1753 Kayıt Bulundu.
Yine aynı isnadla bize Malik, ona Nâfi', ona da Salim b. abdullah şöyle rivayet etmiştir:
"Bir seyahat sırasında Abdullah b. Ömer'le birlikte idim. Onun güneş doğduktan sonra abdest aldığını, sonra da namaz kıldığını gördüm. Kendisine,
"- Bu senin kılmadığın bir namazın kazası mıdır?" diye sordum.
"- Ben sabah namazı için abdest aldıktan sonra cinsel organıma dokunmuş, ama tekrar abdest almayı unutmuştum, bu yüzden abdest aldım ve namazını iade ettim" dedi.
Açıklama: İsnadın tamamı için bk. BS000634.
Bize Hatim b. İsmail, ona Cafer, ona da babası (Muhammed el-Bakır) şöyle rivayet etmiştir:
Cabir b. Abdullah'ın yanına girmiştik. Cabir (gelenlerin) kim olduklarını sordu. Sıra bana gelince; ben “Muhammed b. Ali b. Hüseyin'im” dedim. Bunun üzerine eliyle başıma uzanarak üst düğmemi çıkardı. Sonra alt düğmemi de çıkardı ve elini göğsümün ortasına koydu. Ben, o zamanlar genç bir çocuktum. Sonra bana “Merhaba! Ey kardeşim oğlu! Dilediğini sor” dedi. Ben de sordum. Cabir gözlerini kaybetmişti. Namaz vakti gelince bir şala sarınarak (namaza) kalktı. Şal küçük olduğu için omuzlarına koydukça iki tarafı geriye dönüyordu. Ridası (cübbe) da yanı başında askıda duruyordu. Cabir bize namazı kıldırdı. Ardından ona “bana, Rasulullah'ın (sav) haccı hakkında bilgi verir misin?” dedim. Cabir eliyle dokuz işareti yaparak şöyle dedi:
"Şüphesiz ki Rasulullah (sav) haccetmeden dokuz sene durdu. Sonra onuncu yılda halka haccedeceğini bildirdi. Bunun üzerine Medine'ye birçok insan geldi. Bunların hepsi Rasulullah'a (sav) uymanın bir yolunu arıyor, onun yaptığı gibi yapmak istiyorlardı. Derken onunla yola çıktık. Zülhuleyfe'ye varınca Esma bt. Umeys, Muhammed b. Ebu Bekir'i dünyaya getirdi. Ardından Rasulullah'a (sav) haber gönderip 'ben şimdi ne yapacağım' diye sordurdu. Peygamber (sav) 'boy abdesti al, bir bez bağlayarak loğusalık kanını kes ve ihrama gir' cevabını verdi. Rasulullah (sav) mescitte namaz kıldırdıktan sonra Kasvâ (isimli devesine) bindi. Devesi, kendisini Beydâ düzüne çıkardığı vakit, onun önünde, binekle ve yaya olarak, gözümün görebildiği kadar insan gördüm. Bir o kadar da sağında, solunda ve arkasında vardı. Rasulullah (sav) aramızda bulunuyordu. Ona Kur'an iniyor, te'vilini de kendisi biliyordu. O ne yaparsa biz de aynısını yapıyorduk. Derken Rasulullah 'Lebbeyk Allahümme lebbeyk, lebbeyke la şerîke lek, lebbeyk. İnne’l-hamde ve’n-ni’mete leke ve’l-mülk! Lâ şerîke lek! (Buyur Allah'ım, buyur! Buyur, hiçbir ortağın yok, buyur! Şüphesiz tüm hamd ve nimet sana ait, mülk de sana aittir, hiçbir ortağın yoktur)' diyerek telbiye getirdi. İnsanlar da onunla birlikte telbiye getirdiler. Rasulullah (sav) bundan dolayı kendilerine bir şey demedi. Rasulullah (sav), kendi telbiyesine devam etti."
Cabir (sözlerine) şöyle devam etti: "(O sıralarda) biz sadece hacca niyet ediyor, umreyi bilmiyorduk. Kâbe'ye varınca Efendimiz (sav) rüknü (Hacerü’l-esvedi) istilâm etti ve tavafın üç dönüşünü remel (hızlı) şeklinde, dört dönüşünü de normal yürüyüşle yaptıktan sonra Makam-ı İbrahim'e geçti ve 'siz de İbrahim'in makamından kendinize namaz kılacak bir yer edinin' Bakara 2/125 mealindeki ayeti okudu. Makam'ı kendisiyle Beyt-i şerif arasına aldı. Babam, Onun kıldığı iki rekât namazda İhlas ile Kâfirûn surelerini okuduğunu söylerdi. Bunu Nebi'den (sav) işitmeden söyleyeceğini hiç zannetmem. Rasul-i Ekrem (sav) sonra yine Hacerü’l-esved'e dönerek onu istilâm etti. Sonra (Safa) kapısından Safa'ya çıktı ve Safa'ya yaklaşınca 'Safa ile Merve Allah'ın nişanlarındandır' Bakara 2/158 mealindeki ayeti okudu. 'Allah'ın (zikrine) başladığı yerden başlıyorum' diyerek Safa'dan sa'y yapmaya başladı, onun üzerine çıktı. Beyt-i şerifi görünce kıbleye dönerek, Allah'ı birleyip O'na tekbir getirdi ve 'Lâ ilâhe illallahu vahdehû, lâ şerîke leh. lehu’l-mülkü ve lehu’l-hamdü ve hüve alâ külli şey’in kadîr. Lâ ilâhe illallahu vahdehû, enceze va’dehû ve nasara abdehû ve hezeme’lahzâbe vahdehu (Bir tek Allah'tan başka hiçbir ilâh yoktur. Onun şeriki yoktur. Mülk onundur, hamd de ona mahsustur. Hem o, her şeye kâdirdir! Bir tek Allah'tan başka ilâh yoktur. Vaadini yerine getirdi, kulunu muzaffer kıldı. Yalnız başına bütün hizipleri bozguna uğrattı)' dedi. Bu arada dua okudu ve bunun aynısını üç kez tekrarladı. Sonra Merve'ye indi. Ayakları, vadinin ortasına indiği vakit hızlıca yürüdü. Ayakları vadiden yükselince (normal) yürüyüş geçti. Nihayet Merve'ye geldi. Merve'de Safâ'da yaptığı gibi hareket etti. Merve üzerinde (sa'yin) son tavafını (şavtını) yaparken 'sonradan öğrendiğimi baştan bilseydim (beraberimde) hedy (kurbanlık) getirmez, (önce) umre yapardım. Şimdi sizden hanginizin yanında hedy yoksa hemen ihramdan çıksın ve haccını umreye çevirsin!' dedi. Bunun üzerine Süraka b. Malik b. Cü'şum ayağa kalkarak 'ey Allah'ın Resulü! Bu iş, içinde bulunduğumuz bu yıla mı mahsus, yoksa ilelebet devam edecek mi?' diye sordu. Bunun üzerine Rasulullah (sav) parmaklarını birbirine kenetledi ve iki kez 'umre, hacca dahil olmuştur! Hayır! Ebedi olarak devam edecektir' buyurdu. Ali (ra) Yemen'den Nebi'nin (sav) develerini getirdi. Fatıma'yı da (r. anha) ihramdan çıkanlar arasında buldu. Fatıma boyalı elbise giymiş ve sürme çekmişti. Ali onun bu yaptığına tepki gösterdiyse de Fatıma 'bunu bana babam emretti' dedi." Cabir der ki: "Ali, Irak'ta iken şöyle derdi: Bunun üzerine ben Fatıma'yı bu yaptığından dolayı azarlatmak ve Rasulullah (sav) adına söylediklerini sormak için Rasulullah'a (sav) gittim. Ona Fatıma'nın yaptıklarına tepki gösterdiğimi söyledim. Rasul-i Ekrem (sav) bana 'doğru söylemiş. Doğru söylemiş. Sen, hacca niyetlenirken ne dedin?' diye sordu. Ben de 'ya Rabbi! Rasulün neye niyetlendiyse, ben de ona niyet ettim' cevabını verdim. Rasul-i Ekrem (sav) 'benim yanımda hedyim (kurbanlığım) var. Sen de ihramdan çıkma' buyurdu. Hz. Ali'nin Yemen'den getirdikleri ile Nebi'nin (sav) beraberinde getirdikleri hedy (kurbanlık) yüz adetti."
Cabir şöyle devam etti: "Nebi (sav) ile yanlarında hedy (kurbanlık) bulunanların dışındaki insanların hepsi ihramdan çıkıp saçlarını kısalttılar. Terviye günü gelince Mina'ya doğru hareket edip hacca niyetlendiler. Rasulullah (sav) hayvanına binmişti. Mina'da öğle, ikindi, akşam, yatsı ve sabah namazlarını kıldı. Sonra güneş doğuncaya kadar biraz durdu. Ve kendisine Nemire denilen yere kıldan bir çadır kurulmasını emir buyurdu. Müteakiben Rasulullah (sav) yola koyuldu. Kureyş, kendilerinin cahiliye devrinde yaptıkları gibi onun da Meş'ar-i Haram'da duracağında şüphe etmiyorlardı. Halbuki Rasulullah (sav) o yeri geçerek Arafat'a vardı ve Nemire denilen yerde çadırının kurulduğunu görerek, oraya indi. Güneş zevalden kayınca Kasvânın hazırlanmasını emretti ve hayvana semer vuruldu. Müteakiben Urane vadisine geldi ve cemaate hutbe okuyarak şöyle buyurdu:"
"Şüphesiz ki sizin kanlarınız ve mallarınız şu beldenizde, şu ayınız, su gününüzün hürmeti gibi birbirinize haramdır. Dikkat edin! Cahiliye dönemine ait her şey ayaklarımın altına konulmuştur. Cahiliye devrinin kan davaları kaldırılmıştır. Bize ait olan kan davalarından ilk kaldırdığım dava, İbn Rabîa b. Haris'in kan davasıdır. İbn Rabîa, Sa'd oğulları kabilesinde süt anadaydı. Onu Hüzeyl kabilesi öldürdü. Cahiliye devrinin faizi (ribâ) de kaldırılmıştır. İlk kaldırdığım faiz bizim Abbas b. Abdulmuttalib'in faizidir. Çünkü faizin hepsi muhakkak kaldırılmıştır. Kadınlar hakkında Allah'tan korkun. Çünkü siz, onları Allah'ın emanıyla aldınız ve onların kadınlıklarını Allah'ın kelimesiyle kendinize helâl kıldınız. Döşeklerinize sevmediğiniz bir kimseye ayak bastırmamaları, sizin onlar üzerindeki hakkınızdır. Bunu yaparlarsa, onları hafifçe dövün. Onların sizin üzerinizdeki hakkı da yiyeceklerini ve giyeceklerini normal ölçülerde vermenizdir. Size öyle bir şey bıraktım ki ona sımsıkı sarılırsanız bir daha asla sapmazsınız. Size Allah'ın Kitabını bıraktım. Size, ben sorulacağım, acaba ne diyeceksiniz?' Ashab; '(risaletini) tebliğ, vazifeni eda ve nasihatte bulunduğuna şehadet ederiz' dediler. Bunun üzerine şehadet parmağını semaya kaldırıp onunla insanlara işaret ederek; üç defa 'Şahid ol ya Rab! Şahid ol ya Rab' dedi."
"Sonra (Bilal) ezan okuyup kamet getirdi, Rasul-i Ekrem de öğle namazını kıldırdı. Sonra (Bilal) kamet getirdi ve ikindiyi de kıldırdı. Bunların arasında başka namaz kılmadı. Bundan sonra Rasulullah (sav) hayvanına binerek vakfe yerine geldi. Devesi Kasvâ'nın göğsünü kayalara çevirdi. Yayaların toplandığı yeri önüne aldı ve kıbleye döndü. Artık güneş batıncaya, sarılığı biraz gidip, nihayet güneş yuvarlağı tamamen kayboluncaya kadar vakfe halinde kaldı. Rasulullah (sav) Üsame'yi arkasına aldı ve yola koyuldu. Kasva'nın yularını o kadar kasmıştı ki başı, semerin kaşının altındaki deriye çarpıyordu. Sağ eliyle de 'ey insanlar! Sakin olun! Sakin olun!' diye işaret ediyordu. Kum tepeciklerinden birine geldiğinde hayvanın dizginini, düze çıkıncaya kadar biraz gevşetiyordu. Nihayet Müzdelife'ye vardı, orada akşamla yatsıyı bir ezan, iki kametle kıldı. Aralarında hiçbir nafile namaz kılmadı. Sonra Rasulullah (sav) tan yeri ağarıncaya kadar uzandı. Sabah aydınlanınca bir ezan ve bir kametle sabah namazını kıldı. Sonra Kasvâ'ya binerek Meş'ar-i Harâm'a geldi. Kıbleye karşı dönerek Allah'a dua etti, tekbir getirdi, tehlîl ve tevhidde bulundu. Ve ortalık iyice aydınlanıncaya kadar vakfeye devam etti. Sonra güneş doğmadan yola koyuldu. Terkisine de Fadl b. Abbas'ı aldı. Fadl, saçı güzel, beyaz ve yakışıklı biriydi. Rasulullah (sav) yola çıkınca yanından koşarak, birtakım kadınlar geçtiler. Fadl onlara bakmaya başladı. Bunun üzerine Rasulullah (sav) elini Fadl'ın yüzüne koydu. Fadl da yüzünü öbür tarafa çevirerek bakmağa başladı. Bu sefer de Rasulullah (sav) elini öbür taraftan Fadl'ın yüzüne götürerek bakışlarını çevirdi. Nihayet Muhassir Vadisine varınca hayvanı biraz sürdü. Sonra büyük cemreye çıkan orta yolu tuttu. Nihayet ağacın yanındaki cemreye vardı. Oraya yedi ufak taş attı. Bakla kadar olan bu taşları vadinin ortasından atarken her bir taşta tekbir getirdi. Bunun ardından kurban yerine giderek kendi eliyle altmış üç deve boğazladı. Sonra (bıçağı) Ali'ye verdi. Geri kalanını da o boğazladı. Ve Ali'yi hedyine ortak yaptı. Sonra her deveden bir parça alınmasını emir buyurdu. Bunlar bir tencereye konarak pişirildi. İkisi de develerin etinden yiyip, çorbasından içtiler. Ondan sonra Rasulullah (sav) oradan ilerleyerek Kâbe'ye gitti. (Tavafı müteakip) Mekke'de Öğle namazını kıldı. Arkasından zemzem sâkiliği yapan Abdulmuttalib oğullarına gitti. Ve onlara 'ey Abdulmuttalib oğulları! (Kuyudan) su çekin! İnsanların (bunu hac fiillerinden biri zannederek ileri atılıp) su çıkarmanız hususunda size zorluk çıkarmayacağından endişe etmeseydim, ben de sizinle çıkarırdım' buyurdu. Onlar da kendisine bir kova su takdim ettiler. Rasulullah (sav) da bu sudan içti."
Bize Gunder, ona Şube, ona Ya'la b. Ata, ona Amr b. Âsım, ona da Ebu Hureyre şöyle haber vermiştir:
Hz. Ebu Bekir, Hz. Peygamber'e (sav) “bana öyle bir şey söyle ki onu akşam olduğunda ve sabah olduğunda okuyayım” dedi. Hz. Peygamber (sav) "sabah-akşam ve yatağına uzandığında şu duayı oku" buyurdu:
"De ki: Allah’ım! Gaybın ve şehâdetin (görünmeyen ve görünenin) bilgisine sahip olan, gökleri ve yeri yaratan, her şeyin Rabbi ve sahibi olan Allah’ım! Senden başka ilah olmadığına şehadet ederim. Nefsimin şerrinden, Şeytan'ın ve ortaklarının şerrinden sana sığınırım."
Bize Yunus, ona Ebu Davud (et-Tayâlisî), ona da Şu'be (b. Haccac), Seyyar b. Selame Ebu Minhâl'in şöyle dediğini rivayet etmiştir:
Babam (Selame), Ebu Berze'ye: 'Hz. Peygamber (sav) ile birlikte nasıl namaz kılardınız?' diye sordu. Ebu Berze'nin şöyle cevap verdiğini işittim: "Rasulullah (sav) bize 'hecîri (öğle namazını), siz onu 'Zuhr (öğle namazı)' olarak isimlendiriyorsunuz, güneş tepe noktasından (batıya doğru) meylettiği zaman kıldırırdı. İkindi namazını bize güneş hâlâ canlı iken kıldırırdı. -Akşam için ne dediğini unuttum- Yine bize yatsı namazını kıldırırdı ve namazı gecenin üçte birine kadar ertelemekte bir sakınca görmezdi. Yatsı namazını kılmadan uyumayı ve onu kıldıktan sonra konuşmayı sevmezdi. Sabah namazını, bitirdiğinde yanımızda oturan kişiyi tanıyacağımız (kadar aydınlık olduğu) bir vakitte, bize kıldırırdı. Sabah namazında altmış ile yüz (ayet) arasında okurdu."
Bize Ebû Abdurrahman es-Sülemî ve Ebû Bekir Ahmed b. Muhammed b. el-Hâris el-Fakîh, onlaraAli b. Ömer el-Hafız, ona İbn Sâid, ona Züheyr b. Muhammed ve el-Hasan b. Ebî’r-Rabî’ –buradaki lafız ona aittir-, onlara Abdurrezzak, ona Ma’mer, ona Asım b. Ebî’n-Nucûd, ona da Zirr b. Hubeyş şöyle haber vermiştir:
“Safvân b. Assâl el-Murâdî’ye gittim, bana,
“- Seni buraya getiren sebep nedir?” diye sordu.
“- İlim talebi için geldim” dedim. Bunun üzerine, ben Rasûlullah’ın (sav) şöyle buyurduğunu işittim, dedi:
“İlim talebi için evinden çıkan her insana, onun bu niyetine duydukları memnuniyetten dolayı melekler onun için kanatlarını sererler.”
Bunun üzerine ben de ona,
“- Sana mestler üzerine meshetmenin hükmünü sormak için geldim” dedim. Şöyle söyledi:
“- Evet. Ben Rasûlullah’ın (sav) gönderdiği bir orduda bulunuyordum. Mestlerimizi abdestli olarak giydiğimiz takdirde, seferde üç gün, mukim iken de bir gün meshetmemizi bize emretti. Mestleri küçük ve büyük abdest bozmaktan ve uyumaktan dolayı, cünüplükten başka hiçbir şeyden dolayı onları çıkarmamamızı söyledi. Ayrıca Hz. Peygamber’in (sav) şöyle dediğini de işittim:
“Geceleri tövbe için açılan bir kapı vardır, onun genişliği yetmiş yıllık yoldur. Bu kapı sabah güneşi doğuncaya kadar kapanmaz.”
Bize Hevze b. Halife, ona Avf, ona Ebu Recâ ona da Semure b. Cündüb (ra) şöyle demiştir:
"Rasulullah (sav), ashabına sıkça 'Aranızda rüya gören oldu mu? Bana anlatsın, Allah’ın dilediği gibi yorumlayayım' buyururdu. Bir gün sabah vakti bize kendi gördüğü rüyasını şöyle anlattı: Bu gece iki kişi (iki melek) geldi ve bana 'Yürü' dediler. Ben de onların eşliğinde yürüdüm. Bir adama uğradık, adam sırtüstü yatıyordu. Başucunda bir başkası duruyor, elinde bir taş vardı. O taşı adamın başına indiriyor, başını parçalıyor, taş yuvarlanıp uzaklaşıyor. Taşı getirip dönünceye kadar adamın başı eski hâline geliyor. Adam yine taşı indirip aynı şeyi tekrarlıyordu. Ben, 'Sübhanallah! Bu da ne böyle?' dedim. Onlar ise bana, 'Haydi yürü' dediler. Yürüdük, bir başka adama uğradık. O adam sırtüstü yatıyordu. Başucunda bir başkası vardı; elinde demirden bir kanca bulunuyordu. Adam, yüzünün bir yanına gelip ağzının kenarını, gözünü ve burnunu ensesine kadar yırtıyordu. Sonra öbür yana geçip aynı şekilde yapıyordu. Bir taraf bitinceye kadar öteki taraf iyileşiyor, sonra yine dönüp aynı işlemi tekrarlıyordu. Ben, 'Sübhanallah! Bu da nedir?' dedim. Onlar 'Haydi yürü, haydi yürü' dediler. Yürüdük, tandıra benzeyen bir yapıya vardık. İçinden gürültüler ve sesler geliyordu. Baktık ki içinde çıplak kadınlar ve erkekler vardı. Altlarından alev yükseliyor, alev kendilerine değince feryat ediyorlar. Ben, 'Bunlar da kimler?' dedim. Onlar 'Haydi yürü, haydi yürü' dediler. Yürüdük, bir ırmağa geldik –râvî dedi ki: galiba kırmızı idi, kan gibi idi–. İçinde bir adam yüzüyordu. Irmağın kenarında ise önüne yığılmış çok taş bulunan bir başka adam vardı. Yüzen adam çıkıp ona geliyor, ağzını açıyor; kenardaki adam da ağzına taş koyuyordu. O tekrar yüzüyor, dönüyor, yine ağzına taş veriliyordu. Ben, 'Bu nedir?' dedim. Onlar, 'Haydi yürü, haydi yürü' dediler. Yürüdük, çirkin görünümlü bir adama vardık; gördüğün en çirkin yüzlü kimse gibiydi. Yanında bir ateş vardı, onu körüklüyor ve etrafında dönüyordu. Ben 'Bu kimdir?' dedim. Onlar, 'Haydi yürü, haydi yürü' dediler. Yürüdük, türlü renklerle dolu, bahar çiçekleriyle süslü bir bahçeye geldik. Bahçenin ortasında boyu çok uzun bir adam vardı, başı göğe yakın görünüyordu. Etrafında gördüğüm en çok ve en güzel çocuklar bulunuyordu. Ben 'Bu kim, bunlar kim?' dedim. Onlar 'Haydi yürü' dediler. Yürüdük, çok büyük, daha önce hiç görmediğim kadar güzel ve yüksek bir köşke ulaştık. Bana, 'Buna çık' dediler. Çıktım. Sonra altın ve gümüş tuğlalarla yapılmış bir şehre geldik. Kapısına vardık, izin istedik, kapı açıldı ve içeri girdik. İçeride, yaratılışlarının yarısı son derece güzel, yarısı da son derece çirkin insanlar vardı. Onlara 'Şu nehre gidin' dediler. Karşımızda süt gibi bembeyaz, enine akan bir nehir vardı. Onlar girdiler, döndüklerinde çirkinlikleri gitmiş, hepsi en güzel suretle gelmişlerdi. Melekler bana 'İşte bu Adn Cenneti, şurası da Senin makamındır' dediler. Gözümü, yukarıya doğru çevirdim, gökyüzünde, çok uzak bulut gibi bembeyaz bir köşk gördüm. Melekler bana 'İşte orası da Senin makamındır' dediler. Ben de onlara 'Allah sizi mübarek kılsın, beni bırakın da ben oraya gireyim' dedim, bana 'Şimdilik olmaz, ama sen oraya gireceksin' dediler. Ben meleklere 'Ben bu gece boyunca çok hayret verici şeyler görmüşümdür. Benim gördüğüm bu şeyler nedir?' dedim, iki melek bana şöyle anlattılar"
"Bizler Sana haber verelim: İlk gördüğün, başı taşla parçalanan adam, Kur’an’ı alıp da farz namazları terk ederek uyuyan kişidir. Yüzü kancayla yarılan adam, sabah erkenden evinden çıkar ve öyle bir yalan söylerdi ki, onun bu yalanı (akşama kadar) her tarafa yayılırdı. Tandır içindeki çıplak kadın ve erkekler, zina eden kadın ve erkeklerdir. Nehirde yüzen ve taş yutmaya zorlanan adam, faiz yiyendir. Ateş başında çirkin yüzlü adam, Cehennemin bekçisi Mâlik’tir. Bahçedeki uzun boylu adam, İbrahim'dir (as); etrafındaki çocuklar ise fıtrat üzere ölen bütün çocuklardır.(Ravi Semure) der ki: Müslümanlardan biri 'Ey Allah’ın Rasulü, müşriklerin çocukları da mı?' diye sordu. Rasulullah (sav), 'Evet, müşriklerin çocukları da' buyurdu.(Melekler devamla şöyle dediler:) Bedeninin yarısı güzel yarısı çirkin olanlar ise, iyiliği ve kötülüğü karışık işleyen kimselerdir. Allah onları affetti."
Bize Yezîd b. Hârûn, ona Muhammed b. Amr, ona Ebû Seleme ve Yahyâ b. Abdurrahmân b. Hâtıb şöyle dediler:
"Rasulullah (sav) ile müşrikler arasında bir sulh (hudne) vardı. Bu esnada Mekke’de Kâ‘b oğulları ile Bekir oğulları kabileleri arasında bir çatışma meydana geldi. Bunun üzerine Kâ‘b oğullarından imdat isteyen biri Rasulullah’ın (sav) huzuruna gelip 'Allah’ım! Muhammed’i, babalarımız arasında yapılan dayanışma antlaşmasına çağırıyorum! Allah sana hidayet versin, bize etkili bir yardım ulaştır! Allah’ın kullarını yardıma çağır ki, onlar da destek versinler!' diyerek yardım istedi. O sırada bir bulut geçti, gök gürledi. Rasulullah (sav) 'Bu bulut, Kâ‘b oğullarına yardım için gürlüyor' buyurdu, sonra da Âişe’ye dönerek 'Beni sefere hazırla, ancak bunu hiç kimseye bildirme' dedi. Bu esnada Ebu Bekir içeri girdi ve Hz. Âişe’nin hâlini fark ederek 'Bu hazırlık nedir?' diye sordu. Âişe 'Rasulullah (sav), kendisini hazırlamakla beni görevlendirdi' dedi. Ebu Bekir 'Nereye gidecek?' diye sordu. Âişe 'Mekke’ye' diye cevap verdi. Ebu Bekir 'Vallahi, bizimle onlar arasındaki antlaşma henüz sona ermedi' dedi. Sonra durumu Rasulullah’a (sav) bildirdi. Hz. Peygamber (sav) de 'Onlar antlaşmayı ilk bozanlardır' buyurdu."
"Bunun üzerine yola çıkılması emredildi. Güzergâh gizli tutuldu. Rasulullah sefere çıktı, Müslümanlar da onunla birlikte yola koyuldular. Mekke halkı bu gelişmeden habersiz olup hiçbir bilgi alamıyorlardı. Ebu Süfyân, Hakîm b. Hizâm’a 'Ey Hakîm! Vallahi içine düştüğümüz belirsizlik bizi sarstı. Gel, bizimle Merv arasında gidip gelelim, belki bir haber ediniriz' dedi. Bu esnada Huzâa kabilesinden Budeyl b. Verkâ el-Ka‘bî 'Ben de sizinle geleyim' dedi. Onlar da 'Eğer istiyorsan gel' dediler. Yola çıktılar. Merv yokuşuna yaklaştıklarında, gece çökmüştü. Tepeye çıktıklarında, vadinin tamamını saran ateşlerin yandığını gördüler. Ebu Süfyân, Hakîm’e 'Bu ateşler de neyin nesi?' dedi. Budeyl b. Verkâ 'Bunlar Amr oğullarının ateşleridir, savaş onları aç bıraktı' dedi. Ebu Süfyân 'Babana andolsun! Amr oğulları, bu (ateşleri yakanlar) kadar çok ve güçlü değildir' dedi. O esnada Rasulullah’ın nöbetçileri —Ensâr’dan bir grup— onları yakalayıp nöbetçi kumandan olan Ömer b. Hattâb’a götürdüler ve 'Mekkelilerden bir grup yakaladık' dediler. Hz. Ömer gülümseyerek 'Vallahi, bana Ebu Süfyân’ı getirmiş olsaydınız, bundan fazlası olamazdı' dedi. Onlar 'Vallahi, sana Ebu Süfyân’ı da getirdik' dediler. Hz. Ömer 'Onu tutuklayın' dedi ve sabah oluncaya dek gözaltında tuttular."
"Sabahleyin Rasulullah’ın (sav) huzuruna çıkarıldığında ona 'Biat et' denildi. Ebu Süfyân 'Bunu yapmaktan başka çarem yok, ya biat ya da daha kötüsü' diyerek biat etti. Ebu Süfyân’dan sonra Hakîm b. Hizâm’a 'Biat et' denildi. Hakîm 'Biat ederim, ama yere kapanmam, ayakta kalırım' dedi. Rasulullah (sav) 'Bizden öncekiler de ayakta biat ederdi' buyurdu. Onlar ayrıldıktan sonra Ebu Bekir 'Ey Allah’ın Rasulü! Ebu Süfyân şeref duygusunu seven bir adamdır' dedi. Bunun üzerine Rasulullah 'Kim Ebu Süfyân’ın evine girerse emniyettedir. Ancak İbn Hatal, Mikyâs b. Subâbe el-Leysî, Abdullah b. Sa’d b. Ebu Sarh ve (müşrikleri öven şiirler söyleyen) iki câriye hariç. Onları Kâbe’nin örtülerine sarılmış da bulsanız, öldürün' buyurdu. Onlar ayrılınca Ebu Bekir 'Ey Allah’ın Resulü! Keşke emretseydiniz de, Ebu Süfyân yolda tutulup, halk arasında seferin duyurulmasını sağlasaydı' dedi. Bu sırada Abbas, Ebu Süfyân’a yetişti ve 'Biraz oturup, olan biteni gözlemlemek istemez misin?' dedi. Ebu Süfyân da 'Olur' dedi. Bu ancak, Ebu Süfyân zayıf kimselerle karşılaşsın da hâllerini sorsun diye yapılmıştı. Bu esnada Cüheyne kabilesi geçti. Ebu Süfyân 'Ey Abbas! Bunlar kim?' dedi. Abbas 'Bunlar Cuheyne kabilesi' dedi. Ebu Süfyân 'Cuhayne’yle benim bir alıp veremediğim yok. Vallahi onlarla aramda hiç savaş olmadı' dedi. Sonra Müzeyne kabilesi geçti. Ebu Süfyân 'Ey Abbas! Bunlar kim?' dedi. Abbas 'Bunlar Müzeyne kabilesi' dedi. Ebu Süfyân 'Müzeyne’yle benim bir alıp veremediğim yok. Vallahi onlarla aramda hiç savaş olmadı' dedi. Sonra Süleym kabilesi geçti. Ebu Süfyân 'Ey Abbas! Bunlar kim?' dedi. Abbas 'Bunlar Süleym kabilesi' dedi. (Ravi) der ki: Sonra Arap bölükleri geçmeye başladı. Sonra Eslem, Gifar kabileler geçti. Ebu Süfyân sordu, Abbas cevap verdi. Nihayet en sonunda Rasulullah (sav), muhâcirlerin ve ensârın ön saflarında, göz kamaştıran zırhlar içinde çıkageldi. Ebu Süfyân 'Ey Abbas! Bunlar kim?' diye sordu. Abbas 'Bu, Allah’ın Rasulü ve onun Muhacir ve Ensardan ashabı' dedi. Ebu Süfyân 'Kardeşinin oğlu ne büyük bir saltanata sahip olmuş' dedi. Abbas 'Hayır! Vallahi bu bir saltanat değildir; bu peygamberliktir' dedi. O gün ordu on bin veya on iki bin kişiydi."
"Rasulullah sancağı Sa’d b. Ubâde’ye teslim etti, Sa’d da sancağı oğlu Kays b. Sa’d’a verdi. Ebu Süfyân atına atlayarak ordudan önce Mekke’ye ulaştı. Yüksek bir tepeye çıktı. Mekke ahalisi 'Ardından gelen nedir?' dedi. Ebu Süfyân 'Ardımdan gelen bir öyle bir kalabalık ki onu asla karşılayamazsınız. Ardımdan gelen ordunun benzerini hiç görmedim. Kim benim evime girerse emniyettedir' dedi. Bunun üzerine halk onun evine akın etti. Rasulullah Mekke’ye girdi ve Hacûn mevkiinde konakladı. Zübeyir b. Avvâm’ı süvarilerle birlikte vadinin yukarı kısmından, Hâlid b. Velîd’i ise süvarilerle aşağı tarafından gönderdi, sonra da 'Sen, Allah’ın yeryüzündeki en hayırlı ve Allah’a en sevgili beldesisin. Vallahi! Eğer senin halkın beni buradan çıkarmasaydı, asla çıkmazdım. Senin saygınlığını ihlal benden önce hiç kimseye helâl olmadığı gibi benden sonra da helâl olmayacaktır. Bana da yalnızca günün bir saatinde helâl kılındın. İşte o bu saattir. Buranın ağaçları kesilmez, otları yolunmaz, buluntusunu yalnızca sahibine ulaştırmak isteyen alabilir' buyurdu. Bu esnada Şah adında bir adam, -Bazıları 'bu cümleyi Abbas söyledi' derler.- 'Ey Allah’ın Rasulü! Evlerimiz, mezarlarımız ve demirciliğimiz ya da demirciliğimiz ve kabirlerimiz- için izhîr bitkisini hariç tutsanız?' dedi."
"İbn Hatal, Kâbe’nin örtüsüne sarılmış halde bulundu ve orada öldürüldü. Mikyâs b. Subâbe, Safâ ile Merve arasında bulundu. Üzerine yürüyen bir grup tarafından öldürülmek istendi. Ancak amcasının oğlu Numeyle 'Ona dokunmayın! Vallahi kim yaklaşırsa, bu elimdeki kılıçla soğuyuncaya kadar onu vururum' dedi. İnsanlar geri durdu, kendi atılıp onu öldürdü. Kimsenin, kendi karşısında övünmesini istemedi. Rasulullah (sav) Kâbe’yi tavaf etti. Ardından Osman b. Talha yanına girdi. Hz. Peygamber (sav) 'Ey Osman! Kâbe’nin anahtarı nerede?' diye sordu. Osman 'Annem Sülâfe bint Sa‘d’da' cevabını verdi. Rasulullah (sav), ona haber gönderdi. Kadın 'Hayır! Lât ve Uzzâ hakkı için, onu ona asla vermem' dedi. Osman, kadına 'İşler değişti. Şayet vermezsen, ben ve kardeşim öldürülürüz' dedi. Bunun üzerine anahtarı teslim etti. Osman, anahtarı getirirken yolda tökezleyip düştü ve anahtar elinden yuvarlandı. Rasulullah, kalktı, yere eğilip elbisesiyle anahtarı aldı. Sonra Osman Kâbe’yi açtı. Rasulullah (sav) içeri girdi, köşelerinde ve her bir yönünde tekbir getirip Allah’a hamd etti. İki sütun arasında iki rekât namaz kıldı. Ardından dışarı çıktı ve iki kapı arasında durdu. Ali der ki: Kâbe’nin anahtarı bize verilir ümidiyle kendimi öne çıkardım. Böylece hem su dağıtma (sikâye) hem de örtü muhafazası (hicâbe) bizde olacaktı. Ancak Rasulullah 'Osman nerede? İşte, Allah’ın size verdiği emanet, alın anahtarı' diyerek anahtarı ona geri verdi. Sonra Bilâl Kâbe'nin üzerine çıktı ve ezan okudu. Hâlid b. Üseyd 'Bu ses de neyin nesi?' dedi. 'Bu, Bilâl b. Rebâh'tır' dediler. Hâlid 'Ebû Bekir'in Habeşli kölesi mi?' dedi 'Evet' dediler. 'Nerede?' dedi. 'Kâbe'nin üzerinde' dediler. 'Ebû Talha ailesinin sorumlu olduğu makamın üzerinde mi?' dedi. 'Evet2 dediler. 'Ne diyor?' diye sordu. 'Eşhedü en lâ ilâhe illallah ve eşhedü enne Muhammeden Rasûlullah diyor' dediler. Hâlid 'Şüphesiz Allah, Ebû Hâlid'i (yani babamı) bu sesi duymaktan muhafaza etti' dedi. Babası Halid Bedir Günü müşrikler safında öldürülmüştü."
"Sonra Allah Rasûlü (sav) Huneyn'e çıktı. Havâzin kabilesi, Huneyn'de ona karşı kuvvet topladı. Çarpıştılar. Allah Rasûlü'nün ashabı bozguna uğradı. Yüce Allah 'Huneyn günü çokluğunuz sizi gururlandırmıştı, fakat bu size hiçbir fayda sağlamamıştı' (Tevbe, 9/25) buyurmuştur. Sonra Allah, Rasûlü'ne ve Müminlere sekînetini indirdi. Allah Rasulü (sav) bineğinden indi ve 'Allah'ım! Eğer dilersen, bu günden sonra sana ibadet edilmez. Kahrolsun o yüzler' diye dua etti, sonra elindeki çakılları onlara savurdu ve onlar bozguna uğrayarak kaçtılar. Allah Rasulü (sav) esirleri ve ganimet mallarını ele geçirdi ve onlara 'Dilerseniz fidye alırız, dilerseniz esir bırakırız' buyurdu. Onlar 'Bizim için soyumuzdan önemli bir şey yoktur' dediler. Bunun üzerine Allah Rasulü 'Ben çıktığımda benden isteyin. Ben size bana ait olanı veririm. Ve Hiçbir Müslümana da zor gelmez' buyurdu. Rasulullah (sav) çıktığında onlar, ona seslendiler. O da 'Bana ait olanı zaten size verdim' buyurdu. Diğer Müslümanlar da aynısını söyledi. Ancak Uyeyne b. Hısn b. Huzeyfe b. Bedr hariç. O 'Bana düşen haktan vermem' dedi. Rasulullah 'Bu konuda hakkın vardır' buyurdu. Nihayet o gün ona, tek gözlü yaşlı bir cariye düştü."
"Sonra Allah Rasûlü (sav) Tâif halkını yaklaşık bir ay muhasara etti. Hz. Ömer 'Ey Allah'ın Rasulü! Beni onlara gönder, onlara Allah'ı davet edeyim' dedi. Rasulullah 'Ya seninle savaşırlarsa' buyurdu, ardından Urve onlara gitti ve onları Allah'a davet etti. Mâlik oğullarından biri ona ok attı ve öldürdü. Rasulullah (sav) 'Urve, kavmi içinde Yâsîn Suresi'nde ('ey kavmim peygamberlere uyun' diyen) adam gibiydi' buyurdu. Rasulullah (sav) 'Sürülerini alın ve onlara baskı yapın' buyurdu. Sonra Allah Rasûlü (sav) dönüşe geçti. Nahle'ye varıncaya kadar insanlar ondan bir şey istemeye başladı. Enes der ki: Hz. Peygamber'i (sav), cübbesi sırtından alınacak derecede çekiştirdiler. Ay parçası gibi parlayan omzu görüldü. Rasulullah (sav) 'Ridamı verin! Yazıklar olsun size! Beni cimrilikle mi itham ediyorsunuz? Vallahi, şayet şu iki dağ arası deve ve koyun dolu olsa, hepsini size verirdim' buyurdu. O gün Rasulullah (sav) müellefe-i kulûba yüzer deve verdi ve herkese dağıttı."
"Bu esnada Ensar arasında ileri geri konuşmalar oldu. Bunun üzerine Rasulullah (sav) onları çağırdı ve 'Şöyle şöyle mi dediniz? Ben sizi sapıklık içinde buldum da Allah sizi benimle hidayete erdirmedi mi?' buyurdu. 'Evet' dediler. 'Sizi fakir buldum da Allah sizi benimle zenginleştirmedi mi?' buyurdu, 'Evet' dediler. 'Siz düşmandınız da Allah sizin kalplerinizi birleştirmedi mi?' buyurdu. 'Evet' dediler. Bunun üzerine ' Siz isteseydiniz bana 'Bize terk edilmiş olarak geldin, biz seni yardımla destekledik; kovulmuş geldin, biz seni barındırdık; muhtaç geldin, biz sana yardım ettik' diyebilirdiniz' buyurdu. Ensâr 'Allah ve Rasûlü daha çok lütuf sahibidir' dedi. Rasulullah 'İnsanlar davar ve deveyle geri dönecekler, siz ise Allah Rasulü ile evlerinize döneceksiniz. İnsanlar dış giysi gibi, sizse benim yakın içliğimsiniz (gönül dostlarımsınız)' buyurdu."
"Allah Rasulü (sav), taksim işini Abdü'l-Eşhel oğullarından Abbâd b. Vakş'a verdi. Eslem'den üstünde elbisesi olmayan bir adam geldi ve 'Bu elbiselerden bana bir hırka ver' dedi. Abbâd 'Bu ganimet Müslümanca paylaşılacak. Ben sana izinsiz bir şey veremem' dedi. Kavmi 'Ona bir hırka ver, eğer biri itiraz ederse bu bizim hakkımızdandır' dediler. O da ona bir hırka verdi. Bu durum Rasulullah'a (sav) ulaştı. Rasûlullah (sav) 'Bundan dolayı onun hakkında değil, sizin hakkınızda korkarım' buyurdu. Abbâd 'Ey Allah'ın Elçisi! Onun kavmi 'Eğer biri itiraz ederse bu bizim hissemizden olsun' deyince verdim' dedi. Rasûlullah (sav) 'Allah size hayır versin, Allah size hayır versin' buyurdu."
Bize Muhammed b. Bişr, ona Muhammed b. Amr, ona Ebu Seleme, ona Yahyâ b. Abdurrahman b. Hâtıb ve bazı şeyhler rivayet edip şöyle dediler:
"Hz. Ömer b. Hattâb bir rüya gördü ve 'Ben rüyamda kırmızı bir horoz gördüm, göğsüm ile göbeğim arasını (karnımı) üç kere gagaladı' dedi. Bunun üzerine Abdullah b. Cafer'in annesi Esma bt. Umeys 'Ona haber verin, vasiyetini yapsın' dedi. Çünkü Esma rüyaları tabir ederdi. Ravî der ki: Hz. Ömer’in bu sözden haberdar olup olmadığını bilmiyorum. Sonra Mugîre b. Şu'be’nin Mecusi kölesi Ebu Lü'lüe geldi ve 'Mugîre bana taşıyamayacağım kadar ağır vergi (haraç) yükledi' diye şikayette bulundu. Ömer 'Ne kadar yükledi?' dedi. O da miktarı söyledi. Ömer 'Senin işin nedir?' dedi. 'Ben değirmen işletirim' dedi. Ömer 'Bu senin için ağır değildir. Memleketimizde senden başka bunu yapan yok. Bana da bir değirmen yapmaz mısın?' dedi. Ebu Lü'lüe 'Evet! Sana öyle bir değirmen yapacağım ki onun sesi bütün âlemlere ulaşacak' dedi."
"Sonra Ömer hac için yola çıktı. Hacdan döndüğünde Muhassab’da ridâsını başının altına koydu, aya baktı. Onun düzgünlüğü ve güzelliği hoşuna gitti ve 'Ay önce küçüktü, sonra Allah onu büyüttü, olgunlaştırdı, tam kemale erdi. Sonra tekrar küçülerek eski haline döndü. İşte mahlûkat da böyledir' dedi. Sonra ellerini kaldırıp 'Allah’ım! Artık ümmetim çoğaldı ve yayıldı. Beni sana, aciz ve emaneti zayi eden biri olmadan al (ölümümü nasip et)' diye dua etti. Sonra Medine’ye geldi. Ona 'Beydâ’da Müslüman bir kadın öldü ve yola atıldı. İnsanlar üzerinden geçiyor, ne kefenleyen var ne defneden ' denildi. Derken Küleyb b. Bukeyr el-Leysî geldi, onu kefenledi ve gömdü. Bu haber Hz. Ömer’e ulaşınca 'Kimler onun yanından geçti?' diye sordu. 'Onlardan biri Abdullah b. Ömer’dir' dediler. Ömer onu çağırdı ve 'Yazık sana! Müslüman bir kadın yol kenarında ölü haldeydi. Sen geçtin ama ne kefenledin ne defnettirdin' diye azarladı. Abdullah 'Ben fark etmedim, kimse de bana söylemedi' dedi. Ömer 'Ben de sende hayır yoktur, diye korkmuştum' dedi. Sonra 'Onu kim kefenledi, kim gömdü?' dedi. 'Küleyb b. Bukeyr' dediler. Ömer 'Vallahi Küleyb mutlaka hayra nail olacak' dedi."
"Sonra Ömer, sabah namazına kaldırmak üzere insanları kamçısıyla uyandırmaya çıktı. Tam o sırada kâfir Mecusi Ebu Lü’lüe karşısına çıktı ve Göğsü ile göbeğim arasına (karnına) üç bıçak darbesi vurdu. Küleyb b. Bukeyr’e de vurdu ve öldürdü. İnsanlar bağırıştı. Bir adam Ebu Lü’lüe’nin üzerine cübbesini atıp onu yakaladı. Ardından Hz. Ömer, evine taşındı. Abdurrahman b. Avf da insanlara namaz kıldırdı. Hz. Ömer’e 'Namaz, ey Emîrü’l-Mü’minîn' denildi. Yaralarından kan fışkırdığı halde kalkıp namaz kıldı ve 'Namazı olmayanın İslam’da payı yoktur' dedi. İnsanlar onun yanına girdiler ve 'Bir şeyin yok ey Emîrü’l-Mü’minîn! Allah sana hayırlı, uzun ömürler versin' dediler. İbn Abbas içeri girdi. Ömer onu severdi. Ona 'Çık bak bakayım, bana saldıran kim?' dedi. İbn Abbas çıktı, geldi ve 'Müjde! Sana saldıran, Mugîre b. Şu'be'nin Mecusi kölesi Ebu Lü'lüe'dir' dedi. Ömer tekbir getirdi, sesi kapıdan duyuldu. Sonra 'Elhamdülillah! Bu işi yapan bir Müslüman değil ki, kıyamet günü Allah’ın huzurunda yaptığı secdesiyle bana karşı delil getirsin' dedi. Sonra halka dönüp 'Bu işi sizden birinizin kararıyla mı yaptı?' dedi. Onlar 'Haşa! Vallahi, babalarımız sana feda olsun. Allah bizim ömrümüzden alıp sana versin. Sana bir şey olmayacak' dediler. Hz. Ömer, 'Yazıklar olsun, sana ey Yerfa! Bana içecek getirsene' dedi. Ona tatlı nebîz getirildi, içti. Sonra (Ömer) ridâsını karnına bastırdı. Ravi der ki: İçecek (şerbet) midesine girince, yaralardan dışarı aktı. Oradakiler 'Elhamdülillah! Bu, senin için vücudunda biriken kandı. Allah onu senin içinden çıkardı (dışarı attı) 'dediler. Sonra Hz. Ömer 'Yazıklar olsun, sana ey Yerfa! Bana getir!' dedi. Sütü içti, yine yaralardan dışarı aktı. O zaman herkes onun öleceğini anladı ve 'Sen bizim aramızda Allah’ın Kitabına ve Rasulün sünnetine uygun davrandın, başka bir yola sapmadın. Allah sana hayırla karşılık versin' dediler. Ömer 'Emirlik sebebiyle mi beni övüyorsunuz? Vallahi keşke bu işten, ne lehime, ne aleyhime bir şey olmadan, bu işten başa baş sıyrılıp çıkabilseydim. Hadi kalkıp aranızda istişare edin, kendinize bir emir seçin. Kim muhalefet ederse başını vurun. Ravi der ki: Onlar kalktılar. O sırada babasını göğsüne yaslamış olan Abdullah b. Ömer, onlara 'Emîrü’l-Mü’minîn henüz hayatta iken, bir başkasını emir mi seçtireceksiniz?' dedi. Hz. Ömer ' Hayır, Suheyb üç gün size namaz kıldırsın. Talha gelinceye kadar bekleyin. Sonra aranızda istişare edin ve birini emir yapın. Kim size muhalefet ederse, onun başını vurun' dedi. Sonra oğluna 'Âişe’ye git, selamımı söyle ve ona 'Ömer senden izin istiyor. Eğer senin için bir mahzuru yoksa, beni iki arkadaşımın (Rasulullah (sav) ve Ebu Bekir’in) yanına defnedilmek isterim. Ama eğer senin için sakıncası varsa, ömrüme yemin olsun ki Bakî kabristanında, Ömer'den daha hayırlı olan, nice sahabe ve Müminlerin anneleri, defnedilmiştir. Oğlu Aişe'ye gitti, Hz. Âişe de 'Bu bana ağır gelmez, sana da darlık olmaz. İzin veriyorum' dedi. Ömer 'O halde beni onların yanına defnedin' dedi. Abdullah b. Ömer der ki: Ölüm hali ağırlaşınca ben onu göğsümde tutuyordum. Bana 'Başımı yere koy' dedi. Ben de başını yere koydum. Yüzünü toprağa sürdü ve 'Yazık Ömer’e, yazık annesine, eğer Allah ona mağfiret etmezse' dedi."
Muhammed b. Amr der ki: Şûra ehli şunlardı: Ali, Osman, Talha, Zübeyir, Sa‘d ve Abdurrahman b. Avf.”