Bize Yezîd b. Hârûn, ona Muhammed b. Amr, ona Ebû Seleme ve Yahyâ b. Abdurrahmân b. Hâtıb şöyle dediler:
"Rasulullah (sav) ile müşrikler arasında bir sulh (hudne) vardı. Bu esnada Mekke’de Kâ‘b oğulları ile Bekir oğulları kabileleri arasında bir çatışma meydana geldi. Bunun üzerine Kâ‘b oğullarından imdat isteyen biri Rasulullah’ın (sav) huzuruna gelip 'Allah’ım! Muhammed’i, babalarımız arasında yapılan dayanışma antlaşmasına çağırıyorum! Allah sana hidayet versin, bize etkili bir yardım ulaştır! Allah’ın kullarını yardıma çağır ki, onlar da destek versinler!' diyerek yardım istedi. O sırada bir bulut geçti, gök gürledi. Rasulullah (sav) 'Bu bulut, Kâ‘b oğullarına yardım için gürlüyor' buyurdu, sonra da Âişe’ye dönerek 'Beni sefere hazırla, ancak bunu hiç kimseye bildirme' dedi. Bu esnada Ebu Bekir içeri girdi ve Hz. Âişe’nin hâlini fark ederek 'Bu hazırlık nedir?' diye sordu. Âişe 'Rasulullah (sav), kendisini hazırlamakla beni görevlendirdi' dedi. Ebu Bekir 'Nereye gidecek?' diye sordu. Âişe 'Mekke’ye' diye cevap verdi. Ebu Bekir 'Vallahi, bizimle onlar arasındaki antlaşma henüz sona ermedi' dedi. Sonra durumu Rasulullah’a (sav) bildirdi. Hz. Peygamber (sav) de 'Onlar antlaşmayı ilk bozanlardır' buyurdu."
"Bunun üzerine yola çıkılması emredildi. Güzergâh gizli tutuldu. Rasulullah sefere çıktı, Müslümanlar da onunla birlikte yola koyuldular. Mekke halkı bu gelişmeden habersiz olup hiçbir bilgi alamıyorlardı. Ebu Süfyân, Hakîm b. Hizâm’a 'Ey Hakîm! Vallahi içine düştüğümüz belirsizlik bizi sarstı. Gel, bizimle Merv arasında gidip gelelim, belki bir haber ediniriz' dedi. Bu esnada Huzâa kabilesinden Budeyl b. Verkâ el-Ka‘bî 'Ben de sizinle geleyim' dedi. Onlar da 'Eğer istiyorsan gel' dediler. Yola çıktılar. Merv yokuşuna yaklaştıklarında, gece çökmüştü. Tepeye çıktıklarında, vadinin tamamını saran ateşlerin yandığını gördüler. Ebu Süfyân, Hakîm’e 'Bu ateşler de neyin nesi?' dedi. Budeyl b. Verkâ 'Bunlar Amr oğullarının ateşleridir, savaş onları aç bıraktı' dedi. Ebu Süfyân 'Babana andolsun! Amr oğulları, bu (ateşleri yakanlar) kadar çok ve güçlü değildir' dedi. O esnada Rasulullah’ın nöbetçileri —Ensâr’dan bir grup— onları yakalayıp nöbetçi kumandan olan Ömer b. Hattâb’a götürdüler ve 'Mekkelilerden bir grup yakaladık' dediler. Hz. Ömer gülümseyerek 'Vallahi, bana Ebu Süfyân’ı getirmiş olsaydınız, bundan fazlası olamazdı' dedi. Onlar 'Vallahi, sana Ebu Süfyân’ı da getirdik' dediler. Hz. Ömer 'Onu tutuklayın' dedi ve sabah oluncaya dek gözaltında tuttular."
"Sabahleyin Rasulullah’ın (sav) huzuruna çıkarıldığında ona 'Biat et' denildi. Ebu Süfyân 'Bunu yapmaktan başka çarem yok, ya biat ya da daha kötüsü' diyerek biat etti. Ebu Süfyân’dan sonra Hakîm b. Hizâm’a 'Biat et' denildi. Hakîm 'Biat ederim, ama yere kapanmam, ayakta kalırım' dedi. Rasulullah (sav) 'Bizden öncekiler de ayakta biat ederdi' buyurdu. Onlar ayrıldıktan sonra Ebu Bekir 'Ey Allah’ın Rasulü! Ebu Süfyân şeref duygusunu seven bir adamdır' dedi. Bunun üzerine Rasulullah 'Kim Ebu Süfyân’ın evine girerse emniyettedir. Ancak İbn Hatal, Mikyâs b. Subâbe el-Leysî, Abdullah b. Sa’d b. Ebu Sarh ve (müşrikleri öven şiirler söyleyen) iki câriye hariç. Onları Kâbe’nin örtülerine sarılmış da bulsanız, öldürün' buyurdu. Onlar ayrılınca Ebu Bekir 'Ey Allah’ın Resulü! Keşke emretseydiniz de, Ebu Süfyân yolda tutulup, halk arasında seferin duyurulmasını sağlasaydı' dedi. Bu sırada Abbas, Ebu Süfyân’a yetişti ve 'Biraz oturup, olan biteni gözlemlemek istemez misin?' dedi. Ebu Süfyân da 'Olur' dedi. Bu ancak, Ebu Süfyân zayıf kimselerle karşılaşsın da hâllerini sorsun diye yapılmıştı. Bu esnada Cüheyne kabilesi geçti. Ebu Süfyân 'Ey Abbas! Bunlar kim?' dedi. Abbas 'Bunlar Cuheyne kabilesi' dedi. Ebu Süfyân 'Cuhayne’yle benim bir alıp veremediğim yok. Vallahi onlarla aramda hiç savaş olmadı' dedi. Sonra Müzeyne kabilesi geçti. Ebu Süfyân 'Ey Abbas! Bunlar kim?' dedi. Abbas 'Bunlar Müzeyne kabilesi' dedi. Ebu Süfyân 'Müzeyne’yle benim bir alıp veremediğim yok. Vallahi onlarla aramda hiç savaş olmadı' dedi. Sonra Süleym kabilesi geçti. Ebu Süfyân 'Ey Abbas! Bunlar kim?' dedi. Abbas 'Bunlar Süleym kabilesi' dedi. (Ravi) der ki: Sonra Arap bölükleri geçmeye başladı. Sonra Eslem, Gifar kabileler geçti. Ebu Süfyân sordu, Abbas cevap verdi. Nihayet en sonunda Rasulullah (sav), muhâcirlerin ve ensârın ön saflarında, göz kamaştıran zırhlar içinde çıkageldi. Ebu Süfyân 'Ey Abbas! Bunlar kim?' diye sordu. Abbas 'Bu, Allah’ın Rasulü ve onun Muhacir ve Ensardan ashabı' dedi. Ebu Süfyân 'Kardeşinin oğlu ne büyük bir saltanata sahip olmuş' dedi. Abbas 'Hayır! Vallahi bu bir saltanat değildir; bu peygamberliktir' dedi. O gün ordu on bin veya on iki bin kişiydi."
"Rasulullah sancağı Sa’d b. Ubâde’ye teslim etti, Sa’d da sancağı oğlu Kays b. Sa’d’a verdi. Ebu Süfyân atına atlayarak ordudan önce Mekke’ye ulaştı. Yüksek bir tepeye çıktı. Mekke ahalisi 'Ardından gelen nedir?' dedi. Ebu Süfyân 'Ardımdan gelen bir öyle bir kalabalık ki onu asla karşılayamazsınız. Ardımdan gelen ordunun benzerini hiç görmedim. Kim benim evime girerse emniyettedir' dedi. Bunun üzerine halk onun evine akın etti. Rasulullah Mekke’ye girdi ve Hacûn mevkiinde konakladı. Zübeyir b. Avvâm’ı süvarilerle birlikte vadinin yukarı kısmından, Hâlid b. Velîd’i ise süvarilerle aşağı tarafından gönderdi, sonra da 'Sen, Allah’ın yeryüzündeki en hayırlı ve Allah’a en sevgili beldesisin. Vallahi! Eğer senin halkın beni buradan çıkarmasaydı, asla çıkmazdım. Senin saygınlığını ihlal benden önce hiç kimseye helâl olmadığı gibi benden sonra da helâl olmayacaktır. Bana da yalnızca günün bir saatinde helâl kılındın. İşte o bu saattir. Buranın ağaçları kesilmez, otları yolunmaz, buluntusunu yalnızca sahibine ulaştırmak isteyen alabilir' buyurdu. Bu esnada Şah adında bir adam, [-Bazıları 'bu cümleyi Abbas söyledi' derler.-] 'Ey Allah’ın Rasulü! Evlerimiz, mezarlarımız ve demirciliğimiz [ya da demirciliğimiz ve kabirlerimiz-] için izhîr bitkisini hariç tutsanız?' dedi."
"İbn Hatal, Kâbe’nin örtüsüne sarılmış halde bulundu ve orada öldürüldü. Mikyâs b. Subâbe, Safâ ile Merve arasında bulundu. Üzerine yürüyen bir grup tarafından öldürülmek istendi. Ancak amcasının oğlu Numeyle 'Ona dokunmayın! Vallahi kim yaklaşırsa, bu elimdeki kılıçla soğuyuncaya kadar onu vururum' dedi. İnsanlar geri durdu, kendi atılıp onu öldürdü. Kimsenin, kendi karşısında övünmesini istemedi. Rasulullah (sav) Kâbe’yi tavaf etti. Ardından Osman b. Talha yanına girdi. Hz. Peygamber (sav) 'Ey Osman! Kâbe’nin anahtarı nerede?' diye sordu. Osman 'Annem Sülâfe bint Sa‘d’da' cevabını verdi. Rasulullah (sav), ona haber gönderdi. Kadın 'Hayır! Lât ve Uzzâ hakkı için, onu ona asla vermem' dedi. Osman, kadına 'İşler değişti. Şayet vermezsen, ben ve kardeşim öldürülürüz' dedi. Bunun üzerine anahtarı teslim etti. Osman, anahtarı getirirken yolda tökezleyip düştü ve anahtar elinden yuvarlandı. Rasulullah, kalktı, yere eğilip elbisesiyle anahtarı aldı. Sonra Osman Kâbe’yi açtı. Rasulullah (sav) içeri girdi, köşelerinde ve her bir yönünde tekbir getirip Allah’a hamd etti. İki sütun arasında iki rekât namaz kıldı. Ardından dışarı çıktı ve iki kapı arasında durdu. Ali der ki: Kâbe’nin anahtarı bize verilir ümidiyle kendimi öne çıkardım. Böylece hem su dağıtma (sikâye) hem de örtü muhafazası (hicâbe) bizde olacaktı. Ancak Rasulullah 'Osman nerede? İşte, Allah’ın size verdiği emanet, alın anahtarı' diyerek anahtarı ona geri verdi. Sonra Bilâl Kâbe'nin üzerine çıktı ve ezan okudu. Hâlid b. Üseyd 'Bu ses de neyin nesi?' dedi. 'Bu, Bilâl b. Rebâh'tır' dediler. Hâlid 'Ebû Bekir'in Habeşli kölesi mi?' dedi 'Evet' dediler. 'Nerede?' dedi. 'Kâbe'nin üzerinde' dediler. 'Ebû Talha ailesinin sorumlu olduğu makamın üzerinde mi?' dedi. 'Evet2 dediler. 'Ne diyor?' diye sordu. 'Eşhedü en lâ ilâhe illallah ve eşhedü enne Muhammeden Rasûlullah diyor' dediler. Hâlid 'Şüphesiz Allah, Ebû Hâlid'i (yani babamı) bu sesi duymaktan muhafaza etti' dedi. Babası Halid Bedir Günü müşrikler safında öldürülmüştü."
"Sonra Allah Rasûlü (sav) Huneyn'e çıktı. Havâzin kabilesi, Huneyn'de ona karşı kuvvet topladı. Çarpıştılar. Allah Rasûlü'nün ashabı bozguna uğradı. Yüce Allah 'Huneyn günü çokluğunuz sizi gururlandırmıştı, fakat bu size hiçbir fayda sağlamamıştı' (Tevbe, 9/25) buyurmuştur. Sonra Allah, Rasûlü'ne ve Müminlere sekînetini indirdi. Allah Rasulü (sav) bineğinden indi ve 'Allah'ım! Eğer dilersen, bu günden sonra sana ibadet edilmez. Kahrolsun o yüzler' diye dua etti, sonra elindeki çakılları onlara savurdu ve onlar bozguna uğrayarak kaçtılar. Allah Rasulü (sav) esirleri ve ganimet mallarını ele geçirdi ve onlara 'Dilerseniz fidye alırız, dilerseniz esir bırakırız' buyurdu. Onlar 'Bizim için soyumuzdan önemli bir şey yoktur' dediler. Bunun üzerine Allah Rasulü 'Ben çıktığımda benden isteyin. Ben size bana ait olanı veririm. Ve Hiçbir Müslümana da zor gelmez' buyurdu. Rasulullah (sav) çıktığında onlar, ona seslendiler. O da 'Bana ait olanı zaten size verdim' buyurdu. Diğer Müslümanlar da aynısını söyledi. Ancak Uyeyne b. Hısn b. Huzeyfe b. Bedr hariç. O 'Bana düşen haktan vermem' dedi. Rasulullah 'Bu konuda hakkın vardır' buyurdu. Nihayet o gün ona, tek gözlü yaşlı bir cariye düştü."
"Sonra Allah Rasûlü (sav) Tâif halkını yaklaşık bir ay muhasara etti. Hz. Ömer 'Ey Allah'ın Rasulü! Beni onlara gönder, onlara Allah'ı davet edeyim' dedi. Rasulullah 'Ya seninle savaşırlarsa' buyurdu, ardından Urve onlara gitti ve onları Allah'a davet etti. Mâlik oğullarından biri ona ok attı ve öldürdü. Rasulullah (sav) 'Urve, kavmi içinde Yâsîn Suresi'nde ('ey kavmim peygamberlere uyun' diyen) adam gibiydi' buyurdu. Rasulullah (sav) 'Sürülerini alın ve onlara baskı yapın' buyurdu. Sonra Allah Rasûlü (sav) dönüşe geçti. Nahle'ye varıncaya kadar insanlar ondan bir şey istemeye başladı. Enes der ki: Hz. Peygamber'i (sav), cübbesi sırtından alınacak derecede çekiştirdiler. Ay parçası gibi parlayan omzu görüldü. Rasulullah (sav) 'Ridamı verin! Yazıklar olsun size! Beni cimrilikle mi itham ediyorsunuz? Vallahi, şayet şu iki dağ arası deve ve koyun dolu olsa, hepsini size verirdim' buyurdu. O gün Rasulullah (sav) müellefe-i kulûba yüzer deve verdi ve herkese dağıttı."
"Bu esnada Ensar arasında ileri geri konuşmalar oldu. Bunun üzerine Rasulullah (sav) onları çağırdı ve 'Şöyle şöyle mi dediniz? Ben sizi sapıklık içinde buldum da Allah sizi benimle hidayete erdirmedi mi?' buyurdu. 'Evet' dediler. 'Sizi fakir buldum da Allah sizi benimle zenginleştirmedi mi?' buyurdu, 'Evet' dediler. 'Siz düşmandınız da Allah sizin kalplerinizi birleştirmedi mi?' buyurdu. 'Evet' dediler. Bunun üzerine ' Siz isteseydiniz bana 'Bize terk edilmiş olarak geldin, biz seni yardımla destekledik; kovulmuş geldin, biz seni barındırdık; muhtaç geldin, biz sana yardım ettik' diyebilirdiniz' buyurdu. Ensâr 'Allah ve Rasûlü daha çok lütuf sahibidir' dedi. Rasulullah 'İnsanlar davar ve deveyle geri dönecekler, siz ise Allah Rasulü ile evlerinize döneceksiniz. İnsanlar dış giysi gibi, sizse benim yakın içliğimsiniz (gönül dostlarımsınız)' buyurdu."
"Allah Rasulü (sav), taksim işini Abdü'l-Eşhel oğullarından Abbâd b. Vakş'a verdi. Eslem'den üstünde elbisesi olmayan bir adam geldi ve 'Bu elbiselerden bana bir hırka ver' dedi. Abbâd 'Bu ganimet Müslümanca paylaşılacak. Ben sana izinsiz bir şey veremem' dedi. Kavmi 'Ona bir hırka ver, eğer biri itiraz ederse bu bizim hakkımızdandır' dediler. O da ona bir hırka verdi. Bu durum Rasulullah'a (sav) ulaştı. Rasûlullah (sav) 'Bundan dolayı onun hakkında değil, sizin hakkınızda korkarım' buyurdu. Abbâd 'Ey Allah'ın Elçisi! Onun kavmi 'Eğer biri itiraz ederse bu bizim hissemizden olsun' deyince verdim' dedi. Rasûlullah (sav) 'Allah size hayır versin, Allah size hayır versin' buyurdu."
Öneri Formu
Hadis Id, No:
128441, MŞ38055
Hadis:
حَدَّثَنَا يَزِيدُ بْنُ هَارُونَ ، قَالَ : أَخْبَرَنَا مُحَمَّدُ بْنُ عَمْرٍو ، عَنْ أَبِي سَلَمَةَ ، وَيَحْيَى بْنِ عَبْدِ الرَّحْمَنِ بْنِ حَاطِبٍ ، قَالاَ : كَانَتْ بَيْنَ رَسُولِ اللهِ صلى الله عليه وسلم وَبَيْنَ الْمُشْرِكِينَ هُدْنَةٌ ، فَكَانَ بَيْنَ بَنِي كَعْبٍ وَبَيْنَ بَنِي بَكْرٍ قِتَالٌ بِمَكَّةَ ، فَقَدِمَ صَرِيخٌ لِبَنِي كَعْبٍ عَلَى رَسُولِ اللهِ صلى الله عليه وسلم ، فَقَالَ : اللهُمَّ إِنِّي نَاشِدٌ مُحَمَّدًا حِلْفَ أَبِينَا وَأَبِيهِ الأَتْلَدَا فَانْصُرْ هَدَاك اللَّهُ نَصْرًا أَعْتَدَا وَادْعُ عِبَادَ اللهِ يَأْتُوا مَدَدَا. فَمَرَّتْ سَحَابَةٌ فَرَعَدَتْ ، فَقَالَ رَسُولُ اللهِ صلى الله عليه وسلم : إنَّ هَذِهِ لَتَرْعَدُ بِنَصْرِ بَنِي كَعْبٍ ، ثُمَّ قَالَ لِعَائِشَةَ : جَهِّزِينِي ، وَلاَ تُعْلِمَنَّ بِذَلِكَ أَحَدًا ، فَدَخَلَ عَلَيْهَا أَبُو بَكْرٍ فَأَنْكَرَ بَعْضَ شَأْنِهَا ، فَقَالَ : مَا هَذَا ، قَالَتْ : أَمَرَنِي رَسُولُ اللهِ صلى الله عليه وسلم أَنْ أُجَهِّزَهُ ، قَالَ : إلَى أَيْنَ ، قَالَتْ : إلَى مَكَّةَ ، قَالَ : فَوَاللهِ مَا انْقَضَتِ الْهُدْنَةُ بَيْنَنَا وَبَيْنَهُمْ بَعْدُ ، فَجَاءَ أَبُو بَكْرٍ إلَى رَسُولِ اللهِ صلى الله عليه وسلم فَذَكَرَ لَهُ ، فَقَالَ النَّبِيُّ صلى الله عليه وسلم : إنَّهُمْ أَوَّلُ مَنْ غَدَرَ ،
ثُمَّ أَمَرَ بِالطَّرِيقِ فَحُبِسَتْ ، ثُمَّ خَرَجَ وَخَرَجَ الْمُسْلِمُونَ مَعَهُ ، فَغُمَّ لأَهْلِ مَكَّةَ لاَ يَأْتِيهِمْ خَبَرٌ ، فَقَالَ أَبُو سُفْيَانَ لِحَكِيمِ بْنِ حِزَامٍ : أَيْ حَكِيمُ ، وَاللهِ لَقَدْ غَمَّنَا وَاغْتَمَمْنَا ، فَهَلْ لَكَ أَنْ تَرْكَبَ مَا بَيْنَنَا وَبَيْنَ مَرْوٍ ، لَعَلَّنَا أَنْ نَلْقَى خَبَرًا ، فَقَالَ لَهُ بُدَيْلُ بْنُ وَرْقَاءَ الْكَعْبِيُّ مِنْ خُزَاعَةَ : وَأَنَا مَعَكُمْ ، قَالاَ : وَأَنْتَ إِنْ شِئْتَ ، قَالَ : فَرَكِبُوا حَتَّى إذَا دَنَوْا مِنْ ثَنِيَّةِ مَرْوٍ أَظْلَمُوا فَأَشْرَفُوا عَلَى الثَّنِيَّةِ ، فَإِذَا النِّيرَانُ قَدْ أَخَذَتِ الْوَادِيَ كُلَّهُ ، قَالَ أَبُو سُفْيَانَ لِحَكِيمٍ : مَا هَذِهِ النِّيرَانُ ، قَالَ بُدَيْلُ بْنُ وَرْقَاءَ : هَذِهِ نِيرَانُ بَنِي عَمْرٍو ، جَوَّعَتْهَا الْحَرْبُ ، قَالَ أَبُو سُفْيَانَ : لأوَأَبِيك لَبَنُو عَمْرٍو أَذَلُّ وَأَقَلُّ مِنْ هَؤُلاَءِ ، فَتَكَشَّفَ عَنْهُمَ الأَرَاك ، فَأَخَذَهُمْ حَرَسُ رَسُولِ اللهِ صلى الله عليه وسلم نَفَرٌ مِنَ الأَنْصَارِ. وَكَانَ عُمَرُ بْنُ الْخَطَّابِ تِلْكَ اللَّيْلَةَ عَلَى الْحَرَسِ ، فَجَاؤُوا بِهِمْ إِلَيْهِ ، فَقَالُوا : جِئْنَاك بِنَفَرٍ أَخَذْنَاهُمْ مِنْ أَهْلِ مَكَّةَ ، فَقَالَ عُمَرُ وَهُوَ يَضْحَكُ إِلَيْهِمْ : وَاللهِ لَوْ جِئْتُمُونِي بِأَبِي سُفْيَانَ مَا زِدْتُمْ ، قَالَوا : قَدْ وَاللهِ أَتَيْنَاك بِأَبِي سُفْيَانَ ، فَقَالَ : احْبِسُوهُ ، فَحَبَسُوهُ حَتَّى أَصْبَحَ ،
فَغَدَا بِهِ عَلَى رَسُولِ اللهِ صلى الله عليه وسلم ، فَقِيلَ لَهُ : بَايِعْ ، فَقَالَ : لاَ أَجِدُ إِلاَّ ذَاكَ ، أَوْ شَرًّا مِنْهُ ، فَبَايَعَ ، ثُمَّ قِيلَ لِحَكِيمِ بْنِ حِزَامٍ : بَايِعْ ، فَقَالَ : أُبَايِعُك ، وَلاَ أَخِرُّ إِلاَّ قَائِمًا ، قَالَ : قَالَ رَسُولُ اللهِ صلى الله عليه وسلم : أَمَّا مِنْ قَبْلِنَا فَلَنْ تَخِرَّ إِلاَّ قَائِمًا. فَلَمَّا وَلَّوْا ، قَالَ أَبُو بَكْرٍ : أَيْ رَسُولَ اللهِ ، إِنَّ أَبَا سُفْيَانَ رَجُلٌ يُحِبُّ السَّمَاعَ ، يَعَنْي الشَّرَفَ ، فَقَالَ رَسُولُ اللهِ صلى الله عليه وسلم : مَنْ دَخَلَ دَارَ أَبِي سُفْيَانَ فَهُوَ آمِنٌ إِلاَّ ابْنَ خَطَلٍ ، وَمِقْيَسَ بْنَ صُبَابَةَ اللَّيْثِيَّ ، وَعَبْدَ اللهِ بْنَ سَعْدِ بْنِ أَبِي سَرْحٍ ، وَالْقَيْنَتَيْنِ ، فَإِنْ وَجَدْتُمُوهُمْ مُتَعَلِّقِينَ بِأَسْتَارِ الْكَعْبَةِ فَاقْتُلُوهُمْ ، قَالَ : فَلَمَّا وَلَّوْا ، قَالَ أَبُو بَكْرٍ : يَا رَسُولَ اللهِ ، لَوْ أَمَرْت بِأَبِي سُفْيَانَ فَحَبَسَ عَلَى الطَّرِيقِ ، وَأَذَّنَ فِي النَّاسِ بِالرَّحِيلِ ، فَأَدْرَكَهُ الْعَبَّاسُ ، فَقَالَ : هَلْ لَك إِلَى أَنْ تَجْلِسَ حَتَّى تَنْظُرَ ؟ قَالَ : بَلَى ، وَلَمْ يَكُنْ ذَلِكَ إِلاَّ لِيَرَى ضَعْفَةً فَيَسْأَلَهُمْ ، فَمَرَّتْ جُهَيْنَةُ ، فَقَالَ : أَيْ عَبَّاسُ ، مَنْ هَؤُلاَءِ ؟ قَالَ : هَذِهِ جُهَيْنَةُ ، قَالَ : مَا لِي وَلِجُهَيْنَةَ ؟ وَاللهِ مَا كَانَتْ بَيْنِي وَبَيْنَهُمْ حَرْبٌ قَطُّ ، ثُمَّ مَرَّتْ مُزَيْنَةُ ، فَقَالَ : أَيْ عَبَّاسُ ، مَنْ هَؤُلاَءِ ؟ قَالَ : هَذِهِ مُزَيْنَةُ ، قَالَ : مَا لِي وَلِمُزَيْنَةَ ، وَاللهِ مَا كَانَتْ بَيْنِي وَبَيْنَهُمْ حَرْبٌ قَطُّ ، ثُمَّ مَرَّتْ سُلَيْمٌ ، فَقَالَ : أَيْ عَبَّاسُ ،مَنْ هَؤُلاَءِ ؟ قَالَ : هَذِهِ سُلَيْمٌ ، قَالَ : ثُمَّ جَعَلَتْ تَمُرُّ طَوَائِفُ الْعَرَبِ ، فَمَرَّتْ عَلَيْهِ أَسْلَمُ وَغِفَارٌ فَيَسْأَلُ عَنْهَا فَيُخْبِرُهُ الْعَبَّاسُ. حَتَّى مَرَّ رَسُولُ اللهِ صلى الله عليه وسلم فِي أُخْرَيَاتِ النَّاسِ ، فِي الْمُهَاجِرِينَ الأَوَّلِينَ وَالأَنْصَارِ ، فِي لأمةٍ تَلْتَمِعُ الْبَصَرَ ، فَقَالَ : أَيْ عَبَّاسُ ، مَنْ هَؤُلاَءِ ؟ قَالَ : هَذَا رَسُولُ اللهِ صلى الله عليه وسلم وَأَصْحَابُهُ ، فِي الْمُهَاجِرِينَ الأَوَّلِينَ وَالأَنْصَارِ ، قَالَ : لَقَدْ أَصْبَحَ ابْنُ أَخِيك عَظِيمَ الْمُلْكِ ، قَالَ : لاَ وَاللهِ ، مَا هُوَ بِمُلْكٍ ، وَلَكِنَّهَا النُّبُوَّةُ ، وَكَانُوا عَشَرَةَ آلاَفٍ ، أَوِ اثْنَيْ عَشَرَ أَلْفًا.
قَالَ : وَدَفَعَ رَسُولُ اللهِ صلى الله عليه وسلم الرَّايَةَ إِلَى سَعْدِ بْنِ عُبَادَةَ ، فَدَفَعَهَا سَعْدٌ إِلَى ابْنِهِ قَيْسِ بْنِ سَعْدٍ ، وَرَكِبَ أَبُو سُفْيَانَ فَسَبَقَ النَّاسَ حَتَّى اطَّلَعَ عَلَيْهِمْ مِنَ الثَّنِيَّةِ ، قَالَ لَهُ أَهْلُ مَكَّةَ : مَا وَرَاءَك ؟ قَالَ : وَرَائِي الدَّهْمُ ، وَرَائِي مَا لاَ قِبَلَ لَكُمْ بِهِ ، وَرَائِي مَنْ لَمْ أَرَ مِثْلَهُ ، مَنْ دَخَلَ دَارِي فَهُوَ آمِنٌ ، فَجَعَلَ النَّاسُ يَقْتَحِمُونَ دَارَهِ ، وَقَدِمَ رَسُولُ اللهِ صلى الله عليه وسلم فَوَقَفَ بِالْحَجُونِ بِأَعْلَى مَكَّةَ ، وَبَعَثَ الزُّبَيْرَ بْنَ الْعَوَّامِ فِي الْخَيْلِ فِي أَعْلَى الْوَادِي ، وَبَعَثَ خَالِدَ بْنَ الْوَلِيدِ فِي الْخَيْلِ فِي أَسْفَلِ الْوَادِي ، وَقَالَ رَسُولُ اللهِ صلى الله عليه وسلم : إِنَّكِ لَخَيْرُ أَرْضِ اللهِ وَأَحَبُّ أَرْضِ اللهِ إِلَى اللهِ ، وَإِنِّي وَاللهِ لَوْ لَمْ أُخْرَجْ مِنْك مَا خَرَجْتُ ، وَإِنَّهَا لَمْ تَحِلَّ لأَحَدٍ كَانَ قَبْلِي ، وَلاَ تَحِلُّ لأَحَدٍ بَعْدِي ، وَإِنَّمَا أُحِلَّتْ لِي سَاعَةً مِنَ النَّهَارِ ، وَهِيَ سَاعَتِي هَذِهِ ، حَرَامٌ لاَ يُعْضَدُ شَجَرُهَا ، وَلاَ يُحْتَشُّ حَبْلُهَا ، وَلاَ يَلْتَقِطُ ضَالَّتَهَا إِلاَّ مُنْشِدٌ ، فَقَالَ لَهُ رَجُلٌ يُقَالُ لَهُ : شَاهٌ ، وَالنَّاسُ يَقُولُونَ : قَالَ لَهُ الْعَبَّاسُ : يَا رَسُولَ اللهِ ، إِلاَّ الإِذْخِرَ ، فَإِنَّهُ لِبُيُوتِنَا وَقُبُورِنَا وَقُيُونِنَا ، أَوْ لِقُيُونِنَا وَقُبُورِنَا.
فَأَمَّا ابْنُ خَطَلٍ فَوُجِدَ مُتَعَلِّقًا بِأَسْتَارِ الْكَعْبَةِ فَقُتِلَ ، وَأَمَّا مِقْيَسُ بْنُ صُبَابَةَ فَوَجَدُوهُ بَيْنَ الصَّفَا وَالْمَرْوَةِ فَبَادَرَهُ نَفَرٌ مِنْ بَنِي كَعْبٍ لِيَقْتُلُوهُ ، فَقَالَ ابْنُ عَمِّهِ نُمَيْلَةُ : خَلُّوا عَنْهُ ، فَوَاللهِ لاَ يَدْنُو مِنْهُ رَجُلٌ إِلاَّ ضَرَبْتُهُ بِسَيْفِي هَذَا حَتَّى يَبْرُدَ ، فَتَأَخَّرُوا عَنْهُ فَحَمْلَ عَلَيْهِ بِسَيْفِهِ فَفَلَقَ بِهِ هَامَتَهُ ، وَكَرِهَ أَنْ يَفْخَرَ عَلَيْهِ أَحَدٌ. ثُمَّ طَافَ رَسُولُ اللهِ صلى الله عليه وسلم بِالْبَيْتِ ، ثُمَّ دَخَلَ عُثْمَانُ بْنُ طَلْحَةَ ، فَقَالَ : أَيْ عُثْمَان ، أَيْنَ الْمِفْتَاحُ ؟ فَقَالَ : هُوَعِنْدَ أُمِّي سُلاَفَةَ ابْنَةِ سَعْدٍ ، فَأَرْسَلَ إِلَيْهَا رَسُولُ اللهِ صلى الله عليه وسلم ، فَقَالَتْ : لاَ وَاللاَتِ وَالْعُزَّى ، لاَ أَدْفَعُهُ إِلَيْهِ أَبَدًا ، قَالَ : إِنَّهُ قَدْ جَاءَ أَمْرٌ غَيْرُ الأَمْرِ الَّذِي كُنَّا عَلَيْهِ ، فَإِنَّك إِنْ لَمْ تَفْعَلِي قُتِلْتُ أَنَا وَأَخِي ، قَالَ : فَدَفَعَتْهُ إِلَيْهِ ، قَالَ : فَأَقْبَلَ بِهِ حَتَّى إِذَا كَانَ وِجَاهَ رَسُولِ اللهِ صلى الله عليه وسلم ، عُثِرَ فَسَقَطَ الْمِفْتَاحُ مِنْهُ ، فَقَامَ إِلَيْهِ رَسُولُ اللهِ صلى الله عليه وسلم فَأَحْنَى عَلَيْهِ ثَوْبَهُ ، ثُمَّ فَتْحَ لَهُ عُثْمَان ، فَدَخَلَ رَسُولُ اللهِ صلى الله عليه وسلم الْكَعْبَةَ ، فَكَبَّرَ فِي زَوَايَاهَا وَأَرْجَائِهَا ، وَحَمِدَ اللَّهَ ، ثُمَّ صَلَّى بَيْنَ الأُسْطُوَانَتَيْنِ رَكْعَتَيْنِ ، ثُمَّ خَرَجَ فَقَامَ بَيْنَ الْبَابَيْنِ، فَقَالَ عَلِيٌّ : فَتَطَاوَلْت لَهَا وَرَجَوْت أَنْ يَدْفَعَ إِلَيْنَا الْمِفْتَاحَ ، فَتَكُونُ فِينَا السِّقَايَةُ وَالْحِجَابَةُ ، فَقَالَ رَسُولُ اللهِ صلى الله عليه وسلم : أَيْنَ عُثْمَان ؟ هَاكُمْ مَا أَعْطَاكُمَ اللَّهُ ، فَدَفَعَ إِلَيْهِ الْمِفْتَاحَ. ثُمَّ رَقَى بِلاَلٌ عَلَى ظَهْرِ الْكَعْبَةِ فَأَذَّنَ ، فَقَالَ خَالِدُ بْنُ أُسَيْدٍ : مَا هَذَا الصَّوْتُ ؟ قَالَوا : بِلاَلُ بْنُ رَبَاحٍ ، قَالَ : عَبْدُ أَبِي بَكْرٍ الْحَبَشِيُّ ؟ قَالَوا : نَعَمْ ، قَالَ : أَيْنَ ؟ قَالَوا : عَلَى ظَهْرِ الْكَعْبَةِ ، قَالَ : عَلَى مَرْقِبَةِ بَنِي أَبِي طَلْحَةَ ؟ قالَوا : نَعَمْ ، قَالَ : مَا يَقُولُ ؟ قَالَوا : يَقُولُ : أَشْهَدُ أَنْ لاَ إِلَهَ إِلاَّ اللَّهُ ، وَأَشْهَدُ أَنَّ مُحَمَّدًا رَسُولُ اللهِ ، قَالَ : لَقَدْ أَكْرَمَ اللَّهُ أَبَا خَالِدٍ عَنْ أَنْ يَسْمَعَ هَذَا الصَّوْتَ ، يَعَنْي أَبَاهُ ، وَكَانَ مِمَّنْ قُتِلَ يَوْمَ بَدْرٍ فِي الْمُشْرِكِينَ.
وَخَرَجَ رَسُولُ اللهِ صلى الله عليه وسلم إِلَى حُنَيْنٍ ، وَجَمَعَتْ لَهُ هَوَازِنُ بِحُنَيْنٍ ، فَاقْتَتَلُوا ، فَهُزِمَ أَصْحَابُ رَسُولِ اللهِ صلى الله عليه وسلم ، قَالَ اللَّهُ : {وَيَوْمَ حُنَيْنٍ إِذْ أَعْجَبَتْكُمْ كَثْرَتُكُمْ فَلَمْ تُغْنِ عَنْكُمْ شَيْئًا} ثُمَّ أَنْزَلَ اللَّهُ سَكِينَتَهُ عَلَى رَسُولِهِ وَعَلَى الْمُؤْمِنِينَ ، فَنَزَلَ رَسُولُ اللهِ صلى الله عليه وسلم عَنْ دَابَّتِهِ ، فَقَالَ : اللَّهُمَّ إِنَّك إِنْ شِئْت لَمْ تُعْبَدْ بَعْدَ الْيَوْمِ ، شَاهَتِ الْوُجُوهُ ، ثُمَّ رَمَاهُمْ بِحَصْبَاءَ كَانَتْ فِي يَدِهِ ، فَوَلَّوْا مُدْبِرِينَ ، فَأَخَذَ رَسُولُ اللهِ صلى الله عليه وسلم السَّبْيَ وَالأَمْوَالَ ، فَقَالَ لَهُمْ : إِنْ شِئْتُمْ فَالْفِدَاءُ ، وَإِنْ شِئْتُمْ فَالسَّبْيُ ، قَالُوا : لَنْ نُؤْثِرَ الْيَوْمَ عَلَى الْحَسَبِ شَيْئًا ، فَقَالَ رَسُولُ اللهِ صلى الله عليه وسلم : إِذَا خَرَجْتُ فَاسْأَلُونِي ، فَإِنِّي سَأُعْطِيكُمَ الَّذِي لِي ، وَلَنْ يَتَعَذَّرَ عَلَيَّ أَحَدٌّ مِنَ الْمُسْلِمِينَ ، فَلَمَّا خَرَجَ رَسُولُ اللهِ صلى الله عليه وسلم صَاحُوا إِلَيْهِ ، فَقَالَ : أَمَّا الَّذِي لِي فَقَدْ أَعْطَيْتُكُمُوهُ ، وَقَالَ الْمُسْلِمُونَ مِثْلَ ذَلِكَ إِلاَّ عُيَيْنَةَ بْنَ حِصْنِ بْنِ حُذَيْفَةَ بْنِ بَدْرٍ ، فَإِنَّهُ قَالَ : أَمَّا الَّذِي لِي فَإِنِّي لاَ أُعْطِيهِ ، قَالَ : أَنْتَ عَلَى حَقِّكَ مِنْ ذَلِكَ ، قَالَ : فَصَارَتْ لَهُ يَوْمَئِذٍ عَجُوزٌ عَوْرَاءُ.
ثُمَّ حَاصَرَ رَسُولُ اللهِ صلى الله عليه وسلم أَهْلَ الطَّائِفِ قَرِيبًا مِنْ شَهْرٍ ، فَقَالَ عُمَرُ بْنُ الْخَطَّابِ : أَيْ رَسُولَ اللهِ صلى الله عليه وسلم ، دَعَنْي فَأَدْخُلْ عَلَيْهِمْ ، فَأَدْعُوهُمْ إِلَى اللهِ ، قَالَ : إِنَّهُمْ إِذَا قَاتَلُوك ، فَدَخَلَ عَلَيْهِمْ عُرْوَةُ فَدَعَاهُمْ إِلَى اللهِ ، فَرَمَاهُ رَجُلٌ مِنْ بَنِي مَالِكٍ بِسَهْمٍ فَقَتَلَهُ ، فَقَالَ رَسُولُ اللهِ صلى الله عليه وسلم : مِثْلُهُ فِي قَوْمِهِ مِثْلُ صَاحِبِ يَاسِينَ ، وَقَالَ رَسُولُ اللهِ صلى الله عليه وسلم : خُذُوا مَوَاشِيَهُمْ وَضَيِّقُوا عَلَيْهِمْ. ثُمَّ أَقْبَلَ رَسُولُ اللهِ صلى الله عليه وسلم رَاجِعًا حَتَّى إِذَا كَانَ بِنَخْلَةٍ ، جَعَلَ النَّاسُ يَسْأَلُونَهُ ، قَالَ أَنَسٌ : حَتَّى انْتَزَعُوا رِدَاءَهُ عَنْ ظَهْرِهِ ، فَأَبْدَوْا عَنْ مِثْلِ فِلْقَةَ الْقَمَرِ ، فَقَالَ : رُدُّوا عَلَيَّ رِدَائِي ، لاَ أَبَا لَكُمْ ، أَتَبْخَلُونَنِي ، فَوَاللهِ أَنْ لَوْ كَانَ مَا بَيْنَهُمَا إِبِلاً وَغَنَمًا لأَعْطَيْتُكُمُوهُ ، فَأَعْطَى الْمُؤَلَّفَةَ يَوْمَئِذٍ مِئَةً مِئَةً مِنَ الإِبِلِ ، وَأَعْطَى النَّاسَ.
فَقَالَتِ الأَنْصَارُ عِنْدَ ذَلِكَ ، فَدَعَاهُمْ رَسُولُ اللهِ صلى الله عليه وسلم ، فَقَالَ : قُلْتُمْ كَذَا وَكَذَا ؟ أَلَمْ أَجِدْكُمْ ضُلاَّلاً فَهَدَاكُمَ اللَّهُ بِي ؟ قَالَوا : بَلَى ، قَالَ : أَوَلَمْ أَجِدْكُمْ عَالةً فَأَغْنَاكُمْ اللَّهُ بَي ؟ قَالُوا : بَلَى ، قَالَ : أَلَمْ أَجِدْكُمْ أَعْدَاءً فَأَلَّفَ اللَّهُ بَيْنَ قُلُوبِكُمْ بِي ؟ قَالَوا : بَلَى ، قَالَ : أَمَا إِنَّكُمْ لَوْ شِئْتُمْ قُلْتُمْ : قَدْ جِئْتَنَا مَخْذُولاً فَنَصَرْنَاك ، قَالَوا : اللَّهُ وَرَسُولُهُ أَمَنَّ ، قَالَ : لَوْ شِئْتُمْ قُلْتُمْ : جِئْتَنَا طَرِيدًا فَآوَيْنَاك ، قَالَوا : اللَّهُ وَرَسُولُهُ أَمَنَّ ، وَلَوْ شِئْتُمْ لَقُلْتُمْ : جِئْتنَا عَائِلاً فَآسَيْنَاك ، قَالَوا : اللَّهُ وَرَسُولُهُ أَمَنَّ ، قَالَ : أَفَلاَ تَرْضَوْنَ أَنْ يَنْقَلِبَ النَّاسُ بِالشَّاءِ وَالْبَعِيرِ ، وَتَنْقَلِبُونَ بِرَسُولِ اللهِ إِلَى دِيَارِكُمْ ؟ قَالَوا : بَلَى ، فَقَالَ رَسُولُ اللهِ صلى الله عليه وسلم : النَّاسُ دِثَارٌ ، وَالأَنْصَارُ شِعَارٌ.
وَجَعَلَ عَلَى الْمَقَاسِمِ عَبَّادَ بْنَ وَقْشٍ أَخَا بَنِي عَبْدِ الأَشْهَلِ ، فَجَاءَ رَجُلٌ مِنْ أَسْلَمَ عَارِيًّا لَيْسَ عَلَيْهِ ثَوْبٌ ، فَقَالَ : اُكْسُنِي مِنْ هَذِهِ الْبُرُودِ بُرْدَةً ، قَالَ : إِنَّمَا هِيَ مَقَاسِمُ الْمُسْلِمِينَ ، وَلاَ يَحِلُّ لِي أَنْ أُعْطِيَك مِنْهَا شَيْئًا ، فَقَالَ قَوْمُهُ : اُكْسُهُ مِنْهَا بُرْدَةً ، فَإِنْ تَكَلَّمَ فِيهَا أَحَدٌ ، فَهِيَ مِنْ قِسْمِنَا وَأُعْطِيَّاتِنَا ، فَأَعْطَاهُ بُرْدَةً ، فَبَلَغَ ذَلِكَ رَسُولَ اللهِ صلى الله عليه وسلم ، فَقَالَ : مَا كُنْتُ أَخْشَى هَذَا عَلَيْهِ ، مَا كُنْتُ أَخْشَاكُمْ عَلَيْهِ ، فَقَالَ : يَا رَسُولَ اللهِ ، مَا أَعْطَيْتُهُ إِيَّاهَا ، حَتَّى قَالَ قَوْمُهُ : إِنْ تَكَلَّمَ فِيهَا أَحَدٌ فَهِيَ مِنْ قِسْمِنَا وَأُعْطِيَّاتِنَا ، فَقَالَ : جَزَاكُمَ اللَّهُ خَيْرًا ، جَزَاكُمَ اللَّهُ خَيْرًا.
Tercemesi:
Bize Yezîd b. Hârûn, ona Muhammed b. Amr, ona Ebû Seleme ve Yahyâ b. Abdurrahmân b. Hâtıb şöyle dediler:
"Rasulullah (sav) ile müşrikler arasında bir sulh (hudne) vardı. Bu esnada Mekke’de Kâ‘b oğulları ile Bekir oğulları kabileleri arasında bir çatışma meydana geldi. Bunun üzerine Kâ‘b oğullarından imdat isteyen biri Rasulullah’ın (sav) huzuruna gelip 'Allah’ım! Muhammed’i, babalarımız arasında yapılan dayanışma antlaşmasına çağırıyorum! Allah sana hidayet versin, bize etkili bir yardım ulaştır! Allah’ın kullarını yardıma çağır ki, onlar da destek versinler!' diyerek yardım istedi. O sırada bir bulut geçti, gök gürledi. Rasulullah (sav) 'Bu bulut, Kâ‘b oğullarına yardım için gürlüyor' buyurdu, sonra da Âişe’ye dönerek 'Beni sefere hazırla, ancak bunu hiç kimseye bildirme' dedi. Bu esnada Ebu Bekir içeri girdi ve Hz. Âişe’nin hâlini fark ederek 'Bu hazırlık nedir?' diye sordu. Âişe 'Rasulullah (sav), kendisini hazırlamakla beni görevlendirdi' dedi. Ebu Bekir 'Nereye gidecek?' diye sordu. Âişe 'Mekke’ye' diye cevap verdi. Ebu Bekir 'Vallahi, bizimle onlar arasındaki antlaşma henüz sona ermedi' dedi. Sonra durumu Rasulullah’a (sav) bildirdi. Hz. Peygamber (sav) de 'Onlar antlaşmayı ilk bozanlardır' buyurdu."
"Bunun üzerine yola çıkılması emredildi. Güzergâh gizli tutuldu. Rasulullah sefere çıktı, Müslümanlar da onunla birlikte yola koyuldular. Mekke halkı bu gelişmeden habersiz olup hiçbir bilgi alamıyorlardı. Ebu Süfyân, Hakîm b. Hizâm’a 'Ey Hakîm! Vallahi içine düştüğümüz belirsizlik bizi sarstı. Gel, bizimle Merv arasında gidip gelelim, belki bir haber ediniriz' dedi. Bu esnada Huzâa kabilesinden Budeyl b. Verkâ el-Ka‘bî 'Ben de sizinle geleyim' dedi. Onlar da 'Eğer istiyorsan gel' dediler. Yola çıktılar. Merv yokuşuna yaklaştıklarında, gece çökmüştü. Tepeye çıktıklarında, vadinin tamamını saran ateşlerin yandığını gördüler. Ebu Süfyân, Hakîm’e 'Bu ateşler de neyin nesi?' dedi. Budeyl b. Verkâ 'Bunlar Amr oğullarının ateşleridir, savaş onları aç bıraktı' dedi. Ebu Süfyân 'Babana andolsun! Amr oğulları, bu (ateşleri yakanlar) kadar çok ve güçlü değildir' dedi. O esnada Rasulullah’ın nöbetçileri —Ensâr’dan bir grup— onları yakalayıp nöbetçi kumandan olan Ömer b. Hattâb’a götürdüler ve 'Mekkelilerden bir grup yakaladık' dediler. Hz. Ömer gülümseyerek 'Vallahi, bana Ebu Süfyân’ı getirmiş olsaydınız, bundan fazlası olamazdı' dedi. Onlar 'Vallahi, sana Ebu Süfyân’ı da getirdik' dediler. Hz. Ömer 'Onu tutuklayın' dedi ve sabah oluncaya dek gözaltında tuttular."
"Sabahleyin Rasulullah’ın (sav) huzuruna çıkarıldığında ona 'Biat et' denildi. Ebu Süfyân 'Bunu yapmaktan başka çarem yok, ya biat ya da daha kötüsü' diyerek biat etti. Ebu Süfyân’dan sonra Hakîm b. Hizâm’a 'Biat et' denildi. Hakîm 'Biat ederim, ama yere kapanmam, ayakta kalırım' dedi. Rasulullah (sav) 'Bizden öncekiler de ayakta biat ederdi' buyurdu. Onlar ayrıldıktan sonra Ebu Bekir 'Ey Allah’ın Rasulü! Ebu Süfyân şeref duygusunu seven bir adamdır' dedi. Bunun üzerine Rasulullah 'Kim Ebu Süfyân’ın evine girerse emniyettedir. Ancak İbn Hatal, Mikyâs b. Subâbe el-Leysî, Abdullah b. Sa’d b. Ebu Sarh ve (müşrikleri öven şiirler söyleyen) iki câriye hariç. Onları Kâbe’nin örtülerine sarılmış da bulsanız, öldürün' buyurdu. Onlar ayrılınca Ebu Bekir 'Ey Allah’ın Resulü! Keşke emretseydiniz de, Ebu Süfyân yolda tutulup, halk arasında seferin duyurulmasını sağlasaydı' dedi. Bu sırada Abbas, Ebu Süfyân’a yetişti ve 'Biraz oturup, olan biteni gözlemlemek istemez misin?' dedi. Ebu Süfyân da 'Olur' dedi. Bu ancak, Ebu Süfyân zayıf kimselerle karşılaşsın da hâllerini sorsun diye yapılmıştı. Bu esnada Cüheyne kabilesi geçti. Ebu Süfyân 'Ey Abbas! Bunlar kim?' dedi. Abbas 'Bunlar Cuheyne kabilesi' dedi. Ebu Süfyân 'Cuhayne’yle benim bir alıp veremediğim yok. Vallahi onlarla aramda hiç savaş olmadı' dedi. Sonra Müzeyne kabilesi geçti. Ebu Süfyân 'Ey Abbas! Bunlar kim?' dedi. Abbas 'Bunlar Müzeyne kabilesi' dedi. Ebu Süfyân 'Müzeyne’yle benim bir alıp veremediğim yok. Vallahi onlarla aramda hiç savaş olmadı' dedi. Sonra Süleym kabilesi geçti. Ebu Süfyân 'Ey Abbas! Bunlar kim?' dedi. Abbas 'Bunlar Süleym kabilesi' dedi. (Ravi) der ki: Sonra Arap bölükleri geçmeye başladı. Sonra Eslem, Gifar kabileler geçti. Ebu Süfyân sordu, Abbas cevap verdi. Nihayet en sonunda Rasulullah (sav), muhâcirlerin ve ensârın ön saflarında, göz kamaştıran zırhlar içinde çıkageldi. Ebu Süfyân 'Ey Abbas! Bunlar kim?' diye sordu. Abbas 'Bu, Allah’ın Rasulü ve onun Muhacir ve Ensardan ashabı' dedi. Ebu Süfyân 'Kardeşinin oğlu ne büyük bir saltanata sahip olmuş' dedi. Abbas 'Hayır! Vallahi bu bir saltanat değildir; bu peygamberliktir' dedi. O gün ordu on bin veya on iki bin kişiydi."
"Rasulullah sancağı Sa’d b. Ubâde’ye teslim etti, Sa’d da sancağı oğlu Kays b. Sa’d’a verdi. Ebu Süfyân atına atlayarak ordudan önce Mekke’ye ulaştı. Yüksek bir tepeye çıktı. Mekke ahalisi 'Ardından gelen nedir?' dedi. Ebu Süfyân 'Ardımdan gelen bir öyle bir kalabalık ki onu asla karşılayamazsınız. Ardımdan gelen ordunun benzerini hiç görmedim. Kim benim evime girerse emniyettedir' dedi. Bunun üzerine halk onun evine akın etti. Rasulullah Mekke’ye girdi ve Hacûn mevkiinde konakladı. Zübeyir b. Avvâm’ı süvarilerle birlikte vadinin yukarı kısmından, Hâlid b. Velîd’i ise süvarilerle aşağı tarafından gönderdi, sonra da 'Sen, Allah’ın yeryüzündeki en hayırlı ve Allah’a en sevgili beldesisin. Vallahi! Eğer senin halkın beni buradan çıkarmasaydı, asla çıkmazdım. Senin saygınlığını ihlal benden önce hiç kimseye helâl olmadığı gibi benden sonra da helâl olmayacaktır. Bana da yalnızca günün bir saatinde helâl kılındın. İşte o bu saattir. Buranın ağaçları kesilmez, otları yolunmaz, buluntusunu yalnızca sahibine ulaştırmak isteyen alabilir' buyurdu. Bu esnada Şah adında bir adam, [-Bazıları 'bu cümleyi Abbas söyledi' derler.-] 'Ey Allah’ın Rasulü! Evlerimiz, mezarlarımız ve demirciliğimiz [ya da demirciliğimiz ve kabirlerimiz-] için izhîr bitkisini hariç tutsanız?' dedi."
"İbn Hatal, Kâbe’nin örtüsüne sarılmış halde bulundu ve orada öldürüldü. Mikyâs b. Subâbe, Safâ ile Merve arasında bulundu. Üzerine yürüyen bir grup tarafından öldürülmek istendi. Ancak amcasının oğlu Numeyle 'Ona dokunmayın! Vallahi kim yaklaşırsa, bu elimdeki kılıçla soğuyuncaya kadar onu vururum' dedi. İnsanlar geri durdu, kendi atılıp onu öldürdü. Kimsenin, kendi karşısında övünmesini istemedi. Rasulullah (sav) Kâbe’yi tavaf etti. Ardından Osman b. Talha yanına girdi. Hz. Peygamber (sav) 'Ey Osman! Kâbe’nin anahtarı nerede?' diye sordu. Osman 'Annem Sülâfe bint Sa‘d’da' cevabını verdi. Rasulullah (sav), ona haber gönderdi. Kadın 'Hayır! Lât ve Uzzâ hakkı için, onu ona asla vermem' dedi. Osman, kadına 'İşler değişti. Şayet vermezsen, ben ve kardeşim öldürülürüz' dedi. Bunun üzerine anahtarı teslim etti. Osman, anahtarı getirirken yolda tökezleyip düştü ve anahtar elinden yuvarlandı. Rasulullah, kalktı, yere eğilip elbisesiyle anahtarı aldı. Sonra Osman Kâbe’yi açtı. Rasulullah (sav) içeri girdi, köşelerinde ve her bir yönünde tekbir getirip Allah’a hamd etti. İki sütun arasında iki rekât namaz kıldı. Ardından dışarı çıktı ve iki kapı arasında durdu. Ali der ki: Kâbe’nin anahtarı bize verilir ümidiyle kendimi öne çıkardım. Böylece hem su dağıtma (sikâye) hem de örtü muhafazası (hicâbe) bizde olacaktı. Ancak Rasulullah 'Osman nerede? İşte, Allah’ın size verdiği emanet, alın anahtarı' diyerek anahtarı ona geri verdi. Sonra Bilâl Kâbe'nin üzerine çıktı ve ezan okudu. Hâlid b. Üseyd 'Bu ses de neyin nesi?' dedi. 'Bu, Bilâl b. Rebâh'tır' dediler. Hâlid 'Ebû Bekir'in Habeşli kölesi mi?' dedi 'Evet' dediler. 'Nerede?' dedi. 'Kâbe'nin üzerinde' dediler. 'Ebû Talha ailesinin sorumlu olduğu makamın üzerinde mi?' dedi. 'Evet2 dediler. 'Ne diyor?' diye sordu. 'Eşhedü en lâ ilâhe illallah ve eşhedü enne Muhammeden Rasûlullah diyor' dediler. Hâlid 'Şüphesiz Allah, Ebû Hâlid'i (yani babamı) bu sesi duymaktan muhafaza etti' dedi. Babası Halid Bedir Günü müşrikler safında öldürülmüştü."
"Sonra Allah Rasûlü (sav) Huneyn'e çıktı. Havâzin kabilesi, Huneyn'de ona karşı kuvvet topladı. Çarpıştılar. Allah Rasûlü'nün ashabı bozguna uğradı. Yüce Allah 'Huneyn günü çokluğunuz sizi gururlandırmıştı, fakat bu size hiçbir fayda sağlamamıştı' (Tevbe, 9/25) buyurmuştur. Sonra Allah, Rasûlü'ne ve Müminlere sekînetini indirdi. Allah Rasulü (sav) bineğinden indi ve 'Allah'ım! Eğer dilersen, bu günden sonra sana ibadet edilmez. Kahrolsun o yüzler' diye dua etti, sonra elindeki çakılları onlara savurdu ve onlar bozguna uğrayarak kaçtılar. Allah Rasulü (sav) esirleri ve ganimet mallarını ele geçirdi ve onlara 'Dilerseniz fidye alırız, dilerseniz esir bırakırız' buyurdu. Onlar 'Bizim için soyumuzdan önemli bir şey yoktur' dediler. Bunun üzerine Allah Rasulü 'Ben çıktığımda benden isteyin. Ben size bana ait olanı veririm. Ve Hiçbir Müslümana da zor gelmez' buyurdu. Rasulullah (sav) çıktığında onlar, ona seslendiler. O da 'Bana ait olanı zaten size verdim' buyurdu. Diğer Müslümanlar da aynısını söyledi. Ancak Uyeyne b. Hısn b. Huzeyfe b. Bedr hariç. O 'Bana düşen haktan vermem' dedi. Rasulullah 'Bu konuda hakkın vardır' buyurdu. Nihayet o gün ona, tek gözlü yaşlı bir cariye düştü."
"Sonra Allah Rasûlü (sav) Tâif halkını yaklaşık bir ay muhasara etti. Hz. Ömer 'Ey Allah'ın Rasulü! Beni onlara gönder, onlara Allah'ı davet edeyim' dedi. Rasulullah 'Ya seninle savaşırlarsa' buyurdu, ardından Urve onlara gitti ve onları Allah'a davet etti. Mâlik oğullarından biri ona ok attı ve öldürdü. Rasulullah (sav) 'Urve, kavmi içinde Yâsîn Suresi'nde ('ey kavmim peygamberlere uyun' diyen) adam gibiydi' buyurdu. Rasulullah (sav) 'Sürülerini alın ve onlara baskı yapın' buyurdu. Sonra Allah Rasûlü (sav) dönüşe geçti. Nahle'ye varıncaya kadar insanlar ondan bir şey istemeye başladı. Enes der ki: Hz. Peygamber'i (sav), cübbesi sırtından alınacak derecede çekiştirdiler. Ay parçası gibi parlayan omzu görüldü. Rasulullah (sav) 'Ridamı verin! Yazıklar olsun size! Beni cimrilikle mi itham ediyorsunuz? Vallahi, şayet şu iki dağ arası deve ve koyun dolu olsa, hepsini size verirdim' buyurdu. O gün Rasulullah (sav) müellefe-i kulûba yüzer deve verdi ve herkese dağıttı."
"Bu esnada Ensar arasında ileri geri konuşmalar oldu. Bunun üzerine Rasulullah (sav) onları çağırdı ve 'Şöyle şöyle mi dediniz? Ben sizi sapıklık içinde buldum da Allah sizi benimle hidayete erdirmedi mi?' buyurdu. 'Evet' dediler. 'Sizi fakir buldum da Allah sizi benimle zenginleştirmedi mi?' buyurdu, 'Evet' dediler. 'Siz düşmandınız da Allah sizin kalplerinizi birleştirmedi mi?' buyurdu. 'Evet' dediler. Bunun üzerine ' Siz isteseydiniz bana 'Bize terk edilmiş olarak geldin, biz seni yardımla destekledik; kovulmuş geldin, biz seni barındırdık; muhtaç geldin, biz sana yardım ettik' diyebilirdiniz' buyurdu. Ensâr 'Allah ve Rasûlü daha çok lütuf sahibidir' dedi. Rasulullah 'İnsanlar davar ve deveyle geri dönecekler, siz ise Allah Rasulü ile evlerinize döneceksiniz. İnsanlar dış giysi gibi, sizse benim yakın içliğimsiniz (gönül dostlarımsınız)' buyurdu."
"Allah Rasulü (sav), taksim işini Abdü'l-Eşhel oğullarından Abbâd b. Vakş'a verdi. Eslem'den üstünde elbisesi olmayan bir adam geldi ve 'Bu elbiselerden bana bir hırka ver' dedi. Abbâd 'Bu ganimet Müslümanca paylaşılacak. Ben sana izinsiz bir şey veremem' dedi. Kavmi 'Ona bir hırka ver, eğer biri itiraz ederse bu bizim hakkımızdandır' dediler. O da ona bir hırka verdi. Bu durum Rasulullah'a (sav) ulaştı. Rasûlullah (sav) 'Bundan dolayı onun hakkında değil, sizin hakkınızda korkarım' buyurdu. Abbâd 'Ey Allah'ın Elçisi! Onun kavmi 'Eğer biri itiraz ederse bu bizim hissemizden olsun' deyince verdim' dedi. Rasûlullah (sav) 'Allah size hayır versin, Allah size hayır versin' buyurdu."
Açıklama:
Yazar, Kitap, Bölüm:
İbn Ebî Şeybe, Musannef-i İbn Ebû Şeybe, Meğâzî 38055, 20/451
Senetler:
()
Konular:
Ebu Süfyan, Herakliyusla konuşması
Hz. Peygamber, örnekliği
KTB, TEBERRÜK
Savaş, Hukuku
Siyer, Mekke'nin fethi