetti. Bu hüküm üzerine, diyet vermekle yükümlü kadının velisi şöyle dedi: 'Ey Allah’ın Rasulü! Hiç yememiş, içmemiş, konuşmamış ve doğduğunda ses çıkarmamış bir çocuğun diyeti nasıl ödenir ki? Böyle bir varlık ölü sayılır!' Bunun üzerine Rasulullah (sav) şöyle buyurdu:
"Bu adam kahinlerin kardeşlerindendir."
Açıklama:
Yazar, Kitap, Bölüm:
Buhârî, Sahîh-i Buhârî, Tıb 46, 2/454
Senetler:
()
Konular:
Hz. Peygamber, kızması
Yargı, Ceza Hukuku
Yargı, davalaşma
Yargı, diyet, ceninin veya çocuğun diyeti
Öneri Formu
Hadis Id, No:
152021, BS15019
Hadis:
أَخْبَرَنَا مُحَمَّدُ بْنُ عَبْدِ اللَّهِ الْحَافِظُ حَدَّثَنَا أَبُو الْحَسَنِ : عَلِىُّ بْنُ مُحَمَّدِ بْنِ سَخْتُوَيْهِ حَدَّثَنَا أَحْمَدُ بْنُ إِبْرَاهِيمَ بْنِ مِلْحَانَ حَدَّثَنَا ابْنُ بُكَيْرٍ حَدَّثَنَا اللَّيْثُ حَدَّثَنِى عُقَيْلٌ عَنِ ابْنِ شِهَابٍ عَنْ سَالِمِ بْنِ عَبْدِ اللَّهِ أَنَّ عَبْدَ اللَّهِ بْنَ عُمَرَ أَخْبَرَهُ : أَنَّهُ طَلَّقَ امْرَأَتَهُ وَهِىَ حَائِضٌ فَذَكَرَ ذَلِكَ عُمَرُ لِرَسُولِ اللَّهِ -صلى الله عليه وسلم- فَتَغَيَّظَ فِيهِ رَسُولُ اللَّهِ -صلى الله عليه وسلم- ثُمَّ قَالَ رَسُولُ اللَّهِ -صلى الله عليه وسلم- :« لِيُرَاجِعْهَا ثُمَّ لِيُمْسِكْهَا حَتَّى تَطْهُرَ ثُمَّ تَحِيضَ ثُمَّ تَطْهُرَ فَإِنْ بَدَا لَهُ أَنْ يُطَلِّقَهَا فَلْيُطَلِّقْهَا طَاهِرًا قَبْلَ أَنْ يَمَسَّهَا فَتِلْكَ الْعِدَّةُ كَمَا أَمَرَ اللَّهُ عَزَّ وَجَلَّ ». رَوَاهُ الْبُخَارِىُّ فِى الصَّحِيحِ عَنْ يَحْيَى بْنِ بُكَيْرٍ.
Tercemesi:
Açıklama:
Yazar, Kitap, Bölüm:
Beyhakî, Sünen-i Kebir, Hulû' ve't-talak 15019, 15/215
Senetler:
1. İbn Ömer Abdullah b. Ömer el-Adevî (Abdullah b. Ömer b. Hattab)
2. Ebu Ömer Salim b. Abdullah el-Adevî (Salim b. Abdullah b. Ömer b. Hattab)
3. Ebu Bekir Muhammed b. Şihab ez-Zührî (Muhammed b. Müslim b. Ubeydullah b. Abdullah b. Şihab)
4. Ebu Halid Ukayl b. Halid el-Eylî (Ukayl b. Halid b. Ukayl)
5. Ebu Haris Leys b. Sa'd el-Fehmî (Leys b. Sa'd b. Abdurrahman)
6. Yahya b. Bükeyr el-Kuraşî (Yahya b. Abdullah b. Bükeyr)
7. Ebu Abdullah Ahmed b. İbrahim el-Belhi (Ahmed b. İbrahim b. Milhan)
8. Ebu Hasan Ali b. Hamşâd en-Neysaburi (Ali b. Muhammed b. Sehtuyeh b. Nasr)
9. Hakim en-Nîsâbûrî (Muhammed b. Abdullah b. Hamdûye b. Nu'aym b. el-Hakem)
Konular:
Boşanma, boşama zamanı
Boşanma, hayız halinde boşama
Hz. Peygamber, kızması
İddet, boşanmış kadının iddeti
Sünnet, Abdullah b. Ömer'in uygulamaları
Öneri Formu
Hadis Id, No:
152022, BS15020
Hadis:
أَخْبَرَنَا أَبُو بَكْرٍ : أَحْمَدُ بْنُ مُحَمَّدِ بْنِ غَالِبٍ الْخَوَارِزْمِىُّ الْحَافِظُ بِبَغْدَادَ قَالَ قُرِئَ عَلَى أَبِى عَلِىٍّ مُحَمَّدِ بْنِ أَحْمَدَ بْنِ الْحَسَنِ الصَّوَّافِ وَأَنَا أَسْمَعُ حَدَّثَكُمْ جَعْفَرُ بْنُ مُحَمَّدٍ الْفِرْيَابِىُّ حَدَّثَنَا مُحَمَّدُ بْنُ الْمُصَفَّى حَدَّثَنَا مُحَمَّدُ بْنُ حَرْبٍ حَدَّثَنَا الزُّبَيْدِىُّ عَنِ الزُّهْرِىِّ : أَنَّهُ سُئِلَ عَنْ طَلاَقِ السُّنَّةِ لِلْعِدَّةِ فَقَالَ أَخْبَرَنِى سَالِمُ بْنُ عَبْدِ اللَّهِ أَنَّ عَبْدَ اللَّهِ بْنَ عُمَرَ رَضِىَ اللَّهُ عَنْهُمَا قَالَ : طَلَّقْتُ امْرَأَتِى فِى حَيَاةِ رَسُولِ اللَّهِ -صلى الله عليه وسلم- وَهِىَ حَائِضٌ فَذَكَرَ ذَلِكَ عُمَرُ لِرَسُولِ اللَّهِ -صلى الله عليه وسلم- فَتَغَيَّظَ عَلَىَّ فِى ذَلِكَ وَقَالَ :« لِيُرَاجِعْهَا ثُمَّ يُمْسِكْهَا حَتَّى تَحِيضَ حَيْضَةً وَتَطْهُرَ فَإِنْ شَاءَ أَنْ يُطَلِّقَهَا طَاهِرًا قَبْلَ أَنْ يَمَسَّهَا فَذَلِكَ الطَّلاَقُ لِلْعِدَّةِ كَمَا أَمَرَ اللَّهُ تَعَالَى ». قَالَ عَبْدُ اللَّهِ : فَرَاجَعْتُهَا وَحُسِبَتْ لَهَا التَّطْلِيقَةُ الَّتِى طَلَّقْتُهَا.
Tercemesi:
Açıklama:
Yazar, Kitap, Bölüm:
Beyhakî, Sünen-i Kebir, Hulû' ve't-talak 15020, 15/216
Senetler:
1. İbn Ömer Abdullah b. Ömer el-Adevî (Abdullah b. Ömer b. Hattab)
2. Ebu Ömer Salim b. Abdullah el-Adevî (Salim b. Abdullah b. Ömer b. Hattab)
3. Ebu Bekir Muhammed b. Şihab ez-Zührî (Muhammed b. Müslim b. Ubeydullah b. Abdullah b. Şihab)
4. Ebu Hüzeyl Muhammed b. Velid ez-Zübeydi (Muhammed b. Velid b. Amir)
5. Ebu Abdullah Muhammed b. Harb el-Havlani (Muhammed b. Harb b. Ebreş)
6. Muhammed b. Musaffa el-Kuraşi el-Hımsî (Muhammed b. Musaffa b. Behlül)
7. Ebu Bekir Cafer b. Muhammed el-Firyabî (Cafer b. Muhammed b. Hasan b. Müstefâz)
8. Ebu Ali Muhammed b. Ahmed es-Savvâf (Muhammed b. Ahmed b. Hasan b. İshak b. İbrahim)
9. Ebu Bekir Ahmed b. Muhammed el-Berkânî (Ahmed b. Muhammed b. Ahmed b. Ğalib)
Konular:
Boşanma, boşama zamanı
Boşanma, hayız halinde boşama
Hz. Peygamber, kızması
İddet, boşanmış kadının iddeti
Sünnet, Abdullah b. Ömer'in uygulamaları
Öneri Formu
Hadis Id, No:
152024, BS15022
Hadis:
وَأَخْبَرَنَا أَبُو بَكْرٍ : أَحْمَدُ بْنُ مُحَمَّدِ بْنِ الْحَارِثِ الْفَقِيهُ أَخْبَرَنَا عَلِىُّ بْنُ عُمَرَ الْحَافِظُ حَدَّثَنَا أَبُو بَكْرٍ النَّيْسَابُورِىُّ حَدَّثَنَا مُحَمَّدُ بْنُ يَحْيَى وَأَبُو الأَزْهَرِ قَالاَ حَدَّثَنَا يَعْقُوبُ بْنُ إِبْرَاهِيمَ حَدَّثَنَا ابْنُ أَخِى الزُّهْرِىِّ عَنْ عَمِّهِ قَالَ أَخْبَرَنِى سَالِمُ بْنُ عَبْدِ اللَّهِ بْنِ عُمَرَ أَنَّ عَبْدَ اللَّهِ بْنَ عُمَرَ قَالَ : طَلَّقْتُ امْرَأَتِى وَهِىَ حَائِضٌ فَذَكَرَ عُمَرُ لِرَسُولِ اللَّهِ -صلى الله عليه وسلم- فَتَغَيَّظَ رَسُولُ اللَّهِ -صلى الله عليه وسلم- فَقَالَ :« لِيُرَاجِعْهَا ثُمَّ لِيُمْسِكْهَا حَتَّى تَحِيضَ حَيْضَةً مُسْتَقْبَلَةً سِوَى حَيْضَتِهَا الَّتِى طَلَّقَهَا فِيهَا فَإِنْ بَدَا لَهُ أَنْ يُطَلِّقَهَا فَلْيُطَلِّقْهَا طَاهِرًا مِنْ حَيْضَتِهَا قَبْلَ أَنْ يَمَسَّهَا فَذَلِكَ الطَّلاَقُ لِلْعِدَّةِ كَمَا أَمَرَ اللَّهُ عَزَّ وَجَلَّ ». وَكَانَ عَبْدُ اللَّهِ طَلَّقَهَا تَطْلِيقَةً فَحُسِبَتْ مِنْ طَلاَقِهَا وَرَاجَعَهَا عَبْدُ اللَّهِ كَمَا أَمَرَهُ رَسُولُ اللَّهِ -صلى الله عليه وسلم-. رَوَاهُ مُسْلِمٌ فِى الصَّحِيحِ عَنْ عَبْدِ بْنِ حُمَيْدٍ عَنْ يَعْقُوبَ بْنِ إِبْرَاهِيمَ بْنِ سَعْدٍ.
Tercemesi:
Açıklama:
Yazar, Kitap, Bölüm:
Beyhakî, Sünen-i Kebir, Hulû' ve't-talak 15022, 15/217
Senetler:
1. İbn Ömer Abdullah b. Ömer el-Adevî (Abdullah b. Ömer b. Hattab)
2. Ebu Ömer Salim b. Abdullah el-Adevî (Salim b. Abdullah b. Ömer b. Hattab)
3. Ebu Bekir Muhammed b. Şihab ez-Zührî (Muhammed b. Müslim b. Ubeydullah b. Abdullah b. Şihab)
4. Ebu Abdullah Muhammed b. Abdullah ez-Zührî (Muhammed b. Abdullah b. Müslim b. Ubeydullah)
5. Ebu Yusuf Yakub b. İbrahim el-Kuraşî (Yakub b. İbrahim b. Sa'd b. İbrahim b. Abdurrahman b. Avf)
6. Muhammed b. Yahya ez-Zühli (Muhammed b. Yahya b. Abdullah b. Halid)
7. Abdullah b. Muhammed el-Fakih (Abdullah b. Muhammed b. Ziyad b. Vasıl b. Meymun)
8. Ebu Hasan ed-Darekutnî (Ali b. Ömer b. Ahmed b. Mehdî b. Mesud b. Numan b. Dînâr b. Abdullah)
9. Ebu Bekir Ahmed b. Muhammed et-Temîmî (Ahmed b. Muhammed b. Ahmed b. Abdullah b. Hâris)
Konular:
Boşanma, boşama zamanı
Boşanma, hayız halinde boşama
Boşanma, iddet müddeti
Hz. Peygamber, kızması
Sünnet, Abdullah b. Ömer'in uygulamaları
Öneri Formu
Hadis Id, No:
288523, BS15022-2
Hadis:
وَأَخْبَرَنَا أَبُو بَكْرٍ : أَحْمَدُ بْنُ مُحَمَّدِ بْنِ الْحَارِثِ الْفَقِيهُ أَخْبَرَنَا عَلِىُّ بْنُ عُمَرَ الْحَافِظُ حَدَّثَنَا أَبُو بَكْرٍ النَّيْسَابُورِىُّ حَدَّثَنَا مُحَمَّدُ بْنُ يَحْيَى وَأَبُو الأَزْهَرِ قَالاَ حَدَّثَنَا يَعْقُوبُ بْنُ إِبْرَاهِيمَ حَدَّثَنَا ابْنُ أَخِى الزُّهْرِىِّ عَنْ عَمِّهِ قَالَ أَخْبَرَنِى سَالِمُ بْنُ عَبْدِ اللَّهِ بْنِ عُمَرَ أَنَّ عَبْدَ اللَّهِ بْنَ عُمَرَ قَالَ : طَلَّقْتُ امْرَأَتِى وَهِىَ حَائِضٌ فَذَكَرَ عُمَرُ لِرَسُولِ اللَّهِ -صلى الله عليه وسلم- فَتَغَيَّظَ رَسُولُ اللَّهِ -صلى الله عليه وسلم- فَقَالَ :« لِيُرَاجِعْهَا ثُمَّ لِيُمْسِكْهَا حَتَّى تَحِيضَ حَيْضَةً مُسْتَقْبَلَةً سِوَى حَيْضَتِهَا الَّتِى طَلَّقَهَا فِيهَا فَإِنْ بَدَا لَهُ أَنْ يُطَلِّقَهَا فَلْيُطَلِّقْهَا طَاهِرًا مِنْ حَيْضَتِهَا قَبْلَ أَنْ يَمَسَّهَا فَذَلِكَ الطَّلاَقُ لِلْعِدَّةِ كَمَا أَمَرَ اللَّهُ عَزَّ وَجَلَّ ». وَكَانَ عَبْدُ اللَّهِ طَلَّقَهَا تَطْلِيقَةً فَحُسِبَتْ مِنْ طَلاَقِهَا وَرَاجَعَهَا عَبْدُ اللَّهِ كَمَا أَمَرَهُ رَسُولُ اللَّهِ -صلى الله عليه وسلم-. رَوَاهُ مُسْلِمٌ فِى الصَّحِيحِ عَنْ عَبْدِ بْنِ حُمَيْدٍ عَنْ يَعْقُوبَ بْنِ إِبْرَاهِيمَ بْنِ سَعْدٍ.
Tercemesi:
Açıklama:
Yazar, Kitap, Bölüm:
Beyhakî, Sünen-i Kebir, Hulû' ve't-talak 15022, 15/217
Senetler:
1. İbn Ömer Abdullah b. Ömer el-Adevî (Abdullah b. Ömer b. Hattab)
2. Ebu Ömer Salim b. Abdullah el-Adevî (Salim b. Abdullah b. Ömer b. Hattab)
3. Ebu Bekir Muhammed b. Şihab ez-Zührî (Muhammed b. Müslim b. Ubeydullah b. Abdullah b. Şihab)
4. Ebu Abdullah Muhammed b. Abdullah ez-Zührî (Muhammed b. Abdullah b. Müslim b. Ubeydullah)
5. Ebu Yusuf Yakub b. İbrahim el-Kuraşî (Yakub b. İbrahim b. Sa'd b. İbrahim b. Abdurrahman b. Avf)
6. Ahmed b. Ezher el-Abdî (Ahmed b. Ezher b. Meni')
7. Abdullah b. Muhammed el-Fakih (Abdullah b. Muhammed b. Ziyad b. Vasıl b. Meymun)
8. Ebu Hasan ed-Darekutnî (Ali b. Ömer b. Ahmed b. Mehdî b. Mesud b. Numan b. Dînâr b. Abdullah)
9. Ebu Bekir Ahmed b. Muhammed et-Temîmî (Ahmed b. Muhammed b. Ahmed b. Abdullah b. Hâris)
Konular:
Boşanma, boşama zamanı
Boşanma, hayız halinde boşama
Boşanma, iddet müddeti
Hz. Peygamber, kızması
Sünnet, Abdullah b. Ömer'in uygulamaları