Bize Abdussamed, ona babası, ona Kesir b. Şınzîr, ona da Ata b. Ebû Rabâh, Cabir b. Abdullah'ın (r.a.) şöyle dediğini rivayet etti:
“Rasûlullah (s.a.v.) beni bir işi için dışarı göndermişti. Gittim, sonra o işi yerine getirdim ve döndüm. Rasûlullah'ın (s.a.v.) yanına geldim, selam verdim. Hz. Peygamber (s.a.v.) selamımı almadı. Gönlüme Allah’ın bildiği endişeler düştü, 'Belki de Rasûlullah (s.a.v.) geciktiğim için bana kızdı' diye düşündüm. Tekrar selam verdim, yine selamımı almadı. Gönlüme ilkinden daha kötü, Allah’ın bildiği birtakım korkular düştü. Sonra tekrar selam verdim, bu sefer selamımı aldı ve bana; 'Senin selamını almama engel olan şey, sadece namaz kılıyor olmamdı' dedi. Bu sırada Hz. Peygamber (s.a.v.) bineğinin üzerinde ve kıbleden başka tarafa dönmüş halde idi."
Açıklama: mütabileriyle sahihtir.
Öneri Formu
Hadis Id, No:
71757, HM014843
Hadis:
حَدَّثَنَا عَبْدُ الصَّمَدِ حَدَّثَنِي أَبِي حَدَّثَنَا كَثِيرُ بْنُ شِنْظِيرٍ حَدَّثَنَا عَطَاءُ بْنُ أَبِي رَبَاحٍ عَنْ جَابِرِ بْنِ عَبْدِ اللَّهِ قَالَ
أَرْسَلَنِي رَسُولُ اللَّهِ صَلَّى اللَّهُ عَلَيْهِ وَسَلَّمَ فِي حَاجَةٍ فَانْطَلَقْتُ ثُمَّ رَجَعْتُ وَقَدْ قَضَيْتُهَا فَأَتَيْتُ النَّبِيَّ صَلَّى اللَّهُ عَلَيْهِ وَسَلَّمَ فَسَلَّمْتُ عَلَيْهِ فَلَمْ يَرُدَّ عَلَيَّ قَالَ فَوَقَعَ فِي نَفْسِي مَا اللَّهُ بِهِ أَعْلَمُ قَالَ قُلْتُ لَعَلَّ رَسُولَ اللَّهِ صَلَّى اللَّهُ عَلَيْهِ وَسَلَّمَ وَجَدَ عَلَيَّ أَنْ أَبْطَأْتُ فَسَلَّمْتُ عَلَيْهِ فَلَمْ يَرُدَّ عَلَيَّ فَوَقَعَ فِي نَفْسِي مَا اللَّهُ أَعْلَمُ أَشَدُّ مِنْ الْأُولَى ثُمَّ سَلَّمْتُ فَرَدَّ عَلَيَّ وَقَالَ أَمَا إِنَّهُ لَمْ يَمْنَعْنِي أَنْ أَرُدَّ عَلَيْكَ إِلَّا أَنِّي كُنْتُ أُصَلِّي فَكَانَ عَلَى رَاحِلَتِهِ مُتَوَجِّهًا لِغَيْرِ الْقِبْلَةِ
Tercemesi:
Bize Abdussamed, ona babası, ona Kesir b. Şınzîr, ona da Ata b. Ebû Rabâh, Cabir b. Abdullah'ın (r.a.) şöyle dediğini rivayet etti:
“Rasûlullah (s.a.v.) beni bir işi için dışarı göndermişti. Gittim, sonra o işi yerine getirdim ve döndüm. Rasûlullah'ın (s.a.v.) yanına geldim, selam verdim. Hz. Peygamber (s.a.v.) selamımı almadı. Gönlüme Allah’ın bildiği endişeler düştü, 'Belki de Rasûlullah (s.a.v.) geciktiğim için bana kızdı' diye düşündüm. Tekrar selam verdim, yine selamımı almadı. Gönlüme ilkinden daha kötü, Allah’ın bildiği birtakım korkular düştü. Sonra tekrar selam verdim, bu sefer selamımı aldı ve bana; 'Senin selamını almama engel olan şey, sadece namaz kılıyor olmamdı' dedi. Bu sırada Hz. Peygamber (s.a.v.) bineğinin üzerinde ve kıbleden başka tarafa dönmüş halde idi."
Açıklama:
mütabileriyle sahihtir.
Yazar, Kitap, Bölüm:
Ahmed b. Hanbel, Müsned-i Ahmed, Cabir b. Abdullah el-Ensarî 14843, 5/155
Senetler:
1. Cabir b. Abdullah el-Ensârî (Cabir b. Abdullah b. Amr b. Haram b. Salebe)
2. Ebu Muhammed Ata b. Ebu Rabah el-Kuraşî (Ata b. Eslem)
3. Ebu Kurra Kesir b. Şınzîr el-Mâzinî (Kesir b. Şınzîr)
4. Ebu Ubeyde Abdulvâris b. Saîd el-Anberî (Abdulvâris b. Saîd b. Zekvân)
5. Ebu Sehl Abdussamed b. Abdulvâris et-Temimî (Abdussamed b. Abdulvâris b. Saîd b. Zekvân)
Konular:
Adab, Selam, selamlaşma adabı
KTB, ADAB
KTB, KIBLE
KTB, SELAM
Namaz, binek üzerinde nafile namaz kılarken kıble dışında bir yöne dönmek
Sahabe, Hz. peygamber'e hizmeti
Selam, aynı şekilde veya daha güzeliyle karşılık vermek
Selam, karşılık verilmeyecek durumlar
Selam, namaz kılana
Öneri Formu
Hadis Id, No:
69090, HM020754
Hadis:
حَدَّثَنَا يَزِيدُ حَدَّثَنَا حَمَّادُ بْنُ سَلَمَةَ عَنْ عَلِيِّ بْنِ زَيْدٍ عَنْ عَبْدِ الرَّحْمَنِ بْنِ أَبِي بَكْرَةَ عَنْ أَبِيهِ قَالَ
سُئِلَ رَسُولُ اللَّهِ صَلَّى اللَّهُ عَلَيْهِ وَسَلَّمَ أَيُّ النَّاسِ أَفْضَلُ أَوْ قَالَ خَيْرٌ شَكَّ يَزِيدُ قَالَ مَنْ طَالَ عُمْرُهُ وَحَسُنَ عَمَلُهُ قِيلَ فَأَيُّ النَّاسِ شَرٌّ قَالَ مَنْ طَالَ عُمْرُهُ وَسَاءَ عَمَلُهُ
Tercemesi:
Bize Yezid (b Harun), ona Hammad b. Seleme, ona Ali b. Zeyd, ona Abdurrahman b. Ebu Bekre, ona da babası (Ebu Bekre Nüfey' b. Mesruh), şöyle haber vermiştir: Hz. Peygamber'e (sav) insanların en faziletlisi kimdir, diye soruldu. -Yezid en hayırlısı diyerek sorulmuş olabileceği konusunda şüpheye düştü.- Hz. Peygamber (sav) şöyle buyurmuştur: "İnsanların en faziletlisi ömrü uzun ameli de güzel olandır." Bu sefer insanların en şerlisi kimdir, diye soruldu. Hz. Peygamber (sav) de şöyle buyurdu: "Ömrü uzun olup ameli de kötü olandır."
Açıklama:
hadis hasendir.
Yazar, Kitap, Bölüm:
Ahmed b. Hanbel, Müsned-i Ahmed, Ebu Bekre Nüfey' b. el-Haris b. Bekre 20754, 6/843
Senetler:
1. Ebu Bekre Nüfey' b. Mesruh es-Sekafî (Nüfey' b. Haris b. Kelde)
2. Ebu Bahr Abdurrahman b. Ebu Bekre es-Sekafî (Abdurrahman b. Nüfey b. Haris)
3. Ali b. Zeyd el-Kuraşî (Ali b. Zeyd b. Abdullah b. Züheyr b. Abdullah b. Cüd'ân)
4. Ebu Seleme Hammad b. Seleme el-Basrî (Hammad b. Seleme b. Dînar)
5. Ebu Halid Yezid b. Harun el-Vasitî (Yezid b. Harun b. Zâzî b. Sabit)
Konular:
Amel, salih amel
Hayırlı, İnsanın hayırlısı
İnsan, en şerlisi
Açıklama: İslam'da her kişi kendisinden sorumludur. Başkalarının kusurlarını araştırmak da asla tasvip edilmez.
Allah katında yapılan ibadetlerde takva/samimiyet asıldır. Az da olsa samimiyetle ve devamlı yapılan ibadet ve hayır hasenat daha makbuldür.
İnsanların sorumluluklarında aslolan farz ve vacip ibadetlerdir. Nafileler sevapların artmasına vesile olabilir.
Öneri Formu
Hadis Id, No:
72696, HM024213
Hadis:
حَدَّثَنَا أَبُو كَامِلٍ مُظَفَّرُ بْنُ مُدْرِكٍ حَدَّثَنَا إِبْرَاهِيمُ بْنُ سَعْدٍ حَدَّثَنَا ابْنُ شِهَابٍ عَنْ أَبِي الطُّفَيْلِ عَامِرِ بْنِ وَاثِلَةَ
أَنَّ رَجُلًا مَرَّ عَلَى قَوْمٍ فَسَلَّمَ عَلَيْهِمْ فَرَدُّوا عَلَيْهِ السَّلَامَ فَلَمَّا جَاوَزَهُمْ قَالَ رَجُلٌ مِنْهُمْ وَاللَّهِ إِنِّي لَأُبْغِضُ هَذَا فِي اللَّهِ فَقَالَ أَهْلُ الْمَجْلِسِ بِئْسَ وَاللَّهِ مَا قُلْتَ أَمَا وَاللَّهِ لَنُنَبِّئَنَّهُ قُمْ يَا فُلَانُ رَجُلًا مِنْهُمْ فَأَخْبِرْهُ قَالَ فَأَدْرَكَهُ رَسُولُهُمْ فَأَخْبَرَهُ بِمَا قَالَ فَانْصَرَفَ الرَّجُلُ حَتَّى أَتَى رَسُولَ اللَّهِ صَلَّى اللَّهُ عَلَيْهِ وَسَلَّمَ فَقَالَ يَا رَسُولَ اللَّهِ مَرَرْتُ بِمَجْلِسٍ مِنْ الْمُسْلِمِينَ فِيهِمْ فُلَانٌ فَسَلَّمْتُ عَلَيْهِمْ فَرَدُّوا السَّلَامَ فَلَمَّا جَاوَزْتُهُمْ أَدْرَكَنِي رَجُلٌ مِنْهُمْ فَأَخْبَرَنِي أَنَّ فُلَانًا قَالَ وَاللَّهِ إِنِّي لَأُبْغِضُ هَذَا الرَّجُلَ فِي اللَّهِ فَادْعُهُ فَسَلْهُ عَلَى مَا يُبْغِضُنِي فَدَعَاهُ رَسُولُ اللَّهِ صَلَّى اللَّهُ عَلَيْهِ وَسَلَّمَ فَقَالَ فَسَأَلَهُ عَمَّا أَخْبَرَهُ الرَّجُلُ فَاعْتَرَفَ بِذَلِكَ وَقَالَ قَدْ قُلْتُ لَهُ ذَلِكَ يَا رَسُولَ اللَّهِ فَقَالَ رَسُولُ اللَّهِ صَلَّى اللَّهُ عَلَيْهِ وَسَلَّمَ فَلِمَ تُبْغِضُهُ قَالَ أَنَا جَارُهُ وَأَنَا بِهِ خَابِرٌ وَاللَّهِ مَا رَأَيْتُهُ يُصَلِّي صَلَاةً قَطُّ إِلَّا هَذِهِ الصَّلَاةَ الْمَكْتُوبَةَ الَّتِي يُصَلِّيهَا الْبَرُّ وَالْفَاجِرُ قَالَ الرَّجُلُ سَلْهُ يَا رَسُولَ اللَّهِ هَلْ رَآنِي قَطُّ أَخَّرْتُهَا عَنْ وَقْتِهَا أَوْ أَسَأْتُ الْوُضُوءَ لَهَا أَوْ أَسَأْتُ الرُّكُوعَ وَالسُّجُودَ فِيهَا فَسَأَلَهُ رَسُولُ اللَّهِ صَلَّى اللَّهُ عَلَيْهِ وَسَلَّمَ عَنْ ذَلِكَ فَقَالَ لَا ثُمَّ قَالَ وَاللَّهِ مَا رَأَيْتُهُ يَصُومُ قَطُّ إِلَّا هَذَا الشَّهْرَ الَّذِي يَصُومُهُ الْبَرُّ وَالْفَاجِرُ قَالَ يَا رَسُولَ اللَّهِ هَلْ رَآنِي قَطُّ أَفْطَرْتُ فِيهِ أَوْ انْتَقَصْتُ مِنْ حَقِّهِ شَيْئًا فَسَأَلَهُ رَسُولُ اللَّهِ صَلَّى اللَّهُ عَلَيْهِ وَسَلَّمَ فَقَالَ لَا ثُمَّ قَالَ وَاللَّهِ مَا رَأَيْتُهُ يُعْطِي سَائِلًا قَطُّ وَلَا رَأَيْتُهُ يُنْفِقُ مِنْ مَالِهِ شَيْئًا فِي شَيْءٍ مِنْ سَبِيلِ اللَّهِ بِخَيْرٍ إِلَّا هَذِهِ الصَّدَقَةَ الَّتِي يُؤَدِّيهَا الْبَرُّ وَالْفَاجِرُ قَالَ فَسَلْهُ يَا رَسُولَ اللَّهِ هَلْ كَتَمْتُ مِنْ الزَّكَاةِ شَيْئًا قَطُّ أَوْ مَاكَسْتُ فِيهَا طَالِبَهَا قَالَ فَسَأَلَهُ رَسُولُ اللَّهِ صَلَّى اللَّهُ عَلَيْهِ وَسَلَّمَ عَنْ ذَلِكَ فَقَالَ لَا فَقَالَ لَهُ رَسُولُ اللَّهِ صَلَّى اللَّهُ عَلَيْهِ وَسَلَّمَ قُمْ إِنْ أَدْرِي لَعَلَّهُ خَيْرٌ مِنْكَ
Tercemesi:
Bize Ebu Kâmil Muzaffer b. Müdrik’in, onlara İbrahim b. Sa’din, onlara İbn Şihâb’ın, Ebu’t-Tufeyl Âmir b. Vâsile’den rivayet ettiğine göre bir adam bir topluluğun yanından geçerken onlara selam vermiş, onlar da selamını almışlardı. Selam veren kişi o topluluğu geçip gidince aralarından biri,
- Allaha yemin olsun ki, ben şu adama Allah hakkı için öfkeliyim, dedi. O meclistekiler,
- Vallahi, söylediğin ne kadar çirkin bir şeydir, biz bu sözünü o kişiye kesinlikle haber vereceğiz dediler. Aralarından birine,
- Ey falan hemen kalk ve bunun söylediğini o kişiye söyle, dediler. Ravi anlatmaya devam etti:
O adam hemen kalkıp ona yetişti, kendisine o kişinin söylediğini aynen aktardı. Bunun üzerine o adam hemen geri dönüp Rasûlüllah’ın (s.) yanına geldi ve hadiseyi şöyle anlattı:
- Yâ Rasûlellah, Müslümanlardan bir gurubun olduğu yerden geçiyordum. Selam verdim, selamımı aldılar. Topluluğu geçip gidince, onlardan bir adam arkamdan bana yetişip bana falan senin için,
- Allah’a yemin olsun ki, ben Allah hakkı için şu adama çok öfkeliyim, dediğini haber verdi. Rasûlüllah,
- “Onu çağır ve niçin öfkeli olduğunu sor, buyurdu. Rasûlüllah (s.) o adamı çağırdı ve ona bu kişinin şikâyet ederek anlattığı hususu sordu. Adam söylenen suçlamayı itiraf ederek şöyle dedi:
- Bunları kesinlikle ben söyledim, ey Allah’ın Rasûlü! Rasûlüllah,
- Niçin ona öfkelisin? Diye sordu. Adam sebebini anlattı:
- Ben onun komşusuyum, ben onun (her halinden) haberdarım. Vallahi, ben bu adamın iyi kötü herkesin kıldığı şu farz namazdan başka asla bir namaz kıldığını görmedim. Şikayet edilen,
- Bu komşuma sor bakalım ey Allah’ın Rasûlü! Acaba namazlarımı kılarken ben hiç vakitlerini tehir etmiş miyim? Veya aldığım abdestlerimde bir eksikliğim (isâet) var mıymış? Veya rükûunda ve secdesinde kusur/eksiklik yapmış mıyım?
Rasûlüllah (s.) bunları o adama sordu. Adam, hayır, bir eksikliği yok dedi. Arkasından yine,
- Ben yine bu komşumu iyi kötü (günahkâr) herkesin tuttuğu şu (Ramazan) ayı haricinde oruç tuttuğunu asla görmedim! Dedi. Adam şöyle dedi:
- Ey Allah’ın Rasûlü, şu adam benim Ramazan ayında hiç oruç yediğimi ve orucun hakkıyla yapılması gerekli şartlarından birini eksik yaptığımı hiç görmüş mü?
Rasûlüllah (s.) ona sordu, adam yine hayır cevabını verdi. Arkasından bu sefer de,
- Allah’a yemin olsun, ben isteyen bir kişiye bunun bir şey verdiğini asla görmedim. Malından Allah yolunda hayır olarak bir şey verdiğini/infak ettiğini de hiç görmedim. Sadece iyi kötü herkesin verdiği şu zekâtı (sadakayı) veriyor, başka bir infak yapmıyor! Dedi. Bunun üzerine de o adam,
- Buna sor, ey Allah’ın Rasûlü, ben (vermem gereken) zekât miktarından hiçbir şeyi gizleyip vermemezlik etmiş miyim? Zekât görevlisinden vermem gereken miktardan biraz olsun azaltmasını istemiş miyim? Sahabî âmir hâdiseyi anlatmaya devam etti:
Rasûlüllah (s.) o adama bunları da sordu, adam yine “hayır, görmedim” cevabını verdi. Bunun üzerine Rasûlüllah (s.),
- “Kalk (defol şuradan)! Bilmem, (ama) belki de o senden daha hayırlıdır! Dedi.
Açıklama:
İslam'da her kişi kendisinden sorumludur. Başkalarının kusurlarını araştırmak da asla tasvip edilmez.
Allah katında yapılan ibadetlerde takva/samimiyet asıldır. Az da olsa samimiyetle ve devamlı yapılan ibadet ve hayır hasenat daha makbuldür.
İnsanların sorumluluklarında aslolan farz ve vacip ibadetlerdir. Nafileler sevapların artmasına vesile olabilir.
Yazar, Kitap, Bölüm:
Ahmed b. Hanbel, Müsned-i Ahmed, Ebu Tufeyl Amir b. Vasile 24213, 7/856
Senetler:
1. Ebu Tufeyl Amir b. Vasile el-Leysi (Amir b. Vasile b. Abdullah b. Umeyr b. Cabir)
2. Ebu Bekir Muhammed b. Şihab ez-Zührî (Muhammed b. Müslim b. Ubeydullah b. Abdullah b. Şihab)
3. Ebu İshak İbrahim b. Sa'd ez-Zührî (İbrahim b. Sa'd b. İbrahim b. Abdurrahman b. Avf)
4. Ebu Kamil Muzaffer b. Müdrik el-Horasanî (Muzaffer b. Müdrik)
Konular:
Buğz, Allah için buğzetmek
İbadet, kulluk göstergesi
İnsan, iyi-kötü
Komşuluk, komşuluk ilişkileri
Namaz, beş vakit
Namaz, vaktinde eda etmek, geciktirmemek
Oruç, farziyeti
Sahabe, anlayış farklılıkları
Zekat, farziyeti
Bize Abdussamed, ona Sâbit, ona Âsım, ona Selmân, ona Şamlı bir adam, ona Cünâde, ona da Ubâde b. es-Sâmit'in şöyle anlattığını rivayet etti: "Rasulullah'ı (sav) hastayken ziyaret etmek üzere huzuruna girdim. O kadar acı çekiyordu ki şiddetini ancak Allah bilir. Akşam üzeri tekrar gittim. Bu sefer rahatlamıştı ve daha iyi görünüyordu. Kendisine 'Sabah yanınıza geldim. O kadar acı çekiyordunuz ki şiddetini ancak Allah bilir, akşam geldim iyileşmişsiniz' dedim. Rasulullah (sav) bana "Ey Ubâde! Cibrîl (as) bana beni iyileştiren bir rukye yaptı. Sana bu rukyeyi öğreteyim mi?" dedi. Ben de elbette dedim. Hz. Peygamber (sav) 'Allah'ın adıyla sana sıkıntı veren her hasetçinin ve gözün kıskançlığından Allah'ın adıyla sana rukye yapıyorum. Sana şifa veren Allah'ın adıyla.' ifadelerini dile getirdi.
Açıklama: Hadis mütabileriyle birlikte sahih li ğayrihidir.
Öneri Formu
Hadis Id, No:
72620, HM023139
Hadis:
حَدَّثَنَا عَبْدُ الصَّمَدِ حَدَّثَنَا ثَابِتٌ عَنْ عَاصِمٍ عَنْ سَلْمَانَ رَجُلٍ مِنْ أَهْلِ الشَّامِ عَنْ جُنَادَةَ عَنْ عُبَادَةَ بْنِ الصَّامِتِ قَالَ
دَخَلْتُ عَلَى رَسُولِ اللَّهِ صَلَّى اللَّهُ عَلَيْهِ وَسَلَّمَ أَعُودُهُ وَبِهِ مِنْ الْوَجَعِ مَا يَعْلَمُ اللَّهُ تَبَارَكَ وَتَعَالَى بِشِدَّةٍ ثُمَّ دَخَلْتُ عَلَيْهِ مِنْ الْعَشِيِّ وَقَدْ بَرِئَ أَحْسَنَ بُرْءٍ فَقُلْتُ لَهُ دَخَلْتُ عَلَيْكَ غُدْوَةً وَبِكَ مِنْ الْوَجَعِ مَا يَعْلَمُ اللَّهُ بِشِدَّةٍ وَدَخَلْتُ عَلَيْكَ الْعَشِيَّةَ وَقَدْ بَرِئْتَ فَقَالَ يَا ابْنَ الصَّامِتِ إِنَّ جِبْرِيلَ عَلَيْهِ السَّلَام رَقَانِي بِرُقْيَةٍ بَرِئْتُ أَلَا أُعَلِّمُكَهَا قُلْتُ بَلَى قَالَ بِسْمِ اللَّهِ أَرْقِيكَ مِنْ كُلِّ شَيْءٍ يُؤْذِيكَ مِنْ حَسَدِ كُلِّ حَاسِدٍ وَعَيْنٍ بِسْمِ اللَّهِ يَشْفِيكَ
Tercemesi:
Bize Abdussamed, ona Sâbit, ona Âsım, ona Selmân, ona Şamlı bir adam, ona Cünâde, ona da Ubâde b. es-Sâmit'in şöyle anlattığını rivayet etti: "Rasulullah'ı (sav) hastayken ziyaret etmek üzere huzuruna girdim. O kadar acı çekiyordu ki şiddetini ancak Allah bilir. Akşam üzeri tekrar gittim. Bu sefer rahatlamıştı ve daha iyi görünüyordu. Kendisine 'Sabah yanınıza geldim. O kadar acı çekiyordunuz ki şiddetini ancak Allah bilir, akşam geldim iyileşmişsiniz' dedim. Rasulullah (sav) bana "Ey Ubâde! Cibrîl (as) bana beni iyileştiren bir rukye yaptı. Sana bu rukyeyi öğreteyim mi?" dedi. Ben de elbette dedim. Hz. Peygamber (sav) 'Allah'ın adıyla sana sıkıntı veren her hasetçinin ve gözün kıskançlığından Allah'ın adıyla sana rukye yapıyorum. Sana şifa veren Allah'ın adıyla.' ifadelerini dile getirdi.
Açıklama:
Hadis mütabileriyle birlikte sahih li ğayrihidir.
Yazar, Kitap, Bölüm:
Ahmed b. Hanbel, Müsned-i Ahmed, Ubade b. es-Samit 23139, 7/561
Senetler:
1. Ebu Velid Ubade b. Samit el-Ensari (Ubade b. Samit b. Kays)
2. Cünade b. Ebu Ümeyye el-Ezdî (Cünade b. Kübeyr)
3. Selman eş-Şami (Selman)
4. Ebu Abdurrahman Asım el-Ahvel (Asım b. Süleyman)
5. Ebu Zeyd Sabit b. Yezid el-Ahvel (Sabit b. Yezid)
6. Ebu Sehl Abdussamed b. Abdulvâris et-Temimî (Abdussamed b. Abdulvâris b. Saîd b. Zekvân)
Konular:
Dua, dua ile öğretmek
Hasta, ziyareti
Hastalık, Hz. Peygamber, hastalığı
Hz. Peygamber, Cebraille ilişkisi
Hz. Peygamber, öğreticiliği
KTB, ADAB
KTB, HASTA, HASTALIK
Tedavi, Rukye, tedavi şekilleri
عبد الرزاق عن معمر عن الزهري عن عبيد الله بن عبد الله بن عتبة عن ابن عباس قال : كنت أقرئ عبد الرحمن بن عوف في خلافة عمر ، فلما كان آخر حجة حجها عمر ونحن بمنى ، أتاني عبد الرحمن بن عوف في منزلي عشيا ، فقال : لو شهدت أمير المؤمنين اليوم ، أتاه رجل ، فقال : يا أمير المؤمنين ! إني سمعت فلانا يقول : لو قد مات أمير المؤمنين قد بايعت فلانا ، فقال عمر : إني لقائم عشية في الناس ، فنحذرهم هؤلاء الرهط الذين يريدون أن يغتصبوا المسلمين أمرهم ، قال : فقلت : يا أمير المؤمنين ! إن الموسم يجمع رعاع الناس وغوغاءهم ، وإنهم الذين يغلبون على مجلسك . وإني أخشى إن قلت فيهم اليوم مقالة أن يطيروا بها كل مطير ، ولا يعوها ، ولا يضعوها على مواضعها ، ولكن أمهل يا أمير المؤمنين ، حتى تقدم المدينة ، فإنها دار السنة والهجرة ، وتخلص بالمهاجرين والانصار ، فتقول ما قلت متمكنا. فيعوا مقالتك ويضعوها على مواضعها ، قال : فقال عمر : أما والله إن شاء الله لاقومن به في أول مقام أقومه في المدينة ، قال : فلما قدمنا المدينة ، وجاء الجمعة ، هجرت لما حدثني عبد الرحمن بن عوف ، فوجدت سعيد بن زيد قد سبقني بالتهجير ، جالسا إلى جنب المنبر ، فجلست إلى جنبه ، تمس ركبتي ركبته ، قال : فلما زالت الشمس خرج علينا عمر رحمه الله ، قال : فقلت وهو مقبل : أما والله ليقولن أمير المؤمنين على هذا المنبر مقالة لم يقل قبله ، قال : فغضب سعيد بن زيد و قال : وأي مقالة يقول لم يقل قبله ؟ قال :فلما ارتقى عمر المنبر أخذ المؤذن في أذانه ، فلما فرغ من أذانه قام عمر ، فحمد الله وأثنى عليه بما هو أهله ، ثم قال : أما بعد فإني أريد أن أقول مقالة قد قدر لي أن أقولها ، لا أدري لعلها بين يدي أجلي إن الله بعث محمدا صلى الله عليه وسلم بالحق ، وأنزل معه الكتاب ، فكان مما أنزل الله عليه آية الرجم ، فرجم رسول الله صلى الله عليه وسلم ورجمنا بعده ، وإني خائف أن يطول بالناس زمان فيقول قائل : والله ما الرجم في كتاب الله فيضل أو يترك فريضة أنزلها الله ، ألا وإن الرجم حق على من زنى ، إذا أحصن وقامت البينة ، وكان الحمل أو الاعتراف.
ثم قد كنا نقرأ (ولا ترغبوا عن آبائكم فإنه كفر بكم) أو (فإن كفرا بكم أن ترغبوا عن آبائكم) ثم إن رسول الله صلى الله عليه وسلم قال : لا تطروني كما أطرت النصارى ابن مريم صلوات الله عليه ، فإنما أنا عبد الله ، فقولوا : عبد الله ورسوله ، ثم إنه بلغني أن فلانا منكم يقول : إنه لو قد مات أمير المؤمنين قد بايعت فلانا ، فلا يغرن امرأ أن يقول : إن بيعة أبي بكر كانت فلتة ، وقد كانت كذلك ، إلا أن الله وقى شرها ، وليس فيكم من يقطع إليه الاعناق مثل أبي بكر ، إنه كان من خيرنا حين توفي رسول الله صلى الله عليه وسلم ، وإن عليا والزبير ومن معه تخلفوا عنه في بيت فاطمة ، وتخلفت عنا الانصار بأسرها في سقيفة بني ساعدة ، واجتمع المهاجرون إلى أبي بكر رحمه الله ، فقلت : يا أبا بكر ! انطلق بنا إلى إخواننا من الانصار ، فانطلقنا نؤمهم ، فلقينا رجلين صالحين من الانصار قد شهدا بدرا ، فقالا : أين تريدون ؟ يا معشر المهاجرين ! قلنا : نريد إخواننا هؤلاء من الانصار ، وقالا : فارجعوا فاقضوا أمركم بينكم ، قال : قلت : فاقضوا، لنأتينهم ، فأتيناهم ، فإذا هم مجتمعون في سقيفة بني ساعدة ، بين أظهرهم رجل مزمل ، قلت : من هذا ؟ فقالوا : هذا سعد بن عبادة ، قلت : وما شأنه ؟ قالوا : هو وجع ، قال : فقام خطيب الانصار ، فحمد الله ، وأثنى عليه بما هو أهله ، ثم قال : أما بعد ، فنحن الانصار ، وكتيبة الاسلام ، وأنتم يا معشر قريش ! رهط منا ، وقد دفت إلينا دافة منكم ، فإذا هم يريدون أن يختزلونا من أصلنا ، ويحضونا من الامر ، وكنت قد رويت في نفسي ، وكنت أريد أن أقوم بها بين يدي أبي بكر ، وكنت أدارئ من أبي بكر بعض الحد ، وكان هو أوقر مني وأجل ، فلما أدرت الكلام ، قال : على رسلك ، فكرهت أن أعصيه ، فحمد الله أبو بكر رضي الله ، وأثنى عليه بما هو أهله ، ثم قال ، والله ما ترك كلمة كنت رويتها في نفسي إلا جاء بها ، أو بأحسن منها ، في بديهته ، ثم قال : أما بعد ، فما ذكرتم فيكم من خير يا معشر الانصار ، فأنتم له أهل ، ولن تعرف العرب هذا الامر إلا لهذا الحي من قريش ، فهم أوسط العرب دارا ونسبا ، وإني قد رضيت لكم هذين الرجلين فبايعوا أيهما شئتم ، قال : فأخذ بيدي وبيد أبي عبيدة بن الجراح ، قال : فوالله ما كرهت مما قال شيئا إلا هذه الكلمة ، كنت لان أقدم فيضرب عنقي لا يقربني ذلك إلى إثم أحب إلي من أن أُؤَمّر على قوم فيهم أبو بكر ، فلما قضى أبو بكر مقالته ، قام رجل من الانصار فقال : أنا جذيلها المحكك ، وعذيقها المرجب ، منا أمير ومنكم أمير ، يا معشر قريش ! وإلا أجلبنا الحرب فيما بيننا وبينكم جذعا . قال معمر : قال قتادة : فقال عمر بن الخطاب : لا يصلح سفيان في غمد واحد ، ولكن منا الامراء ومنكم الوزراء. قال معمر : قال الزهري في حديثه بالاسناد : فارتفعت الاصوات بيننا ، وكثر اللغط حتى أشفقت الاختلاف ، فقلت : يا أبا بكر ! أبسط يدك أبايعك ، قال : فبسط يده فبايعته ، فبايعه المهاجرون ، وبايعه الانصار ، قال : ونزونا على سعد حين قال قائل : قتلتم سعدا ، قال : قلت : قتل الله سعدا ، وإنا والله ما رأينا فيما حضرنا من أمرنا أمرا كان أقوى من مبايعة أبي بكر ، خشينا إن فارقنا القوم أن يحدثوا بيعة بعدنا ، فإما أن نبايعهم على ما لا نرضى ، وإما أن نخالفهم فيكون فسادا ، فلا يغرن امرأ أن يقول : إن بيعة أبي بكر كانت فلتة ، فقد كانت كذلك ، غير أن الله وقى شرها ، وليس فيكم من يقطع إليه الاعناق مثل أبي بكر ، فمن بايع رجلا عن غير مشورة من المسلمين ، فإنه لا يتابع هو ولا الذي بايعه تغرة أن يقتلا .
قال معمر : قال الزهري : وأخبرني عروة أن الرجلين الذين لقياهم من الانصار عويم بن ساعدة ومعن بن عدي ، والذي قال : أنا جذيلها المحكك وعذيقها المرجب ، الحباب بن المنذر .
Bize Abdurrezzâk, ona Ma'mer, ona Zührî, ona Übeydullah b. Abdullah b. Utbe, ona da İbn Abbas şöyle demiştir:
Hz. Ömer döneminde Abdurrahman b. Avf'a Kur'an okutuyordum. Ömer'in yaptığı son haccında, ben Mina'da iken, akşam üzeri Abdurrahman b. Avf yanıma geldi ve şöyle dedi: Bugün Müminlerin Emirini bir görseydin, yanına bir adam geldi ve “ey Müminlerin Emiri, Falanca adamı işittim 'eğer Müminlerin Emiri ölürse, ben Filanca kimseye biat ederim' diyor” dedi. Bunun üzerine Ömer “ben bu akşam üzeri insanların arasında ayağa kalkıp bir konuşma yapacağım ve milletin mukadderatını gasp etmek isteyen bu adamlardan insanları sakındıracağım” dedi. İbn Abbâs der ki: Ben “ey Müminlerin Emiri, hac mevsimi, insanların her türlüsünü ve şerli işlerde süratli olanlarını bir araya toplar. Sen konuşmaya kalktığında, bu kimseler sana yakın yerleri tutarlar. Sonra ben, bu insanların, sen kalkıp konuşma yaptığında, her haber uçuranın bu konuşmayı alıp etrafa uçurmasından, onu iyice kavramayıp, manasını iyice anlamadan konuşmanı, yakışmayacak birtakım yerlere koymalarından endişe ederim. Onun için ey Müminlerin Emiri Medine'ye dönünceye kadar bekle. Çünkü Medine hicret ve sünnet yurdudur. Orada Muhacir ve Ensar'la baş başa kalır, söylemek istediğin şeyleri o topluluğa sağlam olarak söylersin, onlar da senin konuşmanı iyi belleyip anlar ve onu uygun konuma koyarlar” dedim. İbn Abbâs der ki: Bunun üzerine Ömer “Vallahi, inşallah Medine'ye vardığımda ilk hutbemde bu meseleyi konuşacağım” dedi.
İbn Abbâs der ki: Medine'ye vardığımızda, Cuma günü gelip çattı, Abdurrahman b. Avf'ın söylediklerinden dolayı ben erkence bir vakitte mescide gittim, bir de baktım ki Saîd b. Zeyd benden önce gelmiş, onu minberin dibinde otururken buldum ve ben de yanına oturdum. Benim dizim onun dizine dokunuyordu. zeval vakti Ömer (ra) çıkageldi. Onun geldiğini görünce Saîd b. Zeyd'e dönüp “Ömer bu minberde daha önce yapmadığı, en önemli konuşmayı yapacak” dedim. Saîd b. Zeyd kızarak “Ömer şimdiye kadar söylemediği neyi söyleyecek” dedi. Ömer minber üzerine oturdu, müezzinler de ezanları okuyup bitirdikten sonra ayağa kalktı, Allah'a hamd ve lâyık olduğu yüce sıfatlarla övdükten sonra “Amma ba'du” deyip şunları söyledi:
Ben sizlere, Allah'ın benim konuşmamı takdir etmiş olduğu bir konuşma yapacağım. Bilmiyorum, belki bu konuşmam, benim ecelimin hemen öncesidir. Şüphesiz, Allah, Muhammed'i hak peygamber olarak gönderdi ve O'na kitap indirdi. Allah'ın indirdiği şeyler içinde Recim Ayeti de vardı. Rasulullah (sav) recmetti, O'ndan sonra biz de recmettik. İnsanların üzerinden bir zaman geçtikten sonra birinin çıkıp “Biz Allah'ın Kitabında recim ayetini bulmuyoruz” demesinden ve Allah'ın indirmiş olduğu bir farizayı terk ederek insanların sapıklığa düşmelerinden endişe ediyorum. Bilin ki Recim, Allah'ın Kitabında sabit bir haktır. Bu hüküm, zina eden, zina ettiği de delil veya gebelik, ya da itiraf ile sabit olan muhsan (evli, başından evlilik geçmiş) kadın ve erkeğe uygulanır.
Sonra bizler Allah'ın Kitabında okuduğumuz şeyler arasında "Babalarınızı reddetmeyin. onların babalığını reddetmeniz sizin için küfürdür" yahut "babalarınızdan yüz çevirmeniz, muhakkak sizin için bir küfürdür" sözleri de vardı. Sonra Rasulullah (sav) "Sizler beni, Hıristiyanların Meryem oğlu İsa'yı aşırı övdükleri gibi aşırı şekilde övmeyiniz. Ben Allah'ın kuluyum. Sizler bana 'Allah'ın kulu ve Rasulü' deyiniz!" buyurmuştur.
Sonra içinizden birinin çıkıp “Vallahi Ömer ölürse, ben falancaya biat ederim" dediği benim kulağıma geldi. Sakın hiçbir kimse, onun “Ebu Bekir'e yapılan biat istişare olmadan, çarçabuk oldu bitti” demesine aldanmasın. Evet iş hakikaten böyle çabuk olmuştur, ama Allah, o işin şerrinden ümmeti korumuştur. Sizden hiç birinizin konumu, (fazilet ve değer bakımından) kendisine süratle gidilmesinden dolayı develerin boynunun koptuğu, Ebu Bekir'in konumu gibi değildir.(Kimse Ebu Bekir'e yapılan biat gibi bir biat beklentisi içinde olmasın.) O, Hz. Peygamber'in (sav) vefatından sonra bizim en hayırlımızdır. Ali, Zübeyir ve onlarla birlikte olanlar Hz. Fatıma'nın evinde bir araya gelip Ebu Bekir'e muhalefet ettiler. Ensâr topluluğu bize muhalefet edip Sâide oğulları gölgeliğinde toplandılar. Muhacirler, Ebu Bekir'in yanında toplandılar. Ben Ebu Bekir'e “ey Ebu Bekir, hadi Ensâr kardeşlerimizin yanına gidelim” dedim. Ardından onların yanına varmak arzusu ile yola koyulduk. Onlara yaklaştığımız zaman, bizleri onlardan Bedir'de bulunmuş iki sâlih adam karşıladı ve “ey Muhacirler topluluğu, siz nereye gitmek istiyorsunuz?” dediler. Biz de onlara “Ensâr kardeşlerimizin yanına gitmek istiyoruz” dedik. Onlar da bize “Ensâr topluluğuna yaklaşmayınız, siz kendi işinizin hükmünü veriniz” dediler. Ben de onlara “Vallahi bizler muhakkak onların yanına gideceğiz” dedim. Ve yürüyüp nihayet Sâide oğullarının istişare ettikleri gölgelikte Ensâr topluluğunun yanına vardık. Bir de baktık ki, onların arasında bir örtüye bürünüp sarınmış bir adam var. “Bu kimdir?” dedim. “Sa'd b. Ubâde” dediler. “Onun nesi var?” dedim. “Sıtma ateşi var” dediler. Biz birazcık oturduğumuzda onların hatibi şehadet kelimelerini söyledi ve Allah'a lâyık olduğu yüce sıfatlarıyla hamd-u sena etti. Sonra “bizler Allah'ın Ensârı ve İslâm'ın büyük ordusuyuz. Siz Muhacirler topluluğu ise Mekke'deki kavminizden bize yürüyüp gelmiş olan bir azınlıksınız. Böyle iken şimdi bu azınlık bizi aslımızdan koparmak ve bizleri emirlik işinden dışarıya çıkarmak istiyorlar” dedi.
Ömer der ki: Ensâr'ın hatibi susunca ben konuşmak istedim. Ben daha önce oldukça beğendiğim bir konuşma hazırlamıştım. bu konuşmayı Ebu Bekir'in önünde sunmak ve bazı keskin çıkışları yumuşatmak istiyordum. Ebu Bekir benden daha yumuşak ve ve daha vakarlı idi. Konuşmak istediğim zaman, Ebu Bekir bana “sakin ol, bir müsaade et” dedi. Ben Ebu Bekir'i öfkelendirmek istemedim. Ebu Bekir layıkıyla hamdu sena ettikten sonra kendisi konuşmaya başladı. Vallahi, Ebu Bekir benim hoşuma giden ne sözüm varsa, hepsinin bir benzerini ya da daha iyisini konuşması içerisinde ifade etti ve sonunda konuşmasını bitirdi. Bu konuşmasında “Sizler anlattığınız faziletlerin hepsine layıksınız. Fakat şu halifelik işi Kureyş'ten olan şu Muhacirler topluluğundan başkasında asla kabul görmeyecektir. Bu Kureyş topluluğu nesep ve yurt bakımlarından Arapların tam ortasındadır. Ben size şu iki adamdan birine biat etmenizi teklif ediyor ve rıza gösteriyorum. Şimdi bu ikisinden istediğinize biat ediniz” dedi. Ömer der ki: Bundan sonra Ebu Bekir, benim ve Ebu Ubeyde b. Cerrâh'ın elini tuttu. Onun söyledikleri içinde bundan başka yadırgadığım bir şey olmadı. Vallahi, bir günah işlemiş olmaksızın, öne atılıp boynumun vurulması, içlerinde Ebu Bekir'in bulunduğu bulunduğu bir topluluğa emirlik yapmaktan bana daha sevimliydi. Ebu Bekir konuşmasını bitirince Ensâr'dan bir adam ayağa kalktı ve “bizler, uyuz develerin bağlandığı ve sürtünerek şifa bulduğu kazık, (emirliğin bağlanacağı kazık) ve dalları meyve dolu, yüksek ağacın kırılmasın ve meyveleri dökülmesin diye bağlandığı dayanağız. Bir emir Ensâr'dan bir emir de sizden olsun ey Kureyş topluluğu! Aksi durum sizinle bizim aramızda harbe yol açar” dedi. Ma'mer der ki: Katâde Hz. Ömer'in şöyle dediğini aktardı: Bir kında iki kılıç olmaz. Yöneticiler bizden, yardımcılar sizden olsun. Ma'mer der ki: Zührî hadisinde senedle der ki: Bunun üzerine sesler yükseldi, gürültü arttı, hatta ben bir ihtilâf çıkmasından korktum ve hemen “uzat elini ey Ebu Bekir, sana biat edeyim” dedim. O da elini uzattı. Ben de ona biat ettim. Benden sonra Muhacirler ve sonra Ensâr Ebu Bekir'e biat ettiler. Biz böylece çabuk davranıp Sa'd b. Ubâde'ye karşı üstünlük sağlamış olduk. Onlardan bir sözcü “sizler Sa'd b. Ubâde'yi kahrettiniz” dedi. Ben “Sa'd'ı Allah kahretsin” dedim. Vallahi biz o gün içinde bulunduğumuz seçim işinde, Ebu Bekir'e biat etmekten daha güçlü bir çözüm yolu bulamadık. Biz, Ensâr topluluğunun, biat etmeden, bizden ayrılıp sonra kendilerinden bir adama biat etmelerinden korktuk. Çünkü o zaman biz ya razı olmadığımız bir adama biat edecektik, ya da karşı çıkacaktık bu sefer de fitne ve bozgunculuk olacaktı. Artık bundan böyle Müslümanların istişaresi ve rızaları olmaksızın her kim bir adama biat edecek olursa, hem biat edenin hem de kendisine biat edilenin öldürülme korkusu olacağı için onlara kimse tabi olmayacaktır.
Ma'mer der ki: Zührî “bana Urve şöyle haber verdi” dedi: Hz. Ömer'in karşılaştığı o iki Ensarlı adam Uveym b. Sâide ve Ma'n b. Adiyy idi. “Bizler, uyuz develerin bağlandığı ve sürtünerek şifa bulduğu kazık, (emirliğin bağlanacağı kazık) ve dalları meyve dolu, yüksek ağacın kırılmasın ve meyveleri dökülmesin diye bağlandığı dayanağız” diyen ise Hubâb b. Münzir idi.
Öneri Formu
Hadis Id, No:
81103, MA009758
Hadis:
عبد الرزاق عن معمر عن الزهري عن عبيد الله بن عبد الله بن عتبة عن ابن عباس قال : كنت أقرئ عبد الرحمن بن عوف في خلافة عمر ، فلما كان آخر حجة حجها عمر ونحن بمنى ، أتاني عبد الرحمن بن عوف في منزلي عشيا ، فقال : لو شهدت أمير المؤمنين اليوم ، أتاه رجل ، فقال : يا أمير المؤمنين ! إني سمعت فلانا يقول : لو قد مات أمير المؤمنين قد بايعت فلانا ، فقال عمر : إني لقائم عشية في الناس ، فنحذرهم هؤلاء الرهط الذين يريدون أن يغتصبوا المسلمين أمرهم ، قال : فقلت : يا أمير المؤمنين ! إن الموسم يجمع رعاع الناس وغوغاءهم ، وإنهم الذين يغلبون على مجلسك . وإني أخشى إن قلت فيهم اليوم مقالة أن يطيروا بها كل مطير ، ولا يعوها ، ولا يضعوها على مواضعها ، ولكن أمهل يا أمير المؤمنين ، حتى تقدم المدينة ، فإنها دار السنة والهجرة ، وتخلص بالمهاجرين والانصار ، فتقول ما قلت متمكنا. فيعوا مقالتك ويضعوها على مواضعها ، قال : فقال عمر : أما والله إن شاء الله لاقومن به في أول مقام أقومه في المدينة ، قال : فلما قدمنا المدينة ، وجاء الجمعة ، هجرت لما حدثني عبد الرحمن بن عوف ، فوجدت سعيد بن زيد قد سبقني بالتهجير ، جالسا إلى جنب المنبر ، فجلست إلى جنبه ، تمس ركبتي ركبته ، قال : فلما زالت الشمس خرج علينا عمر رحمه الله ، قال : فقلت وهو مقبل : أما والله ليقولن أمير المؤمنين على هذا المنبر مقالة لم يقل قبله ، قال : فغضب سعيد بن زيد و قال : وأي مقالة يقول لم يقل قبله ؟ قال :فلما ارتقى عمر المنبر أخذ المؤذن في أذانه ، فلما فرغ من أذانه قام عمر ، فحمد الله وأثنى عليه بما هو أهله ، ثم قال : أما بعد فإني أريد أن أقول مقالة قد قدر لي أن أقولها ، لا أدري لعلها بين يدي أجلي إن الله بعث محمدا صلى الله عليه وسلم بالحق ، وأنزل معه الكتاب ، فكان مما أنزل الله عليه آية الرجم ، فرجم رسول الله صلى الله عليه وسلم ورجمنا بعده ، وإني خائف أن يطول بالناس زمان فيقول قائل : والله ما الرجم في كتاب الله فيضل أو يترك فريضة أنزلها الله ، ألا وإن الرجم حق على من زنى ، إذا أحصن وقامت البينة ، وكان الحمل أو الاعتراف.
ثم قد كنا نقرأ (ولا ترغبوا عن آبائكم فإنه كفر بكم) أو (فإن كفرا بكم أن ترغبوا عن آبائكم) ثم إن رسول الله صلى الله عليه وسلم قال : لا تطروني كما أطرت النصارى ابن مريم صلوات الله عليه ، فإنما أنا عبد الله ، فقولوا : عبد الله ورسوله ، ثم إنه بلغني أن فلانا منكم يقول : إنه لو قد مات أمير المؤمنين قد بايعت فلانا ، فلا يغرن امرأ أن يقول : إن بيعة أبي بكر كانت فلتة ، وقد كانت كذلك ، إلا أن الله وقى شرها ، وليس فيكم من يقطع إليه الاعناق مثل أبي بكر ، إنه كان من خيرنا حين توفي رسول الله صلى الله عليه وسلم ، وإن عليا والزبير ومن معه تخلفوا عنه في بيت فاطمة ، وتخلفت عنا الانصار بأسرها في سقيفة بني ساعدة ، واجتمع المهاجرون إلى أبي بكر رحمه الله ، فقلت : يا أبا بكر ! انطلق بنا إلى إخواننا من الانصار ، فانطلقنا نؤمهم ، فلقينا رجلين صالحين من الانصار قد شهدا بدرا ، فقالا : أين تريدون ؟ يا معشر المهاجرين ! قلنا : نريد إخواننا هؤلاء من الانصار ، وقالا : فارجعوا فاقضوا أمركم بينكم ، قال : قلت : فاقضوا، لنأتينهم ، فأتيناهم ، فإذا هم مجتمعون في سقيفة بني ساعدة ، بين أظهرهم رجل مزمل ، قلت : من هذا ؟ فقالوا : هذا سعد بن عبادة ، قلت : وما شأنه ؟ قالوا : هو وجع ، قال : فقام خطيب الانصار ، فحمد الله ، وأثنى عليه بما هو أهله ، ثم قال : أما بعد ، فنحن الانصار ، وكتيبة الاسلام ، وأنتم يا معشر قريش ! رهط منا ، وقد دفت إلينا دافة منكم ، فإذا هم يريدون أن يختزلونا من أصلنا ، ويحضونا من الامر ، وكنت قد رويت في نفسي ، وكنت أريد أن أقوم بها بين يدي أبي بكر ، وكنت أدارئ من أبي بكر بعض الحد ، وكان هو أوقر مني وأجل ، فلما أدرت الكلام ، قال : على رسلك ، فكرهت أن أعصيه ، فحمد الله أبو بكر رضي الله ، وأثنى عليه بما هو أهله ، ثم قال ، والله ما ترك كلمة كنت رويتها في نفسي إلا جاء بها ، أو بأحسن منها ، في بديهته ، ثم قال : أما بعد ، فما ذكرتم فيكم من خير يا معشر الانصار ، فأنتم له أهل ، ولن تعرف العرب هذا الامر إلا لهذا الحي من قريش ، فهم أوسط العرب دارا ونسبا ، وإني قد رضيت لكم هذين الرجلين فبايعوا أيهما شئتم ، قال : فأخذ بيدي وبيد أبي عبيدة بن الجراح ، قال : فوالله ما كرهت مما قال شيئا إلا هذه الكلمة ، كنت لان أقدم فيضرب عنقي لا يقربني ذلك إلى إثم أحب إلي من أن أُؤَمّر على قوم فيهم أبو بكر ، فلما قضى أبو بكر مقالته ، قام رجل من الانصار فقال : أنا جذيلها المحكك ، وعذيقها المرجب ، منا أمير ومنكم أمير ، يا معشر قريش ! وإلا أجلبنا الحرب فيما بيننا وبينكم جذعا . قال معمر : قال قتادة : فقال عمر بن الخطاب : لا يصلح سفيان في غمد واحد ، ولكن منا الامراء ومنكم الوزراء. قال معمر : قال الزهري في حديثه بالاسناد : فارتفعت الاصوات بيننا ، وكثر اللغط حتى أشفقت الاختلاف ، فقلت : يا أبا بكر ! أبسط يدك أبايعك ، قال : فبسط يده فبايعته ، فبايعه المهاجرون ، وبايعه الانصار ، قال : ونزونا على سعد حين قال قائل : قتلتم سعدا ، قال : قلت : قتل الله سعدا ، وإنا والله ما رأينا فيما حضرنا من أمرنا أمرا كان أقوى من مبايعة أبي بكر ، خشينا إن فارقنا القوم أن يحدثوا بيعة بعدنا ، فإما أن نبايعهم على ما لا نرضى ، وإما أن نخالفهم فيكون فسادا ، فلا يغرن امرأ أن يقول : إن بيعة أبي بكر كانت فلتة ، فقد كانت كذلك ، غير أن الله وقى شرها ، وليس فيكم من يقطع إليه الاعناق مثل أبي بكر ، فمن بايع رجلا عن غير مشورة من المسلمين ، فإنه لا يتابع هو ولا الذي بايعه تغرة أن يقتلا .
قال معمر : قال الزهري : وأخبرني عروة أن الرجلين الذين لقياهم من الانصار عويم بن ساعدة ومعن بن عدي ، والذي قال : أنا جذيلها المحكك وعذيقها المرجب ، الحباب بن المنذر .
Tercemesi:
Bize Abdurrezzâk, ona Ma'mer, ona Zührî, ona Übeydullah b. Abdullah b. Utbe, ona da İbn Abbas şöyle demiştir:
Hz. Ömer döneminde Abdurrahman b. Avf'a Kur'an okutuyordum. Ömer'in yaptığı son haccında, ben Mina'da iken, akşam üzeri Abdurrahman b. Avf yanıma geldi ve şöyle dedi: Bugün Müminlerin Emirini bir görseydin, yanına bir adam geldi ve “ey Müminlerin Emiri, Falanca adamı işittim 'eğer Müminlerin Emiri ölürse, ben Filanca kimseye biat ederim' diyor” dedi. Bunun üzerine Ömer “ben bu akşam üzeri insanların arasında ayağa kalkıp bir konuşma yapacağım ve milletin mukadderatını gasp etmek isteyen bu adamlardan insanları sakındıracağım” dedi. İbn Abbâs der ki: Ben “ey Müminlerin Emiri, hac mevsimi, insanların her türlüsünü ve şerli işlerde süratli olanlarını bir araya toplar. Sen konuşmaya kalktığında, bu kimseler sana yakın yerleri tutarlar. Sonra ben, bu insanların, sen kalkıp konuşma yaptığında, her haber uçuranın bu konuşmayı alıp etrafa uçurmasından, onu iyice kavramayıp, manasını iyice anlamadan konuşmanı, yakışmayacak birtakım yerlere koymalarından endişe ederim. Onun için ey Müminlerin Emiri Medine'ye dönünceye kadar bekle. Çünkü Medine hicret ve sünnet yurdudur. Orada Muhacir ve Ensar'la baş başa kalır, söylemek istediğin şeyleri o topluluğa sağlam olarak söylersin, onlar da senin konuşmanı iyi belleyip anlar ve onu uygun konuma koyarlar” dedim. İbn Abbâs der ki: Bunun üzerine Ömer “Vallahi, inşallah Medine'ye vardığımda ilk hutbemde bu meseleyi konuşacağım” dedi.
İbn Abbâs der ki: Medine'ye vardığımızda, Cuma günü gelip çattı, Abdurrahman b. Avf'ın söylediklerinden dolayı ben erkence bir vakitte mescide gittim, bir de baktım ki Saîd b. Zeyd benden önce gelmiş, onu minberin dibinde otururken buldum ve ben de yanına oturdum. Benim dizim onun dizine dokunuyordu. zeval vakti Ömer (ra) çıkageldi. Onun geldiğini görünce Saîd b. Zeyd'e dönüp “Ömer bu minberde daha önce yapmadığı, en önemli konuşmayı yapacak” dedim. Saîd b. Zeyd kızarak “Ömer şimdiye kadar söylemediği neyi söyleyecek” dedi. Ömer minber üzerine oturdu, müezzinler de ezanları okuyup bitirdikten sonra ayağa kalktı, Allah'a hamd ve lâyık olduğu yüce sıfatlarla övdükten sonra “Amma ba'du” deyip şunları söyledi:
Ben sizlere, Allah'ın benim konuşmamı takdir etmiş olduğu bir konuşma yapacağım. Bilmiyorum, belki bu konuşmam, benim ecelimin hemen öncesidir. Şüphesiz, Allah, Muhammed'i hak peygamber olarak gönderdi ve O'na kitap indirdi. Allah'ın indirdiği şeyler içinde Recim Ayeti de vardı. Rasulullah (sav) recmetti, O'ndan sonra biz de recmettik. İnsanların üzerinden bir zaman geçtikten sonra birinin çıkıp “Biz Allah'ın Kitabında recim ayetini bulmuyoruz” demesinden ve Allah'ın indirmiş olduğu bir farizayı terk ederek insanların sapıklığa düşmelerinden endişe ediyorum. Bilin ki Recim, Allah'ın Kitabında sabit bir haktır. Bu hüküm, zina eden, zina ettiği de delil veya gebelik, ya da itiraf ile sabit olan muhsan (evli, başından evlilik geçmiş) kadın ve erkeğe uygulanır.
Sonra bizler Allah'ın Kitabında okuduğumuz şeyler arasında "Babalarınızı reddetmeyin. onların babalığını reddetmeniz sizin için küfürdür" yahut "babalarınızdan yüz çevirmeniz, muhakkak sizin için bir küfürdür" sözleri de vardı. Sonra Rasulullah (sav) "Sizler beni, Hıristiyanların Meryem oğlu İsa'yı aşırı övdükleri gibi aşırı şekilde övmeyiniz. Ben Allah'ın kuluyum. Sizler bana 'Allah'ın kulu ve Rasulü' deyiniz!" buyurmuştur.
Sonra içinizden birinin çıkıp “Vallahi Ömer ölürse, ben falancaya biat ederim" dediği benim kulağıma geldi. Sakın hiçbir kimse, onun “Ebu Bekir'e yapılan biat istişare olmadan, çarçabuk oldu bitti” demesine aldanmasın. Evet iş hakikaten böyle çabuk olmuştur, ama Allah, o işin şerrinden ümmeti korumuştur. Sizden hiç birinizin konumu, (fazilet ve değer bakımından) kendisine süratle gidilmesinden dolayı develerin boynunun koptuğu, Ebu Bekir'in konumu gibi değildir.(Kimse Ebu Bekir'e yapılan biat gibi bir biat beklentisi içinde olmasın.) O, Hz. Peygamber'in (sav) vefatından sonra bizim en hayırlımızdır. Ali, Zübeyir ve onlarla birlikte olanlar Hz. Fatıma'nın evinde bir araya gelip Ebu Bekir'e muhalefet ettiler. Ensâr topluluğu bize muhalefet edip Sâide oğulları gölgeliğinde toplandılar. Muhacirler, Ebu Bekir'in yanında toplandılar. Ben Ebu Bekir'e “ey Ebu Bekir, hadi Ensâr kardeşlerimizin yanına gidelim” dedim. Ardından onların yanına varmak arzusu ile yola koyulduk. Onlara yaklaştığımız zaman, bizleri onlardan Bedir'de bulunmuş iki sâlih adam karşıladı ve “ey Muhacirler topluluğu, siz nereye gitmek istiyorsunuz?” dediler. Biz de onlara “Ensâr kardeşlerimizin yanına gitmek istiyoruz” dedik. Onlar da bize “Ensâr topluluğuna yaklaşmayınız, siz kendi işinizin hükmünü veriniz” dediler. Ben de onlara “Vallahi bizler muhakkak onların yanına gideceğiz” dedim. Ve yürüyüp nihayet Sâide oğullarının istişare ettikleri gölgelikte Ensâr topluluğunun yanına vardık. Bir de baktık ki, onların arasında bir örtüye bürünüp sarınmış bir adam var. “Bu kimdir?” dedim. “Sa'd b. Ubâde” dediler. “Onun nesi var?” dedim. “Sıtma ateşi var” dediler. Biz birazcık oturduğumuzda onların hatibi şehadet kelimelerini söyledi ve Allah'a lâyık olduğu yüce sıfatlarıyla hamd-u sena etti. Sonra “bizler Allah'ın Ensârı ve İslâm'ın büyük ordusuyuz. Siz Muhacirler topluluğu ise Mekke'deki kavminizden bize yürüyüp gelmiş olan bir azınlıksınız. Böyle iken şimdi bu azınlık bizi aslımızdan koparmak ve bizleri emirlik işinden dışarıya çıkarmak istiyorlar” dedi.
Ömer der ki: Ensâr'ın hatibi susunca ben konuşmak istedim. Ben daha önce oldukça beğendiğim bir konuşma hazırlamıştım. bu konuşmayı Ebu Bekir'in önünde sunmak ve bazı keskin çıkışları yumuşatmak istiyordum. Ebu Bekir benden daha yumuşak ve ve daha vakarlı idi. Konuşmak istediğim zaman, Ebu Bekir bana “sakin ol, bir müsaade et” dedi. Ben Ebu Bekir'i öfkelendirmek istemedim. Ebu Bekir layıkıyla hamdu sena ettikten sonra kendisi konuşmaya başladı. Vallahi, Ebu Bekir benim hoşuma giden ne sözüm varsa, hepsinin bir benzerini ya da daha iyisini konuşması içerisinde ifade etti ve sonunda konuşmasını bitirdi. Bu konuşmasında “Sizler anlattığınız faziletlerin hepsine layıksınız. Fakat şu halifelik işi Kureyş'ten olan şu Muhacirler topluluğundan başkasında asla kabul görmeyecektir. Bu Kureyş topluluğu nesep ve yurt bakımlarından Arapların tam ortasındadır. Ben size şu iki adamdan birine biat etmenizi teklif ediyor ve rıza gösteriyorum. Şimdi bu ikisinden istediğinize biat ediniz” dedi. Ömer der ki: Bundan sonra Ebu Bekir, benim ve Ebu Ubeyde b. Cerrâh'ın elini tuttu. Onun söyledikleri içinde bundan başka yadırgadığım bir şey olmadı. Vallahi, bir günah işlemiş olmaksızın, öne atılıp boynumun vurulması, içlerinde Ebu Bekir'in bulunduğu bulunduğu bir topluluğa emirlik yapmaktan bana daha sevimliydi. Ebu Bekir konuşmasını bitirince Ensâr'dan bir adam ayağa kalktı ve “bizler, uyuz develerin bağlandığı ve sürtünerek şifa bulduğu kazık, (emirliğin bağlanacağı kazık) ve dalları meyve dolu, yüksek ağacın kırılmasın ve meyveleri dökülmesin diye bağlandığı dayanağız. Bir emir Ensâr'dan bir emir de sizden olsun ey Kureyş topluluğu! Aksi durum sizinle bizim aramızda harbe yol açar” dedi. Ma'mer der ki: Katâde Hz. Ömer'in şöyle dediğini aktardı: Bir kında iki kılıç olmaz. Yöneticiler bizden, yardımcılar sizden olsun. Ma'mer der ki: Zührî hadisinde senedle der ki: Bunun üzerine sesler yükseldi, gürültü arttı, hatta ben bir ihtilâf çıkmasından korktum ve hemen “uzat elini ey Ebu Bekir, sana biat edeyim” dedim. O da elini uzattı. Ben de ona biat ettim. Benden sonra Muhacirler ve sonra Ensâr Ebu Bekir'e biat ettiler. Biz böylece çabuk davranıp Sa'd b. Ubâde'ye karşı üstünlük sağlamış olduk. Onlardan bir sözcü “sizler Sa'd b. Ubâde'yi kahrettiniz” dedi. Ben “Sa'd'ı Allah kahretsin” dedim. Vallahi biz o gün içinde bulunduğumuz seçim işinde, Ebu Bekir'e biat etmekten daha güçlü bir çözüm yolu bulamadık. Biz, Ensâr topluluğunun, biat etmeden, bizden ayrılıp sonra kendilerinden bir adama biat etmelerinden korktuk. Çünkü o zaman biz ya razı olmadığımız bir adama biat edecektik, ya da karşı çıkacaktık bu sefer de fitne ve bozgunculuk olacaktı. Artık bundan böyle Müslümanların istişaresi ve rızaları olmaksızın her kim bir adama biat edecek olursa, hem biat edenin hem de kendisine biat edilenin öldürülme korkusu olacağı için onlara kimse tabi olmayacaktır.
Ma'mer der ki: Zührî “bana Urve şöyle haber verdi” dedi: Hz. Ömer'in karşılaştığı o iki Ensarlı adam Uveym b. Sâide ve Ma'n b. Adiyy idi. “Bizler, uyuz develerin bağlandığı ve sürtünerek şifa bulduğu kazık, (emirliğin bağlanacağı kazık) ve dalları meyve dolu, yüksek ağacın kırılmasın ve meyveleri dökülmesin diye bağlandığı dayanağız” diyen ise Hubâb b. Münzir idi.
Açıklama:
Yazar, Kitap, Bölüm:
Abdürrezzak b. Hemmam, Musannef, Meğâzî 9758, 5/439
Senetler:
1. İbn Abbas Abdullah b. Abbas el-Kuraşî (Abdullah b. Abbas b. Abdülmuttalib b. Haşim b. Abdümenaf)
2. Ebu Abdullah Ubeydullah b. Abdullah el-Hüzeli (Ubeydullah b. Abdullah b. Utbe b. Mesud b. Gâfil)
Konular:
Kur'an, Recm ayeti
Kureyş, Kureyş hakkında
Recm, cezası
Recm, Hz. Ömer'in uygulaması
Sahabe, aralarındaki ihtilaflar, (Hz. peygamber'den sonra)
Şehirler, Medine, önemi
Yönetim, Hilafet tartışmaları,Hz. Peygamber'in vefatından sonra
Öneri Formu
Hadis Id, No:
71348, HM022622
Hadis:
حَدَّثَنَا أَبُو نُوحٍ وَعَبْدُ الصَّمَدِ قَالَا حَدَّثَنَا عِكْرِمَةُ وَقَالَ أَبُو نُوحٍ أَخْبَرَنَا عِكْرِمَةُ بْنُ عَمَّارٍ عَنْ شَدَّادِ بْنِ عَبْدِ اللَّهِ قَالَ سَمِعْتُ أَبَا أُمَامَةَ يَقُولُ
أَتَى رَجُلٌ رَسُولَ اللَّهِ صَلَّى اللَّهُ عَلَيْهِ وَسَلَّمَ وَهُوَ فِي الْمَسْجِدِ فَقَالَ يَا رَسُولَ اللَّهِ إِنِّي أَصَبْتُ حَدًّا فَأَقِمْهُ عَلَيَّ قَالَ فَسَكَتَ النَّبِيُّ صَلَّى اللَّهُ عَلَيْهِ وَسَلَّمَ ثُمَّ عَادَ فَقَالَ لَهُ مَرَّةً أُخْرَى ثُمَّ أُقِيمَتْ الصَّلَاةُ فَصَلَّى رَسُولُ اللَّهِ صَلَّى اللَّهُ عَلَيْهِ وَسَلَّمَ ثُمَّ انْصَرَفَ قَالَ أَبُو أُمَامَةَ فَاتَّبَعَهُ الرَّجُلُ قَالَ وَتَبِعْتُهُ قَالَ عَبْدُ الصَّمَدِ فِي حَدِيثِهِ فَانْصَرَفْتُ مَعَ النَّبِيِّ صَلَّى اللَّهُ عَلَيْهِ وَسَلَّمَ وَالرَّجُلُ يَتْبَعُهُ لِأَعْلَمَ مَا يَقُولُ لَهُ قَالَ فَقَالَ لَهُ الرَّجُلُ يَا رَسُولَ اللَّهِ إِنِّي أَصَبْتُ حَدًّا فَأَقِمْهُ عَلَيَّ قَالَ فَقَالَ لَهُ النَّبِيُّ صَلَّى اللَّهُ عَلَيْهِ وَسَلَّمَ أَلَيْسَ قَدْ تَوَضَّأْتَ قَبْلَ أَنْ تَخْرُجَ مِنْ مَنْزِلِكَ فَأَحْسَنْتَ الْوُضُوءَ ثُمَّ صَلَّيْتَ مَعَنَا قَالَ بَلَى قَالَ فَإِنَّ اللَّهَ قَدْ غَفَرَ لَكَ حَدَّكَ أَوْ ذَنْبَكَ شَكَّ فِيهِ عِكْرِمَةُ قَالَ عَبْدُ الصَّمَدِ فِي حَدِيثِهِ فَانْصَرَفْتُ مَعَ النَّبِيِّ صَلَّى اللَّهُ عَلَيْهِ وَسَلَّمَ وَاتَّبَعَهُ الرَّجُلُ
Tercemesi:
Bize Ebu Nuh ve Abdussamed, onlara İkrime, ona Ebu Nuh, ona İkrime b. Ammar, ona da Şeddâd b. Abdullah rivayet ederek Ebu Umâme'den işittiğime göre bir adam mescitteyken Resulullah'a (sav) gelerek şöyle dedi: Ey Allah’ın Rasulü! Ben haddi gerektiren bir suç işledim, bana hadd uygula, dedi. Hz. Peygamber (sav) cevap vermedi. Sonra adam döndü ve bir sefer daha aynı şeyi söyledi. Sonra namaz için kamet getirildi, Resulullah (sav) namazını kıldı ve sonra ayrıldı. Ebu Umâme'nin dediğine göre adam Rasulullah'ın ardından gitti, o da (Ebu Umâme) adamın peşinden gitti. Abdussamed, ben Hz. Peygamberle (sav) birlikte ayrıldım, adam da Rasulullah'ın kendisine ne söyleyeceğini öğrenmek için onun peşinden geldi. Adam, Ey Allah’ın Rasulü! ben haddi gerektiren bir suç işledim, bana hadd uygula, dedi. Hz. Peygamber (sav), adama "Evinden çıkmadan önce güzel bir şekilde abdest alıp sonra bizimle birlikte namaz kılmadın mı?" buyurdu. Adam da evet, dedi. Bunun üzerine Hz. Peygamber "Allah kesinlikle senin haddi gerektiren suçunu veya günahını." bağışlamıştır, buyurdu. İkrime bu hususta (hadd veya günah lafızları hakkında) şüpheye düşmüştür. Abdussamed, ben Hz. Peygamberle (sav) birlikte ayrıldım, adam da Rasulullah'ın peşinden geldi, demiştir.
Açıklama:
Hadis mütabileriyle birlikte sahihtir.
Yazar, Kitap, Bölüm:
Ahmed b. Hanbel, Müsned-i Ahmed, Ebu Ümame el-Bahili 22622, 7/421
Senetler:
1. Ebu Ümame Sudey b. Aclân el-Bahilî (Sudey b. Aclân b. Vehb)
2. Ebu Ammar Şeddad b. Abdullah el-Kuraşî (Şeddad b. Abdullah)
3. İkrime b. Ammar el-Îclî (İkrime b. Ammar b. Ukbe)
4. Abdurrahman b. Ğazvan ed-Dabbi (Abdurrahman b. Ğazvan)
4. Ebu Sehl Abdussamed b. Abdulvâris et-Temimî (Abdussamed b. Abdulvâris b. Saîd b. Zekvân)
Konular:
Hz. Peygamber, hadleri tatbiki
Namaz, günahların affına vesile olması
Yargı, Hadleri uygulamadaki durum
Açıklama: Yahya b. Ebu Kesir et-Tâî - Sika sebt, fakat tedlis ve irsal yapar.
Öneri Formu
Hadis Id, No:
72548, HM024163
Hadis:
حَدَّثَنَا إِسْمَاعِيلُ بْنُ إِبْرَاهِيمَ حَدَّثَنِي الْحَجَّاجُ بْنُ أَبِي عُثْمَانَ حَدَّثَنِي يَحْيَى بْنُ أَبِي كَثِيرٍ عَنْ هِلَالِ بْنِ أَبِي مَيْمُونَةَ عَنْ عَطَاءِ بْنِ يَسَارٍ عَنْ مُعَاوِيَةَ بْنِ الْحَكَمِ السُّلَمِيِّ قَالَ
بَيْنَا نَحْنُ نُصَلِّي مَعَ رَسُولِ اللَّهِ صَلَّى اللَّهُ عَلَيْهِ وَسَلَّمَ إِذْ عَطَسَ رَجُلٌ مِنْ الْقَوْمِ فَقُلْتُ يَرْحَمُكَ اللَّهُ فَرَمَانِي الْقَوْمُ بِأَبْصَارِهِمْ فَقُلْتُ وَا ثُكْلَ أُمِّيَاهْ مَا شَأْنُكُمْ تَنْظُرُونَ إِلَيَّ قَالَ فَجَعَلُوا يَضْرِبُونَ بِأَيْدِيهِمْ عَلَى أَفْخَاذِهِمْ فَلَمَّا رَأَيْتُهُمْ يُصْمِتُونِي لَكِنِّي سَكَتُّ فَلَمَّا صَلَّى رَسُولُ اللَّهِ صَلَّى اللَّهُ عَلَيْهِ وَسَلَّمَ فَبِأَبِي هُوَ وَأُمِّي مَا رَأَيْتُ مُعَلِّمًا قَبْلَهُ وَلَا بَعْدَهُ أَحْسَنَ تَعْلِيمًا مِنْهُ وَاللَّهِ مَا كَهَرَنِي وَلَا شَتَمَنِي وَلَا ضَرَبَنِي قَالَ إِنَّ هَذِهِ الصَّلَاةَ لَا يَصْلُحُ فِيهَا شَيْءٌ مِنْ كَلَامِ النَّاسِ هَذَا إِنَّمَا هِيَ التَّسْبِيحُ وَالتَّكْبِيرُ وَقِرَاءَةُ الْقُرْآنِ أَوْ كَمَا قَالَ رَسُولُ اللَّهِ صَلَّى اللَّهُ عَلَيْهِ وَسَلَّمَفَقُلْتُ يَا رَسُولَ اللَّهِ إِنَّا قَوْمٌ حَدِيثُ عَهْدٍ بِالْجَاهِلِيَّةِ وَقَدْ جَاءَ اللَّهُ بِالْإِسْلَامِ وَإِنَّ مِنَّا قَوْمًا يَأْتُونَ الْكُهَّانَ قَالَ فَلَا تَأْتُوهُمْ قُلْتُ إِنَّ مِنَّا قَوْمًا يَتَطَيَّرُونَ قَالَ ذَاكَ شَيْءٌ يَجِدُونَهُ فِي صُدُورِهِمْ فَلَا يَصُدَّنَّهُمْ قُلْتُ إِنَّ مَنَّا قَوْمًا يَخُطُّونَ قَالَ كَانَ نَبِيٌّ يَخُطُّ فَمَنْ وَافَقَ خَطَّهُ فَذَلِكَقَالَ
وَكَانَتْ لِي جَارِيَةٌ تَرْعَى غَنَمًا لِي فِي قِبَلِ أُحُدٍ وَالْجَوَّانِيَّةِ فَاطَّلَعْتُهَا ذَاتَ يَوْمٍ فَإِذَا الذِّئْبُ قَدْ ذَهَبَ بِشَاةٍ مِنْ غَنَمِهَا وَأَنَا رَجُلٌ مِنْ بَنِي آدَمَ آسَفُ كَمَا يَأْسَفُونَ لَكِنِّي صَكَكْتُهَا صَكَّةً فَأَتَيْتُ النَّبِيَّ صَلَّى اللَّهُ عَلَيْهِ وَسَلَّمَ فَعَظَّمَ ذَلِكَ عَلَيَّ قُلْتُ يَا رَسُولَ اللَّهِ أَفَلَا أُعْتِقُهَا قَالَ ائْتِنِي بِهَا فَأَتَيْتُهُ بِهَا فَقَالَ لَهَا أَيْنَ اللَّهُ فَقَالَتْ فِي السَّمَاءِ قَالَ مَنْ أَنَا قَالَتْ أَنْتَ رَسُولُ اللَّهِ قَالَ أَعْتِقْهَا فَإِنَّهَا مُؤْمِنَةٌ وَقَالَ مَرَّةً هِيَ مُؤْمِنَةٌ فَأَعْتِقْهَ
Tercemesi:
Muaviye b. Hakem es-Sülemî'den (ra): Biz Hz. Peygamber (sav) ile namaz kılarken topluluktan bir adam aksırdığında ona: "Yerhamükallah" dedim. Topluluk bana sert bir şekilde baktı. Bunun üzerine ben:
'Vay başıma gelene! Size ne oldu da bana böyle bakıyorsunuz?" dedim Bu sefer de ellerini uyluklarına/ dizlerine vurmaya başladılar, Onların beni susturmaya çalıştıklarını görünce ben de sustum. Hz. Peygamber (sav) namazı kılınca -annem babam ona feda olsun ben ne önce, ne de sonra onun gibi güzel öğreten bir öğretici görmedim- bana ne suratını astı, ne sövdü ne de dövdü. O şöyle dedi: "Bu namaz (öyle bir ibadettir ki), içinde insanların sözlerinden bir şey bulunması uygun değildir. Namaz tesbihtir, tekbirdir ve Kur'ân okumaktır."
Ya da Hz. Peygamber (sav) buna benzer bir şey dedi.
Açıklama:
Yahya b. Ebu Kesir et-Tâî - Sika sebt, fakat tedlis ve irsal yapar.
Yazar, Kitap, Bölüm:
Ahmed b. Hanbel, Müsned-i Ahmed, Muaviye b. Hakem 24163, 7/839
Senetler:
1. Muaviye b. Hakem es-Sülemi (Muaviye b. Hakem b. Malik b. Halid b. Sahr)
2. Ebu Muhammed Ata b. Yesar el-Hilalî (Ata b. Yesar)
3. İbn Ebu Meymune Hilal b. Ebu Meymune el-Kuraşî (Hilal b. Ali b. Üsame)
4. Ebu Nasr Yahya b. Ebu Kesir et-Tâî (Yahya b. Salih b. Mütevekkil)
5. Ebu Salt Haccac b. Ebû Osman es-Savvâf (Haccac b. Meysera)
6. Ebu Bişr İsmail b. Uleyye el-Esedî (İsmail b. İbrahim b. Miksem)
Konular:
Hz. Peygamber, eğitim metodu
Hz. Peygamber, öğreticiliği
İbadet, Namaz
KTB, NAMAZ,
Namaz, bozan şeyler
Namaz, namaz esnasında hapşırmak
Namaz, namazda konuşmak
عبد الرزاق عن معمر عن هارون عن رئاب عن عبد الله ابن عبيد بن عمير قال : قال رجل : يا رسول الله ! إن امرأتي ذات ميسم ، وإنها والله ما تمنع يد لامس ، فقال النبي صلى الله عليه وسلم : طلقها ، فقال : يارسول الله ! لو أني أفارقها ثلاث ، قال : فاستمتع بأهلك.
Öneri Formu
Hadis Id, No:
78803, MA012365
Hadis:
عبد الرزاق عن معمر عن هارون عن رئاب عن عبد الله ابن عبيد بن عمير قال : قال رجل : يا رسول الله ! إن امرأتي ذات ميسم ، وإنها والله ما تمنع يد لامس ، فقال النبي صلى الله عليه وسلم : طلقها ، فقال : يارسول الله ! لو أني أفارقها ثلاث ، قال : فاستمتع بأهلك.
Tercemesi:
Bize Abdürrezzak, ona Ma'mer, ona Harun b. Riâb, ona Abdullah b. Ubeyd b. Umeyr'ın rivayet ettiğine göre, "Bir adam Hz. Peygamber’e (sav) 'Ya Rasulallah! Nikahımda güzel bir kadın var. Allah'a yemin olsun ki, kendisine dokunan (uzanan) hiçbir eli engellemiyor' dedi. Hz. Peygamber de, "Boşa onu!" dedi. Bu sefer adam, 'Ya Rasulallah! Şayet ondan üç defa ayrılsam.' Bunun üzerine Hz. Peygamber, "Ailenden (karından) faydalan" buyurdu.
Açıklama:
Yazar, Kitap, Bölüm:
Abdürrezzak b. Hemmam, Musannef, Talak 12365, 7/98
Senetler:
()
Konular:
Boşanma, sebepleri
عبد الرزاق عن معمر قال : أخبرني الزهري قال : أخبرني عروة بن الزبير عن المسور بن مخرمة ومروان بن الحكم ، - صدق كل واحد منهما صاحبه - قالا : خرج رسول الله صلى الله عليه وسلم زمن الحديبية في بضع عشرة مئة من أصحابه ، حتى إذا كانوا بذي الحليفة قلد رسول الله صلى الله عليه وسلم الهدى ، وأشعره ، وأحرم بالعمرة ، وبعث بين يديه عينا له من خزاعة يخبره عن قريش ، وسار رسول الله صلى الله عليه وسلم ، حتى إذا كانوا بغدير الاشطاط قريبا من عسفان أتاه عينه الخزاعي ، فقال : إني قد تركت كعب بن لؤي وعامر بن لؤي قد جمعوا لك الاحابيش ، وجمعوا لك جموعا ، وهم مقاتلوك ، وصادوك عن البيت ، فقال النبي صلى الله عليه وسلم : أشيروا علي أترون أن نميل إلى ذراري هؤلاء الذين أعانوهم فنصيبهم ، فإن قعدوا قعدوا موتورين محروبين ، وإن يجيئوا تكن عنقا قطعها الله ، أم ترون أن نؤم
البيت ، فمن صدنا قاتلناه ، فقالوا : رسول الله أعلم ، يا نبي الله ! إنما جئنا معتمرين ، ولم نجئ لقتال أحد ، ولكن من حال بيننا وبين البيت قاتلناه ، قال النبي صلى الله عليه وسلم : فروحوا إذا.
قال معمر : قال الزهري : وكان أبو هريرة يقول : ما رأيت أحدا قط كان أكثر مشورة لاصحابه من رسول الله صلى الله عليه وسلم) ، قال الزهري في حديث مسور بن مخرمة ومروان : فراحوا حتى إذا كانوا ببعض الطريق قال النبي صلى الله عليه وسلم : إن خالد بن الوليد بالغميم ، في خيل لقريش طليعة ، فخذوا ذَاتَ اليمين ، فوالله ما شعر بهم خالد إذا هو بقترة الجيش ، فانطلق فإذا هو يركض نذيرا لقريش ، وسار النبي صلى الله عليه وسلم ، حتى إذا كانوا بالثنية التي يهبط عليهم منها بركت به راحلته ، فقال الناس : حل حل ، فقالوا : خلأت القصواء ، خلأت القصواء ، فقال النبي صلى الله عليه وسلم : ما خلأت القصواء ، وما ذاك لها بخلق ، ولكنها حبسها حابس الفيل ، ثم قال : والذي نفسي بيده لا يسألوني خطة يعظمون فيها حرمات الله ، إلا أعطيتهم إياها ، ثم زجرها ، فوثبت به ، قال : فعدل حتى نزل بأقصى الحديبية على ثمد قليل الماء ، إنما يتبرضه الناس تبرضا ، فلم يلبثه الناس أن نزحوه ، فشكي إلى رسول الله صلى الله عليه وسلم ، فانتزع سهما من كنانته ، ثم أمرهم أن يجعلوه فيه ، قال : فوالله ما زال يجيش لهم بالري حتى صدروا عنه ، فبينا هم كذلك إذ جاء بديل بن ورقاء الخزاعي في نفر من قومه من خزاعة ، وكانوا عيبة نصح رسول الله صلى الله عليه وسلم من أهل تهامة ، فقال : إني تركت كعب بن لؤي ، وعامر بن لؤي ، نزلوا أعداد مياه الحديبية ، معهم العوذ المطافيل ، وهم مقاتلوك ، وصادوك عن البيت ، فقال النبي صلى الله عليه وسلم : إنا لم نجئ لقتال أحد ، ولكنا جئنا معتمرين ، وإن قريشا قد نهكتهم الحرب ، وأضرت بهم ، فإن شاءوا ماددتهم لهم مدة ، ويخلوا بيني وبين الناس ، فإن أظهر ، فإن شاءوا أن يدخلوا فيما دخل فيه الناس فعلوا ، وإن لا فقد جموا ، وإن أبوا فوالذي نفسي بيده لاقاتلنهم على أمري هذا حتى تنفرد سالفتي ، أو لينفدن الله أمره ،فقال بديل : سأبلغهم ما تقول ، فانطلق حتى أتى قريشا ، فقال : إنا جئناكم من عند هذا الرجل ، وسمعناه يقول قولا ، فإن شئتم أن نعرضه عليكم فعلنا ، فقال سفهاؤهم : لا حاجة لنا أن تحدثنا عنه بشئ ، وقال ذو الرأي منهم : هات ما سمعته يقول ، [ قال : سمعته يقول ) كذا وكذا ، فحدثهم بما قال النبي صلى الله عليه وسلم ، فقام عروة بن مسعود الثقفي ، فقال : أي قومي ! ألستم بالولد ؟ قالوا : بلى ، قال : أو لست بالوالد) قالوا : بلى ، قال : فهل تتهموني ؟ قالوا : لا ، قال : ألستم تعلمون أني استنفرت أهل عكاظ ، فلما بلحوا ، علي جئتكم بأهلي ، وولدي ، ومن أطاعني ؟ قالوا : بلى ، قال : فإن هذا قد عرض عليكم خصلة رشد ، فاقبلوها ، ودعوني آته ، فقالوا : فأته ، فأتاه ، قال : فجعل يكلم النبي صلى الله عليه وسلم ، فقال رسول الله صلى الله عليه وسلم نحوا من قوله لبديل ، فقال عروة عند ذلك أي محمد ! أرأيت إن استأصلت قومك ، هل سمعت بأحد ) من العرب اجتاح أصله قبلك ؟ وإن تكن الاخرى فإني لارى وجوها ، وأرى أشوابا من الناس خليقا أن يفروا عنك ، فقال أبو بكر - رحمه الله ورضي عنه - : امصص بظر اللات) ، أنحن نفر عنه وندعه ؟ فقال : من ذا ؟ قال : أبو بكر ، قال : أما والذي نفسي بده لولا يد لك عندي لم أجزك بها لأجبتك ، قال : وجعل يكلم النبي صلى الله عليه وسلم ، فكلما كلمه أخذ بلحيته ، والمغيرة بن شعبة قائم على رأس النبي صلى الله عليه وسلم ، ومعه السيف ، وعليه المغفر ، فكلما أهوى عروة يده إلى لحية النبي صلى الله عليه وسلم ضرب يده بنعل السيف ، وقال : أخر يدك عن لحية رسول الله صلى الله عليه وسلم ، فرفع عروة رأسه ، فقال : من هذا ؟ فقالوا : المغيرة بن شعبة ، فقال : أي غدر أو لست أسعى في غدرتك ، وكان المغيرة بن شعبة صحب قوما في الجاهلية فقتلهم ، وأخذ أموالهم ، ثم جاء فأسلم ، فقال رسول الله صلى الله عليه وسلم : أما الاسلام فأقبل ، وأما المال فلست منه في شئ ، ثم إن عروة جعل يرمق صحابة النبي صلى الله عليه وسلم بعينيه ، قال : فوالله ما تنخم رسول الله صلى الله عليه وسلم نخامة إلا وقعت في يد رجل منهم ، فدلك بها وجهه وجلده ، وإذا أمرهم ابتدروا أمره ، وإذا توضأ كادوا يقتتلون على وضوئه ، وإذا تكلموا خفضوا أصواتهم عنده ، وما يحدون إليه النظر تعظيما له ، قال : فرجع عروة إلى أصحابه ، فقال : أي قوم ! والله لقد وفدت على الملوك ، ووفدت على قيصر ، وكسرى ، والنجاشي ، والله إن رأيت ملكا قط يعظمه أصحابه ما يعظم أصحاب محمد صلى الله عليه وسلم محمدا ، والله إن تنخم نخامة إلا وقعت في كف رجل منهم ، فدلك بها وجهه وجلده ، وإذا أمرهم ابتدروا أمره ، وإذا توضأ كادوا يقتتلون على وضوئه ، وإذا تكلموا خفضوا أصواتهم عنده ، وما يحدون إليه النظر تعظيما له ، وإنه قد عرض عليكم خطة رشد ، فاقبلوها ، فقال رجل من كنانة : دعوني آته ، فقالوا : إئته ،فلما أشرف على النبي صلى الله عليه وسلم وأصحابه ، قال رسول الله صلى الله عليه وسلم : هذا فلان ، وهو من قوم يعظمون البدن ، فابعثوها له ، فبعثوها له ، واستقبله القوم يُلَبُّون ، فلما رأى ذلك ، قال : سبحان الله ، ما ينبغي لهؤلاء أن يصدوا عن البيت ، قال : فلما رجع إلى أصحابه ، قال : رأيت البدن قد قلدت وأشعرت ، فما أرى أن يصدوا عن البيت ، فقال رجل منهم - يقال له مكرز بن حفص - : دعوني آته ، قالوا : ائته ، فلما أشرف عليهم ، قال النبي صلى الله عليه وسلم : هذا مكرز ، وهو رجل فاجر ، فجعل يكلم النبي صلى الله عليه وسلم ، فبينا هو يكلمه ، إذ جاءه سهيل بن عمرو.
قال معمر : فأخبرني أيوب عن عكرمة أنه لما جاء سهيل قال النبي صلى الله عليه وسلم : إنه قد سهل لكم من أمركم. قال معمر : قال الزهري في حديثه : فجاء سهيل بن عمرو [ فقال : هات ! اكتب بيننا وبينكم كتابا ، فدعا النبي صلى الله عليه وسلم الكاتب فقال النبي صلى الله عليه وسلم : اكتب : بسم الله الرحمن الرحيم ، فقال سهيل : أما الرحمن فوالله ما أدري ما هو ؟ ولكن اكتب : باسمك اللهم ، كما كنت تكتب ، فقال المسلمون : والله لا يكتبها ، إلا بسم الله الرحمن الرحيم ، فقال النبي صلى الله عليه وسلم اكتب : باسمك اللهم ، ثم قال : هذاما فاصل) عليه محمد رسول الله ، فقال سهيل : والله لو كنا نعلم أنك رسول الله ما صددناك عن البيت ، ولا قاتلناك ، ولكن اكتب : محمد بن عبد الله ، فقال النبي صلى الله عليه وسلم : والله إني لرسول الله ، وإن كذبتموني ، اكتب : محمد بن عبد الله ، قال الزهري : وذلك لقوله :
لا يسألوني خطة يعظمون فيها حرمة الله إلا أعطيتهم إياها ، فقال النبي صلى الله عليه وسلم : على أن تُخَلّوا بيننا وبين البيت ، فنطوف به ، فقال سهيل : لا تتحدث العرب أنا أخذنا ضغطة ، ولكن ذلك من العام المقبل ، فكتب ، فقال سهيل : [ و على أنه لا يأتيك منا رجل وإن كان على دينك إلا رددته إلينا ، فقال المسلمون : سبحان الله كيف يرد إلى المشركين وقد جاء مسلما ، فبينا هم كذلك إذ جاء أبو جندل بن سهيل بن عمرو يرسف في قيوده ، وقد خرج من أسفل مكة ، حتى رمى بنفسه بين أظهر المسلمين ، فقال سهيل : هذا يا محمد ! أول من أقاضيك عليه أن ترده إليّ ، فقال النبي صلى الله عليه وسلم إنا لم نقض الكتاب بعد ، قال : فوالله إذا لم أصالحك على شئ أبدا ، فقال النبي صلى الله عليه وسلم : فأجزه لي ، فقال : ما أنا بمجيزه لك ، قال : بلى ! فافعل ، قال : ما أنا بفاعل ، قال مكرز : بلى ! قد أجزناه لك ، فقال أبو جندل : أي معشر المسلمين ! أُرَدُّ إلى المشركين وقد جئت مسلما ؟ ألا ترون ما قد لقيت ، وكان قد عُذّب عذابا شديدا في الله ، فقال عمر بن الخطاب : والله ما شككت منذ أسلمت إلا يومئذ ، قال : فأتيت النبي صلى الله عليه وسلم ، فقلت : ألست نبي الله حقا ؟ قال : بلى ، قال : قلت : ألسنا على الحق ؟ وعدونا على الباطل ؟ قال : بلى ، قلت : فلم نُعطى الدنية في ديننا ؟ فقال : إني رسول الله ، ولست أعصيه ، وهو ناصري ، قلت : أو لست كنت تحدثنا أنّا سنأتي البيت ، فنطوف به ، قال : بلى ، فأخبرتك أنك تأتيه العام ؟ قلت : لا ، قال : فإنك آتيه ، ومطوّف به ، قال : فأتيت أبا بكر ، فقلت : يا أبا بكر ! أليس هذا نبي الله حقا ؟ قال : بلى ، قلت : ألسنا على الحق وعدونا على الباطل ؟ قال : بلى ، قلت : فلم نعطى الدنية في ديننا إذا ؟ قال : أيها الرجل ! إنه رسول الله ، وليس يعصي ربه ، وهو ناصره ، فاستمسك بغرزه حتى تموت ، فوالله إنه لعلى الحق ، قلت : أو ليس كان يحدثنا أنّا سنأتي البيت ، ونطوف به ؟ قال : فأخبرك أنه سيأتيه العام ؟ قلت : لا ، قال : فإنك آتيه ، ومطوف به ، قال الزهري : قال عمر : فعملت لذلك أعمالا.
] قال : فلما فرغ من قضية الكتاب ، قال رسول الله صلى الله عليه وسلم لاصحابه : قوموا ، فانحروا ، ثم احلقوا ، قال : فوالله ما قام منهم رجل ، حتى قال ذلك ثلاث مرات ، قال : فلما لم يقم منهم أحد ، قام ، فدخل على أم سلمة ، فذكر لها ما لقي من الناس ، فقالت أم سلمة : يا نبي الله أتحب ذلك ؟ اخرج ، ثم لا تكلم أحدا منهم حتى تنحر بُدنك ، وتدعو حالقك فيحلقك ، فقام ، فخرج ، فلم يكلم أحدا منهم ، حتى فعل ذلك ، نحر بدنه ، ودعا حالقه فحلقه ، فلما رأوا ذلك قاموا ، فنحروا ، وجعل بعضهم يحلق بعضا ، حتى كاد يقتل بعضهم بعضا غما).
ثم جاءه نسوة مؤمنات فأنزل الله (يأيها الذين آمنوا إذا جاءكم المؤمنات مهاجرات) حتى بلغ (بعصم الكوافر) فطلق عمر يومئذ امرأتين كانتا له في الشرك ، فتزوج أحدهما معاوية بن أبي سفيان ، والاخرى صفوان بن أمية. ثم رجع النبي صلى الله عليه وسلم إلى المدينة ، فجاءه أبو بصير ، رجل من قريش وهو مسلم ، فأرسلوا في طلبه رجلين ، فقالوا : العهد الذي جعلت لنا ، فدفعه إلى الرجلين ، فخرجا حتى إذا بلغا به ذا الحليفة ، فنزلوا يأكلون من تمر لهم ، فقال أبو بصير لاحد الرجلين : والله إني لارى سيفك هذا يا فلان ! جيدا ، فاستله الاخر ، فقال : أجل والله إنه لجيّد ، لقد جربت به ، ثم جربت ، فقال أبو بصير : أرني أنظر إليه ، فأمكنه منه ، فضربه به ، حتى برد ، وفر الاخر حتى أتى المدينة ، فدخل المسجد يعدو ، فقال رسول الله صلى الله عليه وسلم حين رآه : لقد رأى هذا ذعرا فلما انتهى إلى النبي صلى الله عليه وسلم ، قال : قتل والله صاحبي ، وإني لمقتول ، فجاء أبو بصير ، فقال : يا نبي الله ! قد والله أوفى الله ذمّتك ، قد رددتني إليهم ، ثم أنجاني الله منهم ، فقال النبي صلى الله عليه وسلم : ويل امه ، مِسْعَرَ حرب لو كان له أحد ، فلما سمع ذلك عرف أنه سيرده إليهم ، فخرج حتى أتى سيف البحر ، قال : وينفلت منهم أبو جندل بن سيهل ، فلحق بأبي بصير ، حتى اجتمعت منهم عصابة.
قال : فوالله ما يسمعون بعير خرجت لقريش إلى الشام ، إلا اعترضوا لهم ، فقتلوهم ، وأخذوا أموالهم ، فأرسلت قريش إلى النبي صلى الله عليه وسلم ، تناشده الله والرحم ، إلا أرسل إليهم ، فمن أتاه فهو آمن ، فأرسل النبي صلى الله عليه وسلم إليهم ، فأنزل الله (هو الذي كف أيديهم عنكم وأيديكم عنهم) حتى بلغ (حمية الجاهلية) ، وكانت حميتهم أنهم لم يُقِرُّوا أنه نبي الله ، ولم يقروا ببسم الله الرحمن الرحيم ، وحالوا بينه وبين البيت .
Öneri Formu
Hadis Id, No:
80684, MA009720
Hadis:
عبد الرزاق عن معمر قال : أخبرني الزهري قال : أخبرني عروة بن الزبير عن المسور بن مخرمة ومروان بن الحكم ، - صدق كل واحد منهما صاحبه - قالا : خرج رسول الله صلى الله عليه وسلم زمن الحديبية في بضع عشرة مئة من أصحابه ، حتى إذا كانوا بذي الحليفة قلد رسول الله صلى الله عليه وسلم الهدى ، وأشعره ، وأحرم بالعمرة ، وبعث بين يديه عينا له من خزاعة يخبره عن قريش ، وسار رسول الله صلى الله عليه وسلم ، حتى إذا كانوا بغدير الاشطاط قريبا من عسفان أتاه عينه الخزاعي ، فقال : إني قد تركت كعب بن لؤي وعامر بن لؤي قد جمعوا لك الاحابيش ، وجمعوا لك جموعا ، وهم مقاتلوك ، وصادوك عن البيت ، فقال النبي صلى الله عليه وسلم : أشيروا علي أترون أن نميل إلى ذراري هؤلاء الذين أعانوهم فنصيبهم ، فإن قعدوا قعدوا موتورين محروبين ، وإن يجيئوا تكن عنقا قطعها الله ، أم ترون أن نؤم
البيت ، فمن صدنا قاتلناه ، فقالوا : رسول الله أعلم ، يا نبي الله ! إنما جئنا معتمرين ، ولم نجئ لقتال أحد ، ولكن من حال بيننا وبين البيت قاتلناه ، قال النبي صلى الله عليه وسلم : فروحوا إذا.
قال معمر : قال الزهري : وكان أبو هريرة يقول : ما رأيت أحدا قط كان أكثر مشورة لاصحابه من رسول الله صلى الله عليه وسلم) ، قال الزهري في حديث مسور بن مخرمة ومروان : فراحوا حتى إذا كانوا ببعض الطريق قال النبي صلى الله عليه وسلم : إن خالد بن الوليد بالغميم ، في خيل لقريش طليعة ، فخذوا ذَاتَ اليمين ، فوالله ما شعر بهم خالد إذا هو بقترة الجيش ، فانطلق فإذا هو يركض نذيرا لقريش ، وسار النبي صلى الله عليه وسلم ، حتى إذا كانوا بالثنية التي يهبط عليهم منها بركت به راحلته ، فقال الناس : حل حل ، فقالوا : خلأت القصواء ، خلأت القصواء ، فقال النبي صلى الله عليه وسلم : ما خلأت القصواء ، وما ذاك لها بخلق ، ولكنها حبسها حابس الفيل ، ثم قال : والذي نفسي بيده لا يسألوني خطة يعظمون فيها حرمات الله ، إلا أعطيتهم إياها ، ثم زجرها ، فوثبت به ، قال : فعدل حتى نزل بأقصى الحديبية على ثمد قليل الماء ، إنما يتبرضه الناس تبرضا ، فلم يلبثه الناس أن نزحوه ، فشكي إلى رسول الله صلى الله عليه وسلم ، فانتزع سهما من كنانته ، ثم أمرهم أن يجعلوه فيه ، قال : فوالله ما زال يجيش لهم بالري حتى صدروا عنه ، فبينا هم كذلك إذ جاء بديل بن ورقاء الخزاعي في نفر من قومه من خزاعة ، وكانوا عيبة نصح رسول الله صلى الله عليه وسلم من أهل تهامة ، فقال : إني تركت كعب بن لؤي ، وعامر بن لؤي ، نزلوا أعداد مياه الحديبية ، معهم العوذ المطافيل ، وهم مقاتلوك ، وصادوك عن البيت ، فقال النبي صلى الله عليه وسلم : إنا لم نجئ لقتال أحد ، ولكنا جئنا معتمرين ، وإن قريشا قد نهكتهم الحرب ، وأضرت بهم ، فإن شاءوا ماددتهم لهم مدة ، ويخلوا بيني وبين الناس ، فإن أظهر ، فإن شاءوا أن يدخلوا فيما دخل فيه الناس فعلوا ، وإن لا فقد جموا ، وإن أبوا فوالذي نفسي بيده لاقاتلنهم على أمري هذا حتى تنفرد سالفتي ، أو لينفدن الله أمره ،فقال بديل : سأبلغهم ما تقول ، فانطلق حتى أتى قريشا ، فقال : إنا جئناكم من عند هذا الرجل ، وسمعناه يقول قولا ، فإن شئتم أن نعرضه عليكم فعلنا ، فقال سفهاؤهم : لا حاجة لنا أن تحدثنا عنه بشئ ، وقال ذو الرأي منهم : هات ما سمعته يقول ، [ قال : سمعته يقول ) كذا وكذا ، فحدثهم بما قال النبي صلى الله عليه وسلم ، فقام عروة بن مسعود الثقفي ، فقال : أي قومي ! ألستم بالولد ؟ قالوا : بلى ، قال : أو لست بالوالد) قالوا : بلى ، قال : فهل تتهموني ؟ قالوا : لا ، قال : ألستم تعلمون أني استنفرت أهل عكاظ ، فلما بلحوا ، علي جئتكم بأهلي ، وولدي ، ومن أطاعني ؟ قالوا : بلى ، قال : فإن هذا قد عرض عليكم خصلة رشد ، فاقبلوها ، ودعوني آته ، فقالوا : فأته ، فأتاه ، قال : فجعل يكلم النبي صلى الله عليه وسلم ، فقال رسول الله صلى الله عليه وسلم نحوا من قوله لبديل ، فقال عروة عند ذلك أي محمد ! أرأيت إن استأصلت قومك ، هل سمعت بأحد ) من العرب اجتاح أصله قبلك ؟ وإن تكن الاخرى فإني لارى وجوها ، وأرى أشوابا من الناس خليقا أن يفروا عنك ، فقال أبو بكر - رحمه الله ورضي عنه - : امصص بظر اللات) ، أنحن نفر عنه وندعه ؟ فقال : من ذا ؟ قال : أبو بكر ، قال : أما والذي نفسي بده لولا يد لك عندي لم أجزك بها لأجبتك ، قال : وجعل يكلم النبي صلى الله عليه وسلم ، فكلما كلمه أخذ بلحيته ، والمغيرة بن شعبة قائم على رأس النبي صلى الله عليه وسلم ، ومعه السيف ، وعليه المغفر ، فكلما أهوى عروة يده إلى لحية النبي صلى الله عليه وسلم ضرب يده بنعل السيف ، وقال : أخر يدك عن لحية رسول الله صلى الله عليه وسلم ، فرفع عروة رأسه ، فقال : من هذا ؟ فقالوا : المغيرة بن شعبة ، فقال : أي غدر أو لست أسعى في غدرتك ، وكان المغيرة بن شعبة صحب قوما في الجاهلية فقتلهم ، وأخذ أموالهم ، ثم جاء فأسلم ، فقال رسول الله صلى الله عليه وسلم : أما الاسلام فأقبل ، وأما المال فلست منه في شئ ، ثم إن عروة جعل يرمق صحابة النبي صلى الله عليه وسلم بعينيه ، قال : فوالله ما تنخم رسول الله صلى الله عليه وسلم نخامة إلا وقعت في يد رجل منهم ، فدلك بها وجهه وجلده ، وإذا أمرهم ابتدروا أمره ، وإذا توضأ كادوا يقتتلون على وضوئه ، وإذا تكلموا خفضوا أصواتهم عنده ، وما يحدون إليه النظر تعظيما له ، قال : فرجع عروة إلى أصحابه ، فقال : أي قوم ! والله لقد وفدت على الملوك ، ووفدت على قيصر ، وكسرى ، والنجاشي ، والله إن رأيت ملكا قط يعظمه أصحابه ما يعظم أصحاب محمد صلى الله عليه وسلم محمدا ، والله إن تنخم نخامة إلا وقعت في كف رجل منهم ، فدلك بها وجهه وجلده ، وإذا أمرهم ابتدروا أمره ، وإذا توضأ كادوا يقتتلون على وضوئه ، وإذا تكلموا خفضوا أصواتهم عنده ، وما يحدون إليه النظر تعظيما له ، وإنه قد عرض عليكم خطة رشد ، فاقبلوها ، فقال رجل من كنانة : دعوني آته ، فقالوا : إئته ،فلما أشرف على النبي صلى الله عليه وسلم وأصحابه ، قال رسول الله صلى الله عليه وسلم : هذا فلان ، وهو من قوم يعظمون البدن ، فابعثوها له ، فبعثوها له ، واستقبله القوم يُلَبُّون ، فلما رأى ذلك ، قال : سبحان الله ، ما ينبغي لهؤلاء أن يصدوا عن البيت ، قال : فلما رجع إلى أصحابه ، قال : رأيت البدن قد قلدت وأشعرت ، فما أرى أن يصدوا عن البيت ، فقال رجل منهم - يقال له مكرز بن حفص - : دعوني آته ، قالوا : ائته ، فلما أشرف عليهم ، قال النبي صلى الله عليه وسلم : هذا مكرز ، وهو رجل فاجر ، فجعل يكلم النبي صلى الله عليه وسلم ، فبينا هو يكلمه ، إذ جاءه سهيل بن عمرو.
قال معمر : فأخبرني أيوب عن عكرمة أنه لما جاء سهيل قال النبي صلى الله عليه وسلم : إنه قد سهل لكم من أمركم. قال معمر : قال الزهري في حديثه : فجاء سهيل بن عمرو [ فقال : هات ! اكتب بيننا وبينكم كتابا ، فدعا النبي صلى الله عليه وسلم الكاتب فقال النبي صلى الله عليه وسلم : اكتب : بسم الله الرحمن الرحيم ، فقال سهيل : أما الرحمن فوالله ما أدري ما هو ؟ ولكن اكتب : باسمك اللهم ، كما كنت تكتب ، فقال المسلمون : والله لا يكتبها ، إلا بسم الله الرحمن الرحيم ، فقال النبي صلى الله عليه وسلم اكتب : باسمك اللهم ، ثم قال : هذاما فاصل) عليه محمد رسول الله ، فقال سهيل : والله لو كنا نعلم أنك رسول الله ما صددناك عن البيت ، ولا قاتلناك ، ولكن اكتب : محمد بن عبد الله ، فقال النبي صلى الله عليه وسلم : والله إني لرسول الله ، وإن كذبتموني ، اكتب : محمد بن عبد الله ، قال الزهري : وذلك لقوله :
لا يسألوني خطة يعظمون فيها حرمة الله إلا أعطيتهم إياها ، فقال النبي صلى الله عليه وسلم : على أن تُخَلّوا بيننا وبين البيت ، فنطوف به ، فقال سهيل : لا تتحدث العرب أنا أخذنا ضغطة ، ولكن ذلك من العام المقبل ، فكتب ، فقال سهيل : [ و على أنه لا يأتيك منا رجل وإن كان على دينك إلا رددته إلينا ، فقال المسلمون : سبحان الله كيف يرد إلى المشركين وقد جاء مسلما ، فبينا هم كذلك إذ جاء أبو جندل بن سهيل بن عمرو يرسف في قيوده ، وقد خرج من أسفل مكة ، حتى رمى بنفسه بين أظهر المسلمين ، فقال سهيل : هذا يا محمد ! أول من أقاضيك عليه أن ترده إليّ ، فقال النبي صلى الله عليه وسلم إنا لم نقض الكتاب بعد ، قال : فوالله إذا لم أصالحك على شئ أبدا ، فقال النبي صلى الله عليه وسلم : فأجزه لي ، فقال : ما أنا بمجيزه لك ، قال : بلى ! فافعل ، قال : ما أنا بفاعل ، قال مكرز : بلى ! قد أجزناه لك ، فقال أبو جندل : أي معشر المسلمين ! أُرَدُّ إلى المشركين وقد جئت مسلما ؟ ألا ترون ما قد لقيت ، وكان قد عُذّب عذابا شديدا في الله ، فقال عمر بن الخطاب : والله ما شككت منذ أسلمت إلا يومئذ ، قال : فأتيت النبي صلى الله عليه وسلم ، فقلت : ألست نبي الله حقا ؟ قال : بلى ، قال : قلت : ألسنا على الحق ؟ وعدونا على الباطل ؟ قال : بلى ، قلت : فلم نُعطى الدنية في ديننا ؟ فقال : إني رسول الله ، ولست أعصيه ، وهو ناصري ، قلت : أو لست كنت تحدثنا أنّا سنأتي البيت ، فنطوف به ، قال : بلى ، فأخبرتك أنك تأتيه العام ؟ قلت : لا ، قال : فإنك آتيه ، ومطوّف به ، قال : فأتيت أبا بكر ، فقلت : يا أبا بكر ! أليس هذا نبي الله حقا ؟ قال : بلى ، قلت : ألسنا على الحق وعدونا على الباطل ؟ قال : بلى ، قلت : فلم نعطى الدنية في ديننا إذا ؟ قال : أيها الرجل ! إنه رسول الله ، وليس يعصي ربه ، وهو ناصره ، فاستمسك بغرزه حتى تموت ، فوالله إنه لعلى الحق ، قلت : أو ليس كان يحدثنا أنّا سنأتي البيت ، ونطوف به ؟ قال : فأخبرك أنه سيأتيه العام ؟ قلت : لا ، قال : فإنك آتيه ، ومطوف به ، قال الزهري : قال عمر : فعملت لذلك أعمالا.
] قال : فلما فرغ من قضية الكتاب ، قال رسول الله صلى الله عليه وسلم لاصحابه : قوموا ، فانحروا ، ثم احلقوا ، قال : فوالله ما قام منهم رجل ، حتى قال ذلك ثلاث مرات ، قال : فلما لم يقم منهم أحد ، قام ، فدخل على أم سلمة ، فذكر لها ما لقي من الناس ، فقالت أم سلمة : يا نبي الله أتحب ذلك ؟ اخرج ، ثم لا تكلم أحدا منهم حتى تنحر بُدنك ، وتدعو حالقك فيحلقك ، فقام ، فخرج ، فلم يكلم أحدا منهم ، حتى فعل ذلك ، نحر بدنه ، ودعا حالقه فحلقه ، فلما رأوا ذلك قاموا ، فنحروا ، وجعل بعضهم يحلق بعضا ، حتى كاد يقتل بعضهم بعضا غما).
ثم جاءه نسوة مؤمنات فأنزل الله (يأيها الذين آمنوا إذا جاءكم المؤمنات مهاجرات) حتى بلغ (بعصم الكوافر) فطلق عمر يومئذ امرأتين كانتا له في الشرك ، فتزوج أحدهما معاوية بن أبي سفيان ، والاخرى صفوان بن أمية. ثم رجع النبي صلى الله عليه وسلم إلى المدينة ، فجاءه أبو بصير ، رجل من قريش وهو مسلم ، فأرسلوا في طلبه رجلين ، فقالوا : العهد الذي جعلت لنا ، فدفعه إلى الرجلين ، فخرجا حتى إذا بلغا به ذا الحليفة ، فنزلوا يأكلون من تمر لهم ، فقال أبو بصير لاحد الرجلين : والله إني لارى سيفك هذا يا فلان ! جيدا ، فاستله الاخر ، فقال : أجل والله إنه لجيّد ، لقد جربت به ، ثم جربت ، فقال أبو بصير : أرني أنظر إليه ، فأمكنه منه ، فضربه به ، حتى برد ، وفر الاخر حتى أتى المدينة ، فدخل المسجد يعدو ، فقال رسول الله صلى الله عليه وسلم حين رآه : لقد رأى هذا ذعرا فلما انتهى إلى النبي صلى الله عليه وسلم ، قال : قتل والله صاحبي ، وإني لمقتول ، فجاء أبو بصير ، فقال : يا نبي الله ! قد والله أوفى الله ذمّتك ، قد رددتني إليهم ، ثم أنجاني الله منهم ، فقال النبي صلى الله عليه وسلم : ويل امه ، مِسْعَرَ حرب لو كان له أحد ، فلما سمع ذلك عرف أنه سيرده إليهم ، فخرج حتى أتى سيف البحر ، قال : وينفلت منهم أبو جندل بن سيهل ، فلحق بأبي بصير ، حتى اجتمعت منهم عصابة.
قال : فوالله ما يسمعون بعير خرجت لقريش إلى الشام ، إلا اعترضوا لهم ، فقتلوهم ، وأخذوا أموالهم ، فأرسلت قريش إلى النبي صلى الله عليه وسلم ، تناشده الله والرحم ، إلا أرسل إليهم ، فمن أتاه فهو آمن ، فأرسل النبي صلى الله عليه وسلم إليهم ، فأنزل الله (هو الذي كف أيديهم عنكم وأيديكم عنهم) حتى بلغ (حمية الجاهلية) ، وكانت حميتهم أنهم لم يُقِرُّوا أنه نبي الله ، ولم يقروا ببسم الله الرحمن الرحيم ، وحالوا بينه وبين البيت .
Tercemesi:
-.......Bize Ma'mer ibn Râşid haber verip şöyle dedi: Bana ez-Zuhrî haber verip şöyle dedi: Bana Urvetu'bnu'z-Zubeyr, el-Mısver ibn Mahrame ile Mervân ibnu'l-Hakem'den haber verdi. Bu iki râvîden her biri arkadaşının hadisini doğrulayarak şöyle demişlerdir Rasûlullah, Hudeybiye zamanında (Medine'den yola) çıktı. Zülhuleyfe'ye vardıklarında Peygamber, Kurbanlığa alamet taktı, umre için ihrama girdi. Huzaalı bir adamını Kureyş'in durumunu öğrensin diye casus olarak gönderdi. Hazreti Peygamber yola devam etti. Asfân yakınlarında Gadîrul Aştat adı verilen yere geldi. Huzaalı casus da oraya ulaştı. Konuşmaya başladı. Ka'b. b. Lüey ve Âmir b. Lüey'i geride bıraktım. Onlar Hubşâ Dağının eteklerinde yaşayan (Hevn oğulları, Hâris oğulları ve Mustalık oğullarını) toplamışlar. Seni Beytullah'tan geri çevirmek için savaşmaya kararlılar. Efendimiz buyurdular ki: "Ne dersiniz, bu Kureyşliler'e yardım eden ayaktakımıyla savaşalım mı, Çünkü oturdularsa yaylarını ve kargılarını alıp oturmuşlardır, (üzerimize) gelirlerse (savaşmak zaten kaçınılmaz olacak ve) Allah onların dersini verecektir/boyunlarını kopartacaktır. Ya da (hiçbir şey yokmuş gibi) Beytullah'a doğru yola devam etsek de yolumuza çıkacak olurlarsa mı savaşsak?" Sahabiler: Ey Allah'ın Peygamberi 'Allah'ın Resulü daha iyi bilir'. (deriz). Biz umre yapmaya geldik, kimseyle savaşmak için değil, fakat Beytullah'la aramıza kim girerse onunla savaşırız.” diye karşılık verdiler. Efendimiz: 'O halde yola devam" dedi. Ma'mer, Zührînin şu ifadesini aktarıyor: “Ben Peygamberimizin ashabına danıştığı kadar kimseyi biriyle istişare ederken görmedim.” Zührî, Misver b. Mahreme ve Mervân'ın aktardığı hadis metninde şunları anlatıyor: Yürüdüler, nihayet bir yol ağzına geldiler Efendimiz, sahâbîlerine: "Hâlid b.el-Velîd bir takım Kureyş süvarisi ile öncü ve gözcü olarak Ganîm mevkiindedir. Şimdi siz yolun sağ tarafım tutunuz!" buyurdu. Vallâhî Hâlid, Peygamber ile beraberindekilerin hareketini sezemedi. Nihayet Hâlid, Peygamber ordusunun kaldırdığı kara tozu gördü de, hayvanını ayağı ile vurup koşturarak (Peygamber'in geldiğini) Kureyş'e bildirmek üzere süratle gitti. Peygamber de (sahâbîleriyle) yürüdü. Nihayet Seniyye mevkiine gelmişti ki, oradan Kureyş (karargâhı) üzerine inilirdi. Peygamber'in binek devesi burada çöktü. İnsanlar:
— Kalk yürü, kalk yürü! diye deveyi. Fakat deve çökmekte ısrar etti. Bu sefer insanlar:
— Kasvâ çöküp kaldı! Kasvâ çöküp kaldı! dediler. Bunun üzerine Peygamber:
— "Kasvâ çöküp kalmaz; onun çökme huyu da yoktur. Fakat vaktiyle fili (Mekke'ye girmekten) men' eden Allah, şimdi Kasvâ'yı men etti" buyurdu.
Bundan sonra Rasûlullah:
— "Hayatım elinde olan Allah'a yemin ederim ki, Kureyş, Allah’ın (Harem içinde) muhterem kıldığı şeyleri tazim kastederek benden ne kadar müşkül istekte bulunursa, ben onu onlara vereceğim" buyurdu.
Sonra Kasvâ'yı sürdü. Hayvan hemen sıçrayıp kalktı. Râvî dedi ki: Bu defa Rasûlullah, Kureyş tarafından saptı da, nihayet suyu az olan "Semed' kuyusu yolu üzerindeki Hudeybiye mevkiinin en sonuna indi. Bu az suyu, insanlar birer parça alıyor ve insanların orada eğlenip ikamet etmeleri için su bırakmıyor da kuyunun suyunu kamilen çekiyorlardı. Şimdi Rasulullah'a susuzluktan şikâyet edildi. Bunun üzerine Rasulullah ok mahfazasından bir ok çıkardı. Sonra onlara bu oku Semed kuyusuna koymalarını emretti. Vallahi o anda kuyunun suyu coşmağa başladı. Suyun bu fışkırması» Rasulullah'ın sahâbîleri oradan dönünceye kadar devam etti.
Rasûlullah ile sahâbîleri bu hâlde iken, Budeyl ibn Verkaa el-Huzâî, kendi kabilesi olan Huzaa'dan birkaç kişi ile çıkageldi. (Mekke ve havalisindeki) Tihâme kabileleri arasında Huzaalılar, öteden beri Rasûlullah'ın sırdaşı idiler. (Müslim olsun, müşrik bulunsun bütün Huzaalılar, Mekke'de olup biten her şeyi Rasûlullah'tan saklamazlar, gizlice bildirirlerdi -İbn İshâk-.) Budeyl gelince, Peygamber'e:
— (Haberiniz olsun! Kureyş'in) Ka'b ibn Luey ile Âmir ibn Luey kabileleri Hudeybiye sularının en zengin kaynaklarına kondular. Sütlü ve yavrulu develeri (kadınları ve çocukları) da yanlarında bulunuyor. Şimdi ben onları bu hâlde bıraktım, geliyorum. Bunlar muhakkak size karşı harb edecekler, dedi.
Rasûlullah şöyle buyurdu:
— ' 'Fakat biz hiçbir kimse ile harp etmek için gelmedik. Biz yalnız umre yapmak niyetiyle geldik. Bununla beraber harb, Kureyş'in maddî manevî kuvvetlerini zayıflatmış ve onları zarara uğratmıştır. Eğer Kureyş arzu ederse, ben onlarla aramızda barış için bir müddet tayin ederim. Onlar da benimle diğer müşriklerin arasım serbest bıraksınlar. Eğer ben Araplara galip olursam, Kureyş müşrikleri de insanların girdiği bu itaat yoluna girmek isterlerse (kendi istekleriyle) girebilirler. Şayet ben (müşriklerin sandıkları gibi) Araplara galip gelmezsem, bu ihtimale göre de müşrikler (benimle harp etmek zahmetinden kurtulup) rahata ererler.
Eğer Mekkeliler böyle bir ateşkesi kabul etmez ve diğer Araplarla beni kendi hâlimize bırakmayıp, müdahale etmek isterlerse, hayatım elinde olan Allah'a yemin ederim ki, şu müdafaa ettiğim Müslümanlık uğrunda başım vücudumdan ayrılıncaya kadar Mekkeliler'e karşı mücadele edeceğim, bu muhakkaktır. Şu kesindir ki, (o zaman) Allah, Kur'ân'daki yardım vadini yerine getirecektir".
Bunun üzerine Budeyl, Efendimize:
— Şimdi ben senin bu söylediklerini Kureyş'e tebliğ edeceğim, dedi.
Ve râvînin beyanına göre, gidip Kureyş karargâhına vardı. Ve:
— Şimdi ben yanınıza şu adamın yanından geliyorum. Onu şöyle bir söz söylerken işittik; eğer sizler bizim o sözleri sizlere arz etmemizi isterseniz arz ederiz, dedi.
Kureyş'in beyinsizleri:
— Senin bize ondan bir şey haber vermene ihtiyacımız yoktur, diye karşıladılar.
Fakat içlerinden rey sahibi olan birisi:
— Haydi ondan konuşup dururken işittiğin sözü aktar, dedi. Budeyl:
— Ben O'ndan şu sözleri işittim, diyerek, Peygamber'in söylediği sözleri birer birer anlattı.
Bunun üzerine Urve b. Mes'ûd ayağa kalktı ve Kureyş'e şunları söyledi:
— Ey kavmim! Siz benim babam yerinde değil misiniz?
Kureyşliler:— Evet, diye doğruladılar. Bunun üzerine Urve ibn Mes'ûd:
— Ben de sizin oğlunuz mesabesinde değil miyim? dedi.
Onlar: — Evet, diye tasdik ettiler.
Sonra Urve:— Sizler beni bir kabahat ile itham ediyor musunuz? diye sordu. Onlar buna da:— Hayır, diye yanıt verdiler.
Bu defa Urve b. Mes'ûd:— Ukâz halkını size toptan yardıma çağırdığımı ve onların bu yardımdan çekinmeleri üzerine kendim ailem ve çocuklarımla ve bana itaat eden tâb'lerimle size yardıma koştuğumu pekâlâ bilirsiniz değil mi? dedi.
Onlar da (bir ağızdan):— Evet; biliriz, diye tasdik ettiler. (Bu teminatları aldıktan sonra)
Urve:— Bu adam size hayır ve iyilik yolu gösteriyor. O yolu kabul ediniz! Ve beni bırakınız O'na gideyim! dedi.
Mekkeliler:— Haydi git, diye izin verdiler.
Urve b. Mes'ûd, Peygamber'e geldi ve O'nunla olanları konuştu. Peygamber de Urve'ye, Budeyl'e söylediği sözlere benzer bir surette fdüşüncelerini dle getirdi. (Bu arada Peygamber: "Bir ateşkes kabul etmezlerse, Kureyş ile Ölünceye kadar savaşacağım" buyurunca) Urve b. Mes'ûd:
— Ey Muhammed! Sen, kavminin kökünü kazıdığını farz etsek, ne düşünürsün, bana söyle! Senden önce Araplardan kendi kavmini toptan helak eden bir kimse işittin mi? Ya mesele diğer şekilde meydana gelirse (Kureyş'in size ne kötü muamele edecekleri, size gizli değildir). Vallahi ben aranızda ileri gelenlerden kimilerini görüyorum, bu muhakkak olmakla beraber, yine ben birtakım kabilelerden toplanmış karışık kimseler de görüyorum ki, bunlar savaş sırasında kaçıp, Seni yalnız bırakabilecek özelliktedir, dedi. Ebû Bekr, (Urve'nin, Peygamber'in sahâbîlerini savaştan kaçmakla suçlamasına dayanamadı) Urve'ye:
— Haydi sen, Lât putunun fercini yala! Biz mi savaştan kaçıp Peygamberi yalnız bırakacağız (hâşâ)! diye sövüp reddetti.
Urve:— Bu kimdir? diye sordu. Sahâbîler:— Ebû Bekr'dir, dediler.
Urve:— Dikkat et Ebû Bekr! Nefsim elinde olan Allah'a yemin ederim ki, eğer üzerimde henüz ödeyemediğim bir iyiliğin olmasaydı, elbette ben de sana cevap verirdim, dedi .
Râvî dedi ki: Urve, Peygamber'e söz söylemeye devam etti. Ve (konuşma arasında Arap âdeti üzere) her söz söyledikçe eliyle Peygamber'in sakalını tutuyordu. Hâlbuki bu sırada Mugîre b. Şu'be -ki Urve'nin kardeşinin oğludur-, başında miğfer ve yalın kılıç bir hâlde Peygamber'in başı üzerinde duruyor, O'nu koruyordu. Ve Urve her ne zaman Peygamber'in sakalını eliyle sıvazlamaya girişirse, derhal Mugîre kılıcının kınının ucuyla Urve'nin eline vuruyor ve Urve'ye:
— “Rasûlullah'ın sakalından elini çek!” diyordu. Mugîre'nin bu hareketi üzerine Urve başını kaldırdı da:
— “Bu da kimdir?” diye sordu. Sahâbîler:
— Mugîre b. Şu'be'dir, dediler. Bunun üzerine Urve:
— “Ey kalleş! Ben hala senin kalleliğini ödüyorum.”dedi.
Mugîre cahiliyede Mâlik oğulları'ndan bazı kimselerle yol arkadaşlığı yapmış ve yolda bunları öldürüp mallarını almış, sonra Medine'ye gelip Müslüman olmuştu .(Bu malları Peygamber'e arz ettiğinde) Peygamber:
— "Müslüman olmanı, kabul ediyorum. Mallara gelince kalleçe elde edilen mallardır. Ben bunlardan hiçbir şeyi alamam" buyurdu.
Sonra Urve, Peygamberdin sahâbîlerini gözünü dört açarak süzdü. (Ve arkadaşlarına:)
— (Bu ne saygıdır!) Vallahi O’nun ağzından tükürük çıksa bunu etrafındakile yere düşmeden yakalıyorlar, yüzlerine, üstlerine başlarına sürüyorlar. Onlara bir şey emreder etmez, derhal emrini yerine getirmeye koşuşuyorlar. Abdest aldığı zaman da abdest suyunun artanını almak için birbirleriyle öldüresiye yarışıyorlar. Peygamber söz söylediği zaman, huzurundakiler seslerini alçaltıyorlar. O'na saygılarından yüzüne dikkatle bakamıyorlar” dedi.
Daha sonra Urve, Kureyş'in yanına geldi ve gördüklerini şöyle bildirdi:
— Ey kavmim! Vallahi ben vaktiyle birçok kralın huzuruna elçi olarak kabul edildim. Roma kralının, Fars hükümdarının, Habeş melikinin huzurlarına elçilikle girdim. bunlardan hiçbirinin adamlarını, Muhammed'in arkadaşlarının O’na gösterdikleri saygı kadar hükümdarlarına saygı gösterdiklerine tanık olmadım. Muhammed'in sahâbîleri, O'nun tükürüğü ile bile teberrük ediyorlar/tükürüğüne bile saygı gösteriyorlar! O bir şey emredince, derhal emrini yerine getirmeye koşuşuyorlar. O abdest aldığı zaman da, abdest suyunun fazlasını, birbirlerinin üzerine yığılarak paylaşıyorlar. O söz söylediği zaman seslerini kısıyorlar. Muhammed'in sahâbîleri O'nu duydukları saygıdan dolayı O'nun yüzüne dikkatle bakamıyorlar.
Şimdi Muhammed size güzel bir barış ve iyilik yolu teklif etti. Bunu kabul edin” dedi.
Bunun üzerine Kinâne oğulları'ndan birisi Kureyş'e hitaben:
- Beni bırakınız, bir kere de Muhammed'in yanma ben gideyim, dedi.
Onlar da:— Pekâlâ git! dediler.
Bu Kinâneli zât, Peygamber'in sahâbîlerine doğru giderken, Allah’ın Resulü:
— "Bu gelen falan kimsedir. O öyle bir kabiledendir ki, onlar hac ve umre kurbanlarına saygı gösterirler. Gerdanlıklı kurban develerini onun gözü önüne salıverin!" buyurdu.
Sahâbîler bütün kurbanlık develeri onun geleceği yolun üzerine salıverdiler; bir taraftan da yüksek sesle Lebbeyk, Aüâhümme lebbeyk/Allah’ım itaat ettik, sana itaat ettik diyerek Kinâneliyi karşıladılar. Kinâneli kurban develerini ve sahâbîlerin lebbeyk nidalarıyla karşılamalarını görünce hayret ederek:
— Fesüphanallah! Bunların Beytullah’ı ziyaretten alıkonulmaları hiç iyi olmamış, dedi.
Kureyş'in yanına döndüğünde de:
— Ben bunların umre için kesecekleri kurban develerini gerdanlılarla süslenmiş ve işaretlenmiş bir hâlde gördüm. Bana kalırsa bunların Beyt'i ziyaretten alı konulmaları iyi değil, dedi.
Sonra Kureyşliler arasından Mikrez b. Hafs adında biri kalktı ve:
— Bana müsaade edin de Muhammed'e bir de ben gideyim, dedi. Onlar da:
— Haydi git dediler.
Mikrez sahâbîlere doğru gelirken, Peygamber:
— "Şu gelen Mikrez'dir, günahkâr bir kimsedir" buyurdu. Mikrez Peygamber ile konuşmaya başladı. Peygamber ona söz söyleyeceği sırada, Süheyl b. Amr çıkageldi.
Râvî Ma'mer kaydediyor: Bana Eyyûb es-Sahtiyânî, b. Abbâs'ın azatlısı İkrime anlattı. Süheyl b. Amr gelince, Peygamber, sahâbîlere:
— "Artık işiniz bir derece kolaylaştı" buyurdu. Ma'mer b. Râşid dedi ki: ez-Zuhrî, kendi hadisinde şöyle dedi:
Süheyl b. Amr gelince, Peygamber'e:
— “Haydi (yazı malzemesi) getir; aramızda bir barış mektubu yaz!” dedi.
Bunun üzerine Peygamber yazı yazacak olan kâtibi (Alî b. Ebî Tâlib'i) çağırdı. Ve:
— "Rahman ve Rahim olan Allah’ın adıyla diye başla” buyurdu.
Süheyl, Peygamber'e:
— Rahman da ne demek! Allah’a yemin ederim, ben onun ne olduğunu bilmiyorum. Sen gel, vaktiyle yazdırdığın gibi "Bismikellâhumme '= Allahım, senin isminle yazmağa başlarım" diye yaz!” dedi .
Müslümanlar da bir ağızdan:
- Vallahi biz onu yazmayız, ancak Bismillâhirrahmânirrahîm/"Rahman ve Rahim olan Allah’ın adıyla” diye yazılmasını isteriz, dediler. Peygamber (Alî'ye hitaben): — "Haydi Bismikellâhumme yaz!" buyurdu. Sonra da Ali’den:
— "Bu, Allah’ın Resulü Muhammed’in anlaştığı barış antlaşması hükümleridir diye yazmasını istedi.
Bu sefer Süheyl :
— Vallahi biz Senin Allah'ın Resulü olduğuna inansak seni Beytullah’tan alıkoymazdık. Seninle savaşmazdık. Sen "Muhammed b. Abdillah" yaz! dedi.
Bu teklif üzerine Peygamber:
— '' Vallahi siz yalanlasanız da ben Allah’ın Resulüyüm” buyurdu ve Ali bin Ebî Tâlib'e: "Haydi (Rasûlullah lâfzını sil de) Muhammed b. Abdillah yaz!" diye emretti.
(Ali: Vallahi ben senin Allah’ın Resulü unvanını asla silmem, dedi. Bunun üzerine Peygamber kağıdı eline alıp kelimeyi sildi ve Muhammed b. Abdillah yazdırdı.
Zuhrî şöyle demiştir: Peygamber'in gerek Besmele'nin, gerek barış mektubunun unvanının yazılma sureti hakkında Süheyl b. Amr'ın tekliflerine uyması, Peygamber'in daha önce: "Kureyş, Allah'ın Harem içinde muhterem kıldığı şeylere saygı göstererek, benden ne kadar zor istekte bulunursa bulunsun, ben onu yerine vereceğim" suretinde verdiği kararın sonucu ve yansımasıdır.
Barış yazısının başlığı: "Yâ Allah, senin isminle başlarım. Bunlar Muhammed b. Abdillah’ın üzerinde anlaştığı hükümlerdir" şeklinde kararlaştırılıp, böyle yazıldıktan sonra, Peygamber anlaşma şartlarını teklif ederek, Süheyl b. Amr'a:
— "Siz bizimle Beytullah arasına girmeyeceksiniz. Bizi serbest bırakacaksınız; biz de Beyt'i tavaf edeceğiz" buyurdu.
Süheyl bu teklife de itiraz edip:
— Vallahi sizinle Beytullah arasını boşaltmayacağız. Çünkü Araplar zorla istilaya uğradığımızı düşünerek lafımızı yaparlar. Şu kadar ki, bu boşaltma işi gelecek seneden itibaren başlasın, dedi.
Ve bu öneri kabul olundu da Alî bunu yazdı.
Süheyl b. Amr da şu maddeyi teklif etti:
— Sana bizden bir erkek gelirse, o gelen kimse Senin dininde olsa bile, onu bize geri vereceksin!
Bu teklife Müslümanlar hayret ederek:
— Subhanallah! İslâm toplumuna sığınan bir Müslüman, müşriklere nasıl geri verilir? dediler.
Onlar bu haldeyken, Süheyl b. Amr'ın oğlu Ebû Cendel, ayakları zincirli olarak çıka geldi. (Ebû Cendel Müslüman olmuş, bu yüzden Mekke'de hapsedilmişti.) Mekke'nin aşağısındaki hapsedildiği yerden kaçmış ve nihayet kendisini Müslümanlar arasına atmıştı. Bunun üzerine Süheyl:
— İşte yâ Muhammed! Seninle imzalayacağım antlaşmanın birinci maddesi uyarınca bunu bana geri vermelisin! dedi.
Peygamber:— "Biz barış yazısını henüz yazıp bitirmedik (imza etmedik)" buyurdu.
Süheyl:— O takdirde vallahi ben de seninle hiçbir madde üzerinde barış antlaşması yapmam, dedi.
Peygamber:— "Haydi şu Ebû Cendel'i bana bağışla da imzala" buyurdu. Süheyl:
— Ben bunu Sana bağışlamayı asla uygun görmem, diye reddetti. Peygamber:
— "Hayır, bu işi benim hatırım için yap!" buyurdu. Süheyl ısrar edip:
— Asla yapmam, dedi.
Mikrez b. Hafs da (temsilci olduğu için) Peygamber'e hitaben:
— Bunu sana uygun gördük, dedi. (Fakat imzaya yetkili olan Süheyl kabul etmedi.
Şimdi Ebû Cendel, babasının inadından üzülerek:
— Ey Müslümanlar! Müslüman olarak geldiğim hâlde şimdi ben müşriklere geri mi veriliyorum? Benim karşılaştığım şu kötü hâli görmüyor musunuz? diye haykırdı.
Hakîkaten zavallı Ebû Cendel, Allah yolunda Kureyş'in şiddetli işkencesiyle karşılaşmıştı. (İbn İshâk burada şu bilgiyi rivayet etmiştir: Allah’ın Resulü: "Ebu Cendel! Sabret, Allah'tan ümitli ol! Biz Müslümanlar mağdur ve mağlup olmayız. Yüce Allah yakında sana da kurtuluş yolu bahşedecektir" (buyurdu.)
Bu zor durumdan üzülen Umer b. El-Hattâb şöyle demiştir: Bunun üzerine ben Peygamber'e vardım ve:
— Sen Allah'ın hak peygamberi değil misin? dedim. Peygamber:
— "Evet, Allah'ın hak peygamberiyim!" buyurdu. Ben:
— Biz Müslümanlar hak üzerinde; düşmanlarımız ise bâtıl üzerinde bulunmuyorlar mı? dedim.
Peygamber:— "Evet, öyledir" buyurdu. Ben:
— O hâlde dinimiz hakkında bu aşağılık hâli niçin kabul ediyoruz? dedim.
Peygamber:— "Muhakkak surette ben Allah'ın Resulüyüm ve ben (bu anlaşmayı kabul etmekle) Allah 'a isyan etmiş değilim. Allah benim yardımcım da!" buyurdu.
Ben yine:— Vaktiyle Sen bize: "Yakında Ka'be'ye.varıp tavaf edeceğiz!" diye haber vermez miydin? dedim.
Allah’ın Resulü:— "Ben sana (vakit tayin ederek) 'Bu sene varıp tavaf edeceğiz!' diye haber verdim mi?" buyurdu.
Ben de:— Hayır, dedim.
Rasûlullah:— "Muhakkak sen (yakın zamanda) Beyt'e varıp onu tavaf edeceksin" buyurdu.
Hz. Ömer dedi ki: Bunu müteakip ben, Ebû Bekr'e vardım ve:
— Yâ Ebu Bekr! Bu adam Allah'ın hak peygamberi değil midir? dedim.
Ebû Bekr de:
— Evet, hak peygamberidir, dedi. Ben:
— Biz Müslümanlar hak üzerinde; düşmanlarımız bâtıl üzerinde bulunmuyor mu? dedim.
O da:— Evet öyledir, diye cevap verdi. Ben tekrar:
— Öyle ise niçin biz dinimize bu aşağılık muameleyi reva görüyoruz? dedim.
Ebû Bekr:— Be adam! Muhammed muhakkak Allah'ın Resulüdür. O, Rabbine âsî değildir. Allah O'nun yardımcısıdır. Sen hemen O'nun emrine sarıl! Vallahi Muhammed hak üzeredir, dedi.
Ben tekrar:— O bize Medîne'de "Beyt'e varacağız, tavaf edeceğiz" demedi mi? diye sordum.
Ebû Bekr:— Evet öyledir. Fakat sana "Bu sene varıp tavaf edersin diye mi haber verdi? dedi.
Ben de:— Hayır, dedim.
Ebû Bekr:— (Bekle bakalım!) Sen muhakkak yakın bir zamanda Beyt'e varıp onu tavaf edeceksin! dedi.
Zuhrî, Hz. Ömer’in şu sözünü naklediyor: Bu itirazlarımdan dolayı kefaret olarak daha sonra bir çok iyi işler yapmışımdır.
Râvî dedi ki: Allah’ın Resulü barış antlaşmasının yazım ve imzasını bitirip ayrıldığı zaman, sahâbîlere:
— "Haydi artık kalkın, kurbanlarınızı kesip, başlarınızı tıraş edin!" buyurdu.
Râvî dedi ki: Vallahi sahâbîlerden bir kişi olsun kalkmadı. Hatta Allah’ın Resulü bu emri üç kere söyledi. Sahâbîlerden hiçbirisi kalkmayınca, Resulullah hanımlarından Ümmü Seleme'nin yanına girdi ve sahâbîlerden gördüğü kayıtsızlığı ona söyledi.
Ümmü Seleme:— Ey Allah'ın Peygamberi! Sen bu emri yerine getirmek istiyor musun? O hâlde şimdi dışarı çık, sonra kurbanlık develerini kesinceye ve berberini çağırıp, o seni tıraş edinceye kadar sahâbîlerinden hiç birisine bir kelime bile söyleme! dedi 41.
Bunun üzerine Peygamber, Ümmü Seleme'nin yanından çıktı ve sahâbîlerinden hiç birisi ile konuşmayarak, umre ibâdetlerini yerine getirdi. Kurbanlık develerini kesti ve berberi (Huzaalı Hırâş b. Umeyye'yi) çağırıp tıraş oldu. Sahâbîler Peygamber'i bu hâlde görünce, onlar da hemen kalkarak kurbanlarını kestiler, birbirlerini tıraş etmeye başladılar, hatta sıkışıklıktan birbirlerini öldüreceklerdi.
Efendimiz tıraş olduktan sonra huzuruna birtakım mümin kadınlar geldi. Bu hususta, yani kadınlar hususunda yapılacak işleri öğretmek için de Yüce Allah şu âyetleri indirdi: "Ey imân edenler, mümin kadınlar muhacir olarak size geldikleri zaman onları deneyin. Allah onların imanlarını daha iyi bilendir ya. Fakat siz de mümin kadınlar olduklarına kanaat ederseniz, onları kâfirlere iade etmeyin. Bunlar onlara helâl değildir. Onlar da bunlara helâl olmazlar. Sarf ettikleri mehri onlara geri verin. Sizin onları nikâhla almanızda, mehirlerini verdiğiniz takdirde, üzerinize bir günâh yoktur. Kâfir kadınları nikâhınızda tutmayın..." (Mumtehme: 10).
Bu âyetin inmesi üzerine Ömer, müşrik olan iki karısını boşadı. Bunlardan birisi (Kureybe) Muâviye b. Ebî Sufyân ile, diğeri de Safvân ibn Umeyye ile evlendi..
Sonra Peygamber Medine'ye döndü. Akabinde Kureyş'in yeminli dostu olan Ebû Basîr (Utbe es-Sakafî) Müslüman olarak geldi. Bunu istemek üzere de Kureyş iki kişi gönderdi. Bunlar Peygamber'e:
— Bize karşı imzaladığın ahdi hatırlatırız, dediler. Peygamber de (antlaşma hükümleri gereğince) Ebû Basîr'i bu iki kişiye geri verdi. Bunlar Ebû Basîr ile yola çıktılar. Nihayet Zülhuleyfe'ye eriştiler. (Dağarcıklarndaki) hurmadan biraz yemek için orada konakladılar . Ebû Basîr bu iki kişiden birisine (Huneys'e):
— Be adam! Vallahi ben senin şu kılıcının ol çok güzel olduğunu görüyorum, dedi.
Diğeri, kılıcı kınından çekip:
— Evet, vallahi bu kılıç çok iyidir. Onu ben de birçok kere tecrübe ettim, dedi.
Ebû Basîr de:
— İzin ver de bakayım, dedi.
Ve bir fırsat bulup elinden aldı. Hemen de Huneys'e vurdu. Huneys öldü. Öbür arkadaşı (bir rivayette Huneys'in kölesi Kevser) kaçarak Medîne'ye vardı. Mescide koşarak girdi. Allah’ın Resulü onun telaşla koşup geldiğini görünce:
— "Bu adamın başından onu korkutacak bir olay geçmiş" dedi. Kevser, Peygamber'e yaklaşınca, O'na:
— Vallahi efendim öldürüldü. Ben de öldürüleceğim, dedi.
Bu sırada Ebû Basîr de geldi ve:
— Ey Allah'ın Peygamberi! Vallahi Allah sana sözünü yerine getirtti; beni müşriklere geri verdin. Sonra Allah beni onlardan kurtardı, dedi.
Bunun üzerine Peygamber, sahâbîlere hitaben:
— "Helal olsun Ebû Basîr'e! Ebû Basir ne adammış! Demek yanında bir kişi daha olsa ortalığı toza dumana katacakmış/savaşı tekrar ateşleyecekmiş" dedi. (Ebû Basir) Bu sözü işitince (Hz. Peygamber'in kendisini (Antlaşmanın gereği olarak) Kureyşlilere göndereceğini anladı ve hemen (Hz. Peygamberin) huzurundan çıktı. Yollara düştü. Nihayet deniz sahiline geldi. "Iys" mevkiine yerleşti.
Râvî araya giriyor: Süheyl'in oğlu Ebû Cendel de (yetmiş Müslüman süvari ile birlikte) müşrikler arasından kaçarak Ebû Basîr'e katıldı. Şimdi artık Müslüman olan herkes, Kureyş arasından ayrılarak Ebû Basîr'e katılmaya başladı. Nihayet Ebû Basîr'in etrafında azımsanmayacak sayıda bir kuvvet toplandı. Bunlar, Kureyş'in bir ticaret kafilesinin Şam'a gittiğini duyar duymaz, hemen onları çevirirlerdi. Kervandakileri öldürüp mallarını alırlardı.
Kureyş, kendisini korkutan bu vaziyet üzerine Peygamber'e (Ebû Sufyân'ı özel yetki ile) gönderdi. Şimdi Kureyş, Peygamberden Allah rızâsı için ve aradaki yakınlığa hürmeten Ebû Basîr grubunun baskın ve yağmalarının engellenmesini rica ediyordu. Ve nihayet "Artık Mekke'den Medine'ye kim giderse güvence altındadır (geri getirilmeyecektir)" diye haber gönderdiler.
Peygamber, Ebû Basîr grubuna mektup gönderdi (Medine'ye gelmelerini bildirdi)
Bunun üzerine Yüce Allah şu âyetleri indirmiştir: "O, sizi Mekke'nin göbeğinde, onlara karşı muzaffer kıldıktan sonra, onların ellerini sizden, sizin ellerinizi onlardan çekendi. Allah ne yaparsanız hakkiyle görür. Onlar, küfreden, sizi Mescidi Hâram'dan ve alıkonulmuş hediyelerin, mahalline ulaşmasından men edenlerdir. Eğer (Mekke'de) kendilerini henüz tanımadığınız mümin erkeklerle mümin kadınları bilmeyerek çiğneyip de o yüzden size bir vebal isabet edecek olmasaydı (Allah size fetih için elbette izin verirdi). Bunu, kimi dilerse onu rahmetine kavuşturmak için yaptı. Eğer onlar, aralarında olmasaydı, biz onlardan küfredenleri muhakkak elem verici bir azaba uğratmıştık bile. O küfredenler kalplerine taassubu, o cahillik taassubunu yerleştirdiği sırada idi ki, hemen Allah, Resûlünün ve müminlerin üzerine manevi kuvvetini indirdi; onları takva sözü üzerinde durdurdu. Onlar da buna çok layık ve buna ehildiler. Allah her şeyi hakkiyle bilendir" (Fetih: 24-26)
Müşriklerin taassubu/bağnazlığı ile anlatılmak istenen: Hz. Muhammed'in Allah'ın Peygamberi olduğunu ikrar etmemeleri, Bismillahir rahmâhir rahîm ifadesini kabul etmemeleri, Müslümanlarla Beytullah arasına engel koymalarıdır.
Ebû Abdillah el-Buhârî şu bilgiyi veriyor:Âyetteki "maarratun", uyuz hastalığı demek olan "urrun" anlamındadır, "tezeyyelû", ‘ayrılıp seçilselerdi’ demektir. "Hameytu'l-kavme" demek, "onları koruma olarak men ettim" demektir.Ve "Ahmeytu'1-hımâ", "onu içine girilmez bir koruluk yaptım" demektir. iyice kızdırdığım şeylere: "Ahmeytu'l-hadîde/demiri kızdırdım" ve "Ahmeytu'r-racule/adamı kızdırdım" derim.
Açıklama:
Yazar, Kitap, Bölüm:
Abdürrezzak b. Hemmam, Musannef, Meğâzî 9720, 5/330
Senetler:
()
Konular:
KTB, NİKAH
Nikah, müşrikle
Siyer, Hudeybiye Günü