Ebu Usame der ki: Bana Hişâm b. Urve, ona babası (Urve b. Zübeyir), ona da Âişe şöyle demiştir:
Benim hakkımda söylenenler söylendiği zaman ki ben o sırada hiçbir şey bilmiyordum, Rasulullah (sav) konuşmak üzere ayağa kalktı. kelime-i şahadet getirdi, ardından Allah'a hamd edip onu en güzel şekilde övdü, sonra da "şimdi benim eşime bir takım ithamlarda bulunan insanlar hakkında fikirlerinizi bana söyleyin. Allah'a yemin ederim ki, ben eşim hakkında hiçbir kötülük bilmiyorum. Onların eşim ile birlikte itham ettikleri kimseye gelince, yine Allah'a yemin ederim ki, ben o adam hakkında da hiçbir kötü bir şey bilmiyorum. O kişi ben yokken benim evime asla girmemiştir. Ben bir sefere çıkıp evimden ayrı kaldığımda, o kişi de benimle birlikte seferde idi" dedi. Bunun üzerine Sa'd b. Muâz ayağa kalkıp “ey Allah'ın Rasulü, izin ver, onların boyunlarını vuralım” dedi. Buna karşılık Hazrec oğullarından, Hassan b.Sâbit'in anasının kavminden, bir adam ayağa kalktı ve “yalan söylüyorsun, Allah'a yemin ederim ki, eğer o iftirayı atanlar Evs kabilesinden olsalardı, sen onların boyunlarının vurulmasına sevinemezdin” dedi. Tartışma o kadar büyüdü ki neredeyse mescitte Evs ile Hazrec arasında bir kavga olacaktı.
Âişe der ki: Ben bu iftirayı henüz bilmiyordum. Bu günün akşamı, ihtiyacımı gidermek üzere dışarıya çıktım. Yanımda Mıstâh'ın anası da vardı. Yürürken bu kadının ayağı tökezledi ve “kahrolası Mıstâh” dedi. Ben de ona “ey ana, oğluna mı sövüyorsun?” dedim. Kadın sustu. Sonra kadın ikinci defa ayağı takılıp sürçtü. Kadın yine “kahrolası Mıstâh” dedi. Ben yine “oğluna mı sövüyorsun?” dedim. Sonra kadın üçüncü kez ayağı takılıp sürçtü, ve yine “kahrolası Mıstâh” dedi. Ben de kendisini azarladım. Bunun üzerine kadın “vallahi ben Mıstah'a ancak senden dolayı sövüyorum” dedi. Ben de “benim hangi hâlim hakkında?” diye sordum. Kadın benimle ilgili konuşulanları anlattı. Ben “bu sözler gerçekten söylendi mi?” dedim. Kadın “evet vallahi” dedi.
Âişe der ki: Ardından ben evime öyle bir halde döndüm ki, gidermek için çıktığım ihtiyacımdan az ya da çok hiç bir eser yoktu. Çok hasta oldum ve Rasulullah'a “beni babamın evine gönder” dedim. O da beni, beraberimde bana hizmet edecek bir çocukla babamın evine gönderdi. Eve girdim, annem Ümmü Rûmân'ı evin alt tarafında, babam Ebu Bekir'i de evin üst tarafında oturmuş okurlarken buldum. Annem “Ey kızcağızım, seni buraya getiren sebep nedir?” diye sordu. Ben de kendisine geliş sebebimi söyleyip olan biteni aktardım. Ama gördüm ki, annem benim kadar kederlenmemiş. Annem bana “ey kızcağızım, bu iftirayı kendine yakıştırma. Allah'a yemin ederim ki, bir erkeğin yanında sevdiği güzel bir kadın ve bu kadının birçok kuması varsa o kadını mutlaka kıskanır ve hakkında laf ederler” dedi. Gördüm ki, annem benim kadar kederlenmemiş. Anneme “babam bu konuyu biliyor mu?” diye sordum. “Evet” dedi. “Allah Rasulü (sav) biliyor mu?” dedim. “Evet” dedi. Üzüldüm ve ağladım. Bu sırada evin üst tarafında okuyan babam Ebu Bekir sesimi duyup aşağıya indi ve anneme “Âişe'nin nesi var?” dedi. Annem “hakkında söylenenleri duymuş” dedi. Bunun üzerine babamın gözünden yaşlar aktı ve “ey kızcağızım, senin üzerine yemin ederim ki sen mutlaka evine geri döneceksin” dedi. Bunun üzerine ben evime döndüm. Rasulullah (sav) da benim odama girmiş ve hizmetçi kıza benim hakkımda sormuş, o da “Allah'a yemin ederim ki, ben Âişe hakkında hiçbir kusur şey bilmiyorum. Sadece (hamur yoğurduğunda) uyuyup kalıyor, sonra koyun içeriye girip ve onun ekmeklik hamurunu yahut ekmeklik olarak yoğurduğunu yiyordu” dedi. Sahabeden bazısı hizmetçimi azarlayıp “Ey kadın! Rasûlullah'a doğru söyle” demiş, hatta bazısı o iftirayı açıkça sormuşlar, Berîre de “Subhânallah, Allah'a yemin ederim ki, ben Âişe hakkında, kuyumcunun hâlis altın hakkındaki bilgisinden başka bir şey bilmiyorum” demiş. Bu iftira, kendisi hakkında iftira edilen adamın kulağına da gelmiş ve o da “Subhânallah,! Allah'a yemin ederim ki, ben hiçbir kadının elbisesini açmış değilim” demiştir. O kişi Allah yolunda şehit oldu.
Âişe der ki: Annem ve babam benim yanımda sabahladılar. Annem babam sağımda ve solumda oturmuş iken ikindi namazını kıldırmış olan Rasulullah benim yanıma girdi. Allah'a hamd edip övdü. Sonra "Amma ba'du" diyerek "ey Âişe, eğer bir kötülük yapmış isen yahut nefsine uymuşsan Allah'a tevbe et. Çünkü Allah, kullarından tevbeyi kabul eder" dedi. Âişe der ki: Bu sırada Ensâr'dan bir kadın gelmiş, kapıda oturuyordu. Ben Rasûlullah'a “böyle uygunsuz bir şeyi dile getirmekte şu kadından da mı haya etmezsin?” dedim. Rasulullah tavsiyesini yaptı. Ben de babama yönelip “Rasulullah'a cevap ver” dedim. Babam “ben ne söyleyeyim?” dedi. Bunun üzerine ben anneme dönüp “Rasulullah'a sen cevap ver” dedim. O da “ben ne diyeyim?” dedi. İkisi de Rasûulullah'a cevap vermeyince, ben kelime-i şahedet getirip Allah'a hamd ettim ve O'nu lâyık olduğu sıfatlarla övdüm. Ardından şunları söyledim: Vallahi eğer ben sizlere “ben hiçbir günah işlemedim” desem Azîz ve Celîl olan Allah benim muhakkak doğruyu söylediğime şahitken, benim bu sözümün, sizin yanınızda bana faydası olmayacak. Sizler zaten bu iftirayı konuşmuş ve kalplerinize sindirmişsiniz. Eğer ben, Allah benim böyle bir iş yapmadığımı bilip dururken, sizlere “ben bunu yaptım” desem, sizler “Âişe bu işi nefsine karşı ikrar etti” diyeceksiniz. Vallahi ben bu vaziyette kendim için ve sizin için -tam burada zihnimde Yakub'un ismini hatırlamaya çalıştım ama hatırlayamadım- ancak Yusuf'un babasını örnek olarak görüyorum. Hani Yusuf'un babası "Artık bana düşen güzel bir sabırdır. Sizin şu söylediklerinize karşı, yardımına sığınılacak olan da ancak Allah'tır" (Yûsuf:18) demişti.
Tam bu sırada Rasulullah'a vahiy indirildi. Bizler sükût ettik. O'ndan vahiy hâli gitti ve ben O'nun yüzündeki sevinci apaçık belirmiş buldum. Rasulullah alnındaki terleri eliyle siliyor ve "sevin ey Âişe, Allah senin tertemiz olduğunu kesin surette indirmiştir" dedi. Âişe der ki: Ben, bu sefer daha fazla öfke duydum. Annem, babam bana “kalk Rasulullah'ın yanına var” dediler. Ben de “Vallahi ben ne kalkıp O'nun yanına giderim, ne de O'na ve size minnet duyarım. Ben benim suçsuzluğum hakkında ayet indirmiş olan Allah'a hamd ederim. Çünkü yemin olsun ki, sizler o iftirayı işittiğiniz halde ne onu reddettiniz ne de değiştirdiniz” dedim.
Âişe der ki: Allah Zeynep bt. Cahş'ı dindarlığı sayesinde korudu da o, hakkımda hayırdan başka bir şey söylemedi. Amma onun kız kardeşi Hamne helak olanlardan oldu. O iftirayı dile getirenler ise, Mistah ile Hassan b. Sâbit'tir. Münafık olan Abdullah b. Ubeyy ise bizzat bu İftirayı eşeleyip çıkaran, derleyen, toparlayan kimseydi. O ve Hamne günahın büyüğünü yüklendi. Âişe der ki: Ebu Bekir, Mistah'a bundan sonra asla yardım etmeyeceğine yemin etti. Bunun üzerine Azîz ve Celîl olan Alla "Sizden fazilet ve servet sahibi olanlar, vermelerinde eksiltme yapmasınlar... " (Nûr, 22) ayetini "Allah'ın size mağfiret etmesini arzu etmez misiniz? Allah çok mağfiret edici, çok merhamet eyleyicidir" kavline kadar indirdi. "Bolluk (yânî servet) sahibi olanlar, hısımlık sahibi bulunanlara ve fakirlere, vermelerini eksik yapmasınlar" sözünde Allah "Bolluk (yânî servet) sahibi olanlar" sözüyle Ebu Bekir'i "hısımlık sahibi bulunanlara ve fakirlere" sözü ile de Mıstah'ı kast etmiştir. Ebu Bekir “Evet, vallahi ey Rabbimiz, bizler şüphesiz Sen'in bize mağfiret etmeni elbette sever, arzu ederiz” diyerek Mıstah'a veregeldiği nafakayı vermeye devam etti.
Benim hakkımda söylenenler söylendiği zaman ki ben o sırada hiçbir şey bilmiyordum, Rasulullah (sav) konuşmak üzere ayağa kalktı. kelime-i şahadet getirdi, ardından Allah'a hamd edip onu en güzel şekilde övdü, sonra da "şimdi benim eşime bir takım ithamlarda bulunan insanlar hakkında fikirlerinizi bana söyleyin. Allah'a yemin ederim ki, ben eşim hakkında hiçbir kötülük bilmiyorum. Onların eşim ile birlikte itham ettikleri kimseye gelince, yine Allah'a yemin ederim ki, ben o adam hakkında da hiçbir kötü bir şey bilmiyorum. O kişi ben yokken benim evime asla girmemiştir. Ben bir sefere çıkıp evimden ayrı kaldığımda, o kişi de benimle birlikte seferde idi" dedi. Bunun üzerine Sa'd b. Muâz ayağa kalkıp “ey Allah'ın Rasulü, izin ver, onların boyunlarını vuralım” dedi. Buna karşılık Hazrec oğullarından, Hassan b.Sâbit'in anasının kavminden, bir adam ayağa kalktı ve “yalan söylüyorsun, Allah'a yemin ederim ki, eğer o iftirayı atanlar Evs kabilesinden olsalardı, sen onların boyunlarının vurulmasına sevinemezdin” dedi. Tartışma o kadar büyüdü ki neredeyse mescitte Evs ile Hazrec arasında bir kavga olacaktı.
Âişe der ki: Ben bu iftirayı henüz bilmiyordum. Bu günün akşamı, ihtiyacımı gidermek üzere dışarıya çıktım. Yanımda Mıstâh'ın anası da vardı. Yürürken bu kadının ayağı tökezledi ve “kahrolası Mıstâh” dedi. Ben de ona “ey ana, oğluna mı sövüyorsun?” dedim. Kadın sustu. Sonra kadın ikinci defa ayağı takılıp sürçtü. Kadın yine “kahrolası Mıstâh” dedi. Ben yine “oğluna mı sövüyorsun?” dedim. Sonra kadın üçüncü kez ayağı takılıp sürçtü, ve yine “kahrolası Mıstâh” dedi. Ben de kendisini azarladım. Bunun üzerine kadın “vallahi ben Mıstah'a ancak senden dolayı sövüyorum” dedi. Ben de “benim hangi hâlim hakkında?” diye sordum. Kadın benimle ilgili konuşulanları anlattı. Ben “bu sözler gerçekten söylendi mi?” dedim. Kadın “evet vallahi” dedi.
Âişe der ki: Ardından ben evime öyle bir halde döndüm ki, gidermek için çıktığım ihtiyacımdan az ya da çok hiç bir eser yoktu. Çok hasta oldum ve Rasulullah'a “beni babamın evine gönder” dedim. O da beni, beraberimde bana hizmet edecek bir çocukla babamın evine gönderdi. Eve girdim, annem Ümmü Rûmân'ı evin alt tarafında, babam Ebu Bekir'i de evin üst tarafında oturmuş okurlarken buldum. Annem “Ey kızcağızım, seni buraya getiren sebep nedir?” diye sordu. Ben de kendisine geliş sebebimi söyleyip olan biteni aktardım. Ama gördüm ki, annem benim kadar kederlenmemiş. Annem bana “ey kızcağızım, bu iftirayı kendine yakıştırma. Allah'a yemin ederim ki, bir erkeğin yanında sevdiği güzel bir kadın ve bu kadının birçok kuması varsa o kadını mutlaka kıskanır ve hakkında laf ederler” dedi. Gördüm ki, annem benim kadar kederlenmemiş. Anneme “babam bu konuyu biliyor mu?” diye sordum. “Evet” dedi. “Allah Rasulü (sav) biliyor mu?” dedim. “Evet” dedi. Üzüldüm ve ağladım. Bu sırada evin üst tarafında okuyan babam Ebu Bekir sesimi duyup aşağıya indi ve anneme “Âişe'nin nesi var?” dedi. Annem “hakkında söylenenleri duymuş” dedi. Bunun üzerine babamın gözünden yaşlar aktı ve “ey kızcağızım, senin üzerine yemin ederim ki sen mutlaka evine geri döneceksin” dedi. Bunun üzerine ben evime döndüm. Rasulullah (sav) da benim odama girmiş ve hizmetçi kıza benim hakkımda sormuş, o da “Allah'a yemin ederim ki, ben Âişe hakkında hiçbir kusur şey bilmiyorum. Sadece (hamur yoğurduğunda) uyuyup kalıyor, sonra koyun içeriye girip ve onun ekmeklik hamurunu yahut ekmeklik olarak yoğurduğunu yiyordu” dedi. Sahabeden bazısı hizmetçimi azarlayıp “Ey kadın! Rasûlullah'a doğru söyle” demiş, hatta bazısı o iftirayı açıkça sormuşlar, Berîre de “Subhânallah, Allah'a yemin ederim ki, ben Âişe hakkında, kuyumcunun hâlis altın hakkındaki bilgisinden başka bir şey bilmiyorum” demiş. Bu iftira, kendisi hakkında iftira edilen adamın kulağına da gelmiş ve o da “Subhânallah,! Allah'a yemin ederim ki, ben hiçbir kadının elbisesini açmış değilim” demiştir. O kişi Allah yolunda şehit oldu.
Âişe der ki: Annem ve babam benim yanımda sabahladılar. Annem babam sağımda ve solumda oturmuş iken ikindi namazını kıldırmış olan Rasulullah benim yanıma girdi. Allah'a hamd edip övdü. Sonra "Amma ba'du" diyerek "ey Âişe, eğer bir kötülük yapmış isen yahut nefsine uymuşsan Allah'a tevbe et. Çünkü Allah, kullarından tevbeyi kabul eder" dedi. Âişe der ki: Bu sırada Ensâr'dan bir kadın gelmiş, kapıda oturuyordu. Ben Rasûlullah'a “böyle uygunsuz bir şeyi dile getirmekte şu kadından da mı haya etmezsin?” dedim. Rasulullah tavsiyesini yaptı. Ben de babama yönelip “Rasulullah'a cevap ver” dedim. Babam “ben ne söyleyeyim?” dedi. Bunun üzerine ben anneme dönüp “Rasulullah'a sen cevap ver” dedim. O da “ben ne diyeyim?” dedi. İkisi de Rasûulullah'a cevap vermeyince, ben kelime-i şahedet getirip Allah'a hamd ettim ve O'nu lâyık olduğu sıfatlarla övdüm. Ardından şunları söyledim: Vallahi eğer ben sizlere “ben hiçbir günah işlemedim” desem Azîz ve Celîl olan Allah benim muhakkak doğruyu söylediğime şahitken, benim bu sözümün, sizin yanınızda bana faydası olmayacak. Sizler zaten bu iftirayı konuşmuş ve kalplerinize sindirmişsiniz. Eğer ben, Allah benim böyle bir iş yapmadığımı bilip dururken, sizlere “ben bunu yaptım” desem, sizler “Âişe bu işi nefsine karşı ikrar etti” diyeceksiniz. Vallahi ben bu vaziyette kendim için ve sizin için -tam burada zihnimde Yakub'un ismini hatırlamaya çalıştım ama hatırlayamadım- ancak Yusuf'un babasını örnek olarak görüyorum. Hani Yusuf'un babası "Artık bana düşen güzel bir sabırdır. Sizin şu söylediklerinize karşı, yardımına sığınılacak olan da ancak Allah'tır" (Yûsuf:18) demişti.
Tam bu sırada Rasulullah'a vahiy indirildi. Bizler sükût ettik. O'ndan vahiy hâli gitti ve ben O'nun yüzündeki sevinci apaçık belirmiş buldum. Rasulullah alnındaki terleri eliyle siliyor ve "sevin ey Âişe, Allah senin tertemiz olduğunu kesin surette indirmiştir" dedi. Âişe der ki: Ben, bu sefer daha fazla öfke duydum. Annem, babam bana “kalk Rasulullah'ın yanına var” dediler. Ben de “Vallahi ben ne kalkıp O'nun yanına giderim, ne de O'na ve size minnet duyarım. Ben benim suçsuzluğum hakkında ayet indirmiş olan Allah'a hamd ederim. Çünkü yemin olsun ki, sizler o iftirayı işittiğiniz halde ne onu reddettiniz ne de değiştirdiniz” dedim.
Âişe der ki: Allah Zeynep bt. Cahş'ı dindarlığı sayesinde korudu da o, hakkımda hayırdan başka bir şey söylemedi. Amma onun kız kardeşi Hamne helak olanlardan oldu. O iftirayı dile getirenler ise, Mistah ile Hassan b. Sâbit'tir. Münafık olan Abdullah b. Ubeyy ise bizzat bu İftirayı eşeleyip çıkaran, derleyen, toparlayan kimseydi. O ve Hamne günahın büyüğünü yüklendi. Âişe der ki: Ebu Bekir, Mistah'a bundan sonra asla yardım etmeyeceğine yemin etti. Bunun üzerine Azîz ve Celîl olan Alla "Sizden fazilet ve servet sahibi olanlar, vermelerinde eksiltme yapmasınlar... " (Nûr, 22) ayetini "Allah'ın size mağfiret etmesini arzu etmez misiniz? Allah çok mağfiret edici, çok merhamet eyleyicidir" kavline kadar indirdi. "Bolluk (yânî servet) sahibi olanlar, hısımlık sahibi bulunanlara ve fakirlere, vermelerini eksik yapmasınlar" sözünde Allah "Bolluk (yânî servet) sahibi olanlar" sözüyle Ebu Bekir'i "hısımlık sahibi bulunanlara ve fakirlere" sözü ile de Mıstah'ı kast etmiştir. Ebu Bekir “Evet, vallahi ey Rabbimiz, bizler şüphesiz Sen'in bize mağfiret etmeni elbette sever, arzu ederiz” diyerek Mıstah'a veregeldiği nafakayı vermeye devam etti.
Açıklama:
Yazar, Kitap, Bölüm:
Buhârî, Sahîh-i Buhârî, Tefsîr 11, 2/234
Senetler:
1. Ümmü Abdullah Aişe bt. Ebu Bekir es-Sıddîk (Aişe bt. Abdullah b. Osman b. Âmir)
2. Urve b. Zübeyr el-Esedî (Urve b. Zübeyr b. Avvam b. Huveylid b. Esed)
3. Ebu Münzir Hişam b. Urve el-Esedî (Hişam b. Urve b. Zübeyr b. Avvam)
4. Ebu Üsame Hammâd b. Üsame el-Kuraşî (Hammâd b. Üsame b. Zeyd)
Konular:
Hz. Peygamber, hanımları, Hz. Aişe