785 Kayıt Bulundu.
Bize İshâk b. İbrahim el-Hanzalî ve Muhammed b. Ebu Ömer, o ikisine Abdürrezzak, ona Mamer, ona ez-Zührî, ona Ubeydullah b. Abdullah b. Ebu Sevr, ona da İbn Abbas (ra) şunları söylemiş: Cenâb-ı Hakk'ın haklarında, "eğer her ikiniz de Allah'a tövbe ederseniz ne iyi, çünkü ikinizin de kalpleriniz eğrilmişti..." (et-Tahrîm, 66/4) buyurduğu, Hz. Peygamber'in (sav) zevcelerinden iki kişinin kimler olduğunu Hz. Ömer'e (ra) sormayı çok istiyordum. Nihâyet Hz. Ömer hac seyahatine çıkmış, ben de onunla hacca gitmiştim. Yolda (giderken) Hz. Ömer bir kenara saptı, ben de hemen bir matara su ile onu takip ettim. Ömer gidip abdest bozdu, sonra yanıma geldi, ben de ellerine su döktüm, abdest aldı. Dedim ki: Ey mü’minlerin emiri! Yüce Mevlâ'nın haklarında; "eğer ikiniz tövbe ederseniz ne güzel! Çünkü ikinizin de kalpleri eğrildi" buyurduğu, Rasulullah'ın (sav) hanımlarından ikisi, hangileridir? Hayret sana, ey Abbas'ın oğlu! -ez-Zührî dedi ki: Vallahi Hz. Ömer, İbn Abbas'ın sorusundan hoşlanmadı, ama gerçeği de gizlemedi-. Onlar, Aişe ile Hafsa'dır dedi. Sonra Hz. Ömer, olayı şu şekilde rivayet etti: Biz Kureyş kabilesi, kadınlara hükmeden bir millettik. Medine'ye gelince, burada kendilerine kadınların hükmettiği bir halk bulduk. Bizim kadınlarımız da onların kadınlarından (bu tutumu) öğrenmeye başladılar. Benim evim Avâlî bölgesinde, Ümeyye b. Zeyd oğulları mahallesindeydi. Bir gün karıma kızdım. Baktım ki o da bana cevap yetiştiriyor. Onun cevap yetiştirmesini garipseyince de dedi ki: Sana cevap yetiştirmemi neden garipsiyorsun? Vallahi Rasulullah'ın (sav) hanımları da O'na cevap yetiştiriyorlar hatta bazen onlardan biri, geceye kadar bütün gün kendisine dargın duruyor. Bu sözler üzerine ben hemen (kızım) Hafsa'nın yanına gittim. Ona, sizlerden biri Hz. Peygamber'e ta akşama kadar bütün gün boyunca dargın kaldığı oluyor mu dedim. Evet dedi. Ben de ona, öyleyse sizden kim bunu yapıyorsa, kesinlikle mahvolmuş, hüsrana uğramıştır. Siz Rasulullah'ın (sav) gazabından dolayı Allah'ın size gazap etmeyeceğinden emin mi oldunuz? Bunu yapan kesinlikle helak olmuştur. Kızım, sen sakın Hz. Peygamber'e laf çevirme ve O'ndan bir şey isteme. İhtiyacın olan şeyi gel benden iste! Senden daha güzel ve Rasulullah'a (sav) daha sevgili olan ortağının durumu -Hz. Aişe'yi kastediyor- sakın seni aldatmasın dedim. Hz. Ömer şöyle devam ediyor: Benim Ensâr'dan bir komşum vardı, o komşum ile Hz. Peygamber'in (sav) yanına nöbetleşe gidiyorduk; bir gün o gidiyor, bir gün de ben gidiyordum. O gittiği zaman o günün vahiy ve diğer haberlerini gelip bana haber veriyordu, ben gidince de aynı şeyi yapıyordum. O sırada bizler Gassanlılar'n, bizimle savaşmak için atlarını nallattıkları haberini konuşuyorduk. O gün arkadaşım Rasulullah'ın (sav) yanına indi, sonra yatsı vakti bana geldi, kapımı şiddetle çaldı, sonra bana seslendi, ben de dışarı çıktım. Komşum; bugün büyük bir olay oldu dedi. Ne oldu? Yoksa Gassanlılar mı saldırdı dedim. Hayır! Daha büyük ve daha korkunç bir şey! Rasulullah (sav) hanımlarını boşadı dedi. Öyleyse Hafsa perişan oldu ve hüsrana uğradı. Zaten bunun olacağını tahmin ediyordum dedim. Hemen sabah namazını kıldım, elbisemi giyinip çıktım. Şehre inip Hafsa'nın yanına gittim. Baktım ki Hafsa ağlıyor. Ona; Rasulullah (sav) sizleri boşadı mı diye sordum. Bilmiyorum, kendisi işte şu hücreye çekildi dedi. Hz. Peygamber'in uzlete çekildiği hücresine gittim. Rasulullah'ın (sav) siyah uşağına; Ömer için Rasulullah'tan (sav) izin iste dedim. Uşak içeri girdi, sonra çıktı ve dedi ki: Seni söyledim ama bir şey demedi. Bunun üzerine döndüm, Mescid-i Nebî'deki minberin yanına varıp oturdum. Baktım ki orada bazı insanlar oturuyor, onlardan bazıları da ağlıyordu. Kısa bir sürer orada oturdum. Sonra hislerime engel olamadım, tekrar gidip uşağı buldum. Kendisine; Ömer için izin iste dedim. Uşak içeri girdi, sonra çıktı ve seni söyledim ama yine bir şey söylemedi dedi. Tam dönüp giderken uşak beni çağırdı; gir, Rasulullah (sav) sana izin verdi dedi. İçeri girdim, Rasulullah'a (sav) selam verdim. Baktım ki Hz. Peygamber, kuru bir hasıra uzanmış, hasırın izleri vücuduna çıkmış! Kendisine; ey Allah'ın Rasûlü, hanımlarını boşadın mı dedim. Başını bana doğru kaldırdı ve "hayır" dedi. Ben, sevinçten Allah'u ekber dedim, sonra şöyle söyledim: Ya Rasulullah! Biliyorsun ki, biz Kureyş topluluğu kadınlara galip idik. Ama Medine'ye geldiğimizde öyle bir kavim bulduk ki, kadınları onlara galip geliyor. Bu yünden bizim kadınlarımız da Medinelilerin kadınlarının huylarını öğrenmeye başladılar. Ben bir gün karıma kızmıştım, baktım ki karım da bana karşılık veriyor. Bana karşılık vermesini garipsedim. Bunun üzerine bana; benim sana karşılık vermemi neden garipsiyorsun? Vallahi Hz. Peygamber'in (sav) zevceleri de ona karşılık veriyor ve ta akşama kadar bütün gün ona dargın duruyorlar dedi. Bunu duyunca, böyle bir şeyi yapan mahvolmuş, hüsrana uğramıştır. Onlar, Rasulullah'ın (sav) kızgınlığından dolayı Cenâb-ı Hakk'ın kendilerine gazap edeceğinden emin mi oldular? Bunu yapan helâk olmuştur dedim. Bu sözlerim üzerine Hz. Peygamber gülümsedi. Sonra şunları söyledim: Ya Rasulullah! Beni görseydin, Hafsa'nın yanına girmiştim de ona; sakın arkadaşının Peygamber'e senden daha güzel ve daha sevgili olması seni aldatmasın demiştim. -Hz. Ömer bu sözüyle Aişe'yi kastediyor-. Hz. Peygamber tekrar gülümsedi. Bunun üzerine kendisine; biraz konuşabilir miyiz dedim. "Olur" buyurdu. Ben de oturdum. Müteakiben başımı kaldırarak içeriye bir göz gezdirdim. Vallahi içeride üç deriden başka göze dokunur bir şey göremedim. Dedim ki: Ey Allah'ın Rasulü, ümmetine bolluk vermesi için Allah'a dua etseniz... Cenâb-ı Hak, Allah'a kulluk yapmadıkları halde İranlılar'a ve Romalılar'a bol rızıklar ihsan etti dedim. Bunun üzerine Hz. Peygamber doğrularak oturdu ve "sen hala şüphede misin ey Hattab oğlu? Onlar iyi amellerinin karşılığı kendilerine dünya hayatında verilen bir millettir" buyurdu. Bunun üzerine ben hemen; benim için mağfiret dile ey Allah'ın Rasulü dedim. Rasulullah (sav) zevcelerine pek ziyade gücendiğinden dolayı bir ay yanlarına girmemeye yemin etmişti. Nihayet Aziz ve Celil olan Allah kendisini tekdir etti.
Bize Harun b. Said el-Eylî, ona Abdullah b. Vehb, ona Süleyman b. Bilal, ona Yahya, ona da Ubeyd b. Huneyn, Abdullah b. Abbas'ın şöyle anlattığını nakletti: Bir ayetin manasını Ömer b. Hattab'a sormak isteğiyle bir sene bekledim. Heybetinden dolayı kendisine bir türlü soramıyordum. Nihayet Ömer, hac için (yola) çıktı. Onunla ben de yola çıktım. Dönüşte biraz yol alınca (abdest bozma) ihtiyacı için misvak ağaçlarına doğru saptı. Ben işini bitirinceye kadar onu durup (bekledim.) Sonra onunla yola koyuldum. Ona; ey müminlerin emiri! Eşlerinden Rasulullah'a (sav) karşı dayanışma içine girenler kimlerdi dedim. Ömer (ra); bunlar Hafsa ile Aişe'dir cevabını verdi. (Abdullah b. Abbas anlatmasına) şöyle devam etti: Vallahi bu meseleyi bir seneden beri sana sormak istiyordum ama heybetinden dolayı soramıyordum dedim. Ömer; bunu yapma! Benim bildiğimi zannettiğin bir şeyi hemen bana sor. Eğer ben onu biliyorsam sana haber veririm dedi ve sözüne şöyle devam etti: Vallahi biz cahiliye döneminde kadınları -Allah onlar için indirdiğini indirinceye ve haklarında verdiği payı verinceye kadar- adam yerine koymazdık. Ben, bir konuda kendi kendime düşünürken karım bana; şöyle şöyle yapsan (olmaz mı?) demişti. Ben de ona; o senin neyine gerek (Seni ne ilgilendiriyor!) Benim istemekte olduğum bir işte senin külfete girmen ne oluyor dedim. Kadın; hayret ederim sana ey Hattab oğlu! Sen sözüne karşılık verilmesini istemiyorsun. Halbuki senin kızın Rasulullah'a (sav) karşı çıkabiliyor, hatta Rasulullah o günü öfkeli halde geçiriyor dedi. Ömer şöyle devam etti: Bunun üzerine cübbemi alarak (evimden) çıktım ve Hafsa'nın yanına girdim. Ona dedim ki: Kızcağızım! Sen Rasulullah'a (sav) karşılık veriyor, bütün gününü öfkeli geçirecek kadar söyleniyormuşsun! Hafsa da biz hepimiz O'na karşılık veririz der. Bunun üzerine ben (kızıma); bilirsin ki ben seni Allah'ın cezalandırmasından ve Rasulü'nün (sav) öfkesinden daima sakındırırım. Kızcağızım! Sakın güzelliğinden ve Rasulullah'ın (sav) kendisini sevmesinden hoşlanan bu kadının durumu -Aişe'yi kastediyordu- seni aldatmasın dedim. Sonra çıktım, yakınım olduğu için Ümmü Seleme'nin yanına girdim ve onunla da konuştum. Ümmü Seleme de hayret ederim sana ey Hattab oğlu! Her şeye burnunu soktun. Nihayet Rasulullah (sav) ile hanımları arasına da mı girmek istiyorsun dedi. İşte bu söz beni öyle bir frenledi ki içimde duyduğum öfkeyi kısmen yatıştırdı. Bunun üzerine onun yanından da çıktım (ve evime döndüm). Benim Ensardan bir arkadaşım vardı. Ben (Rasulullah'ın yanına) gitmediğim zaman o bana haber getirir, o gitmediği zaman da ben ona haber getirirdim. Bu esnada biz Gassân meliklerinden birisinden de endişe ediyorduk. Üzerimize yürüyeceği söylenmişti ve yüreklerimiz ondan korku ile doluydu. Bu Ensarlı arkadaşım çıkageldi, kapıyı çaldı ve aç, aç dedi. Gassan’lı mı geldi dedim. O da hayır! Daha beteri olmuş! Rasulullah (sav) hanımlarından uzaklaşmış dedi. (İçimden) (Nihayet) Hafsa ile Aişe'nin burnu sürtüldü dedim. Elbisemi aldım çıktım ve oraya (Rasulullah'ın yanına) vardım. Bir de ne göreyim! Rasulullah (sav) birkaç basamakla çıkılır yüksekçe bir odada ve siyahî bir kölesi de basamağın başında. Köleye (Rasulullah’a Söyle!) Bu (gelen) Ömer b. Hattab'dır dedim. Nihayet bana izin verildi. Ömer dedi ki: Ben Rasulullah'a (sav) bu yaşadığım olayı aktardım. Ümmü Seleme'nin sözüne geldiğimde Rasulullah (sav) gülümsedi. O bir hasır üzerinde bulunuyordu. Bedeni ile hasır arasında hiçbir şey (giysi) yoktu. Başının altında içi lif dolu bir deri yastık vardı. Ayaklarının yanında karaz yığını (yani tabaklamada kullanılan Arab zamkı denilen ağaç yaprakları) ve baş ucunda da asılı bir post vardı. Rasulullah'ın (sav) böğründe hasırın izlerini gördüm de ağladım. Bana; "seni ağlatan nedir" buyurdu. Ben de ey Allah’ın Rasulü! Kisrâ ve Kayser’in bulundukları durum belli. Sen ise Allah'ın Rasulü'sün! (Şu haline bak!) dedim. Rasulullah (sav); "dünyanın onların, ahiretin senin olmasına razı değil misin" buyurdu.
Ebu Usame der ki: Bana Hişâm b. Urve, ona babası (Urve b. Zübeyir), ona da Âişe şöyle demiştir: Benim hakkımda söylenenler söylendiği zaman ki ben o sırada hiçbir şey bilmiyordum, Rasulullah (sav) konuşmak üzere ayağa kalktı. kelime-i şahadet getirdi, ardından Allah'a hamd edip onu en güzel şekilde övdü, sonra da "şimdi benim eşime bir takım ithamlarda bulunan insanlar hakkında fikirlerinizi bana söyleyin. Allah'a yemin ederim ki, ben eşim hakkında hiçbir kötülük bilmiyorum. Onların eşim ile birlikte itham ettikleri kimseye gelince, yine Allah'a yemin ederim ki, ben o adam hakkında da hiçbir kötü bir şey bilmiyorum. O kişi ben yokken benim evime asla girmemiştir. Ben bir sefere çıkıp evimden ayrı kaldığımda, o kişi de benimle birlikte seferde idi" dedi. Bunun üzerine Sa'd b. Muâz ayağa kalkıp “ey Allah'ın Rasulü, izin ver, onların boyunlarını vuralım” dedi. Buna karşılık Hazrec oğullarından, Hassan b.Sâbit'in anasının kavminden, bir adam ayağa kalktı ve “yalan söylüyorsun, Allah'a yemin ederim ki, eğer o iftirayı atanlar Evs kabilesinden olsalardı, sen onların boyunlarının vurulmasına sevinemezdin” dedi. Tartışma o kadar büyüdü ki neredeyse mescitte Evs ile Hazrec arasında bir kavga olacaktı. Âişe der ki: Ben bu iftirayı henüz bilmiyordum. Bu günün akşamı, ihtiyacımı gidermek üzere dışarıya çıktım. Yanımda Mıstâh'ın anası da vardı. Yürürken bu kadının ayağı tökezledi ve “kahrolası Mıstâh” dedi. Ben de ona “ey ana, oğluna mı sövüyorsun?” dedim. Kadın sustu. Sonra kadın ikinci defa ayağı takılıp sürçtü. Kadın yine “kahrolası Mıstâh” dedi. Ben yine “oğluna mı sövüyorsun?” dedim. Sonra kadın üçüncü kez ayağı takılıp sürçtü, ve yine “kahrolası Mıstâh” dedi. Ben de kendisini azarladım. Bunun üzerine kadın “vallahi ben Mıstah'a ancak senden dolayı sövüyorum” dedi. Ben de “benim hangi hâlim hakkında?” diye sordum. Kadın benimle ilgili konuşulanları anlattı. Ben “bu sözler gerçekten söylendi mi?” dedim. Kadın “evet vallahi” dedi. Âişe der ki: Ardından ben evime öyle bir halde döndüm ki, gidermek için çıktığım ihtiyacımdan az ya da çok hiç bir eser yoktu. Çok hasta oldum ve Rasulullah'a “beni babamın evine gönder” dedim. O da beni, beraberimde bana hizmet edecek bir çocukla babamın evine gönderdi. Eve girdim, annem Ümmü Rûmân'ı evin alt tarafında, babam Ebu Bekir'i de evin üst tarafında oturmuş okurlarken buldum. Annem “Ey kızcağızım, seni buraya getiren sebep nedir?” diye sordu. Ben de kendisine geliş sebebimi söyleyip olan biteni aktardım. Ama gördüm ki, annem benim kadar kederlenmemiş. Annem bana “ey kızcağızım, bu iftirayı kendine yakıştırma. Allah'a yemin ederim ki, bir erkeğin yanında sevdiği güzel bir kadın ve bu kadının birçok kuması varsa o kadını mutlaka kıskanır ve hakkında laf ederler” dedi. Gördüm ki, annem benim kadar kederlenmemiş. Anneme “babam bu konuyu biliyor mu?” diye sordum. “Evet” dedi. “Allah Rasulü (sav) biliyor mu?” dedim. “Evet” dedi. Üzüldüm ve ağladım. Bu sırada evin üst tarafında okuyan babam Ebu Bekir sesimi duyup aşağıya indi ve anneme “Âişe'nin nesi var?” dedi. Annem “hakkında söylenenleri duymuş” dedi. Bunun üzerine babamın gözünden yaşlar aktı ve “ey kızcağızım, senin üzerine yemin ederim ki sen mutlaka evine geri döneceksin” dedi. Bunun üzerine ben evime döndüm. Rasulullah (sav) da benim odama girmiş ve hizmetçi kıza benim hakkımda sormuş, o da “Allah'a yemin ederim ki, ben Âişe hakkında hiçbir kusur şey bilmiyorum. Sadece (hamur yoğurduğunda) uyuyup kalıyor, sonra koyun içeriye girip ve onun ekmeklik hamurunu yahut ekmeklik olarak yoğurduğunu yiyordu” dedi. Sahabeden bazısı hizmetçimi azarlayıp “Ey kadın! Rasûlullah'a doğru söyle” demiş, hatta bazısı o iftirayı açıkça sormuşlar, Berîre de “Subhânallah, Allah'a yemin ederim ki, ben Âişe hakkında, kuyumcunun hâlis altın hakkındaki bilgisinden başka bir şey bilmiyorum” demiş. Bu iftira, kendisi hakkında iftira edilen adamın kulağına da gelmiş ve o da “Subhânallah,! Allah'a yemin ederim ki, ben hiçbir kadının elbisesini açmış değilim” demiştir. O kişi Allah yolunda şehit oldu. Âişe der ki: Annem ve babam benim yanımda sabahladılar. Annem babam sağımda ve solumda oturmuş iken ikindi namazını kıldırmış olan Rasulullah benim yanıma girdi. Allah'a hamd edip övdü. Sonra "Amma ba'du" diyerek "ey Âişe, eğer bir kötülük yapmış isen yahut nefsine uymuşsan Allah'a tevbe et. Çünkü Allah, kullarından tevbeyi kabul eder" dedi. Âişe der ki: Bu sırada Ensâr'dan bir kadın gelmiş, kapıda oturuyordu. Ben Rasûlullah'a “böyle uygunsuz bir şeyi dile getirmekte şu kadından da mı haya etmezsin?” dedim. Rasulullah tavsiyesini yaptı. Ben de babama yönelip “Rasulullah'a cevap ver” dedim. Babam “ben ne söyleyeyim?” dedi. Bunun üzerine ben anneme dönüp “Rasulullah'a sen cevap ver” dedim. O da “ben ne diyeyim?” dedi. İkisi de Rasûulullah'a cevap vermeyince, ben kelime-i şahedet getirip Allah'a hamd ettim ve O'nu lâyık olduğu sıfatlarla övdüm. Ardından şunları söyledim: Vallahi eğer ben sizlere “ben hiçbir günah işlemedim” desem Azîz ve Celîl olan Allah benim muhakkak doğruyu söylediğime şahitken, benim bu sözümün, sizin yanınızda bana faydası olmayacak. Sizler zaten bu iftirayı konuşmuş ve kalplerinize sindirmişsiniz. Eğer ben, Allah benim böyle bir iş yapmadığımı bilip dururken, sizlere “ben bunu yaptım” desem, sizler “Âişe bu işi nefsine karşı ikrar etti” diyeceksiniz. Vallahi ben bu vaziyette kendim için ve sizin için -tam burada zihnimde Yakub'un ismini hatırlamaya çalıştım ama hatırlayamadım- ancak Yusuf'un babasını örnek olarak görüyorum. Hani Yusuf'un babası "Artık bana düşen güzel bir sabırdır. Sizin şu söylediklerinize karşı, yardımına sığınılacak olan da ancak Allah'tır" (Yûsuf:18) demişti. Tam bu sırada Rasulullah'a vahiy indirildi. Bizler sükût ettik. O'ndan vahiy hâli gitti ve ben O'nun yüzündeki sevinci apaçık belirmiş buldum. Rasulullah alnındaki terleri eliyle siliyor ve "sevin ey Âişe, Allah senin tertemiz olduğunu kesin surette indirmiştir" dedi. Âişe der ki: Ben, bu sefer daha fazla öfke duydum. Annem, babam bana “kalk Rasulullah'ın yanına var” dediler. Ben de “Vallahi ben ne kalkıp O'nun yanına giderim, ne de O'na ve size minnet duyarım. Ben benim suçsuzluğum hakkında ayet indirmiş olan Allah'a hamd ederim. Çünkü yemin olsun ki, sizler o iftirayı işittiğiniz halde ne onu reddettiniz ne de değiştirdiniz” dedim. Âişe der ki: Allah Zeynep bt. Cahş'ı dindarlığı sayesinde korudu da o, hakkımda hayırdan başka bir şey söylemedi. Amma onun kız kardeşi Hamne helak olanlardan oldu. O iftirayı dile getirenler ise, Mistah ile Hassan b. Sâbit'tir. Münafık olan Abdullah b. Ubeyy ise bizzat bu İftirayı eşeleyip çıkaran, derleyen, toparlayan kimseydi. O ve Hamne günahın büyüğünü yüklendi. Âişe der ki: Ebu Bekir, Mistah'a bundan sonra asla yardım etmeyeceğine yemin etti. Bunun üzerine Azîz ve Celîl olan Alla "Sizden fazilet ve servet sahibi olanlar, vermelerinde eksiltme yapmasınlar... " (Nûr, 22) ayetini "Allah'ın size mağfiret etmesini arzu etmez misiniz? Allah çok mağfiret edici, çok merhamet eyleyicidir" kavline kadar indirdi. "Bolluk (yânî servet) sahibi olanlar, hısımlık sahibi bulunanlara ve fakirlere, vermelerini eksik yapmasınlar" sözünde Allah "Bolluk (yânî servet) sahibi olanlar" sözüyle Ebu Bekir'i "hısımlık sahibi bulunanlara ve fakirlere" sözü ile de Mıstah'ı kast etmiştir. Ebu Bekir “Evet, vallahi ey Rabbimiz, bizler şüphesiz Sen'in bize mağfiret etmeni elbette sever, arzu ederiz” diyerek Mıstah'a veregeldiği nafakayı vermeye devam etti.
Leys der ki: Bana Yunus, ona İbn Şihâb, ona Urve, ona da Âişe (r.anha) şöyle demiştir: Berîre, hürriyetini satın alma bedeli için yardım istemek üzere Âişe'nin yanına girdi. Üzerinde beş sene içinde taksitle ödemek üzere beş ukiyye borç vardı. Âişe bu talebe ilgi duydu ve “söyle bakalım, ben bir defada bütün borcunu ödesem ve velayetin bana ait olması koşuluyla seni azat etsem, efendilerin seni satarlar mı?” dedi. Berîre gidip bu teklifi sahiplerine arz etti. Fakat onlar “ancak velayetin bizde olursa kabul ederiz” dediler. Aişe der ki: Ben Rasulullah'ın yanına girip konuyu ona arz ettim, Rasulullah (sav) "sen Berîre'yi satın al, sonra hürriyetine kavuştur. Velayet hakkı azat edene aittir" buyurdu. Sonra Rasulullah (sav) ayağa kalkıp şu konuşmayı yaptı: "Bir takım insanlara ne oluyor ki, onlar Allah'ın Kitabı'nda olmayan birçok şart koşuyorlar. Her kim Allah'ın Kitabı'nda bulunmayan bir şart koyarsa, onun geçerliliği yoktur. Allah'ın koyduğu şart uyulmaya daha layık ve daha sağlamdır."
Bize Ebu Nuaym, ona Abdulvâhid b. Eymen, ona da babası Eymen şöyle demiştir: Ben Âişe'nin (r.anha) yanına girdim ve “ben Utbe b. Ebu Leheb'in kölesi idim. O öldü ve beni onun oğulları miras olarak aldılar. Onlar da beni İbn Ebu Amr'a sattılar. İbn Ebu Amr da beni hürriyete kavuşturdu. Utbe'nin oğulları velâyet hakkını kendilerine ait olmasını şart koşmuşlar” dedim. Bunun üzerine Âişe şöyle dedi: Berîre hürriyetini satın alma antlaşması yapmış olarak bana geldi ve “beni sahiplerimden satın alarak azat et” dedi. Âişe “evet olur” dedi. Berîre “ancak sahiplerim, velayetimin onlarda olması koşulu ile beni satıyorlar” dedi. Âişe “öyleyse benim bu şekilde ihtiyacım yok” dedi. Hz. Peygamber (sav) bu konuşmayı işitti ya da biri ona konuyu anlattı. Bunun üzerine Hz. Peygamber Âişe'e'ye sordu, o da konuyu anlattı. Hz. Peygamber (sav) Âişe'ye "sen Berîre'yi satın al ve onu hürriyetine kavuştur. Onlar istedikleri şartı koysunlar" buyurdu. Bunun üzerine Âişe Berîre'yi satın aldı ve onu azat etti. Sahipleri onun velâyetinin kendilerinde olmasını şart koştular. Hz. Peygamber (sav) de: "velâyet hakkı, azat edene aittir, İsterlerse yüz tane şart koşsunlar" buyurdu.