204 Kayıt Bulundu.
Bize Müsedded, ona İsmail b. İbrahim, ona Eyyüb, ona da Zührî, Hz. Ömer'in "Allah onlardan alıp Peygamberine ganimet olarak verdiği malları elde etmek için at veya deve koşturmadınız…" (Haşr, 6) ayeti hakkında şöyle dediğini nakletmiştir: Bu Urayne köyleri, Fedek ve (Kureyza ve Nadir’in malları gibi) şurası şurası sadece Rasulullah'a (sav) aittir. "Allah’ın barış yoluyla fethedilen ülkelerin halkından Peygamberi’ne nasip ettiği ganimet malları Allah’a, Peygamber’e, Peygamber’in yakın akrabasına, yetîmlere, yoksullara ve yolda kalmışlara aittir." (Haşr, 7) "O mallarda, yurtlarından çıkarılıp mallarından yoksun bırakılmış …fakirlerin de hakkı vardır…" (Haşr, 59/8) "Daha önce Medine’yi kendilerine yurt edinmiş ve imanı benliklerine sindirmiş olanlar…" (Haşr, 59/9) "Ve onlardan sonra gelenler…" (Haşr, 59/10) (Hz. Ömer şöyle devam etti): Bu ayet bütün insanları kapsadı. Sahibi olduğunuz bazı köleler hariç, Müslümanlar içinde bu ganimette hakkı -Eyyüb, nasibi demiştir- olmayan kalmadı.
Açıklama: Böylece Hz. Ömer, savaş yapılmaksızın elde edilen bu çeşit ganimet mallarında (fey), bazı kölelerin dışında bütün Müslümanların hakkı bulunduğunu, bunların belli zümre ve şahıslar arasında taksim edilemeyeceğini belirtmiş olmaktadır.
Bize Abdullah b. Yusuf, ona Malik, ona Hişam b. Urve, ona da babası (Urve b. Zübeyr) şöyle demiştir: Henüz daha küçük yaşta iken, Hz. Peygamber'in (sav) hanımı Âişe’ye “Şanı Yüce Allah'ın "Safâ ile Merve Allah’ın hac ve umre için belirlediği işaretlerdendir. O halde hacceden veya umre yapan bir kimsenin, bu iki tepe arasında sa‘yetmesinde bir mahzur yoktur" (Bakara, 158) buyruğu hakkında ne dersin? Bana göre, bir kişinin Safa ile Merve arasında sa’y yapmamasında bir sakınca yoktur” dedim. Âişe şu cevabı verdi: Asla, eğer senin dediğin gibi olsaydı, ayet “Aralarında tavaf yapmamasından ötürü ona bir günah (vebal) yoktur” şeklinde olmalıydı. Bu ayet Menat putuna telbiye getirip, onun için ihrama giren Ensar hakkında inmiştir. Menât Kudeyd mevkii hizasında bulunuyordu. Bu sebeple onlar Safa ile Merve arasında tavaf yapmaktan çekiniyorlardı. İslam gelince bu durumu Rasulullah’a (sav) sordular. Bunun üzerine, yüce Allah "Safâ ile Merve Allah’ın hac ve umre için belirlediği işaretlerdendir. O halde hacceden veya umre yapan bir kimsenin, bu iki tepe arasında sa‘y yapmasında bir mahzur yoktur" (Bakara, 158) ayetini indirdi. Süfyan ve Ebu Muaviye, Hişam'dan yaptıkları rivayette, Aişe'nin: “Safa ile Merve arasını dolaşmadıkça Allah bir kimsenin haccını ve umresini tamam kabul etmez” dediğini eklemiştir.
Bize Humeydî, ona Sufyân, ona Zuhrî, ona da Urve şöyle demiştir: Ben Âişe'ye (r.anha) (إِنَّ الصَّفَا وَالْمَرْوَةَ ayeti hakkında) sordum, şöyle dedi: Muşellel mevkiinde bulunan Menât putu yanında ihrama girenler Safa ile Merve arasında tavaf yapmazlardı. Yüce Allah "Safâ ile Merve Allah’ın hac ve umre için belirlediği işaretlerdendir" (Bakara: 158) ayetini indirdi. Bunun üzerine Rasulullah ile Müslümanlar beraberce o iki tepe arasında sa'y yaptılar. Sufyân der ki: Menât putu, deniz tarafında bir dağ olan Kudeyd'de, Muşellel mevkiinde bulunuyordu. Abdurrahman b. Hâlid, İbn Şihâb'dan, O Urve'den, o da Âişe'den rivayetle şöyle demiştir: "إِنَّ الصَّفَا وَالْمَرْوَةَ" ayeti ayeti Ensâr hakkında inmiştir. Onlar ve Gassân kabilesi İslâm'a girmelerinden önce Menât için ihrama girer, telbiye getirirlerdi. Bu hadis de Sufyân hadisi gibidir. Ma'mer, Zuhrî'den, o da Urve'den, o da Âişe'den bu hadisin benzerini rivayet etmiş ve rivayetinde şunu da demiştir: Mekke ile Medîne arasında bulunan Menât putuna telbiye getirip ihrama giren Ensârlı bazı adamlar “ey Allah'ın Peygamberi, bizler Menât'a saygıdan dolayı Safa ile Merve arasında sa'y yapmıyorduk” dediler.
Bize Muhammed b. Kesîr, ona Süfyân, ona da Abdurrahman b. Âbis şöyle demiştir: Ben İbn Abbâs'ı işittim, "إِنَّهَا تَرْمِى بِشَرَرٍ كَالْقَصْرِ" ayetindeki "الْقَصْرِ el-kasr" kelimesini "الْقَصَرَ el-kasar" şeklinde okuyor ve şöyle diyordu: Biz kışın ısınmak için kullanmak üzere odunlar üç zira ya da daha az bir uzunlukta dik olarak yığar, bu oduna da "kasar" adını verirdik.